Gönderen Konu: Şeriat Neyimiz Olur 1  (Okunma sayısı 598 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Şeriat Neyimiz Olur 1
« : Haziran 17, 2021, 07:20:26 ÖÖ »
Şeriat Neyimiz Olur  1

Bizler modern çağda yaşayan Müslümanlar olarak, bu çağda kulluk yürüyüşümüzü sürdürmekle muvazzafız.

Muvazzaf olduğumuz sorumluluğumuzu yerine getirebilmemiz için, yaşadığımız çağı bilmek vetanımak zorundayız. Bu bağlamda bu çağda kavram kargaşalarının yaşandığını belirtmemiz gerek. Özelliklehalkı Müslüman olan ülkeleri yıllardan beri sömüren güçler için, bu sömürü sistemlerinin devamı niyetiyle öngördükleri önceliklerinin başında, İslami kavramların içini boşaltma olduğu aşikardır. Bu bir epistemolojik müdahaledir. Bahsi geçen epistemolojik müdahale yazılı ve sözlü olarak dile getirilmese de, uygulamalarından bunu anlamaktayız. Çağın diğer bir özelliği olan hız ve haz vasatında, hızla gelişen olaylar karşısında hayatımızı, yaşadıklarımızı veya bizlere yaşatılanları ve bunların arka planlarını mütalaa etmek ve gereğince düşünmekten de maalesef uzağız.

Dikkatli bir göz baktığında,İslam medeniyetinin sosyal hayata müteallik temel kurumları mesabesindeolan (cemaat, tarikat, cihad, şeriat vb.) nice kavramları dile getirmenin bile sakıncalı bir hal aldığı bir süreçten geçmekte olduğumuzu fark eder. İşin en vahim yönü de, bu sakıncalı yaklaşımın düne kadar İslam’ı hedef alan İslam düşmanları tarafından sergilenirken bugün Müslümanım diyen ve ciddi bir yekûn tutan insanlar tarafından dillendiriliyor olmasıdır.

Vakıa bu İslami kavramların kaynağı ontolojik hakikatimizdir. Yani bizi biz eden, değer dünyamızı o kavramların üzerine bina eder ve o kavramlarla biz dediğimiz şey olur/oluşur. Siz bu kavramları bir sebeple ve bir şekilde dışarıda bıraktığınızda (özellikle İslami açıdan) ortada biz diyebileceğiniz bir şey de kalmaz. İşin ehemmiyetine işaret sadedinde büyükler “Kavramlarınıza dikkat edin, zira onlar değerlerinizi belirler. Değerlerinize dikkat edin, zira onlar düşüncelerinizi belirler. Düşüncelerinize dikkat edin, zira onlar imanınızı belirler!” demişlerdir.

Özellikle ülkemizde nerdeyse cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendilerini ülkenin sahibi sanan birileri, öteden beri söz konusu şeriat olunca istemezuk nakaratlarını tekrarlamaktadırlar ve sosyolojik olarak fehvasından çıkartılan bu kavramı öcüleştirmeyi temel şiar edinmişlerdir. Her ne zaman İslam’a ve Müslümanlara saldırmayı arzulasalar, kendilerince içini boşaltıp Allah’ın (c.c.) muradının dışında manaları yükleyip bu manaları öne çıkartarak, aslı ile hiçbir alakası olmayan bu manayı topluma durmadan pohpohlamaktalar. Bu nedenle, içi boşaltılmış, öcüleştirilmek istenen temel kavramlarımızdan biri, hatta diğer tüm kavramların çatısı mahiyetinde kuşatıcı olan Şeriatkavramının ne olduğunu ve önemini kısaca vurgulamak istiyorum.

Şeriat kelimesi lugatta; “yol, geniş yol, doğru yol, ilahi nizam, Allah’ın kulları için koyduğu din, ilahi kanun, dinin zahiri ve dünya ile ilgili olan hükümlerinin tümü, ayet ve hadislere dayanan İslam kanunu vb.” manalara gelmektedir. Sosyal hayatta ehlince ifade edilen‘şer’ullah’ifadesi bu meyanda kullanılır. Yine Cenab-ı hakkın “Sizin için: dinden Nuh’a tavsıye ettiğini ve sana vahyeylediğimizi ve İbrahim’e ve Musâ’ya ve İsâ’yatavsiye kıldığımızı teşri' buyurdu.Şöyle ki:

Dinî doğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin, müşriklere bu davet ettiğin emir ağır geldi, Allah ona dileklerini seçecek ve yüz tutanları ona hidâyetleerdirecektir” (Şura 13) ifadesindeki şerea kelimesi de bu mealdedir.

