* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Cennet Rabbanî İmtihanın Bedeline Katlanmışların Yurdudur  (Okunma sayısı 725 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 978
    • www.fanidunya.net


Cennet Rabbanî İmtihanın Bedeline Katlanmışların Yurdudur

Mü’min insanın hayatı, imanından kaynaklanan ve sünnetûllaha dayanan imtihanların malzemesidir. Mü’min insan Allah yolunda bedel ödeyen insandır. Bu hakikat muhkem nassla sabittir:” Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Rasûl ve beraberindeki mü’minlerle birlikte “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.’ (El Bakara Sûresi: 214) Bu âyet-i kerime’ye göre hayat, Firavunlara boyun eğmeden, Bel’amlara aldanmadan, Karunlara özenmeden imanın imtihanını verme serüvenidir. Ayrıca bu âyet-i kerime ‘Allah yolunda Allah için sefere çıkmış mücahidleri terbiye ediyor. Düşmandan gelecek eziyet ve meşakkate karşı sabrı/direnişi öğretiyor. Cennet, mü’min olarak sızlanmadan ve şikâyette bulunmadan imtihanın bedelini ödeyenlerin mükâfatıdır.’

 Sizden  önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Rasûl ve beraberindeki mü’minler ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.”(1)

Cennete girmek, mü’minlerin müşterek özlemidir. Cennet, imanlarına hayatlarını şahit kılanların yurdudur.

Bu âyet-i kerime’ye göre hayat, Firavunlara boyun eğmeden, Bel’amlara aldanmadan, Karunlara özenmeden imanın imtihanını verme serüvenidir. Vahye muhatap olanların, Allah’tan gelmiş olan vahyin mü’mini olanların Rabbânî imtihanlardan geçirilmeleri sünnetullahtır.

Mü’min insanın hayatı, imanından kaynaklanan imtihanların malzemesidir. Mü’min insan Allah yolunda bedel ödeyen insandır. Allah’ın müjdesine nail olan mü’minler, imanlarının imtihanını veren mü’minlerdir.

İman büyük iddiadır. Büyük iddialar daima büyük ispatlar isterler. Bedel, imanın ispatı için ödenir. Müslümanlığımızın ispatı, imanımızın beraberinde getirdiği imtihanların bedeline katlanmamızdır.

İmanın imtihanlarını verme hususunda bizden önceki muvahhidler bize örnekler kılınmıştır. Onlar, Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl davranmışlar ve nasıl sabrederek kulluk vazifelerini yapmışlar ise, bizlerin de onlar gibi davranıp bizden beklenen kulluk vazifelerimizi yerine getirmemiz gerekir... Onlar, katıksız iman ettiler ve imanlarında hiçbir şüpheye düşmediler... Onlar, itaat ettiler ve itaatlerini tam yaptılar... Onlar, bütün imkânlarını kullanarak, zamanın firavunlarından gelen işkencelere katlandılar. Mallarından, canlarından vazgeçtiler ama imanlarından asla vazgeçmediler. Hayatın tümünde Allah’ın kulu olmadıkça, kulluk yolunda önümüze çıkabilecek tüm zorlamalara göğüs germeden, malı ve canı Allah yolunda fedâ etmeden, Allah’ın mal, can ve çocuklarımıza verdiği musîbetlere karşı sabretmedikçe cennet kazanılamaz. yaşadığımız

