İslam ile Doğru İlişki
İslam’la alaka söz konusu olduğunda “Kullanmak mı, yaşamak mı?” diye bir soru açmak ve bu soruda “Kullanma”yı bir alternatif olarak öne almak, yani “Yaşama”nın karşısında böyle bir vakıadan söz eder hale gelmek, gerçekten bir büyük tehlikeyi gündeme almak demektir.
İslam’la alakanın olmazsa olmazı tabii ki “yaşamaktır.” Yaşanmak için gelmiştir tabii ki İslam. Allah Teâlâ’nın insanoğlu için gönderdiği ölçüler bütünü olarak ve Allah Teâlâ’ya halisane imanın, bağlılığın işareti olarak İslam, halisane yaşandığı ölçüde mü’minin “Allah’a bağlılık” göstergesi olacaktır.
Onun için “İhlas”, din ile alakada çok temel bir disiplin olarak kabul edilmiştir. Rabbimiz Kur’an’da ısrarla “Dini yalnız Allah’a has kılma”yı ister mü’minden.
Peki ama “Kullanmak” ne oluyor dini, ya da İslam’ı?
Kullanmak, en yalın haliyle, dini Allah’a has kılmaktan çıkarıp, insanın kendi nefsi için çıkar malzemesi haline getirmesi demek.
Kur’an’da, kalbi, Allah Telaya bağlılık noktasında yoğunlaştırma demek olan “İhlas”a bu kadar vurgu yapılması, aslında insanın içinde din ile ilişkide böyle bir savrulma potansiyeli bulunması sebebiyledir.
İhlas nasıl bir kalb ameli, kalb yoğunlaşması ise, dini nefsi hesaplar için kullanmak da, kalbi bir sapma, savrulmadır. Bir kalb kaymasıdır, pörsümesidir.
Din aslında, tabii ki insanın dünyadaki tüm ilişkilerini tanzim eden mahiyetiyle davranışlar boyutu da bulunan bir müessese olmasına rağmen, asıl olarak kalbdeki kıvamı ile gerçek değerini bulur.
Rasulullah (s.a.v.)’ın “Ameller niyetlere göredir” diye başlayan ünlü hadis-i şerifleri de, yapıp ettiğimiz her şeyin kalite standardını bir kalb ameli olan “niyete – maksada – gayeye” bağlamaktadır. Yani o işi neden yaptın? Amacın ne idi?
Niyetin sorgulandığı alan ise çok nettir.
-Allah rızası mı başka bir hesap mı?
Allah rızası dinin özü, öteki hesapların tamamı ise dinin kullanılmasıdır.
“Riya” Kur’an’da ve Rasulullah’ın hadisi şeriflerinde mü’minin ısrarla sakındırıldığı bir kalbi sapmayı ifade eder mesela.
“Riya” bir dini faaliyeti birileri görsün ve yapana şu veya bu imkan, itibar, rant vs. sağlansın hesabıdır.
Namazı görsün, orucu görsün, infakı görsün, cihadı görsün, ve size “Bravo” desin.
Ne bu?
Bu, dini bir faaliyeti Allah’a değil, o birilerinin takdirine sunmak ve ecrini onlardan beklemek demektir. İslam buna “Gizli şirk” demektedir. Yani kalbinize nüfuz etmiş bir inanç sapması. Allah’a ortaklık izafesi.
Bir hadisi şerif, insandaki bu sapmanın ahiret boyutunu bütün açıklığı ile önümüze koymaktadır:
“Kıyamet gününde aleyhinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır: Birincisi şehit edilen kimsedir. O Allah’ın huzuruna getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O’da bunları itiraf eder. Yüce Allah; “-Öyleyse bu nimetlerime karşın ne yaptın?” diye sorar.
Adam: “-Ya Rabbi! Senin uğrunda şehit oldum” der.
Allah şöyle buyurur: “-Yalan söyledin! Sen yalnızca cesur denilsin diye savaştın. Sana da (cesur) denildi.”
Onun hakkında emir verilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
İkincisi ilim öğrenen, başkalarına öğreten, ayrıca Kur’an-ı Kerim okuyan adamdır.
O Allah’ın huzuruna getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O’da bunları itiraf eder. Yüce Allah; “-Öyleyse bu nimetlerime karşın ne yaptın?” diye sorar.
Adam: “-İlim tahsil ettim. İlmi başkalarına öğrettim ve senin uğrunda Kur’an okudum” der.
Allah şöyle buyurur: “-Yalan söyledin! Sen yalnızca alim denilmesi için ilim elde ettin, kari denilmesi için Kur’an okudun. Sana da bunlar denildi.”
Onun hakkında emir verilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
Üçüncüsü Cenab-ı Hakkın kendisine mal verdiği adamdır. O da getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O’da bunları itiraf eder. Yüce Allah; “-Öyleyse bu nimetlerime karşın ne yaptın?” diye sorar.
Adam: “-Malımın tamamını yalnızca Senin yolunda harcadım” der.
Allah şöyle buyurur: “-Yalan söyledin! Sen yalnızca cömert denilmesi için malını infak ettin. Sana da bu denildi.”
Onun hakkında emir verilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir. (Müslim, İmare 152)
Dünyada yapıp ettiklerimizin kalbi boyutuna ne kadar hassasiyet gösterilmesi gerektiğini anlamak için bu hadis-i şerifi çok dikkatli okumak gerekiyor.
İnsan cihad ettiğini, canını verdiğini, ilim öğrenip öğrettiğini, infak ettiğini düşünüyor, bunları mahşer ortamında Allah’ın huzurunda “Senin rızan için yaptım” diye savunuyor, ancak ona “Sen bunları kahraman desinler, alim desinler, cömert desinler diye yaptın” karşılığı veriliyor ve yüzüstü cehenneme sürükleniyor.
Demek bir kalb kayması olmuş, insan kendisini “Allah için yapıyorum” diye inandırmış, ama gerçekte nefsi hesaplar öne geçmiş.
Demek insan nefsi hesaplarına “Allah rızası” makyajı giydirmiş.
Kur’an’da ehli kitabın din adamlarından bahsedilirken “Allah’ın ayetlerini az bir baha karşılığında sattıkları”ndan bahsedilir. Ve bunların bu alış verişle karınlarına “Ateş”ten başka bir şey doldurmadıkları bildirilir. (Bakara, 174)
Yine Kur’an’da ehli kitap alimlerinin Allah’ın ayetleri üzerinde anlam kaymaları yaptıkları bildiriliyor. (Nisa, 46, Maide, 13, 41)
Şu ayet-i kerimeyi dikkatle okuyalım:
“Kitap ehlinden öyle bir grup da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip bükerler. Halbuki o, kitaptan değildir. «Bu, Allah katındandır.» derler; oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı, kendileri bilip dururken, yalan söylerler.” (Ali İmran, 78)
Kur’an’da bize bildirilen Kitap ehli örneği bir tarih bilgisi değildir şüphesiz.
Zikredilen her insan tipi, bütün zamanlar için örnek teşkil etmek üzere muhtemel insani yönelişlere işaret etmekte, doğru istikametleri veya sapmaları göstermektedir.
Ayet-i kerimeyi tahlil ettiğimizde, bir kısım muhtemel ki Kitab’la ilişkisi olan insanın, insanların “kitaptan sanmaları” amacıyla dillerini Kitab’a göre eğip büktüğü, ama Kitap’tan olmayan şeyleri söylediği, “Allah katındandır” diye bir gerekçe oluşturduğu ama onun “Allah katından” dediği şeyin de öyle olmadığı, hatta bile bile “Allah’a karşı yalan söyledikleri” anlaşılıyor.
İşte tam da budur “Dini kullanmak” hadisesi.
Kur’an’da yine Kitab ehline hitaben “Hakkı batıla karıştırma” ve bile bile “Hakikati gizleme” noktasında ikazlar yapılır. (Ali İmran, 71)
Bunların tamamı, bütün zamanlarda yaşayan mü’minlere yönelik ikazlardır.
İslam’la ilişkimizi Rabbimizin bizden istediği ihlas ve samimiyet çerçevesine oturtmaktan başka yol yoktur.
Kalb amelleri çok ince bir hassasiyeti gerektirmektedir.
Hiç şüphesiz davranışlar halinde ortaya koyduğumuz her amelin de bir “kalb karşılığı” vardır.
Mü’min hiçbir amelin “Din istismarı -Dini kendi çıkarı için kullanma” diye nitelenebilecek bir mahiyet kazanmasına imkan vermez.
Bile bile “Din istismarı”na yönelen insan, öncelikle bir “İman testi”nden geçmesi lâzım.
Belki o, “Hevasını tanrı edinenler” sınıfına dahildir. İnsanların Allah inancını bile kendi çıkarı için sömüren varlıktır o.
Onu ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor.
Biz kendimize bakıyoruz. Mü’min iken, ahiret kaygısı taşıyor iken, Rabbimizin huzurunda amellerimizin “Defolu çıkma” riskini çok çok önemsiyor iken, kalbi kaymalarla kaybedenler zümresi içine girmemeyi konuşuyoruz.
Cihadın olmadı, çünkü riya karıştı, ilmin olmadı, infakın olmadı, namazın olmadı, gibi ebedi hayat hükümlerine maruz kalmamayı konuşuyoruz.
İslam ile ilişkimizin kalitesi çok önemli, çok hayati çünkü.
Kalbin nasıldı diye raporlar mahşer ortamına taşındığında başımız derde girmesin...
Amin.
Ahmet Taşgetiren