* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Ölümü Yakından Görmek  (Okunma sayısı 3 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2501
Ölümü Yakından Görmek
« : Bugün, 11:30:51 ÖÖ »


Ölümü Yakından Görmek

İki bin ikinin başların da babamın düşmesiyle beraber, hastane maratonumuz; mezarlıkta son buldu. Öncelikle hastane seyrini aktarıp, ölüm meselesine yelmek istiyorum. Babamın düşmesi sonucunda, ünce Suşehri devlet hastanesine götürüldü, hastalığının ciddileşmesi üzerine Sivas numune hastanesine sevk edildi. Tedavisi tamamlanarak eve geldik. Bir ay sonra Sultanbeyli devlet hastanesine, eve, tekrar hastaneye, eve, evden köye, köyden Şebinkarahisar hastanesine, oradan Suşehri devlet hastanesine, oradan Haydarpaşa Numune Hastanesine ve ölü olarak tekrar köye. Babamın hastalığı esnasında ilk defa, Sivas numune hastanesin de ölümle yüz yüze geldik.

Mutlak sona ilk adım
İlk ölüm emareleri dahiliye katındayken gerçekleşti. Önce hıçkırıklar, ardından

kesik kesik konuşmalar ve giderek boğazda düğümlenen kelimeler. Ben telaşa kapılarak kelimeyi tevhid getirmesini istiyordum, lakin o, başka bir alemdeydi. Beni belki duyabiliyor, belki de duyamıyordu. "Sekaret hali" (ölüm hali) denilen şey bu olsa gerek diyordum. Tıbben yaşadığı halde, dinen tehlikeli bir boyuta girmiş bulunuyordu.

İnsan doktorların gözetiminde bulunduğundan; sanki hastanede, hasta ölünmez gibi aldatıcı bir hissin içerisine giriyor. Bu; şeytanın işlerinden bir işten başka bir şey değil. Kendimi suçlamaya başladım. Sen, ölümü bilen bir insansın: neden tedbirini almadın, hasta iyi iken neden helalaşmadın diye, kendimi suçlayarak Kur'an okumaya başladım. Neyse ki kork tuğum olmadı. Semra babam kendine geldi. Kendisine neler hissettiğini sordum, hiçbir cevap veremedi çünkü; kendinden geçtiğinin farkında bile değildi. Ölümle pençeleştiği ikinci an ise intaniye servisinde gerçekleşti. Daha önceden o hali bildiğim için, sık sık kelimeyi şahadet getirmesini istiyordum ve helalleşiyorduk. Babamın durumu bu sefer daha şiddetli bir hal almaya başlamış, zaman zaman nefesi kesiliyordu, oksijen (hava) vermek zorunda kalıyordum. İki gecemiz bu şekilde geçmişti. Ayrıca hıçkırıklarla birlikte birde titremeye başlamıştı.. Gözlerini sık sık tavana dikiyor, kendine geldiğinde neden tavana bakıyordun, bir şeyler mi görüyordun? diye sorduğumda; çok istedim ki cevaplandırsın, ama öyle yaptığının farkında bile değildi. Hep merak etmişimdir neden tavana bakılır, ne görülür de insan sonra o halini, gördüklerini hatırlamaz ve diğer insanlara anlatamaz?,Bu konuda Kur'an kıssalarında üzeyr (a.s) kıssası : "Yahut duvarları çatıları üstüne çökmüş bir kasabaya uğrayan kimse gibisini görmedin mi: Allah burasını veya bu ölüleri ölümden sonra nasıl diriltecek?" demişti. "Allah'ta onu yüz yıl öldürmüş, sonra dirilterek: ne kadar kaldın?" demişti. "Bir gün veya bir günün bir kısmı kaldım diye söylemişti. Rabbimiz ona:"hayır, yüz yıl (ölü) kaldın. İşte (yiyeceğine içeceğine) hak, hiç bozulmamış. Bir de (ölüp) çürümüş kemikleri kalmış (merkebine) bak. Biz seni insanlara bir alamet

