Gönderen Konu: Dostun Aynadır  (Okunma sayısı 85 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5917
Dostun Aynadır
« : Ağustos 01, 2023, 08:18:46 ÖÖ »


Dostun Aynadır

Bu sabah, gece boyu kesilmeden yağan yağmurla tazelenen sokağın pencereye değen kokusuyla uyandım. Yoldaki su birikintilerine bata çıka köşedeki bakkala ekmek almak için geldim. Kapıya elimi uzattığımda arkamdan gelen bir sesle irkildim. “Bugün bakkalı açan olmadı kızım.” dedi evinin önünü süpüren yaşlı teyze. “Akşamdan beri gelen giden de olmadı.” diye ekledi ardından. Biraz bekleyip etrafa bakındım kimsecikler yoktu. Beklemenin faydasız olacağını düşünüp tekrar eve döndüm. Elimde ekmek olmadığını gören annemin soru dolu bakışlarına karşı bakkalın kapalı olduğunu söyledim.

Dünden kalan yarımdan az ekmekle kahvaltımızı yapıp kahvaltı bitiminde kardeşimin yırtılan defter sayfalarını sanki o sayfalar hiç yokmuş gibi iyice temizlemeye koyuldum. Akşam babamın yanında söyleyememiş, arkadaşı uçak yapmak için sürekli defterinden sayfalar koparıyormuş. Neyse ki son uçağı yakalayan öğretmeni artık sınıfta uçak yapmayı yasaklamış. Ben kardeşimin defterini onarmaya uğraşırken annem de bir yandan kardeşimin saçını elindeki çamaşır lastiğiyle iyice sıkıştırmaya çalışıyordu. Biraz acele etmelerini yoksa derse geç kalacağımızı söyledim. Çarçabuk çantamı sırtıma alıp kardeşimin elinden tutup okula gitmek üzere evden ayrıldım.

Okula giderken sokağı tam döndüğümüzde asırlık çınar ağacının yapraklarına esir olmuş Çınaraltı Çay Bahçesi’nin boş masalarına konan martıların rızık arayan bakışlarıyla karşılaştık. Biz yaklaşınca hepsi birden gürültüyle havalandı. Akşamdan kalma griliğini muhafaza eden gökyüzü, güneşin yaklaşmaya çalışan nefesinin inatla görünmesine izin vermiyordu. Rüzgârdan dolayı hızlı adımlarla yürüyüp önce kardeşimi okuluna bıraktım. Sonra aceleyle iki sokak ötedeki okuluma doğru yürümeye başladım.

Sınıfa girdiğinde öğretmen gelmek üzereydi. Dün ateşlenen sıra arkadaşım Selma henüz gelmemişti. Öğretmen sınıf yoklaması alırken Selma’nın adını söylediğinde bir sessizlik oldu. Durumuyla ilgili haberim olup olmadığını sorar bakışlarla bakan öğretmenime, Selma’nın henüz gelmediğini geç kalmasıyla ilgili bir haberim olmadığını hatta sabah bakkalın da kapalı olduğunu, daha önce de ateşli hastalık geçirdiği için evde istirahat ediyor olabileceğini söyledim. İlk üç ders geçince de bugün daha gelmez diye düşündüm.

Mahallede her sabah rastlaşır okula birlikte gelirdik. Evleri bizim alt sokakta eski bir gecekonduydu. Babası, Selma küçük yaştayken çalıştığı inşaatta kalp krizi geçirerek vefat etmişti, hayatta annesinden başka kimsesi yoktu. Sahip oldukları şeyler, babasından kalma, içinde oturdukları mahkemelik gecekondu ve yıllar önce vefat eden akrabalarından yadigâr tek göz bakkallarıydı. Bakkal dedimse içinde sadece ekmek, açık çekirdek ve altın renkli para çikolatadan başka bir şey bulunmazdı. Yıllar önce babasına bu yer kalınca, sokaktaki ihtiyacı karşılamak adına fırınla anlaşıp ekmek satmaya başlamış. Vefat edince annesi de tanıdığa eşe dosta diktiği terzilikten, sildiği merdiven parasından artırdıklarıyla bakkalı kapatmamış devam ettirmiş. Annesinin eli terzilikte çok iyiymiş, annem öyle söylerdi. Tam da bu sebepten olsa gerek annem kumaş aldığında etek ya da elbise diktirmek için Selmalara giderdik. Evlerinde, üzeri el örgüsü renkli örtüyle kaplı yayı kırılmış bir kanepe, siyah beyaz Grundig televizyon ve kırılmış anten yerine şiş takılmış küçük kırmızı bir radyo vardı. Sobanın kurulu olduğu yerdeki duvarın rengi kararmış, arka odaya geçişteki ahşap duvar da zamana yenik düşmüş ve nerdeyse dökülmeye başlamıştı. Yerde serili kilimin desenindeki odacıklar da yıllardır yıkanmaktan kaybolmaya yüz tutmuştu.