Ayrıca Şeriatisim olarak, kanmak için yönelinen suyun içildiği yer ile geniş ve doğru yol manalarına da gelmekte. Cenab-ı hak“Sonra da seni din işi konusunda açık bir yola koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” (Casiye 18)buyurarak, yol manasına gelen şeriat ifadesini de bu anlamdairad etmektedir.

Şer’i ıstılahta ise; Allah’ın(c.c.) peygamberlerinden bir peygamberin dili üzere, kulları için öngördüğü hüküm ve kaideler manasındadır. Bazılarına göre iseŞeriat kelimesi, “akaid ilmine karşı gelen ameli hükümler” manasında kullanılmaktadır. Buradan yola çıkarak “İslam,akaid ve şeriattır.” şeklinde bir taksimat yapılmaktadır. Fakat her ne kadar ulemadan bir kısmı ıstılahi anlamda şeriatı böyle bir taksimata tabi tutsada Kur’an-ı Kerim,şeriat kelimesini itikaddan ibadete, muamelattan ahlakiyata ve ukubata şamil olmak üzere daha genel olarak kullanmaktadır. Bu yönüyle şeriat kelimesi, dine mukabil gelmekte.Din hakkında ise Allah (c.c.)“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.” (Maide 3)buyurmaktadır.

Şu ana kadar verdiğimiz bilgi ve malumatlarlagerek lügat manası ve gerek ıstılahi manası itibarı ile bakıldığında, şeriat Allah’ın(c.c.) dini anlamına gelmektedir. İslam ile, Allah (c.c.) ile,Kitab ile işi olmayan birtakım nasipsizlerin şeriatı istememeleri veya buna karşı çıkmaları bir yere kadar anlaşılır bir şey olabilir. Fakat adı Müslümanve alnı secdede olan bir takım nadanların, “şeriata karşıyım” demeleri bu kişilerin kendileri ile çelişmelerinden başka bir şey değildir. Bu nedenle her bir Müslümanın şeriat dediğimizde bunun karşılığının Allah’ın(c.c.) dini olduğunu, dolayısı ile nefsine uyup yaşamasa bile bunu (şeriatı) kabul etmesinin olmazsa olmaz bir sorunluluk olduğunu unutmaması gerekir. Aksi halde gece gündüz alnını secdeden kaldırmasa, Kabe’ye imam bile olsa, bu kişi dinden çıkar ve maazallah kafirlerden olur.

Bu noktada şu hususunda altını çizmekte fayda var:

 Üç şey insanı hangi halde olursa olsun dinden çıkartır. a) İstihlal:Yani dinin emir ve şiarlarını tersine çevirmek.

Dinin helal dediği bir şeyi haram saymak veya haram dediği bir şeyi helal saymak. b) İstihza: Yani dinin emir veya şiarlarından biri ile alay etmek. c) İstihfaf: Dinin emri ve şiarlarından birini hafife almak. Unutmamak gerek ki, Ehl-i Sünnet inancında amel imandan bir cüz değildir. Yani herhangi bir farzı yap(a)mayan, terk eden bir kişi onun farziyetine inansa ve deseki “Ben nefsime uyup yanlış yapıyorum. Ama bu husustaki Allah (c.c.) emrinin hakkaniyetine inanıyorum!”, bu kişi fasık, facir olsa da kafir olmaz. Ama hele hele ‘Allah’ın bütün bir dini manasında olan şeriatı istemiyorum’ veya ‘bana göre bu yanlış’ ve benzeri bir ifadeyi kullandığında bu ifadenin o kişiyi din dairesinden çıkartacağı kesindir.

