İki Dua Arasında
Henüz kalp atışlarımız anne karnındayken üzerimize yağan rahmet sağanağı, bize ömür boyu hayata tutunacağımız kuvvetli bağlar sunar. Karanlığa perde perde örülmüş bilinmezliğin verdiği korku ve kaygı çemberi minik ritimleri demlerken farkında olmadığımız bir manevi zırhla çevrildiğimizi hissederiz. Adını koyamadığımız huzur ve rahatlık, bizi ruhen ve bedenen hiç solumadığımız bir nefese hazırlar. İlk ağlamayla başlayan süreç, en sonuncusu verilene dek aynı fıtratın yaprağında gözenek bulur.
Küçük adımlarla çıkılan ömür yolu birçok evreden geçmeyi, geçerken de gelişip değişmeyi öngörür. Ayaklarımızın birbirine en yakın olduğu çocukluk döneminde etrafımız âdeta görünmeyen bir zarla kaplıdır. Bu zarın oluşmasında anne babamızın, yakın akrabalarımızın avuçlarında biriktirdiği niyazlar vardır. Ellerimizden tutup kaldıran sevgi öbeğine gözlerimiz kapalı olsa bile hiç düşünmeden kendimizi emanet ederiz. Biliriz ki dua, güzel bakan kalp ve gözlerde mayalanır.
İnsan büyüdükçe duaları da büyür. Uzun süren fiilî ve kavlî dualar bunun en büyük nişanıdır. Oyuncak bir bebek ya da bir araba… Çocukların duası kısa ve özdür. “Allah’ım! Beni, annemi ve babamı koru.” Avuç içlerine bu kadarı sığar çünkü. Bilmez, imtihan yolu ve şükür kapısı nedir. Sabrın diğer adının beklemek olduğunu ve ancak duaların sıklığında gizlendiğini nice sonra anlar.
Büyüdükçe çevremize olan farkındalığımızın artması, değişen günlük ihtiyaçlarımız, bizleri sanki hiç kaldıramayacağımız yükler altında olduğumuz hissine iter. Gençliğe atılan ilk adımla birlikte iç dünyamız ve çevremizle etkileşim kurmakta zorlandığımız olur. Zamanın getirdiği birçok yenilik ve değişim çoğu kez bizleri doğru düşünmenin eteklerinden uzaklaştırır. Günlük telaşlar, Yaradan’la olan bağımıza darbe vurur. Her şeye rağmen bütün vakitleri kuşatan ilahi merhamet hep yanı başımızdadır ve bizleri varlık sürecinde asla yalnız bırakmaz: “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara 2/186)
Dua, her türlü bela ve musibete karşı bizleri korur ve aynı zamanda başımıza gelen bütün olaylarda Yaradan’a olan ihtiyacımızı hatırlatır. Ahlaki arınmayı da beraberinde getiren bu huzur ve mutluluk hâli, her durumda vicdanın ve sağduyunun canlı kalmasına sebep olur.
İnsanın hayat seyri bir ağacı andırır. Toprağın müşfik kollarına dikilen bir fidan, güneşin, yağmurun ve rüzgârın misafirliğine süsler kendini. Kökleri toprağı sardıkça, dalları ve yaprakları yepyeni elbiseler giydikçe türlü çiçekler tebessüm eder saçlarında. Meyveye durduğunda değişen mevsim, bu hâli alıp götürür. Yeni örtülerle kaplanan güzelliği, gün gelir kuru bir dal olur. Biz de imtihanlarla dolu hayatımızda her bir niyaz, nida, tazarru ve tövbelerimizle olgunlaşır; tıpkı ağaç gibi kökleri toprağı saran, dallarında meyve olan ve gölgesinden istifade edilen güzel kokulu birer durak oluruz.
Anne baba olduğumuzda artan görevlerle birlikte dualarımız da çoğalır, çeşitlenir. Hem kendimiz hem de bize emanet edilenlere yer veririz gönül niyazımızda. Bizler için sunulan sonsuz nimetlerin şükrüne devam etmek Rabbimize karşı vefa hâlini korumayı sağlar. Sabırla atılan dua ilmekleri, yaratıcıyla hâl ve lisan olarak irtibatın istikametinin kaybedilmeden korunmasıdır.
İhtiyarlığımız bir sona doğru akıp gittiğimizi fısıldar. Yaşadıklarımız, iyi veya kötü bir iz bırakır ardımızda. Çocukken yürümeyi öğrenmeye çalışan ayaklarımız basamaz, gözlerimiz göremez, kulaklarımız duyamaz, dilimiz tek bir söz edecek mecal bulamaz olur. İlk defa bir ezanla kulağımıza düşen cemre, yaşam sürdükçe Rabbimizin icabetiyle ışıl ışıl parlatır ulaştığı her noktayı. Ömrümüz nihayete ererken manevi bir huzur ve rahatlık arayıp yine aynı kapıyı mahcubiyetle çalarız. Hz. Âdem’in tövbesindeki samimiyete, Hz. Yunus’un başına gelenlerden hangi sebeple kurtulduğuna, Hz. Yusuf’un zindanlara düşmek pahasına değişmediğine dair hikmet bizi ebediyete iletir.
Rabbimiz, doğumla ölüm arasında ve ahiret yurdunda biz kullarıyla birlikte olacaktır. Her dem hatırlanmaya layık ve çok yakınımızdadır. Ümit ediyoruz ki doğarken ezanla duaya açılan ellerin, vefatla “Âmin” diyerek kapanmasıyla ahiret yurduna göçeceğiz. Bizler de ardımızdan kılınan son namazla dua kapısını sonsuzluğa aralayıp, muhtaçlığımızı bilerek ihlas ve samimiyetle kalbimizden dökülen sözlerimizi sevdiklerimize emanet edeceğiz.
Nagihan Aydın