dünyada galibiyet, ya da mağlubiyet, izzet ya da zillet her hâlükârda bizim bir imtihanın içinde olduğumuzu göstermektedir. Yâni böyle bir ortamın içinde olmayan müslümanların da kendi başlarına diri kalabilmeleri, böyle bir ortam içinde onların da Allah’a yalvarmaları, Allah’tan çıkış yolu istemeleri ile beri tarafta kimi müslümanların da izzet ve şerefe ulaştıktan, mülk ve saltanatı elde edip e-gemenliklerini kazandıktan sonra, Allah’ın dinini hakim kılmaya çalışmaları herkesin imtihanını eşitleyiveriyor. Yâni farz edin ki şu anda dünyanın tek güçlü devleti biz olsak ve tüm dünya kâfirleri bizim önümüzde eğilseler, bizler yine tesbihle, yine tekbirle, yine hakla ve Allah’a kullukla sorumluyuz demektir. Şu anda dünyada tek İslâm gücü olmasa, müslümanlar kıyam edemeseler, müslümanlar savaşmak şöyle dursun, savaşı akıllarının ucundan bile geçiremeyecek bir durumda olsalar, kendi kendilerine bile yardım etmeye, oğullarına, kızlarına hakim olmaya bile güç yetiremez bir durumda olsalar, yine bizler, Allah’a kullukla, Allah’ın yüceliğini kabulle, takvayı kabulle mükellefiz. Tesbihi, tekbiri gerçekleştirmekle mükellefiz demektir. Hayat budur ve ölünceye kadar, kıyamete kadar da bu iş böylece devam edecektir. Şehid Seyyid Kutub (rh.a.) bu ayetin tefsirinde der ki: “Yüce Allah ilk müslümàn cemaate böyle hitap ediyor, dikkatlerini kendilerinden önce yaşamış olan mümin cemaatlerin tecrübelerine ve seçilmiş kullarının eğitilmesine ilişkin ilâhî kanununa (sünnetullaha) yöneltiyor. O seçilmiş kullar ki, yüce Allah, sancağını onların ellerine veriyor, yeryüzünde halifesi olma emanetini, sistemini ve şeriatını omuzlarına yüklüyor. Bu hitap, aynı zamanda bu büyük görevi üstlenen, bu son derece önemli misyonu taşımayı seçen herkese yöneliktir. Bu ayetin anlatmış olduğu tecrübe; köklü, düşündürücü ve ürkütücüdür. O dönemin peygamberi ile çevresindeki mü’minlerin sorusunu düşünelim. Bu soru hakka ulaştığı kesin olan bir peygamber ile kendi çevresindeki Allah’a inanmış kimseler tarafından soruluyor. Soru ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ şeklindedir. Bu soru bize böylesine hakka ulaşmış kalpleri sarsan sıkıntının çapını somut olarak anlatacak niteliktedir. Sözünü ettiğimiz soylu kalpleri baskısı altına alan sıkıntı tarif edilmez boyutlara ulaşmış ki, bu kalplerden ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ şeklinde bezginliği dışa vuran bir soru yükselmiştir.

Kalpler, bu sarsıcı sıkıntı karşısında sebat edince, direnişini sürdürünce, işte o zaman yüce Allah’ın vaadi gerçekleşir, O’nun yardımı imdada yetişiverir: ‘İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.’ Bu yardım onu hakedenler için hazır bekletiliyor. Fakat onu ancak sonuna kadar direnmeye devam edenler, sebat edenler hakedebilir. Sıkıntıya ve darlığa göğüs gerenler, sarsıntıya kapılmaksızın bu direnişi gösterenler, zulüm karşısında baş eğmeyenler, yüce Allah’ın bu yardımını dilediği kimselere göndereceğine kesinlikle inananlar, hatta sıkıntı doruk noktasına ulaştığı anlarda bile yalnızca Allah’ın yardımını gözleyenler; başka hiçbir çözüme, Allah’ın katından gelmeyen herhangi bir desteğe kesinlikle ümit bağlamayanlar bu yardıma hak kazanabilirler. Zaten sözkonusu yardım sadece Allah katından gelebilir. İşte müminler bu kesin direniş sayesinde Cennet’é girerler, buna lâyık olurlar, buna öncelik kazanırlar. Cihaddan, imtihandan, sabırdan, direnişten, sebattan, sırf Allah’a yönelmekten, bilinçlerinde sırf O’nu yaşatmaktan, O’nun dışındaki herşeyle ve herkesle bağını kopardıktan sonra gelen bir hak ediştir bu.