Hayatın her anında Rabbimizin rızasına ve şeriatına uygun yaşamak duasıyla, selam ve dua ile…

Muhammed Şevket Gökşan.


fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Şeriat Neyimiz Olur 2
« Yanıtla #1 : Haziran 17, 2021, 07:25:17 ÖÖ »
Şeriat Neyimiz Olur  2

Şeriat kelimesininıstılahî anlamda kullanıldığı manalardan biride akaidin karşılığı olan fıkıh/hukuk manasıdır. Bu meyanda şeriat, İslam dininin sosyal hayata dair olan hükümleri manasına gelmektedir. İslam dininin teşekkül evrelerine baktığımızda önümüze çıkan temel iki evredir:

Bunlardan birincisi İslam’ın ontolojik hakikatlerinin teşekkül ettiği Mekke dönemi; bir diğeri ise İslam nizamının sosyal hayata dair olan yönünün teşekkül ettiği Medine dönemidir. Bu Medine dönemi ağırlıklı olarak İslam hukuk sisteminin de teşekkül ettiği ve tekâmül bulduğu dönemdir. Bu vesile ile İslam fıkhının fehvasına kısaca değinmekte fayda var.

İslam fıkhının (hukukunun) gerekçeleri

İslam fıkhını farklı açılardan ele almadan önce bu fıkhın varlığının bir nevi felsefesini oluşturan bazı ana noktalara değinmekte fayda var. Bu meyanda İslam fıkhının gerekçelerini “temelde 5 şeyi güvence altına alma” şeklinde ifade edebiliriz. Bunlar 1. Nefsin (canın) korunması, 2. Aklın korunması. 3. Dinin korunması.  4. Neslin korunması. 5. Malın korunması. Bu gerekçenin bir nevi arkaplanı diyebileceğimiz şey ise,Müslümanın eşyayadair bakışı ve eşya ile olan ilişkilerini ortaya koymaktadır. Yani bir Müslüman, kendi canı dahil tüm varlıkların sahibinin Allah (c.c.) olduğunu ve Allah’ın(c.c.) belli asıl ve esaslara riayet etmek kaydı ile insana, bunlarda tasarrufatta bulunma ve kullanma hakkını verdiği inancına sahiptir. O nedenle tüm varlıklarla olan ilişkisinde, bu varlıkları adaletle kullanma ve bunlardan istifade etme hakkına sahip olduğunu bilir ve buna inanır.

Buradan yola çıkarakbir Müslüman kendi canı bile olsa, asıl sahibinin Allah (c.c.) olduğu için, onu her türlü zararlı alışkanlık ve maddelerden korumayı veya aklını giderici içki, bağımlılık yapan maddelerden korunmayı veya ailenin mutluluk kaynağı olan çocukların olması ve olduktan sonra yetişip gelişmelerini, bir emanet (hemde Allah’ın(c.c.) emaneti) gözü ile bakmak veya kendisi kazansa dahi malını tüketirken har vurup harman savurmadan, belli bir ölçü ve dengede tüketmek zorunda olduğunu veya hayatını inşa ederken, düzenler kurarken “iman ettim” dediği dinini özgün ve özgürce yaşamayı esas alarak bir hayat kurmayı kendisine vazife ve ödev bilir. Muhalefet etmenin cezasının dünyevi boyutu her ne kadar olsada, asıl cezanın Allah katında olacağına inandığı için herhangi bir kuvvet ile gücü olmadan, kendi kendisini kontrol etmeye gayrete eder.  Bunun şuuruyla yaşadığı için İslam fıkhının hâkim olduğu zaman ve devirlerde, bu fıkhın kendi karakteri gereği kaos veya haksızlıklardan bahsetmek, asıl değil arızî bir durum olur.

Bu İslami nazar ve duruşa mukabil modern insan, sahip olabildiği her şeyin mutlak manada kendisinin olduğunu düşündüğü için, sınırsızca onu tüketerek kullanır. Bu nedenle, adam intihar etmiş, yok aklını gideren içkiyi kullanmış, yok külfet olur, özgürlüğümü sınırlar diyerek çocuğunu aldırmış veya doğup bir yaşa gelen çocuğunu birilerine teslim etmiş veya malımı ben kazandım diyerek har vurup harman savurmuş, bu ve benzer daha her türlü savurganlığı, ölçüsüzlüğü kendine bir hak olarak görür. Bunu böyle gördüğünden, aslında bu düşünce yapısı başlı başına problem ve kaos çıkartmaya zemin oluşturmaktadır. Bu nedenle de sürekli kanunların yenilenmesi, yeni kolluk tedbirleri vb. çözüm alternatiflerine daima ihtiyaç duyulmakta ve beşerî hukuk hiçbir zaman dört başı mamur bir düzeni tesisi edememektedir.

