HATALARIMIZ NİYE BU KADAR ÇOK
Niye bu kadar çok ki hatalarımız!
Hata ediyoruz. Üzülüyoruz. Pişman oluyoruz. Hatalarımızın alışkanlık haline gelip bizi dönüştürmesinden endişe ediyoruz.
Zulmediyoruz bazen. Kendimize de, başkalarına da. Bilerek ve isteyerek ettiklerimiz de var ama burada asıl kastettiklerimiz, bilmeden ve istemeden yaptıklarımız.
Gerçekten insan, bilmeden ve istemeden veya farkında olmadan nasıl böyle şeyler yapar? Nerde eşrefi mahlukât ve akıl sahibi oluşumuz?
İnsan, hata edebilen bir varlıktır. Melek veya diğer canlılar gibi değildir. İlk olarak bilinmesi gereken husus, insanın bu özelliğidir. Bu yüzden insanı insan yapan şey, hata etmemesi değil;
Hata ettiğini kabul etmesi,
Bu hatayı kendinden bilmesi,
Hatasında ısrar etmemesi,
Ve hatasının bedelini ödemesidir.
İnsanın hata edebilir olması, hatasını meşru kılmaz veya sürekli hata etmesi için bahane olamaz. Yani hata ettiğimizde pişman olmak ve en kısa zamanda hatadan dönmek gerekiyor.
İnsan, bilerek veya isteyerek hata etmez. Bilerek hata ettiğini söyleyen kişi, aslında mahşerde hesap vereceğini bilmiyordur. Yani nihai kertede bilerek ve isteyerek hata eden kişi de cahildir. Hatta böylesi kimsenin cehaleti daha da büyüktür. O yüzden Allah Resulü başta olmak üzere bütün peygamberler, kendilerine iman etmeyen kimseleri; “Ya Rabbi! Bunlar bilmiyorlar” diyerek kavimlerinin ıslah olmaları ve helak olmamaları için dua buyurmuşlardır. Yani bu insanlar, insan olduklarını, Allah’ı ve ahiret gününü gerçek anlamda bilmedikleri için ancak böyle davranıyorlar kabul edilmiştir.
İnsanın bilmemesi, unutması veya ihmal etmesi, normaldir. Zira insan, zayıf ve aciz yaratılmıştır. İnsan, kuldur. Yaratılmıştır.
Buradan anladığımıza göre hata edebilir fıtratta yaratılmasının ilk hikmeti; insanın aciz bir kul olduğunu bilmesi ve şımarmamasıdır. Aciz, zayıf ve hatalı olduğunu bilen insan; şımarmaz, kibirlenmez, attığı her adımda dikkatli olur.
Bu yüzden takvanın insan ahlakındaki tecellisi, attığı her adımı hesap ederek ve hata etmeme endişesi taşıyarak tevazu ile atmasıdır.
Hatalarımız vesilesi ile kendimizi sürekli Mevlâ’ya muhtaç hisseder ve sürekli O’na iltica ederiz.
İnsanın hata edebilecek fıtratta yaratılmasının bir başka hikmeti ise; Allah’ın rahmet ve lütuf sıfatlarının, gazabına daha ağır bastığının tecellisi içindir. Zira melekler, zaten irade sahibi olmadıkları için, yaptıkları işlerde doğru ve yanlış ölçüsü yoktur. Oysa insan, hata edebildiği için yaptığı şeyler, doğru veya yanlış olarak nitelenebilir. Böylece hata etme ihtimali varken doğru işler yapan insan, Allah’ın rahmet ve lütfunun, diğer bütün sıfatlarına galip olduğunu bir kez daha idrak ederler.
İnsan, hata ihtimali olduğu için düşünebilen ve kendini geliştirebilen bir varlıktır. Hata ihtimali olmayan yerde, gelişme ve ilerleme olmaz. Böyle bir durumda bilgiye ve amele de gerek yoktur. Zira atılacak her adım zaten doğru ve yerinde olacaktır. Bu durumda imtihanın ve dünya hayatının da bir anlamı yoktur.
Mevlâ, adildir ve nihai adalet , ahirette tecelli edecektir. Mevlâ, bizim hatalarımızın karşılığını mahşerde verecek, hatalarımızdan dolayı çektiğimiz sıkıntıları ahirette telafi edecek ve başkalarının, bizim hatalarımızdan dolayı gördükleri zararı yine orada tazmin edecektir.
Özetle bize düşen;
Hatalara takılıp kalmamak,
Tevbe edip gerekli bedeli ve kefareti ödemek,
Geleceğe bakıp salih amel işlemek,
Hatada ısrar etmemek,
Hatalar karşısında uyanık olmak ve sürekli istişare edip nasihat almaktır.
Nefis muhasebesi, hatalarımızdan dolayı kendimizi helak edip kendimize zulmetmek değil; hatalarımızı, hataların sebebini ve sonuçlarını anlayarak gelecekte hata etmemeye çalışmaktır. Zira hatalarımızdan dolayı kendimizi kınamak;
Atalete ve o anda yapılacak güzel işlerin ihmaline,
Kendimizi maddi ve manevi olarak çökertmeye,
Ve ümitsizliğe sevk etmektedir. Bu yüzden nefsi levvâme’nin, nefsi emmâre’den sonra en alt ahlaki mertebe kabul edilmesi, gayet isabetli bir tasniftir. Yani nefsi levvâme makamı, güzel ahlaktan değildir. Pişmanlık, asla kendimizi helak etmek ve hatalara takılıp kalmak değildir. Pişmanlık; aciz olduğunu bilmek, hatasından utanmak, bu hatanın kendinden olduğunu kabul etmek ve gelecekte bir daha yapmayacağına söz vermektir. Aslı önemlisi de hatanın bedelini, herhangi bir bahanenin arkasına saklanmadan, ödemektir. Hata bizimdir. Bedelini dünyada ödeyelim ki mahşerdeki cezamızdan düşsün ve ayrıca da bir daha hata ederken daha dikkatli olabilelim.
TURGUT AKYÜZ.