Filistin’i Araplar’mı Sattı
Geçen hafta II. Abdülhamid Han’ın, siyonistlerin Filistin’de bir yurt kurma girişimlerine karşı ölümüne bir mücadele verdiğini belirtmiştik.
II. Abdülhamid Han nezdinde yaptıkları onlarca teşebbüsten bir netice elde edemeyen siyonistler, hedeflerine ulaşabilmek için bundan sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılması gereğine vurgu yapacaklardır...
Nitekim Thedor Herzl, son yıllarında bu düşüncesini şöyle açıklayacaktır:
“Bir tek plan aklıma geliyor. Sultan’a karşı bir kampanya açmalı, bu iş için de sürgün edilmiş prensler ve Jön Türklerle temas kurmalıyız.”
Evet siyonistler yeni hedeflerini çizmişlerdi. Padişah mutlaka tahtından alaşağı edilmeliydi. Bunun için de Padişahın bütün muarızları desteklenecekti.
Zira siyonistler, Filistin’de mutlaka bir devlet kurmak ve Kudüs’e hâkim olmak kararında idiler. Dünya dolusu paraları vardı. Bütün büyük güçleri yanlarına almışlardı. Ancak bir kişiyi ikna etmek mümkün olmuyordu. O, Sultan II. Abdülhamid Han idi...
Her tür teşebbüsleri akamete uğruyordu. “Ben canlı beden üzerinde ameliyat yaptırtmam” ve “Aldığımız paha dışında bir karış toprak parçası vermem” diyerek tüm yolları tıkamıştı.
Bu itibarla da siyonistler için maksatlarına ulaşmakta tek bir yol kalmıştı: Sultan II. Abdülhamid Han’ı devirmek ve Osmanlı Devletini parçalamak...
Padişahı ortadan kaldırabilmek için nice suikastlar tertiplenmiş fakat başarılı olunamamıştı.
Aslında Türk’ün hiç unutmaması gereken hadise, siyonistlerin 29 Ağustos 1897’de Basel’de aldığı kararlardır. Bu, millî eğitimimizin, “Ey Türkoğlu uyuma” diye gençlerimizin genlerine işlemesi ve hatırlarından hiç çıkarmaması gereken bir karardır. Zira Yahudi devletinin kurulacağının ilk sinyalleri, Theodor Herzl’in başkanlığında toplanan o kongrede verilmişti. Kurulması planlanan devletin sınırları ise şu şekilde çizilmişti:
“Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki (Orta Anadolu) dağlarına, Güney sınırlarımız ise Süveyş Kanalı’na dayanacaktır.”
Evet siyonizmin hedefi Kudüs ve Filistin ile sınırlı değildir. Yarınlarda ülkemizi bekleyen tehlikenin adımları yıllardır atılmaya devam etmektedir.
Basel’deki bu toplantı siyonistler için çok önemli idi. Nitekim Herzl, 1901’de Londra’da düzenlenen kongreden sonra yaptığı açıklamada gelecekteki devletlerinin temelini o günkü kongreye bağlayacaktı:
“Basel’de ben Yahudi devletini kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya bana güler. Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir...” Nitekim elli sene sonra bunun hayal olmadığı anlaşılacaktı.
Peki bunu nasıl başarmışlardı? Bugün hâlâ konuyu “Arap ihaneti” diyerek geçiştirip uyuyacak mıyız? Bunu anlamak için tarihi doğru okumak gerekmektedir.
Siyonistler artık devletimizi içten parçalamanın yolunu tutmuşlardı. Bir taraftan İttihatçıların toplantılarına fiilen iştirak ederken bir taraftan da kendilerine ait yerleri İttihat ve Terakki üyelerine toplanma ve çalışma mekânı olarak tahsis ediyorlardı. Birçok Yahudi hem yurt içinde hem de yurt dışında Jön Türk faaliyetlerinin destekçisi olmuşlardı.
Selanik’te eczacılık yapan Rafael Benuziyar adındaki bir Yahudi’nin dükkânı Jön Türklerin en başta gelen buluşma merkezlerinden biri idi. Selanik manifatura tüccarlarından Tiamo, servetini Selanik’teki Jön Türk grubuna sınır tanımadan tahsis ediyordu.
Fransa’da Yahudi Leon Gatezno, Jön Türkler lehine önemli faaliyetlerde bulunuyordu. Yine Aşer ve Avram Salem kardeşler, Fransa’ya kaçarak Jön Türk hareketine destek vermeye başlamışlardı...
Dikkat: Yanımda kim var?
Öte yandan Theodor Herzl’in 1904 yılında ölümünden sonra da gösterdiği hedef ve uygulanacak proje şaşmadan devam ettirilecektir. Onun ölümüyle Yahudi devleti kurma hususundaki çalışmaların başına bir İtalyan Yahudisi olan Emanuel Karasso getirildi... Karasso, 1898’de II. Abdülhamid Han’ı ziyaret ederek Kudüs sancağında kendileri için toprak satılmasını teklif eden siyonist heyetin içinde yer almış ve kovulmuştu. Padişaha karşı kini zirve noktasındaydı. Artık o ve ekibinin tek hedefi Sultan II. Abdülhamid Han idi...
Emanuel Karasso, siyonist hareketin başına geçtikten sonra Selanik’e yerleşti. Zira Selanik, Padişaha karşı olanların da merkezi gibi idi. Bundan azami derecede istifade edeceklerdi. O sıralarda Selanik’te önemli ölçüde Yahudi ve dönme nüfus da bulunuyordu. Bu durum faaliyetlerini kolaylaştırıyordu.