( kudretimizde bir belge) kılalımdiye böyle yaptık, (merkebin kemiklerine) bak,onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz? Sonrada onlara et giydiriyoruz?" diye buyurdu. Durum kendisine apaçık belli olunca: "Biliyorum ki Allah; her şeye kadirdir" demişti. Bakara/259. Ashabı kehf kıssasında ise Ashabı kehf'in üç yüz küsur sene, dünyadan ilişkilerinin kesildiğini, bir mağarada uyuduklarını, Kur'an dan okuruz. Kehf suresin de Rabbimiz: "19" "İşte böylece kendi aralarında soruştursunlar diye, onları uyandırdık. İçlerinden biri: ne kadar kaldınız? dedi. Bir gün veya bir günün birazı kadar kaldık dediler." Buradaki olaylara da baktığımız zaman onlarda bu arada yaşamış oldukları hayattan insanlara bahsetmemişler. Daha sonraları birkaç ay böyle bir durumla karşılaşmadım. Lakin ayetlerde ve hadislerde belirtildiği üzere; yavaş yavaş rızkının kesildiğine şahit oluyordum. Canının istediği yemek leri yese dahi tat alamıyor, sık sık da kusmaları oluyordu. Su içmek bile onun için artık çok.

Bizse o yer, içerse mutlaka iyileşir düşüncesindeydik. Bu yüzden ona, durmadan yedirmeye içirmeye çalışıyorduk. Elbette ki hastalar yemekten, içmekten zevk almaz lakin; onların kaldırabileceği yemekleri yedirmek, içecekleri de içirmek gerekir...

Toprağın çekim kuvveti

İstanbul'dayken, havaların ısınmasıyla birlikte köye gitmeyi arzuluyordu. Beni köye götürün diyordu. Köyden aldığımız haberler henüz havaların ısınmadığı ve yağmurların yağdığı yönündeydi. Annemin tek başına ona bakması da mümkün değildi. Bizde okullar kapansın çocuklarla gidersin, onlarda köyde kalırlar dememize rağmen ısrar etmeye başladı. Sanki ölümü hissetmişçesine, beni öldürüp de öylemi köye götüreceksiniz deyince, bende şakayla, "ne o baba yoksa toprak mı çekti" dedim ve yanından ayrıldım. Pazar gününe otobüste yer olmadığî için pazartesi gününe bilet aldım. Ertesi gün köye gitmek için bilet aldığımı söyledim ama inanmadı. Tabi bileti görünce de, çocuklar gibi sevindi.
Mayıs ayının yirmi birinde köydeydik. Artık bütün istediği olmuş, komşularıyla bir araya gelmişti. Durumu iyi gözüktüğü için bende cumartesi günü dönüş için yola çıkmaya karar verdim. Sabah vedalaşmak için yanma gittiğimde ise durumunu iyi görmediğimden kalmaya karar verdim.

Doktor bakmak için ilçeye çıktım. Ne yazık ki altmış küsur köyü olan Şebinkarahisar'da dahiliye doktoru bulamadım. Pazar günü durumu iyice ciddileşince ben tekrar ilçeye çıktım ve akrabamız olan bir hemşireyi alarak serumlarıyla köye geldik. Zoraki kolunun eklem yerin de bir damar bularak serum takabildi, hemşireyi bırakıp geri geldiğimde durumu düzelmiş konuşmaya başlamıştı. Wc ye götürmemi istedi, giderken birden kollarıma yığılıp kaldı. Önce kolları, sonra boynu düştü. Adeta Ölmüştü. Anneme, yardım ette yatağına alalım dedim. Yatakta serumu açmamla birlikte tekrar kendine geldi. Bu duruma insan gerçekten şaşırıyor. Köydeki insanlar buna "can sıçraması" diyorlar. Daha sonra köylüler bana, götürmeyecektin gözlerinin nuru akıyordu, gözünden nur akan insan bir iki gün ancak yaşar dediler. Tabi ki yıllarca ölüm yatağında insan görmüş kimseler oldukları için, bizim bilmediğimiz ölüm hallerinden haberleri vardı. Bende; keşke gitmeden söyleseydiniz bende götürmez hasta haliyle ona zahmet vermezdim dedim. Daha sonra durumu ağırlaşınca bir iki serum taktırırım diye, önce Şebinkarahisar hastanesine götürdüm.