Bu genel girizgahın akabinde kelimenin epistemolojik sürecine bakarsak;Fıkıh kelimesi lügattebir çok manaya gelmekle beraber bunlardan iki tanesi şöyledir: a-) Genel anlama manasındadır.  Bu meyanda cenab-ı hak Araf suresi 179.ayetinde “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik.” buyurmakta, yine Nisa suresi 78.ayetinde“Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!” buyurmakta. Birinci ayet-i celiledeki “la yefkehun” kelimesi ikinci ayet-i celiledeki “la yefkehun” kelimeleri mutlak anlama manasındadır.b-) Dinde ince, derin anlayış/kavrayış manasına gelir. Bu manada ise hak teala Tevbesuresi 122.ayetinde“(Ne var ki) mü'minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir.

Öyleyse onların her kesiminden bir grup da din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” buyurmaktadır. Yineİsrasuresinde “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Her şey O'nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tesbihlerini anlamazsınız” buyurulan 44. ayet-i celilelerindeki “liyetefekkehu” kelimesi ile ikinci ayet-i celiledeki “la tefkehune” kelimeleri dinde ince anlayış/kavrayış manasındadır. Bu manayı teyidenRağıbel-İsfehani de “fıkıh; bir şeyin arka planını bilmek ve derinliklerine ulaşmaktır” şeklinde tarif etmektedir.

Fıkhınıstılahî (İslam bilginleri, usulcü ve alimleri arasında) manası ise; usulcüler fıkhı “tafsili delillerden elde edilen, şer’i/ameli hükümleri bilmektir” diye tarif ederler. Ayrıca Fıkıh kelimesini, İslam medeniyetinin oluşum evrelerinde üç aşamalı olarak kullanıldığını görmekteyiz: a-) İlk evrede; İslam’ın ortaya koyduğu bütün hükümler ve içtihad yolu ile onları bilmek manasında idi. Efendimiz (a.s.)’ın “Nice bilgi sahipleri vardır ki onu, kendilerinden daha bilgin ve anlayışlı olana aktarırlar.”ifadesi bu manadadır. Bu manada fıkıh, şeriat ve din kelimeleri ile müteradif (eş anlamalı) oluyor. İmam-ı Azam efendimizin“Fıkıh, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir.” şeklindeki tarifi de bunu göstermektedir. Bu İslam’ın ilk evrelerinde neredeyse hicrî 2. asrın ortalarına kadarda bu manada kullanılmakta idi. b-) İkinci asrın yarısından sonrafıkıh, sadece akaidin dışındaki hükmümler yani İslam’ın sosyal hayata dair olan hükümleri manasında kullanılmakta idi. c-) Mezheplerin kurumsallaştığı ve Abbasi devletinin kurulmasından sonra bu güne dek sadece İslam dininin ibadet ve muamelata dair hükümleri manasında kullanılmaktadır. Bu tanımlama süreç içinde, İslam ilimlerinin teşekkülü ile bu şekilde gelişti. Ahlakiyat konularına ilm-i tasavvuf, inanç konularına ilm-i kelam/ilm-itevhid, ameli konulara ise ilm-i fıkıh ifadeleri kullanıldı.

Fıkıh ile Şeriat Arasındaki Fark?

Bu genel malumattan yola çıkarak fıkıh kelimesi ile şeriat kelimesi arasında ilmi anlamda nasıl bir fark olduğuna bakarsak,Şeriat ifadesi İslam’ın bütün hükümlerini ifade ederken, Fıkıh kelimesi ise yalnızca ameli olan şer’i hükümler manasında kullanılmaktadır. Diğer bir açıdan Şeriat, Allah’ın(c.c.) vahiy olarak resulüne indirdiği hükümler ve kaidelere denilirken, Fıkıh, ister nasslardan elde edilsin, ister re’y yolu ile (içtihad edilerek) elde edilsin, ameli hükümleri ve kaideleri ifade etmektedir.Yani şeriat, Allah’ın(c.c.)vahyettiği hükümler ve kaideler olurken, fıkıh ise bunların üzerindeki müçtehidlerin ve fukahanın o vahyedilen hükümlerden istinbat (çıkartma) ettikleri, sahih metodoloji ve temel ilkeler ışığında yaptığı çıkarımlardır.

İfade ettiğimiz bu genel malumattan sonra mahiyet itibarı ile İslam fıkhının mahiyetini iki başlık altında ele alınabilir: a-) ‘Ne’liği ve ‘nasıl’lığı nassa bağlı olup asla değişmeyecek olanlar: İbadetler. Namaz oruç, içkinin haramlığı gibi ibadetler. Bunlar teabbudi (Allah ve Resülünün bildirmesi ile) olduklarından değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Zira kesin nass ile sabittirler.b-) Esası “İnsanların maslahatlarının gözetilmesi” olan genel kaideler bünyesinde, zamanın veya şartların değişimi ile değişiklik arz edebilen hükümler. Tabi burada şunun altınında çizilmesi gerek:

Bu zamanın veya olayların değişimi ile değişiklik arz edebilen hükümlerin a)ameli,fer’i hükümler olması;b)bunların kat’i (kesin) naslarla çelişmemesi gerekmektedir. Bu şartlar altında ancak değişiklik yapılabilir.

Selam ve dua ile.

Muhammed Şevket Gökşan.


fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Şeriat Neyimiz Olur 3
« Yanıtla #2 : Haziran 17, 2021, 07:28:12 ÖÖ »
Şeriat Neyimiz Olur  3

Modern Hukukun Gerekçesi

Bir önceki yazımızda, İslam hukukunun gerekçesinin temelde 5 şeyi güvence altına almak olduğunu kısa da olsa ifade ettik. Bu vesile ile bugün dünyamızın kahir ekserisine hâkim olan modern hukukunda kısaca gerekçesine değinmek yerinde olacaktır. Özetle modern hukukun gerekçesini şöyle ifade edebiliriz: Aydınlanma fikrine dayalı olarak eşyaya karşı (hazza dayalı) özgürlük ve eşitlik. Bu özgürlükten maksat ise üretenlerin üretmesi, tüketenlerin tüketmesi özgürlüğü yani bu yolda eşyayı özgürce kullanması diyebiliriz.

Modern Çağda Fıkıh ve Muadili Olarak Kullanılan Hukuk?

Öncelikle toplumların şeylerle olan ilişkisi aslında o toplumların bir nevi genel duruşunu ve neye, nasıl ve nereden baktığı hakkında bizlere fikir verir. Bu bağlamda, İslam medeniyetinde insan, şeylerden adalet ile faydalanmayı, kullanma/muamele etmeyi bir vecibe olarak bilir.  Bu temel yaklaşımı sebebiyle, bu yaklaşıma ve ilkeli duruşa halel getirecek olan, haz alma ve sınırsız özgürlük anlayışına gem vurmayı ve bunları frenlemeyi asli vazifelerinden sayıp, bunu bir zorunluluk olarak görür. Bunun dışındaki davranışları ise Adaletsizlikolarak telakki eder. Bugün genel anlamda dünyaya hâkim olan Batının toplum algısında ise insan, şeyleri, nesneleri tüketen bir varlık olarak görülür. Yani haz almak için modern birey, daima varlıkları tüketmeyi kendisinde doğal bir hak olarak görür. Şimdi insanın eşya ile olan ilişkisine kısaca genel olarak temas etmiş ve insanların birbiri ve eşya ile ilişkilerini tanzim eden Fıkha değinmişken, yaşadığımız modern çağda fıkhın muadili olan “kanun”kelimesine değinmemek olmaz.

Kanunlugatta; Farsçadan veya Rumcadan veya Habeşçeden veya Yunancadan Arapçaya geçen kaide manasında bir kelimedir.  Istılahta ise, kişinin faydasına olanı ön gören ve toplumsal hayatını tanzim eden kaidelerin toplamına kanun denilir.

Şimdi kısada olsa fıkıh ile kanun yani modern hukuktan bahis sadedinde fıkıh ve hukuka dair bazı genel malumatları paylaşmak istiyorum.

Toplum mu Hukuka, Hukuk mu Topluma Yön Verir?

Reeldeki modern hukukun uzamı olan Batı toplumlarında, (onlar hukuku inşa ettiklerinin) toplum hukuka yön verir. Zira pratikte, onların kendi doğru ve menfaatlerine göre hukuk şekillenmektedir. Fakat Batı toplumunun dışındaki halkı Müslüman ülke ve toplumlarda ise hukuk topluma yön verir. Pratiğe baktığımızda bu toplumlar geri kalmış toplumlar olaraktanımlanır ve hukukun gayesi onların standartlarını inanç, değer ve hayatlarını koruyup muhafaza etmek yerine hukukun eli ile onlar bir nevi devşirilip hukukun vâzı’ları(kanun koyucuları) tarafından idealgörülen bir kalıba girmeleri amaçlanmaktadır. Yani kanunlar ve hukuk onları birilerinin istediği şekle, kalıba koymak için vardır. Unutmamak lazım ki insan ve toplumun hayatının ekserisini kaplayan kurallar topluluğu olan hukukun, kendine özgü, mensup olduğu bir hüviyeti vardır. Batı hukukunun hüviyeti ise aydınlanma düşüncesi ve bu düşüncenin üzerine oturduğu eşitlik ve özgürlük ilkeleridir.Zira batı hukukunun yürürlüğe girmesini sağlayan kavramlar batılı anlamda (modern anlamda diyoruz) temelde eşitlik ve özgürlüktür.Batıda üretilen hukuk ile idare edilen,halkı Müslüman ülkelerde hukuk, maalesef bu hukuk marifeti ile bu halkların batılılaşmaya doğru dönüştürme görevini yüklenmiştir ve bunuifa etmektedir. Dolayısı ile, halkı Müslüman olduğu halde beşeri hukuk ile tanzim edilen bu ülkelerdeki kaos veya kargaşaları kasıtlıolarak İslam’a mal etmek hıyanet değil ise aymazlıktan başka bir şey olmaz.

Beşeri Hukuk İle İslam Hukuku Arasındaki Mahiyet Farkı

a-) İslam fıkhı Adalet kavramı üzerine oturur. Üsul-i fıkıh ve füru-u fıkıh başlıklarında ele alınır. Yani teori ile pratik ayrı ayrı ele alınır. Yani“Değişmez ve değiştirilemez evrensel ilahi temel ilkeler ile, bu ilkeler çerçevesinde zamanın, şartların ihtiyacına göre değişebilen,insanların maslahatlarını merkeze alan fer’i hükümler” şeklinde bir minval üzeredir. b-) Modern hukuk ise aydınlanma fikrinden yola çıkarak eşitlik ve özgürlük kavramları üzerine kendini oturtur. Kamu hukuku ve birey hukuku diye ikiye ayrılır. Bu nedenle tarihseldir; yani meseleleri, asrın şartlarına göre sürekli yenileyerek yorumlamayı esas alır. Baktığımızda mevcut hukuk sistemleri bu minval üzeredir. Bu nedenle meclisler ve hukukçular mütemadiyen kanun ve yasaları değiştirmeye mecbur ve memurdurlar. Zira sınırlı olan insan zihninin ürünü olan bu çalışmaların yarınlarda doğru ve isabetli oluşunu korumaları olanaksızdır.

Özellikle adalet açısından bir mukayese edecek olursak,İslam adaleti ile batı adaleti arasındaki fark nedir?