Mücadele ve bu mücadele sırasında gösterilen sabır, vicdanlara güç verir; onlara kendilerini aşma imkânı sağlar; onları potasında eritip arındırır; cevherlerini saf ve parlak hale getirir. İnanca derinlik, güçlülük ve canlılık bağışlar. Bunun sonucu olarak o inanç sistemi düşmanlarının gözünde bile parlak görünür. O zaman sözkonusu düşmanlar akın akın Allah’ın dinine girerler. Bu, dün olduğu gibi bugün de daha yolun başında taraftarlarının birçok eziyetle karşılaştığı her hak davanın karşılaşacağı bir sonuçtur. Öyle ki, bu taraftarlar karşılaştıkları eziyetlere sabırla katlandıklarında daha önce kendileri ile savaşan düşmanlarının saflarına katıldıkları, en şiddetli hasımların ve katı inatçıların kendilerini desteklemeye yöneldikleri görülür. Üstelik böyle bir şey olmasa bile aslında bundan daha önemlisi meydana gelir. Hücuma uğrayan çağrının taraftarlarının ruhları bütün yeryüzü güçlerinin, bu güçlerin şerlerinin ve fitnelerinin üzerine yükselir. Bu ruhlar rahat ve refah düşkünlüğünün, son olarak da yaşama hırsının tutsaklığından kurtulur. Bu kurtuluş bütün insanlık hesabına bir kazanç olduğu gibi dünyaya ve sıkıntılarına tepeden bakma yolu ile bu sonuca ulaşmış olan ruhlar hesabına da bir kazançtır. Öyle değerli bir kazanç ki, Allah’ın yüce sancağını yükseklerde dalgalandırma görevini, O’nun emanetini, dinini ve şeriatını üstlenmiş olan müminlerin çekmiş oldukları bütün acılardan ve sıkıntılardan daha ağır basar. Bu kurtuluş, sahibini son çözümde Cennet hayatına lâyık hale getirecek faktördür. İşte yol budur. Yüce Allah’ın gerek ilk müslüman cemaate ve gerekse her kuşaktan Müslümanlara anlattığı gibi yol budur. İşte yol budur. Yani iman ve cihad, sıkıntı ve meşakkat, sabır ve direnme ve sırf Allah’a yönelme yolu. Arkasından zafer ve daha sonra da Cennet mutluluğu gelir.”(2)

Ayette herkesin başına gelmesi muhtemel olan sıkıntılara dikkat çekilmiştir. Yani, insan, sadece iman etmekle imtihanını tamamlamış olamaz. Her gün, her an başka bir durumla karşılaşabilir ve bu durumdan kârlı veya zararlı çıkabilir. Onun için -dolaylı da olsa- sabrı öğrenmenin, sabır göstermenin önemine de işaret edilmiştir.

“İnsan yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihân edilmeden bırakacaklarını mı sandılar? Ant olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.”(3) mealindeki ayetlerde de bu gerçeğe vurgu yapılmıştır.

Şu hadis-i şerifte de bu gerçek seslendirilmiştir: Habbâb b. Erett anlatıyor: Rasûlullah (s.a.m) Ka’be’nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada yanına vardık. “Yâ Rasûlallah! Bizim için Allah’a duâ edemez misin? Allah’tan yardım dileyemez misin?” dedik. (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ettik) Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.m)’ın rengi değişti ve şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü, fakat bu onu dinden döndürmezdi. (Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır); demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dîninden çevirmezdi. (Sahâbîlerim!) Size yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dînini), mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvârî San’â’dan Hadramevt’e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah’tan ve bir de (yolcu koyun sahibi ise) koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!.”(4)

İslâm’ın başlangıç yıllarında inkârcıların baskılarından bunalan müminleri hem teselli etmek hem de uyarmak maksadıyla indiği rivayet edilen(5)

Bu âyette müminlere, nihaî başarının, iyilikler uğrunda gösterilecek özverilere bağlı olduğu şeklindeki ilâhî yasa hatırlatılmaktadır. Bir önceki âyette Allah Teâlâ’nın müminlere hakkı gösterdiği, bildirdiği, onları sırat-ı müstakime yönelttiği belirtilir.

Fakat bu, işin başlangıcıdır. Geçmişteki ümmetlerden bazıları, nefislerinin kıskançlık, kin gibi olumsuz duygularına kapılarak kutsal kitapları ve dolayısıyla dinleri konusunda derin ihtilâflara düşüp dalâlete saptıkları gibi bazıları da yoksulluk ve sıkıntılarla denenmişler, sonuna kadar imanlarında sebat edenler, Allah’ın yardımının geleceği konusunda ümitlerini yitirmeyenler, gösterdikleri sabır ve dayanıklılıkla hem O’nun yardım ve desteğini hem de cennetini kazanmışlardır. Bu Allah’ın bir kanunudur. Şu halde İslâm ümmeti de gerektiğinde bu tür sıkıntılardan geçeceklerdir. Nitekim eski peygamberler ve onların ümmetleri gibi Hz. Muhammed (asv) ve onun ashabı da imanlarını ve kutsal değerlerini rahatlarının üstünde görmüşler; bu değerleri koruma ve güçlendirme uğruna maddî ve bedensel yararlarını sonuna kadar feda etmeyi göze almışlar; büyük bela ve sıkıntılara katlanmışlardır.

Allah’ın rahmetinden asla ümitlerini kesmemişler, aksine “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek!” diye sarsılmaz bir imanla onu bekleyerek, şartların gerekli kıldığı yöntemlerle mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Bir yoruma göre onlar, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek!” diye yakarırken, Allah’ın kendilerini düşmanları karşısında yenilgiye uğratmayacağına inandıkları için,”Muhakkak ki Allah’ın yardımı yakındır.” diyerek, sordukları soruyu yine kendileri cevaplandırmışlar; “Ya rabbi! Vaadine güvendik dayanıyoruz.” demişlerdir.(6)

Davamız “İslâm”, ismimiz “Müslüman”sa bizden öncekilerin başına gelenler bizim de başımıza gelecektir. “Cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz...” İmtihanlar temizleyicidir. Her İslâmî oluşum temizi ve pisi; sadık olanlarla, iddia ehli olanları bir araya değildir. Özellikle İslâm gibi, insanların zahiri halleriyle onlara muamele eden bir dini esas kabul eden hareketlerde, bu ayrım daha da zorlaşmaktadır. Allah sevdiği kullarına olan merhametinden, sadık olanlarla yalancı olanları ayırır. İslâmî bir yapıda bulunma şerefini hak etmeyenler bir şekilde dökülürler. İnsanın kendine kalsa asla beceremeyeceği temizlik; ilahi kudretin müdahalesiyle gerçekleşir. Bu kalanlara ağır gelse de netice itibarıyla mutlak hayırdır.

“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez.. (Yine bu) Allah’ın, iman edenleri arındırması ve inkâr edenleri yok etmesi içindir. Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız.”(7)

“İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) müminleri ayırt etmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi.” 8

Allahû Teâla bizi dünya denilen imtihan salonunda her gün imanımızla imtihan ediyor. İmtihan hali kul için en hayırlı olan haldir. İmtihan şartlarını bahane etmeden, şekvaya kaçmadan takva siperine girerek Müslüman kimliğimizi ibraz etmeye devam edelim. Şunu bilelim ki; iman edenlerin imtihandan geçirilmeleri bir hakikattir. “İman ettik” diyenler imtihandan geçeceklerdir. Altınla demir birbirlerine karşı üstünlük taslayabilirler ama, bunların hakikisi ile sahtesi ateşe girince nasıl belli olursa işte insanlar da böyle ayrılacaklardır. Gerçek mücahid, kahraman insan ateşle, yükle karşı karşıya geldiğinde belli olur.(9)

Cennete girmenin bedelini ödeyen mü’min, diğer mü’minlere ve insanlara yük olmayan bilâkis yük alan insandır. Tefsirini anlamaya çalıştığımız âyet-i kerime’de cenneti kazanmanın zorluklara ve nefsin isteklerine göğüs gererek gerçekleşeceğine dair bir işaret vardır. Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor: “Cennet mekârih (nefsin hoşuna gitmeyen) şeylerle, Cehennem ise şehevât ile kuşatıldı.“(10)

Önceki ayetlerde Peygamberler ile kavimleri arasındaki ihtilaflar beyan edildikten sonra Allahû Teâlâ, Rasûlüllah (sav)’a ve mü’minlere hitap etti. Bu hitapta, onlar gibi olmamalarına, hakta sebat etmelerine bir teşvik vardır.(11)

Cennet, etrafı mekârihle sarılı bir sadeftir; abdest almak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek, cihad etmek, Allah yolunda zorluklara katlanmak, yer yer cemiyet içinde bir parya muamelesine tâbi tutulmak, her türlü insanî haklardan mahrum bırakılmak, hapishane hapishane dolaştırılmak, sadece “Rabbim Allah” dediği için dayak yemek, sürgüne gönderilmek ve ademe mahkum edilmeye kadar daha bir sürü aklın zahirine göre kerih görünen şeyler. Evet cenneti de işte bunlar kuşatmış ve o da böyle bir atmosferle muhat bulunmaktadır. Dıştan bakanlar, hep bu perdelere takılır kalırlar. Perdeler itibarıyla ise, cehennem iç gıcıklayıcı, cennet de ürperti verici bir durumdadır. Onun içindir ki, insanların çoğu işin dış yüzüne bakmış ve aldanmışlardır. Dolayısıyla cehennemin tâlibi çok, cennetin talibi ise oldukça azdır. Cehennem ise, basit hevesleri kendisine tuzak yapmış bir cadıdır. Çoğu kimse, biraz sonra hayatına mâl olacağından habersiz tıpkı sineklerin bala koşması gibi, bu zehire koşmaktadır. Evet, şehvet, onlar için zehirli bir baldır. Bu insanları, etrafında döne döne yanıp mahvolacağı ateşe doğru giden kelebeklere de benzetebiliriz; cehennemin etrafını saran şehevâta doğru akılsızca gider ve kendilerini cehennemde bulurlar. Gördükleri perdenin verasını tam kestiremediklerinden cehenneme perde olan şeyler, onların cismaniyetlerini kamçılar ve onları kendine doğru cezbeder. Evet, Cennet istikametinde uzun yollar, çok menziller, geçit vermeyen sular ve kandan irinden deryalar bulunmasına mukabil, Cehennem yolunda yeme, içme, yan gelip yatma, nefsin istekleri arkasında koşma gibi nefsin hoşuna giden şeyler vardır. Bunlara tutulan bir insan, hiç farkına varmaksızın adım adım aşağıların aşağısına sürüklenir gider.