Bir akşam annesinin hasta olduğunu duyan annemle birlikte ziyarete gitmiştik. O gün Selma da okula gelmemişti. Meğer annesine bakmak içinmiş. Gittiğimizde kapıyı Selma açtı. Annesi sobanın yanındaki kanepede yatıyordu. Elleri ve yüzü kireç gibi bembeyaz olmuş, başındaki beyaz örtüyle yarışıyordu. Annem evde pişirip getirdiği çorbadan bir kâseye koyarak ikram etti. “Sıcak çorba iyi geldi.” dedi mahcup bir sesle. Selma da bir kâse içti. Onları içeride yalnız bırakıp arka odaya geçtik. Yarın okula gelecek misin, diye sorduğumda doktorun, annesinin hayli üşüttüğünü ve en az üç gün yataktan çıkamaması gerektiğini sıkıca tembihlediğini anlattı. Kömür karası bulaşmış eliyle saçını geriye doğru attı ve okulda işlediğimiz yerleri benden göstermemi istedi. O gün sosyal bilgiler dersi vardı. Öğretmenin ülkelerin dünya haritasındaki yerini ezberlememizi istediğini söyledim. Gazeteyle kapladığı kitabı eline aldı. Özenle kuruttuğu çiçekleri yoklayıp tekrar kitabın arasına koydu. Önce başını öne eğdi. Sonra da parlayan gözlerle bana bakıp yatak odasının ahşap, rutubetten çillenmiş duvarında, üst üste yapılan badana kalıntılarından oluşan bir kabartıyı göstererek, “Biliyor musun, benim dünya haritam burası, öğretmen haritadan ülkeleri gösterdiğinde ben de haritamdan yerlerini belirliyorum.” dedi. Sonra kalkıp ellerini rutubetli duvar kabartmasında gezdirmeye başladı. Bir noktada durup “İşte bak! Tam burası Türkiye.” dedi. İkimiz de gülüştük. Esasında yeni kitap alacak parası olmadığı için annesinin öğretmenlerden ettiği rica ile yıllardır üst sınıfa geçenlerin verdiği kitaplarla okuyordu. Nedense arkalarındaki haritalar da hep koparılmış oluyordu.

Sohbetimiz birden annemin sesiyle yarım kaldı. Hasta ziyareti bitmiş eve dönme vakti gelmişti. Annem çorbayı bir tencereye boşaltıp sobaya da biraz kömür attıktan sonra Selma ve annesiyle vedalaşıp oradan ayrıldık. Selma tam dört gün okula gelemedi. Aklım onda kaldı. Onunla okul çıkışı gazeteden külahlara koydurduğumuz çekirdek ve annesinin verdiği altın para çikolatalarımızı alıp Çınaraltı Çay Bahçesi’nin solundaki yoldan aşağı inerek gittiğimiz deniz kenarındaki yerimizi özlemiştim. Her zaman çekirdek ve çikolatamız olmazdı. Bazen de babam bizi sokakta yakalarsa bize Çınaraltı Çay Bahçesi’nde portakallı oralet ısmarlardı. Üstünde dumanı tüten oraleti Selma koklamayı çok severdi. İki elinin arasına sıkıştırdığı bardağı bir yandan koklar, diğer yandan da sürekli babama bakar, gözleri dolardı. Deniz kenarına her gittiğimizde de anlam veremediğim bir şekilde gözleri buğulanır, sürekli uzaklara dalardı. Bir gün başını omzuma koyup ağlamaya başladı. Görmediği babasını çok özlediğini ve bir gün sanki çıkıp gelecekmiş gibi onu beklediğini söyledi. Konuşmadan ağladığı zamanlar da oluyordu. Sanki kıyıdaki kayalıkları döven denizle dertleşiyor, içindekileri ona döküyordu. Bir sonraki gidişimizde ise emanetlerini deniz ona iade ediyordu. Bunu sürekli taze hüznünden anlıyordum. Denizle olan bu sessiz muhabbetini içten içe kıskanmıyor da değildim. Yine bir arife günü deniz kıyısında oturduğumuz sırada birden arkada çöpleri karıştıran kardeşim yaşlarında küçük bir kızın ağlama seslerini duyduk. Selma hemen yerinden doğruldu, kızın yanına gitti ve hiç soru sormadan gözlerindeki yaşları silip cebinden çıkardığı parayı kızın eline tutuşturup “Hadi ne istiyorsan git al.” dedi. Çocuğun sevinçli gözlerine bakarak saçlarını okşadı. “Bu da benim sana bayram harçlığım olsun.” dedi. Parayı Selma’ya bayram öncesi sevinsin, bayram sabahına sevinçle uyansın diye aynı gün babam vermişti. Gözündeki yaşı sildi ve yüzüme bakarak “Görüyor musun, benim bayramım erken geldi.” dedi.