İslam’da adalet 3 kısımdır. Bunlar; a.) kişinin kendisine karşı adaleti, b.) rabbbine karşı adaleti, c.) başkalarına karşı adaleti, şeklinde tezahür eder. Bu nedenle İslam toplumlarında, hayatın merkezine oturan adaletin kendisidir. Her ne kadar istisnai bazı uygulamalar bunun aksini gösterse de, işin aslı ve genele teşmil olan yönünde her açıdan adalet hayatın merkezindedir. Tabi bu noktada parantez içinde şunun özellikle altını çizmekte fayda var. Bugün yaşadığımız dünyada gerçek anlamda bağımsızlığını ve özgürlüğünü elde edememiş, direkt veya dolaylı olarak sömürülen halkı Müslüman ülkelerdeki uygulamaları göz önünde bulundurarak İslam hukukunu ve nizamını değerlendirmek baştan aşağıya yanlış ve yanıltıcı olur. Zira halkın Müslüman olması başka bir şey, sistemin İslami esaslar üzerine kurulu olması başka. Yine kendilerine Müslüman/şeriat ülkesi diyen (İran ve Suud gibi) ülkelerin de, özellikle Osmanlının yıkılışından sonra, bu yıkılma projesinin tamamlanması için uydurulan “üniter devlet(ler)” projesi çerçevesinde uydurulan birer proje olmaktan öte olmadıkları ehli olan herkesçe malum olan bir durumdur.

Batı toplumunda ise adalet, sadece kişiyi kişiye karşı korumayı esas alır. Bu nedenle bir kişinin kendi canına kıymasını da bir hak görür, bedenine zarar veren (içki, bağımlılık yapan maddeler gibi) fiil ve eylemleri de bir hak olarakgörür.Bir kadının karnındaki bebesini kürtaj dediğimiz yolla katletmesini de, doğurduktan sonra onu belirlenen yerlere bırakıp terk etmesini de... Ve kapitalist bir mantıkla eşyayı, dahada ötesi hayatı tüketmesini de, hedonist hazlarını ve materyalist, kapitalist, seküler isteklerini yerine getirebilmesi için, doğaya veya dünyaya direkt veya dolaylıda olsa zarar vermesini, kendine bir hak olarak görür. Buradan yola çıkarak baktığımızda bugün yaşadığımız modern hayattaki kaos ve kargaşanın arka plan sebeplerini kestirmek çok da zor olmasa gerektir.

Bugünkü modern hukuktan önce batı toplumlarında feodalite/derebeylik (Avrupa’da kavimlerin göçü ile başlayan, toprağın sahibinin derebeyi olduğu, şövalye savaşçıları olan kalelerde yaşayan uç beyi gibi) hakimdi.  Daha sonrasında Fransız ihtilali ile beraber başlayan süreç bugün adına modern hukuk dediğimiz sonucudoğurmuştur.

Batı hukukunun özü burjuvazinin (üretim araçlarını ellerinde bulunduran ve bunlarla çıkarları birleşenlerden müteşekkil toplum sınıfı) daha fazla zenginleşebilmesi için aristokrasiden (devlet gücünü elinde bulunduran soylular sınıfı) daha fazla talep ettiği eşitlik ve özgürlüktür.  Bundan yola çıkılmıştır. Diğer bir açıdan modern hukukun adalet algısı bu burjuvazinin aristokrasiden talep ettiği özgürlük ve eşitliği temin etmesi üzerinedir. Bu husus aslında batı toplumlarında eşitlik ve özgürlük dendiğinde neyi kast ettiklerini de gösterir. Tabi gelişmemiş veya gelişmekte olan, batıyı örnek ve ölçü alan toplumların da bu gerçeği görmeleri, epey zor bir durumdur.

İslam hukuku ile modern hukuk arasındaki farkları maddeler halinde sıralarsak; 1. Gerek İslam olsun ve gerek İslam’ın dışındaki toplumlar olsun, tüm toplumlarda insan üstün olarak kabul edilmiştir. Fakat bu üstünlük İslam’daAraf suresi 172.ayetinde buyurulduğu üzere “İnsanın elestbezminde Allah’a(c.c.) verdiği söz” ile, Ahzabsuresi 72. ayet-i celilesinde ifade edilen “insanın emaneti/sorumluluğu yüklenmesi”dir. Yani insan sorumlu olduğu, sorumluluğu yüklendiği için üstün kılınmıştır.

