Bir Musibet Geldiyse Sabredeceğiz
Resul-ü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “Musibetler, insanın canını yakan belalar, istenilmeyen işler, hastalıklar, üzüntüler, sıkıntılı durumlar dünyada karşılıktır. Ahirette günahların kefaretine sebep olur, karşılığı hayır olan işlerdir.” Tabii bu hadis-i şerifi doğru anlamamız gerekir.
‘Hastalıklara ya da sıkıntılara karşı tedbir almayın, bunlar kefaret olarak sayılacak’ diye bir şey anlaşılmaması gerek. Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “Tedavi olunuz, Allah bir dert indirdiyse onun dermanını da indirmiştir” diye buyuruyor. Resulullah Efendimiz (S.A.V.) bu hadis-i şerifinde aslında biz Müslümanlara derdin devasını aramamızı emrediyor. Ayrıca tedbirlere yapışmak da kula emredilmiştir. Biz tedbirli olacağız takdir Allah’ın (C.C.). Biz başımıza bir hastalık, musibet, sıkıntılı durum gelmesin diye elimizden geleni yapacağız ama sınanmak için bir musibet geldiyse de sabredeceğiz ve onun günahlarımıza kefaret olduğunu bileceğiz.
“HASTALIKLAR, ÜZÜNTÜLER GÜNAHLARIN KARŞILIĞIDIR”
Dünya hali, bazen her şey yolunda giderken başımıza bir sıkıntı gelebilir. Mesela hastalandık. Hadis-i şerifte Resulullah Efendimizin (S.A.V.) söylediği gibi bunlar günahlarımıza kefaret olur. Mümini Allah (C.C.) çok sever. Allah’a (C.C.) iman eden, ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah’ diye iman kapısını açan kalbiyle tasdik eden kişiye mümin denir. ‘Mümin insan beşer durmaz şaşar.’ Bazen mümin ufak tefek hatalar yapar, bazen büyük hatalar yapar çünkü insandır yanılabilir. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi bir kötü iş yapan karşılığını alır. Ama Allah mümini sever, mümine ahirette bir makam hazırlamıştır. Mümin imanın gereği gibi hareket etmez, bazen büyük, bazen küçük günahlar işler. O hazırlanan makamına layık durumdan ayrılır. İşte o zaman Allah (C.C.) o müminin başına sıkıntı verir. Mümin sıkılınca Allah (C.C.) aklına gelir ve ‘Allah’ım (C.C.) sen bilirsin kurtar beni’ der. Canı yanar, canı acır, sıkıntı görür, üzüntülü olur, sıkıntılar uğrar. İşte bu dünyada çektiği üzüntüler sıkıntılar, günahlara ahirete bakmadan kefaret olur. Müminlerin affedilmesini sebep olur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz (S.A.V.), “Hastalıklar, üzüntüler günahların karşılığıdır” diye buyuruyor.
RESULULLAH EFENDİMİZİN (S.A.V.) BAŞINA GELEN SIKINTILAR HİÇBİR İNSANIN BAŞINA GELMEDİ
Resulullah Efendimizin (S.A.V.) başına gelen sıkıntılar hiçbir insanın başına gelmedi diğer peygamberler dâhil. E Resulullah Efendimiz (S.A.V) hâşâ günahkâr birisi miydi?
Peygamberlerin komutanı, Allah (C.C.) O’nun hürmetine yaratmış dünyayı. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V.) başına gelen tüm musibetlere rağmen isyan etmemiş, hep sabretmiş, şükretmiş ve görevinden bir an geri kalmamış. Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Mekke-i Mükerreme’deyken Müslümanları bir mahalleye hapsettiler, etrafını abluka altına aldılar ve ekmek-su vermediler. İşte bu sırada Peygamber Efendimiz (S.A.V.), görevini yerine getirmeye devam etmiş. Allah’ın (C.C.) kâinatı yarattığını, her şeyin onun dâhilinde olduğunu insanlara anlatmış. Mekkelilere, puta ve insanlara tapmamaları gerektiğini söylemiştir.
Hatta bunun için Taif’e de gitmiştir. Taif’de de tebliğ vazifesini yerine getirirken Peygamber Efendimize (S.A.V.) bir sürü hakaret edilmiş ve Taifli çocuklar O’na taş atmışlar. Öyle taş atmışlar ki Peygamber Efendimizin (S.A.V.) yüzüne, başına, gövdesine ve vücuduna isabet eden taşlardan dolayı vücudu kanamış, kanı pabucuna dolmuş. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) taşlandığı Taif’ten dönerken dağların gelmiş, “Ya Resulullah sen bunlara tebliğ ettin bunlar seni bu hale getirdiler. Emret hemen şu dağları tepesini yıkayım” demiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) o kadar yanmış, vücudu kanamış, ayakkabısı kan dolmuş. Bu vaziyette bizler olsak, “Allah (C.C.) belasını versin canı çıksın” deriz, Resulullah Efendimiz, “Hayır” demiş, “Hayır ben öyle istemiyorum. Bunlar inanmasa da çocukları inanır” diye buyurmuş.
Şu merhamete bakın şu, kalbin yüceliğine bakın. İşte Resulullah Efendimiz (S.A.V.) her başına gelen musibeti Allah’ın (C.C.) bir sınavı olarak görüp sabretmiş. Biz de O’nun ümmeti olarak sabretmeliyiz.
Prof. Dr. Cevat Akşit.