Dahiliye doktoru olmadığı için Suşehri hastanesine sevk etiler. Orada tahliller yapıldı. Her şey normal gözüküyordu, üresi yükselmemişti; buna rağmen doktor diyaliz ihtiyacı olur diye Sivas numune hastanesine sevk etti. Sivas bizim için ters istikamette bir yer olduğu için, bende İstanbul Haydarpaşa numune hastanesine yatırmaları için hastayı kardeşime yolda teslim ederek emmi oğluyla geri döndük. Aynı günün akşamı ben İstanbul'a döndüm. Salı günü hastaneye geldiğimde durumu biraz daha düzelmişti. Akşamleyin dokuzon arası rahatsızlandı ve idrarını yapamıyordu. Mesaneden (sonda) taktılar, rahatladı. Sabah dokuz on arası tekrar rahatsızlandı. Hızlı hızlı nefes almaya başladı. Aynı zamanda vücudunun her tarafı terlemeye başlamıştı. Yüzünü siliyor-dum ama, terleme artarak devam ediyordu. Oksijen getirdiler, serumlarını değiştirdiler, durumu ağırlaşınca doktorunu çağırdım. Nefes alırken dudaklarını kapattığı için, ağzına küçük, boruya benzer bir şey koydu ve oradan ciğerlerine hava verdi. Bana bir saat oksijen ver, daha sonra on dakika ara ver diyerek odadan ayrıldı. Durumu normale dönmüştü. Bende telefon kartı almak için kantine indim. Aradan beş dakika geçmeden tekrar yanına geldiğimde babam hızlı hızlı soluk almaya başlamıştı.

Bu durmu görünce geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölen arkadaşımı hatırladım. O'da ölümünden önce hızlı hızlı soluk alıp vermeye başlamıştı.

Daha sonra ise derin bir nefes almıştı, adeta göğsü sırtına yapışmıştı ve ikinci nefesini alamadan ölmüştü. Babamın artık ahiret yolculuğuna çıktığını fark ettim. Seslendiğim halde artık beni duymuyordu. Canının derdine düşmüştü ve git gide yüzü beyazlıyordu. Gözleri yine yukarı doğru dikilmiş, vücudundan terler boşanıyordu. Görünüm itibari ile ölmüştü. Elimi boynuna koydum soğumuştu. Sandalyede uykuya dalmış olan annemi dışarı çıkardım ve doktoru çağırdım. Onlarda beni çıkardılar biraz sonra yanıma gelerek başın sağ olsun, yapacak bir şey yok dedi. İşte insanın son hali ne kendisinin kendisine, nede başkalarının kendisine fayda sağlayamayacağı an. Hele (o can)boğaza gelince; O vakit sizde bakıp dururken; Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz; Sizde aynı ölüm kanununa tabi olmadığınızı söylüyorsanız, eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmakta olan canı geri çevirsenize! (Hadid
/83.....86.) Deki : sizden sorumlu olan ölüm meleği
canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (secde./11) Sonra onu öldürür kabre koyar. (Abese. 21)

Yirmi dokuz mayıs Çarşamba günü saat iki sıralarında babam ölmüştü. Ben onun ölümüne hiç ağlamadım ama; günahlarına ağlamaya devam ederek evlat lık vazifem olarak amel defterine Rabbimin izniyle hayır yazdırmaya çalışacağım.
Keşke!

Onun babası "dedem" molla olduğu halde, oğluna dinini öğretememişti. Çünkü onlar; halk partisinin din öğrenmeyi yasakladığı bir ortamda yaşamışlardı. Köy mektebi (1920) den sonra kapatılmış, ancak (1971) yılında bir öğretmenin kendi çabalarıyla okul olarak açılmıştı. Bende o okulun ilk mezunuyum. Elbette ki ahiret bilgisi olmayan insanlar ölüme hazırlanamazlar, ölümü bilemezler, mahşeri idrak edemezler, hesabı tartıyı anlayamazlar ve Allah'ın rahmet sıfatıyla kandırılarak günahlara dalarlar, Ölen insanın arkasından sünnete göre nelerin yapılacağı unutulmuş, bir sürü hurafeler sünnetin yerini almış, yapılanların yanlış olduğunu söyleyince de teşekkür değil, tepki almaya başlıyorsunuz. Bu çjün yine köylerden (cami hocalarının ve öğretmenlerin) alındığına şahit oluyoruz. Bunu da halk partisinde yetişmiş olan Ecevit ve ekibi yapmakta ve birileri de onlara yardımcı olmaktadır. Onların (hoca ve öğretmenler) tümünün almış olduğu para bir hortumcumın götürdüğünün yanı da sıfır kalır.