Beşerî toplumlar özelinde Modernizmin ana söylemi ise, insan akıl sahibi olduğu için üstündür.Bu nedenleinsan, mutlak manada özgürdür. Bu özgürlüğünden kastedilen ise bireylerin/kitlelerin eşitlik ve özgürlüğüdür. Bu modern hukukun temelini oluşturur. Buradaki özgürlük Rönesans döneminin (ortaçağ vereformasyon dönemi arasındaki süreçki 15. yy’da başlayıp 16.yy’daİtalya’da tercüme ile Yunan felsefesiyle irtibat sürecidir bu.Batılı bilim adamları bundan sonra İslam’ın entelektüel katkısını ve varlığını yok saydılar) izmlerinden olan hümanizmdir.Eşitlik ile özgürlüğün birleştiği yer ise, aydınlanma fikridir. Eşitlik ve özgürlüğün bayraktarlığını batı toplumunda burjuva yapmaktadır. Bunun sebebi bunların çok insancıl olmalarından değil, bilakis parayı ellerinde tutmuş olmalarındandır.  Daha basit bir ifade ile burada kast edilen birilerinin özgürce diledikleri gibi herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan üretmeleri ile kendilerinin dışında kalan büyük toplumların ise, bunların ürettiklerine ulaşma ve onları tüketme özgürlüğüdür. Modernizme göre eşit olmak kitle olmaktır. Zira onlar kitlenin parçalarıdırlar. Her bir bireyin insan olmak değil, kitlenin parçası olması aydınlanma düşüncesinin eşitlik tasavvurunu oluşturur. Kitle kelimesi ise tüketim topluluğu anlamındadır. Feodal düzenden özgürlüğünü elde eden burjuvazininkastettiği özgürlüğün, 21.yy’daki karşılığı, tüketici olma vasfıdır. Yani bunlara göre toplum, kendilerinin ürettiklerini tüketme özgürlüğüne sahiptirler.

Özetle, Müslüman toplumda özgürlükten kastedilen insanın zihnen mutlak üstün olması anlamında iken modern toplumda, ekonomik toplumda ise üretim ve tüketimde özgür olmaktır. Batı toplumu insanı haz alan şey olarak merkeze alırken, Müslümanların böyle düşünmeleri söz konusu olamaz. Bundan dolayı İslam’da, batı toplumunda olduğu gibi biçimsel anlamda bir eşitlikten bahsedilemez. Bilakis Müslümanın eşitlik anlayışı, kemmiyyet (nicelik) itibarı ile değil keyfiyyet (nitelik) itibarı iledir. İnsan doğuştan mutlak üstünlülüğe sahiptir. Ama bunun sebebi, batıdaki gibi akıl sahibi olduğu için değil, elestbezmindeAllah ile insan arasında yapılan ahde ve emaneti yüklenmeye/mesuliyete dayanır. Buda Müslüman bireyin kitlenin parçası olması durumuna manidir.

Selam ve dua ile…

Muhammed Şevket Gökşan.

 


* BENZER KONULAR

Ahmet Şafak – Şimdi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 04:44:02 ÖS]


Ahmet Şafak – Farkımız olsun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 04:41:39 ÖS]


Hilmi Şahballı – Kucaklaşalım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 04:37:51 ÖS]


Herkes İmtihandadır Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:19:51 ÖÖ]


Tevazu Göstereni Allah Yükseltir Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:05:02 ÖÖ]


Yükü Hafif Olan Kurtuldu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:03:13 ÖÖ]


Çağın Kirlerinden Bismillah İle Arınalım Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:44:07 ÖÖ]


Pişman Olmak İçin Geç Değil Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:40:08 ÖÖ]


Allah'a Verdiğimiz Sözü Tutalım Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:27:58 ÖÖ]


Dua Hayatımızın Neresinde 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:10:39 ÖÖ]


DUaHaımııb Nerene 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:07:38 ÖÖ]


Ahiret Zarurîdir 6 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:59:47 ÖÖ]


İslam Birliği Zaferi Hayal mi 4 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:51:19 ÖÖ]


Dertsiz Müslümanlara Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:42:27 ÖÖ]


Kalabalıklar İçinde Yalnızlaşan Toplum Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:33:50 ÖÖ]


Ahirete Eli Boş Gitmemek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:27:03 ÖÖ]


Hayatın Altın Kuralları Gönderen: anadolu
[Dün, 05:08:59 ÖS]


İyimisiniz Gönderen: anadolu
[Dün, 04:54:57 ÖS]


Niye Ben Gönderen: anadolu
[Dün, 04:50:37 ÖS]


Gaflete Kapılmamaya En Dikkat Edilmesi Gereken Zamanlardan Biri Gönderen: anadolu
[Dün, 04:44:26 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48