www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET iSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => Bizden Sizlere => Konuyu başlatan: fanidunya NET - Mayıs 21, 2025, 08:26:06 ÖÖ
-
(http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png)
Kul Daima Rabbine Muhtaçtır
Rabbimizin bir ism-i şerîfi de ‘’es-Samed’’dir. Bu isim, herkesin kendisine muhtaç olduğu, ama kendisi ise hiçbir kimseye muhtaç olmayan anlamına gelmektedir. Kullar, sonradan olma (hâdis) nitelikleriyle yaratıcılarına daima muhtaçtır. İhlas Sûresi tefsirinde Şeyhulislam Ebu’s-Suûd Efendi (r.aleyh) Rabbimizin bu ismine dair şu tespitte bulunur: ‘’…Sonra bu ikinci cümlede de, Allah, samediyyetini beyân etmiştir ki, samediyyet, O'nun mâsivâdan (Allah'ın gayrisinden) zâti istiğnasını ve bütün mahlûkların, vücutlarında (var olmalarında), bekalarında (varlıklarını sürdürmelerinde) ve diğer hallerinde O'na muhtaç olmalarını gerektirmektedir…’’[1]
O halde kulun Rabbine karşı böbürlenmesi, isyana sürüklenmesi asla makul değildir. Çünkü Allah Teala alemlerden müstağnidir.[2]
İmtihan ediliyorsak bu bizim faydamıza olacak büyük bir nimetin tahakkuku içindir. Seyyid Kutub’un (r.aleyh) ifade ettiği üzere Allah Teala, mü'minlerin zorluklarla denenmesini öngörüyorsa, meşakkatlere katlanabilmeleri için nefisleriyle cihad etme yükümlülüğünü getiriyorsa, bunda güdülen amaç; onların hayatlarının insana yaraşır bir düzeye gelmesi, ahlaki ve ruhsal olgunluğa erişmeleri, dünya ve ahirette iyilik elde etmeleridir.[3]
Özetle; Rabbimiz bize muhtaç değildir. Kul- Allah münasebetinde muhtaç olan taraf kuldur.
Herhangi bir fert yahut toplum Allah Teala’nın dinine hizmet ediyorsa bu durum o fert yahut toplumu yüceltir, dünya ve ahirette saadete eriştirir. Ama tam aksi tavra bürünenleri de dünya ve ahirette hüsran beklemektedir. Tarih nice toplumların aziz iken zelil olduğuna tanıklık etmiştir. İzzeti İslam ile bulanlar, İslam’dan yüz çevirince zelil olmuşlardır. İzzetin sancağı ise yere düşmemiş başka toplumlara intikal etmiştir. Yani bu yaptıklarıyla Allah Teala’ya bir zarar verememişler, kendileri zararlı çıkmışlardır. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
‘’ Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.’’[4]
Âyet-i kerîmenin tefsirine dair bir şeyler söylemeden önce dikkatimizi çeken bir noktayı ifade etmek yerinde olacaktır. Allah Teala’nın dinden yüz çeviren kavmin yerine getireceği kimselere dair zikrettiği dört özellik çok önemlidir. Bu özelliklerden ilki adeta diğer üç özelliğin sonucu kılınmıştır. Her fert kendi üzerinde bu özellikleri taşıyıp taşımadığını sorgulayıp bir durum muhasebesi yapmalıdır. Bu özellikleri maddeler halinde zikredelim:
1- Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.
2- Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı vakarlıdırlar.
3- Allah yolunda cihad ederler.
4- Hiç kimsenin kınamasından da korkmazlar.
Elmalılı Hamdi Yazır (r.aleyh) bu âyetin tefsirinde çok hoş bir tespitte bulunur ve şöyle der: ‘’ Sözün kısası bu kavmi, bir zamana mahsus tek bir kavimden ibaret kabul etmemek, imandan sonra herhangi bir şekilde İslâm'dan yüz çevirenlerin kendilerine mevkiyi terk etmeye mecbur oldukları ve olacakları herhangi bir kavim olarak anlamalıdır. Ve burada itikat (iman) itibarıyla dinden dönme değil, amel bakımından da dinden dönme bahis konusudur. Vaktiyle yahudilerin hıristiyanlara, hıristiyanların müslümanlara mevkiyi terkettikleri gibi, İslâm nimetinin kadrini bilmeyen nankörler de onun kıymetini bilecek, şükrünü eda edecek yeni bir müslüman kavme mevkiyi terk etmeye mecbur olacaklardır. İnsanlık tarihi, İslâm tarihi bunun büyük küçük misalleriyle doludur. Fertleri, küçük toplumları bırakalım da en büyük misallerini alalım: Önce Araplar, kavimden kavime bu hizmeti yapmışlar, bundan sonra Emevilerin son zamanlarında olduğu gibi bu hizmet, Arap’tan Aceme doğru geçmiş, hadis-i şerifin de gösterdiği üzere Fars kavmi maddî ve manevî olarak İslâm'a çok büyük hizmetler etmiş, sonra bunlar da aynı hale gelmiş, bu defa da Allah Türkleri göndermiş, Arapların, Farsların kıymetini bilemeyip kaybettikleri İslâm devletini ele alarak İstanbul'a ve oradan yeryüzünün her kıtasına yaymışlardır. Şu halde ‘’Ebnâ-i Fâris’’ hadisinin delaleti ve İstanbul'un fethi ile ilgili hadisin açıklığı ve "Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder ve katından bir emir getirir." (Maide, 5/52) ilâhî vaadinin mutlak oluşu ve işareti ile Türkler de, müjdesine girmişlerdir. Demek ki, onlar da bu nimetin kadrini, kıymetini bilmez, küfür ve küfrâna doğru giderlerse yerlerini Allah'ın göndereceği diğer bir topluma terk etmeye mecbur olacaklardır. Ve kim bilir lütfu geniş ve ilmi çok olan Allah kıyamete kadar daha ne toplumlar gönderecektir.’’[5]
Fert ve toplum olarak bu âyet-i kerîme ışığında halimizi muhasebe etmek, gereken adımları büyük bir ciddiyetle atmak zorundayız. Unutmayalım ki Allah Teala kimseye muhtaç değildir. Biz ise O’nun yardımı ve lütfu olmaksızın bir hiçiz!
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Tefsîru Ebi’s-Suûd, 9/213.
[2] Ankebût Sûresi, 29/6.
[3] Fî Zilâli’l-Kur’ân, 5/2722.
[4] Mâide Sûresi, 5/54.
[5] Elmalılı Tefsîri, 3/271.
İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR
www.fanidunya.net