Hastamızı götürdüğümü?, sağlık kurumlan içinde, temizlik, ilgi ve alaka açısından; Sivas numune hastanesinin bizim için unutamayacağımız anıları kaldı,

Hastanenin olumsuz taraflarına kısaca değinecek olursak; koğuşların büyük olması ve aynı anda yedi sekiz kişinin kalması sebebiyle bu koğuşlarda hastalar bir birlerini rahatsız ettikleri için iyileşmeleri çok çabuk gerçekleşmiyor. Servislerde özel odaların az oluşu ve bu odalarında genelde eşe dosta verilmesi. Ayrıca servislerde alairanga wc'lerin olmayışı nedeniyle, oturamayacak durumdaki hastalar zorluk çekmektedir-ler.Hastalara refakat edecek kişilerin istirahat edecekleri mekanların kısıtlı oluşu. Diyaliz ünitesinin dışarıda olması nedeniyle, özellikle karlı ve yağışlı havalarda sedye ile gidecek hastaların ve hasta yakınlarını çaresiz bırakmaktadır. (Kış olduğu için ben hastamı devamlı sedye ile götürüp getirdim.) İyi taraflarına gelince:Kış olmasına, sürekli kirlenmesine rağmen temizliğe gerçekten çok önem veriliyordu. Temizlik şirketi elemanları, Anadolu insanının sıcaklığı ile insanlarla güzel bir iletişim kuruyorlar, Hem hastalara, hem de hasta yakınlarına yardımcı olmaya çalışıyorlardı,

Hastane görevlilerinden bizimle yakından ilgilenen dahiliye, intaniye ve diyaliz bölümünde çalışan herkese ve Ahmet arkadaşıma teşekkürler borçluyum. Dr. H.Hüseyin beye, Dr. Bekir beye, Dr. Tülay hanıma ve yine özellikle intaniye servisinin hemşirelerine, teşekkürler borçluyum. Allah hepsini razı olduğu kullarından eylesin (AMİN). Sivas numane hastanesin de diyaliz hastası olan ve hasta hanımını (aynı zamanda hastanın gözleri de görmüyordu) hiç üzmeyen Abbas amcanın da, Allah (c.c) ecrini ve sabrını artırsın. Döne ablamıza da acil şifalar nasip eylesin, onu bağışlasın. Hastama yakın alaka gösteren Dr. Selahaddin KARABIÇAK beye (Sultanbeyli millet hastanesi) ve ismini hatırlayamadığım diğer doktorlara teşekkür ediyorum.

İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.

YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Akıl Ve Doğru Düşünme Gönderen: melek
[Bugün, 12:19:27 ÖS]


Ana Baba ve Evlat İlişkisi Gönderen: melek
[Bugün, 11:59:04 ÖÖ]


Çocuk ve Arkadaşlık Gönderen: melek
[Bugün, 11:45:24 ÖÖ]


Yitiğimiz olan Sevgi ve Saygı Gönderen: melek
[Bugün, 11:41:00 ÖÖ]


Ahlaki Alanı Terketmemeliyiz Gönderen: melek
[Bugün, 11:37:15 ÖÖ]


Allah’ı Seveni Sevmek Gönderen: melek
[Bugün, 11:22:27 ÖÖ]


Grup biz ümmetiz 320 kbps - NETTE İLK FANİDUNYA NETTE Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:59:49 ÖÖ]


Hicret Cami ve Ev Merkezli Bir Hayattır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:42:17 ÖÖ]


Bireysel Ahlakta Çözülme Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:34:26 ÖÖ]


Hicri Yılbaşı Muharrem - Aşure Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:28:08 ÖÖ]


İnsanların Cehenneme Girmesine En Çok Sebep Olan Şey Dilleridir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:20:23 ÖÖ]


İslâm’da Savaşın Meşruiyet Sebepleri Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:12:11 ÖÖ]


İnsan Kazanmak Erdemdir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:03:25 ÖÖ]


Muharrem Ayında Oruç Tutmanın Fazileti Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:46:53 ÖÖ]


En Sevgiliye nUmut Mürare - Müzikleri (Enstrümantal) 320 kpps - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:00:30 ÖS]


Karma Ezgiler 320 kbps - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:36:58 ÖS]


Kibir Özgüven Değildir Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:14:03 ÖÖ]


Ne Gibi Amelle Meşguldün Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:54:41 ÖÖ]


İhlâs Sûresi Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:48:20 ÖÖ]


Hayata İmanın Nuruyla Bakabilmek Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:34:19 ÖÖ]