Son zil çalınca, okuldan çıkıp doğruca kardeşimi almaya gittim. Sokakta kimsecikler yoktu. Sanki yağan yağmurla ne varsa sürüklenip denize dökülmüştü. Geçerken de bakkala baktım, hâlâ kapalıydı. Eve vardığımda anneme söyleyip Selma’ya gidecektim, kafaya koymuştum. Kapıya vurdum ama açan olmadı. Tekrar denedim yine olmadı. Sonra yedek anahtarı yerinden alıp eve girdim. Annem ocaktaki yemeğin altını yeni söndürüp gitmiş olmalıydı hâlâ sıcak yemek kokusu geliyordu. Yanan sobanın yanında kardeşimle kıyafetlerimizi değiştirdik. Tam o sırada kapı sesi duyuldu. İçeri giren annem hayli üzgün görünüyordu. Nereden geliyorsun dediğimde, dolan gözleriyle Selmalardan, dedi. Hayırdır, ne olmuş, diye sordum. Seni almaya geldim, dedi. Kardeşini yan komşuya bırakalım, diye de ekledi. Hemen evden çıktık ve Selma’nın evine doğru yürüdük. Sokağın başından duyulan ağlama sesleri, annemin gözyaşlarına karışıyordu. Annesine bir şey olduğunu düşündüğüm sırada Selma’nın annesini evin kapısında ağlarken gördüm. Bir süredir devam eden öksürük ve dün gece aniden yükselen ateşle Selma yakalandığı zatürreden dünya yolcuğunu tamamlamıştı. Üzüntüden anneme sarıldım. Yaşlı gözlerimi açtığımda Selmasız bir dünyaya uyanmıştım.

Selma gideli bir ay olmuştu. Bir gün okul çıkışı bakkalın önünden geçerken Selma’nın annesi bana seslendi. Yanına gittim. Ağlayan gözlerle elindeki şeffaf poşete koyduğu kitapları uzatarak belki ihtiyacı olan vardır, istersen okula götür kızım, dedi. Çantayı elinden aldım. Bu gönül ağırlığıyla eve gitmem imkânsızdı. Doğru Selma ile gittiğimiz deniz kenarındaki yerimize koştum. Kayalıklara oturdum. Poşeti açtım. Her biri gazeteyle kaplanmış üç kitap vardı. Birini elime alıp sayfaları çevirmeye başladım. Arasından ikiye katlanmış çizgili defter sayfası çıktı. Sayfayı açtığımda bir yanında kurumuş gelincik, diğer yanında kendi el yazısıyla bir cümle yazıyordu; “Dostun aynandır.” O zaman anladım, yıllar önce bir bahar günü okul çıkışında yol kenarından koparıp hediye ettiğim gelinciği kurutmuştu. Hediye ettiğim çiçek kim bilir kaç kitabın arasından vefayla süzülüp tekrar elime gelmişti. Meğer insan, kaybettiklerini biçare bakışlarla deniz sularına emanet ederken yanındakileri kaybetme korkusuyla kitapların arasında saklarmış. O an gözyaşlarım kurumuş gelincik kokusunda kayalıklara çarpa çarpa denize dökülüyor, deniz ise beklemeksizin her dalgada aldıklarını geri veriyordu. Artık ikimiz de zamansız bir metcezirde sırrını yitirmiş aynalar gibiydik.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Hasan Ergüçlü - Hira Dağı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 10:16:42 ÖÖ]


Hasan Ergüçlü - Düştüm Çöllere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 10:11:43 ÖÖ]


Öfkeyle Kalkan Zararla Oturur Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 08:50:20 ÖÖ]


Öfkeyi Kontrol Altına Almak İçin Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 08:46:24 ÖÖ]


Hayâlı Çocuk Yetiştirmek İçin Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 08:43:35 ÖÖ]


Cennet Annenin Ayakları Altındadır Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 08:33:08 ÖÖ]


Gönülden Boyun Eğelim Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 08:29:30 ÖÖ]


Ailemize Sahip Çıkalım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:08:36 ÖÖ]


Müslüman Kadının Namazı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:58:31 ÖÖ]


Altı Öğrencinin Başlattığı Osmanlı’yı Çökerten Süreç Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:51:56 ÖÖ]


Umut ve Şükür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:31:19 ÖÖ]


Bu dünyânın Fâni ve Basit Hayâtı Seni Azdırmasın Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:25 ÖÖ]


Ehl-i Sünnet İnancı Nedir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:16:44 ÖÖ]


Gözlük Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:23:43 ÖÖ]


Ölüm ve Gerçeğe Uyanmak Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:20:15 ÖÖ]


Bakış Açısı Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:15:28 ÖÖ]


Çalışmak ve Yapıcılık Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:10:59 ÖÖ]


Güzel Ahlak Rüzgârı Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:07:50 ÖÖ]


Reklamlar Diziler ve Ailemiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:36:23 ÖÖ]


Hayat İbadete İbadet Neşeye Dönüşür Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:29:53 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42