Bu dünyada cennete girmenin bedeline katlanarak imanlarının imtihanını veren mü’minler, imanları için yaşayanlardır. Her mü’min imanı için yaşamakla mükelleftir. Yani hayatı imana dayandırmak ve imanın hududları dâhilinde tutmak, mü’min erkek ve kadınların müşterekidir. Biz âyet-i kerime’de geçen “Zelzele” kavramından anlıyoruz ki; zelzele sadece yer sarsıntısı değildir. Hayat sarsıntıları, ahlâki yozlaşmalar ve toplumsal çözülmeler ve çürümeler de zelzeleden sayılır. Sosyal ve siyasal zelzele geçiren toplumlarda mü’minler örnek ve önderleriyle birlikte iman davası için hayatlarını ortaya koymakla mükelleftirler. Âyette yeralan “Rasûl ve beraberindeki mü’minler ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu.”cümlesi bize bunu hatırlatıyor. Mü’minler örnek ve önderleriyle birlikte iman uğruna bütün imkânlarıını seferber etmelidirler. Şayet bir memlekette, bir meşrebte yaşayan mü’minler bütün maddi imkânlarını imanın hayata amir olması uğruna ortaya koyup tüketmelerine rağmen örnekleri ve önderleri olan alimler servet üstüne servet yığıyorlarsa, o memlekette, o meşrepte mü’minler bu ayeti ihmal ve ihlal etmişler demektir. Allah’ın ayetlerini ihmal ve ihlal edenler, asla ve kat’a iflah olmazlar. Mü’minler topluluğu olarak Allah’ın dini nasıl hepimizinse, Allah’ın dinine hizmet etmekte öyle hepimizindir. Mü’minler İslâm davasına hizmet hususunda imamlarıyla/örnek ve önderleriyle, âlimleriyle birlikte yük yüklenmiyorlarsa başta dinlerine, imanlarına ve daha sonra da bir bütün olarak insanlığa yük olmaktan kurtulamazlar.

Âyet-i kerime’deki “Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” müjdesi, imam ve cemaat, abid ve alim, mücahid ve müctehid ayrımı olmaksızın “Allah’ın dini nasıl hepimizinse, Allah’ın dinine hizmet etmek de öyle hepimizindir” diyen mü’minler içindir. Çünkü Rasûlüllah (sav) ve beraberindeki mü’minlerle birlikte duaya çıkmıştır. Yani mü’minler topluluğu imamlarıyla/örnek ve önderleriyle birlikte tükenmişlerdir. Şayet Müslüman bir taifenin, meşrebin, vakfın mensupları, üyeleri, evlerini satıp Allah yolunda cihada adamaları yanında aynı taifenin, meşrebin, vakfın yöneticileri, imamları, hocaları, şeyhleri milyon dolarlarla yazlık evler alıyorlarsa ve bu Müslüman taifenin, meşrebin, vakfın mensupları ve üyeleri de bu durumu bilmelerine rağmen yöneticilerinin, hocalarının, şeyhlerinin emrinden ayrılmıyorlarsa, bu âyet-i kerime’ye göre bunların akıbeti cennet değil cehennemdir. Bunun tersi için de yani yöneticileri, hocaları, şeyhleri her şeylerini Allah yoluna adamalarına rağmen etraflarındakiler milyon dolarlarla aldıkları yazlıkları çekiştiriyorlarsa, bu taifede, meşrepte ve vakıfta harcanan mesailerin akıbeti cennet değil cehennemdir. Bunlara Allah’ın yardımı da gelmeyecektir. Her Peygamberin, her iman etmiş topluluğun bittiği bir an vardır. İşte Allah’ın yardımı o an yetişir. Şayet mü’minler topluluğuna Allah’ın yardımı gelmiyorsa, bilinsin ki; mü’minler henüz madden tükenmemişler, yapabilecekleri işler hususunda imkânları var demektir. Cennetin bedeline katlanan insan, imkânlarını imanına adayan insandır. Mü’min erkek ve kadınların mevki ve makamları, ilim ve rütbeleri ne olursa olsun, imkânları imanlarının iktidarı içindir.

Netice olarak bir bütün halinde Rabbimizin; “Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Rasûl ve beraberindeki mü’minler ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” âyeti, “her şeyi biz biliriz, bizden başka hesabı doğru olan yoktur” diyerek Müslüman ferdlere, ailelere ve meşreplere karşı müstağni davrananları müstağnilikten kurtarıyor. Âyet, Allah yolunda, Allah için sefere çıkmış mücahidleri terbiye ediyor. Düşmandan gelecek eziyet ve meşakkate karşı sabrı/direnişi öğretiyor. Cennet, mü’min olarak sızlanmadan ve şikâyette bulunmadan imtihanın bedelini ödeyenlerin mükâfatıdır.

-----------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Bakara Sûresi/ 214

(2)   Fizilali’l Kur’ân (Seyyi,d Kutub) C1, Sh: 218- 219, Beyrut/ 1982

(3)   Ankebut Sûresi/2-3

(4)   Ahmed b. Hanbel, 5/109; Sahih-i Buharî, Menakıbu’l-Ensar:29

(5)   Bkz. Camiu’l Beyan Fi Te’vili’l Kur’ân (Taberî), II, 341; Tefsiru’l Kebir (Fahruddin er-Razî VI, 19

(6)   Tefsiru’l Kebir (Fahruddin er-Razî) VI, 21-22

(7)   Âl-i İmran Sûresi/ 140-142

8  Âl-i İmran Sûresi/ 166-167

(9)   Şifa Tefsiri (Mahmut Toptaş) C:1, Sh: 449-450, İst/ 1993

(10)   Sahih-i Buhârî, Rikâk: 8; Sahih-i Müslim, Cennet: 1

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Ey İman Edenler Allah’a İttika Edin Yaklasmaya Vesile Arayın Gönderen: melek
[Dün, 11:43:12 ÖÖ]


İyi Arkadas İnsani Yüksek Derecelere Kavuşturur Gönderen: melek
[Dün, 11:36:33 ÖÖ]


İbâdetin Allah Katında Makbûl Olması Neye Bağlıdır Gönderen: melek
[Dün, 11:24:37 ÖÖ]


İslami Hayat Nedir Nasıl Yaşanır Gönderen: melek
[Dün, 11:17:34 ÖÖ]


Ne Zulüm Yap Ne De Razı Ol Gönderen: melek
[Dün, 11:10:47 ÖÖ]


İçimizdeki Hurafeler Gönderen: melek
[Dün, 11:03:57 ÖÖ]


Medya Kime Hizmet Ediyor Gönderen: melek
[Dün, 10:57:10 ÖÖ]


Kibir En Sevdiğim Günahtır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:20:48 ÖÖ]


Namaz ve Cemaat Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:13:04 ÖÖ]


Çocuğun Dünyası Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:30 ÖÖ]


Biri Bizi Gözetliyor Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:54:39 ÖÖ]


Ailenin Düşmanları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:33:50 ÖÖ]


Şehitlere Vadedilen Nimete Kavuşmak İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:41 ÖÖ]


Kurtuluş Yolundaki Engeller Gönderen: webtasarim
[Temmuz 04, 2025, 09:05:53 ÖS]


Asr Suresi Gönderen: webtasarim
[Temmuz 04, 2025, 08:46:42 ÖS]


islam Kardeşliği Cennete Doğru Bir Yoldur Gönderen: webtasarim
[Temmuz 04, 2025, 08:06:31 ÖS]


Zor İmtihan Gönderen: webtasarim
[Temmuz 04, 2025, 08:01:51 ÖS]


Öfkeme Hakim Olamıyorum Gönderen: webtasarim
[Temmuz 04, 2025, 07:52:19 ÖS]


Çocuğun Zihinsel Duygusal Gelişiminde Babanın Rolü Gönderen: webtasarim
[Temmuz 04, 2025, 07:37:54 ÖS]


Gençliğin Sosyal Medya İle İmtihanı Gönderen: fanidunya NET
[Temmuz 04, 2025, 08:38:32 ÖÖ]