Emanuel Karosso, Nesim Russo ve Nesim Nazliyah ile Selanik’te “Macedonia Risorta” isimli Mason Locası’nı kurdular. Karasso bu locanın büyük üstadıydı. Ayrıca kısa bir süre içerisinde Makedonya’daki tüm mason localarını ele geçiren Emanuel Karasso, faaliyetlerini süratle genişletti...
Bu sırada pek çok Jön Türk subay ile sivilin mason yapılmasında etkili oldu... Dönemin İngiliz Sefiri Sir Gerard Lowther, Hariciye Nazırı Sir Edward Grey’e yazdığı bir raporda Karasso hakkında bilgi verirken, onu “İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin beyni” diye nitelemişti.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kalemşoru olan Hüseyin Cahit (Yalçın) Karasso’nun cemiyet için ne kadar önemli olduğunu vurgularken, kendisinin “Meşrutiyet ideali” için çalışmış bir “mücahit” olduğunu söylemiştir...
Karasso, Meşrutiyet için mi çalışıyordu yoksa siyonist bir devletin ortaya çıkarılması için mi? İttihatçılar o kadar gafildi ki! Muhtemelen siyonizmin paraları gözlerini kör veya şaşı kılmıştı. Nitekim Emanuel Karasso, İttihatçıların II. Abdülhamid Han’a karşı kazandıkları mücadelenin finalini oynama şerefini de kimseye bırakmadı. Türk’ün hakanına ve Müslümanların halifesine hal’ kararını tebliğe giden heyetin başkanlığını üzerine aldı. Bir millete bundan daha utanç verici bir hâl yaşatılabilir miydi? İttihatçılar ne uğruna bu kadar alçalmışlardı?..
İşte bütün bu hadiseleri değerlendiren Avrupalı yazarların çoğu, Jön Türk hareketini ve İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerini, Yahudilerin ve dönmelerin elinde birer oyuncak olarak değerlendirmişlerdir. Padişahın da bir Yahudi-mason komplosuyla tahtını kaybettiğine vurgu yapmışlardır.
Yine II. Meşrutiyet'in ilan edilmesiyle sonuçlanan 1908 hareketini, Filistin emperyalizminin peşinde koşan siyonizmin bir ürünü olarak nitelendirmişlerdir.
İrlandalı yazar Fitzmaurice, Osmanlı ülkesinde Abdülhamid Han’a karşı yapılanların ve sonrasında yaşananların arkasında masonların olduğunu ifade etmektedir. Gerçekten de II. Meşrutiyetin ilanı ve Abdülhamid Han’ın tahttan alaşağı edilmesinde Türk vatanını batırmak isteyen masonlar, dönmeler ve kozmopolitler büyük rol oynamıştır. Yıllarca “iyi niyetli zabitler” diye anılan İttihatçı liderler, siyonistlerin elinde devletini parçalamaya sürükleyen mankurtlardan farklı değildi. Maalesef bu büyük trajedinin gerisinde Yahudi zekâsı ve parası bulunuyordu. Nitekim Abdülhamid Han’a karşı kazandığı zaferini, huzuruna çıkarak "azledildin" demek suretiyle taçlandıran Emanuel Karasso, 1908, 1912 ve 1914 olmak üzere üç kez mebus seçilerek Meclis'te yerini alacaktı...
Karasso artık Talat Paşa’nın da bankeri olarak İttihat ve Terakki hükûmetlerinin beyin takımını her zaman etkisi altında tutacaktır. Filistin’de Yahudi yerleşiminin yolunun açılmasında en etkili rolü oynayacaktır. Nitekim II. Meşrutiyet'in ilanından sonra II. Abdülhamid Han döneminde Yahudilerin Filistin’e yerleşmesini önleyici siyaset tamamen terk edilecektir.
Meclis-i Mebusan’ın Musevi mebusu Nesim Russo, ilk iş olarak Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’yı ziyaret ederek, Filistin meselesi üzerinde fikir alışverişinde bulunup desteğini talep etmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa da, Yahudilerin Filistin’de yerleşim merkezi kurmalarında bir sakınca olmadığını belirtmiştir. Böylece daha önce Filistin’deki Yahudi faaliyetlerine dair konan yasaklar tamamen kaldırılmıştır. Abdülhamid Han’ın şahsi mülkü hâline koyduğu topraklar da devletleştirilerek rahatlıkla siyonistlere peşkeş çekilmiştir!..
Ayrıca Abdülhamid Han’ın koyduğu, Musevilerin Filistin’e girişte verilen “kırmızı tezkere usulü” de kaldırılmıştır. Neticede Filistin’e Yahudiler rahat bir şekilde göç etme ve başta devlet arazileri olmak üzere toprak satın alma imkânını bulmuşlardır.
Emanuel Karasso, defalarca ve iftiharla, “Sultan Hamid’e beş milyon altına yaptıramadığımız işi İttihatçılara dört yüz bin altına yaptırdık” diye ifade edecektir...
Ve iki sonuç!
Birincisi; hâlâ “Filistin’i Araplar sattı” teranesiyle yatıp kalkanlar, bunları idrak edemezse, yarınlarda başka ihanet odaklarını da anlamaktan aciz kalacaklardır!
İkincisi; dün bütün dış düşmanlar II. Abdülhamid Han gitsin diye içerideki muarızlarını ölümüne destekliyordu. Bugün de Joe Biden’ın milletin seçtiğini yok edebilmek için, “muarızlarını her ne pahasına olursa olsun destekleyeceğiz” sözünü unutmayalım. Son olayları buna göre de değerlendirelim...
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil.