BİR ÖMÜRLÜK HAC
Hac iç içe anlam katmanlarıyla derinlikli, nice sembol ve hatıralarla bezeli ihtişamlı bir ibadet. Hayatın akışını değiştiren, insanı yenileyen, ümmet şuurunu ilka eden büyük manevi atmosfer. Haccı anlama adına çok şey söylenebilir. Fakat esas olan, yeterlilik sahibi herkesin hacca koşması, henüz gidemeyenlerin gitme isteğini kalbinde taşımasıdır.
İslâm, Allah’a ve Rasulü’ne teslim olmaktır. Bu teslimiyetin beş temel şartı vardır. Bunlar da Kelime-i şehâdet, namaz, oruç, zekât ve hacdır.
Kelime-i şehâdeti dil ile ikrar edip kalp ile tasdik eden müslüman olur. Kelime-i şehâdet ömür boyu, yirmi dört saat farzdır. Çünkü kelime-i şehâdet imandır. İman da her an korunmalıdır.
Ayrıca iman ibadetlerle ispatlanmalıdır. Bunun için Kelime-i şehâdetten yani imandan sonra namaz gelir. Namaz kılmak, günde beş defa farzdır. Oruç ise yılda bir ay farzdır. Nisap miktarına ulaşanlara senede bir kez zekât vermek farz olur. Hacca gitmek ise ömürde bir defa farzdır. Yani hac ömürlük bir ibadettir.
Nasibi olanlar
İçinde bulunduğumuz hac ayları ve hac günleri senede bir kez gelir. Hacca nasibi olanlar yerinde duramaz. Kâbe özlemiyle yanarlar. Peygamber sevgisiyle tutuşurlar. Çoğu müslümanın “acaba bana da bir gün nasip olur mu” diye hasretini çektikleri hac mevsimine kavuşurlar. Bugünlere ulaşmanın mutluğunu yaşarlar. Her yıl kara, hava, deniz yollarıyla milyonlarca kişi dünyanın dört bir tarafından kıblemizin merkezine yönelir. Hac farzını yerine getirmek için kutsal topraklara doğru yola çıkarlar.
Hac bir yolculuktur. Kalplere yolculuktur.
Geleceğe, ahirete yolculuktur. Geçmişe, peygamberlere yolculuktur. Rabbimiz’e yolculuktur. Kardeşlere, Kâbe’ye, Arafat’a, Mina’ya ve Hira’ya yolculuktur. Kuba’ya, Uhud’a, Hudeybiye’ye, Kıbleteyn’e, Ravza’ya gitmektir.
Dünyada iken cennet bahçesine girmektir. Meleklerin indiği, Cebrail a.s.’ın vahiy getirdiği, Kur’an’ın nazil olduğu yerlerde bulunmaktır.
Peygamberlerin yaşadığı yerde yaşamak, dolaştığı yerlerde dolaşmak, ibadet ettiği yerlerde ibadet etmektir. Hac, Kur’an-ı Hakîm’in övdüğü kutsal mekânlara yolculuktur.
Memleketimizden kalkıp Mekke’ye gelmek ve Kâbe’yi görmekle yolculuğumuz bitmiyor. Aksine yeni başlıyor. Hac, Allah’a yolculuğun başlangıç noktasıdır. Tıpkı Efendimiz s.a.v.’in Beytullah’tan rü’yetullaha yaptığı İsra ve Miraç yolculuğu gibi Kâbe, Rabbimiz’e yolculuğumuzun başlangıç noktasıdır. Hac bizim miracımızın adımıdır. Hac yolcusu Hak yolcusudur.
Bizler dünyada rü’yetullah ile şereflenemiyoruz ama Beytullah’ı görebiliyoruz. Yani dünyada, dünya gözüyle Rabbimiz’i göremiyoruz ama Hac yolculuğu ile O’nun “evim” dediği Kâbe’ye doya doya bakabiliyoruz. Bu vesileyle inşallah dünyada Beytullah’ı gören gözlere ahirette de rü’yetullah nasip olur. Dünyada Peygamberimiz s.a.v.’e komşu olana inşallah cennette de komşuluk lutfedilir.
Hayatımız boyunca pek çok yolculuklar yaparız. En anlamlı, en özel olanı ise hacdır. Hac yolculuğu manevi bir seyahattir. Hicrettir. Kutsal toprakları ziyarettir. Ülkeleri değil, nefs ve şeytanı aşmaktır.
Kalbe ilaç aramaktır. Şifa bulmaktır.
Hac yolculuğu ahiret yolcuğu gibidir. İnsanın ahirete, ebedi hayatına yaptığı sembolik bir yolculuktur. Ölüme, mahşere yolculuktur. Çünkü ihram bir kefen misalidir. Mikat bir dünya değiştirme yeri ve ahirete gitme vakti gibidir.
İç içe yolculuk
Hac, iç içe geçmiş birçok yolculuğu barındırır. Öncelikle insanın kendi iç dünyasına, kalbine yaptığı yolculuktur. Her ibadetin olduğu gibi haccın da kalbî bir boyutu vardır. Kabul olması Allah rızası için yapılmasına bağlıdır. Yani niyet sağlam olmalıdır. Kalpte Kâbe’nin Rabbi bulunmalıdır.
Niyet, samimiyet, huzur ve sekînet kalbî yolcuğun halleridir. Bu yolculuk, kalbe imanı ve muhabbeti yerleştirme yolcuğudur.
Hac yolculuğu ahiret yolcuğu gibidir. İnsanın ahirete, ebedi hayatına yaptığı sembolik bir yolculuktur. Ölüme, mahşere yolculuktur. Çünkü ihram bir kefen misalidir. Mikat bir dünya değiştirme yeri ve ahirete gitme vakti gibidir. Arafat ise mahşerdir. Arafat vakfesi mahşerde affını bekleyenleri sembolize eder. Hac, başlı başına yeniden dirilişin, mahşerin provasıdır.
Bu provada hiç kimse birbirinin ayıbına bakmamalıdır. Çünkü mahşerde sadece kendisiyle meşgul olacaktır. Hacda birisinin ayıbı ile meşgul olan mahşerin provasını anlamamış demektir.
Herkesin dünyada bazı planları vardır. Bu okulda okuyacağım, şu işi yapacağım, şöyle bir ev alacağım gibi birçok hedefler koyarız. Fakat önümüzdeki günlere, yıllara dair planlarının hepsi şüphelidir. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli değildir. Çünkü bir dakika sonrasına dahi garantimiz yoktur. Fakat kesin olan bir şey var ki, o da ölüm ve ötesidir.
İşte hac ibadeti bize kesin olan ölümü ve mahşeri yaşatıyor. Böylece adeta yüzlerce, binlerce, milyonlarca yıl sonrasının planını yaptırıyor. Bizi ahirete hazırlıyor.
Evet; hac, ebedi hayata dair bir planıdır. “Üç dört yıl sonrası için planın var mı” diye sorulsa, çoğunluk “evet, var” der. Otuz kırk yıl sonrası sorulsa, çoğunluk “acaba bu kadar yaşayabilir miyiz” diye cevap verir. Ya “üç yüz, dört yüz sene veya daha sonrasına planın var mı” diye sorulsa “var” diyebilen kaç kişi çıkar? Yüzlerce, binlerce, milyonlarca yıl sonrasının planı demek, kabir ve ahiretin planı demektir. Bu plan, kabrini cennet bahçesine, ahiretini cennete çevirebilmenin planıdır. İşte hac, ölüm ve ahiret yolcuğunun provasıyla ahiretin planını yaptırıyor.
Okullarda bir program ya da etkinlik icra edilecekse öncesinde birçok kez prova yapılır.
Etkinlikte hata olmasın, başarılı bir program olsun diye. Ölüm ve mahşerin provasını düşünen ise azdır. İşte hac bu provayı her yıl milyonlarca hacıya yaptırmaktadır. Bu prova bize yolculuğun meşakkatlerini gösterir. Sonsuz hayata hazırlığın iyi yapılması gerektiğini ifade eder. Yolda güçlü olmanın önemini vurgular. Kimin mülkünde kimin izniyle dolaştığımızı hatırlatır. Kimin huzurunda olduğumuzu ve kime hesap vereceğimizi öğretir.
Bir başka açıdan hac, kardeşliğe yolculuktur.
Ümmete yolculuktur. Din kardeşlerimize yaptığımız bir yolculuktur. Tavafta dilleri, ırkları, renkleri, coğrafyaları farklı, dünyanın dört bir köşesinden milyonlarca müslüman bir araya gelir.
Buluşur, kaynaşır. Irk, memleket ve derilerimizin renkleri farklı olsa da kıblemiz, Kâbemiz, Rabbimiz, Peygamberimiz ve dinimiz bir olarak bir araya geliriz. Yani kardeşlerimize hicret ederiz. Kardeşliğin şuuruna varırız.
Hacda kardeşlerimizdeki güzellikleri görünce mutlu oluyoruz. Aynı sevinci yaşıyoruz. İhtiyaç sahibi kardeşlerimizi görüyoruz, dertlerini anlıyoruz. Aynı üzüntüleri duyuyoruz, acılarını paylaşıyoruz. Bu bakımdan hac, kardeşlerimizin derdiyle dertlenmenin, yükünü çekmenin şuuruna varmaktır. Hani anlatılır ya: Adamın biri hasta kardeşini, boğazına kadar suyun içinde sırtında taşıyarak nehrin karşısına geçirirken birisi “yükün amma da ağırmış” der. Kardeşini sırtında taşıyan kişi ise “bu yük değil, kardeşim” diye cevap verir.
Yani “kardeş hiç yük olarak görülür mü” demiş olur.
Hacılar Arafat’tan Müzdelife’den inerken hastaları sırtında taşıyabiliyorlar. Metaf’ta, Safa ve Merve tepeleri arasında, anne baba, akraba veya herhangi bir din kardeşine tekerlekli arabalarla tavaf ve sa’y yaptırıyorlar. Birbirlerine yardımcı oluyorlar. Bunu da yük değil, sevap olarak görüyorlar. Hac sırasında birbirinin yükünü severek çekenler, dünyaya kardeşliğin ne demek olduğunu ilan ediyor. Ümmet olma şuurunu sergiliyor.
Hacılar tavafta sağına baktığında Afrikalı’yı, soluna baktığında Uzak Doğulu’yu, önünde Avrupalı’yı, arkasında Amerikalı’yı, yani dünyanın her bir köşesinden müslüman kardeşini görebiliyor. Sıcak bir bakış, tatlı bir tebessümle birbirlerine selam veriyorlar. Şu halde hac, yılda bir kez müslümanların küresel ölçekte bir araya gelişidir.
Dünyanın her yıl tekrarlanan en kalabalık kongresidir. Bu durum, haccın ümmete ve kardeşliğe yolculuk olduğunu net bir şekilde anlatıyor.
Ümmetin vahdeti adına
Bu noktada akla şu can yakıcı sorun gelir. Hacda ümmet bir araya geliyor ama İslâm ülkelerinin sorumluları bunu yapamıyor. Bu da ümmetin değil, idarecilerin dağınıklığını gösterir. Hacda küçük bazı toplantılar haricinde müslüman ülkelerin başkan veya bakanları maalesef bir araya gelemiyor. Hiç değilse ülkelerin hac organizasyon sorumluları bir araya gelse ve müslümanların sorunlarını masaya yatırsa, yılda birkaç meselenin çözümüne vesile olurlardı. Belki Suriye, Irak, Filistin, Yemen ve daha nice müslüman memleketlerdeki krizlerin çözümü için adımlar atılırdı.
Günümüzde ümmetin parçalanmışlığı haccın ruhuna değil, İslâm düşmanlarının arzularına uymaktadır. Yüz yıl öncesine baktığımızda, 20. asrın başlarında İslâm düşmanları II. Abdülhamid’in Hicaz Demiryolu’ndan rahatsız olmuşlardı. Çünkü hac, ümmet ve kardeş birliğini sağlamaktaydı. Nitekim başta İngilizler ve Siyonistler, II. Abdülhamid’i tahttan indirmenin gecikme sebeplerini araştırınca, Padişahın halifeliği, tasavvufu ve Hicaz Demiryolu’nu da kullanarak haccı İslâm birliği için çok iyi organize ettiğini görüyorlar. Bunun için halifeliğin, tasavvufun ve haccın yasaklanması veya engellenmesi adına ellerinden geleni yapıyorlar. Haccın müslümanları bir araya getirme fonksiyonunun bitirilmesi veya azaltılması için çalışıyorlar. Kısmen de başarıyorlar.
Davetiye bastırılmadan, masrafa girilmeden, üstelik kendi imkânlarıyla her yıl milyonlarca hacı bir araya geliyor. Dünya müslümanları hacdaki dostlukları hacdan sonra da sürdürse ümmet bir ve beraber olur, daha güçlü olur. Bu durum dosta güven, düşmana korku salar. İşte o zaman kardeşliğe tam manasıyla büyük çapta bir yolculuk gerçekleşmiş olur.
Hac, aynı zamanda İslâm tarihine, tevhidin tarihine yaptığımız yolculuktur. Hz. Âdem a.s.’la başlayan, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail a.s.’la kuralları yenilenen, Efendimiz s.a.v. ile süreklilik kazanan hacla peygamberler tarihine muhteşem bir yolculuktur.
Medeniyete, geçmişe yolculuktur. Peygamberlere yolculuktur. Hacer validemize, Ezvac-ı Tahirat annelerimize ve Ashab-ı Kiram’a yolculuktur. Hz. Hamza r.a.’a, Uhud’a yolculuktur.
Hac’da asıl yolculuk ise Rabbimize, Beytullah’ın sahibine yapmış olduğumuz yolculuktur. Miraç gecesinde Efendimiz s.a.v.’ in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya ve oradan Rabbimiz’in huzuruna çıktığı gibi, Kâbe yolculuğun başlangıç noktasıdır.
Hac, ilâhî aşka yöneliştir. Kâbe’nin adı Beytullah’tır. İnsan kalbine de “beytullah: Allah’ın evi” denir.
Çünkü Allah Tealâ’nın’ın tecelli ettiği en güzel mekân insan-ı kâmilin kalbidir. Nitekim Allah Rasulü s.a.v. Kâbe’yi tavaf ederken: “Ey Kâbe! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce! Ama canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah nezdinde müminin kalbi senden daha yücedir.” buyurmuştur. (İbn Mâce, Fiten, 2). Dolayısıyla Kâbe’ye hürmet gibi insana da saygı gösterilmelidir. Kâbe kul inşası, Kalp Allah yapısıdır. Müminlerin başta olmak üzere insanların kalbini kırmamak, saygınlığını çiğnememek Kâbe’ye hürmet gibidir.
Bu yolculuklar yapılmadığında hac yolculuğu, turistik bir seyahatten öteye geçmeyecektir. Manevi şuurdan uzak olarak yerine getirilen yolculuk; yani Beytullah’a, Allah’a, Rasulullah’a, kardeşliğe ve ahirete yapamadığımız bir hac yolcuğu sadece ülkeler arası bir seyahate dönüşür.
Oysa hedef yeni bir ülke, dağ taş gezmek değil, şeytanı yenmektir. Allah’ın rızasını kazanmaktır. Nefsi aşmak ve Allah’a ulaşmaktır.
Hac, aynı zamanda İslâm tarihine, tevhidin tarihine yaptığımız yolculuktur. Hz. Âdem a.s.’la başlayan, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail a.s.’la kuralları yenilenen, Efendimiz s.a.v. ile süreklilik kazanan hacla peygamberler tarihine muhteşem bir yolculuktur.
Haccın duygu boyutu
Haccın sadece fıkhî boyutunu bilmek yeterli görülmemelidir. Mesela insan teheccüdün faziletini bilir ama ibadete muhabbeti yoksa kalkamaz. Teheccüdü bilmek kolay, kalkmak zordur. Aynı şekilde haccın farzlarını, vaciplerini, sünnet ve edeplerini bilmek kolay, manevi boyutuna ve tüm şartlarına riayet ederek ifa etmek zordur. Çünkü hac sabır ister. Meşakkatlere tahammül gerektirir. Zor bir ibadettir. Bunun için Peygamberimiz s.a.v. hacca niyet ederken; “Allahım, haccı bana kolaylaştır ve kabul eyle” diye dua etmiştir.
Bu zorlukları aşmanın en kestirme yolu aşk ve heyecandır. Hacda ibadet aşkımızı ve heyecanımızı zinde tutmak için hikmetlerini kavramak, yapılanların anlamlarını bilmek gerekir. Böylece hacda bilgi ve duygu dengede tutulabilir.Meşgaleler, günlük telaşlar bazen heyecanımızın kaybolmasına, ibadetin yüke dönüşmesine sebep olur. Bunun için hacı, heyecanını kaybettiren ortam ve tutumlardan uzak durmalıdır. Arkadaşlarını iyi seçmelidir. Çünkü haller kişiden kişiye geçer. Âşıktan aşk, gafilden gaflet sirayet eder.
Hacda nerde, niçin bulunulduğu tefekkür edilmelidir. Tekbir, telbiye, Kâbe, oradaki manevi atmosfer hacının imanını kuvvetlendirir. Artan iman daha çok heyecanlandırır. Tavafa, namaza, duaya aşkla yönelmeyi sağlar. Böylece imandan ibadete, ibadetten imana sürekli bir dolaşım meydana gelir. İşte hacı, hacca gidişten memleketine dönüşe kadar heyecanını artırarak bu deveranı sürdürmelidir.
Hacda davetin, ihramın, Mikat’ın, telbiyenin, tavafın, Makam-ı İbrahim’in, sa’yin kalbe yönelik boyutu canlı tutulduğunda; Arafat’ın, vakfenin, Müzdelife ve Mina’nın, şeytan taşlama ve tıraş olmanın derûnî manası hatırdan çıkarılmadığında haccın tadı bambaşka olur. Bunun için en başında hacca davet idrak edilmelidir. Davet sahibi sıradan biri değildir. Hac emrini veren, yani davet eden bizzat Allah Tealâ’dır. Bu çağrıyı duyuran elçiler ise İbrahim a.s., ve Peygamberimiz s.a.v.’dir.
Çağrıyı duyan, imkânı olan yola çıkmalıdır. Yolculuk hazırlık ister. Hac yolculuğuna hazırlık, ebedi yolculuğa hazırlığı hatırlatır. Bir aylık yolculuğa çıkan bir aylık ihtiyacını hazırlar. Ahirete, ebediyete giden de, bu en büyük ve dönülmez yolculuk için hazırlık yapmak zorunda olduğunu idrak eder.
Hac yolculuğu ayrıca bize peygamberleri hatırlatır.
Ama onların hayatlarını bilmek şartıyla. Hz. Âdem a.s.’ın hayatını okuyana Arafat çok şey fısıldar. Hz. Havva’yı bilene Cidde bir şeyler söyler. Hz. İbrahim a.s.’ı öğrenene Kâbe, Mina neler anlatmaz ki? Hz. Hacer validemizi anlayana Safa ve Merve tepeleri bir başka dilden konuşur. Peygamberimiz’in hayatına vâkıf olana, ömrünün elli üç yılını geçirdiği, Kur’an-ı Kerim’in neredeyse yarısının indiği Mekke müthiş hatıralar sunar. Kutsal topraklara oraları anlatan eserleri okuyarak ve gönül coşkusu ile gidilse Haremeyn’de pek çok güzellikler tadılır.
Hac için yolculuğa çıkan kişi, Mikat sınırından önce hacca niyet eder ve telbiye getirir. Böylece Hac yolcuğu artık başlamış olur. Mikat, tayin edilen vakittir. Buluşma vakti, randevu yeridir. Allah ile buluşmanın yeri ve zamanıdır. Haccın başlangıç zamanıdır. Mikat, takva maratonunun ilk adımıdır. Bu randevunun sonucu niyet, samimiyet ve takvaya göre belirlenir.
Hac, kardeşliğe yolculuktur. Ümmete yolculuktur. Din kardeşlerimize yaptığımız bir yolculuktur. Tavafta dilleri, ırkları, renkleri, coğrafyaları farklı, dünyanın dört bir köşesinden milyonlarca müslüman bir araya gelir.
Bir ahiret provası
Mikat’a ihramla girilir. İhram, haram kılmak demektir. Hac dışında helal olan bazı söz, fiil ve davranışların belirli bir süreyle haram kılınmasıdır.
İhramlık giysiler bütün ayrıcalıklardan soyunmadır.
Görüntüde de eşitliğin sembolüdür. Devlet başkanından en alt mertebedeki adamın giydiği ihramlık aynıdır. İhram dünyevî elbiselerle birlikte her türlü makam ve mevkiyi bırakmaktır. Başı açık, yalın ayak, iki parça bez ile Allah’ın huzuruna çıkmaktır.
İhramlı kişi başını örtemez, dikişli elbise giyemez, tırnağını kesemez, koku süremez. Canlı öldüremez, avlanamaz, avcıya yol gösteremez, ağaç kesemez.
Böylece bütün yerleşik alışkanlıklarını terk etmiş olur. İhram, insanların sahte itibarından, yapmacık tavırlardan ve bütün kötü huylarından soyunmuş olmanın sembolüdür. İhramlı kişi ölmeden önce ölme eğitimi almakta, bir nevi ölüm rabıtası yapmaktadır. Çünkü dünya elbiselerinden soyunup ahiret libasına bürünmektir. Böylece ihram bir yönüyle ölünün kefenlenmesini, bir yönüyle de yeni doğmuş bebeğin kundaklanmasının simgesidir.
Şu halde ihram, ölmeden ölmek ve Allah’a gönüllü teslim olmaktır. Dünya ile ahiret çizgisinin inceliğini, belirsizliğini yaşamaktır. İhram kuşanan kişinin artık dünyaya değer vermemesi beklenir.
Hedefe ulaşıncaya, cennete vasıl oluncaya kadar artık fani ve sahte olana aldanmaması, yüzünü ebediyete dönmesi beklenir.
İhramlıklar içindeki hacı, barışın da sembolüdür.
Bir örnek beyaz giysi kefeni hatırlattığı gibi barışı da simgeler. Birlik duygusu verir. Sadelik, gösterişten uzak durmayı öğretir. Dünya adına her şeyi kenara atıp Allah’a yaklaşma adımını attırır.
İhramlıkları giyip niyet edince ve telbiye getirmekle hacda yasaklar başlar. Namazda konuşmanın, oruçta yeme, içme ve cinsi münasebetin yasak olduğu gibi, hacda da ihramdan çıkıncaya kadar bazı helaller yasak olur. Öncelikle hac dışındaki haramlar burada da haramdır. Hatta daha günahtır. Çünkü sadece günah işlenmiş olmaz, kutsal beldelere hürmetsizlik edilmiş de olur.
Cidal denen kavga ve tartışma da hac yasaklardandır. Düşünün, üç beş milyonun içinde kavga etmeyen hayat boyu kavga etmez. Tavafta, Arafat’ta veya Mina’da kalabalıkta ayağına basıldığında bir şey demeyen, bir daha kimseyi incitmez. Otelde yemek sırasında, Kâbe’ye giderken otobüs kuyruğunda tartışmayan, artık sonraki hayatında kimseyle tartışmaz. Yani böyle olması beklenir.
Hacdan yeni doğmuş gibi günahsız dönebilmek için hac yasaklarına uymak şarttır. Ayrıca ihram yasakları içinde bulunan tırnak kesmeme, koku sürünmeme, ot koparmama, canlılara zarar vermeme gibi hususlara da dikkat etmek gerekir.
Zaten ihramlı kişi ölü gibi sayılır. Ölü bunları nasıl yapabilir ki? Bütün bu yasaklar hakikaten ihrama girip girmediğimizin imtihanıdır.
Kâbe birliğin sembolüdür. Yolumuz ve yönümüzün birliğini simgeler. Hacı Kâbe’yi ilk gördüğünde muhteşem bir ânı yaşar. “Allahım, bir bina bu kadar mı insanı büyüler?” dercesine Kâbe’ye baktıkça bakar.
Teslimiyet ve büyük hatıraların izleri
İhrama girerken getirdiğimiz telbiyeyi ara ara yüksek sesle getirmek gerekir. Telbiye davete icabet etmektir. “Lebbeyk” derken, kulluğunun Cenab-ı Hak tarafından kabul olunduğunu ümit etmektir. Reddolunmaktan endişe etmektir. Korku ile ümit arasında bulunmaktır. Allah Tealâ “Bütün insanlara haccı ilan et.” (Hac 27) buyurmuştur.
Telbiye getirirken sesini yükselten kişi, Allah Tealâ’nın bu davetine icabet ettiğini düşünmelidir.
Telbiye, “sen çağırdın ben geldim” diyebilmektir.
Nice davetlere koşa koşa gidiyoruz. Küçük bir davete sevinçle iştirak edebiliyoruz. Hac daveti ise Âlemlerin Rabbi’nden gelen büyük bir davettir.
Telbiye; “Buyur Allahım, davetini duydum, koştum” diye cevap verebilmektir. Tıpkı seferde askerin komutanına “Emret komutanım!’’ der gibi canlı bir şekilde: “Buyur Allahım, emrindeyim buyur!’’ diyebilmektir.
Kâbe’yi görünceye kadar telbiyeye devam edilir.
Kâbe’yi görünce telbiyeyi bırakır. Kâbe birliğin sembolüdür. Yolumuz ve yönümüzün birliğini simgeler. Hacı Kâbe’yi ilk gördüğünde muhteşem bir ânı yaşar. “Allahım, bir bina bu kadar mı insanı büyüler?” dercesine Kâbe’ye baktıkça bakar. Kalpler bir başka çarpar, eller açılır, gözler yaşarır, dualar mırıldanır. Yıllardır yöneldiği Kâbe artık karşısındadır. Aradaki binlerce kilometrelik mesafe kalkmıştır. Zaman durmuş gibidir. Hacı, yeryüzünün ilk evinde, ilk ibadet yerindedir.
Alemlerin Rabbi’nin misafiri olmuştur. Çünkü ev O’nundur. Kendisi de O’nun misafiridir. Allah Tealâ sevdiğini evine kabul eder. Hacıyı da sevmiş ki evine kabul etmiştir.
Hacı Kâbe’yi görünce babamız Âdem a.s.’ı ve Havva annemizi, Hz. İbrahim ve İsmail a.s.’ı hatırlar. Hani Âdem a.s. ve Havva annemiz yeryüzüne indirildiklerinde dünyada hiçbir yerleşim yeri yoktu. Arafat’ta affedildikten sonra, Hz. Âdem a.s. cennette gördüğü, meleklerle beraber tavaf ettiği Beyt-i Ma’mur’u çok özlemişti.
Aynı evden dünyada da olmasını Cenab-ı Mevlâ’dan niyaz etti. Kurtubî Tefsiri’nde anlatıldığı üzere Mevlâ Tealâ, Kâbe’nin yerini bildirdi ve o da meleklerle birlikte Kâbe’yi yapıp tamamladı. Yüce Rabbimiz, yeryüzünde ilk evin Kâbe, şehirlerin anası demek olan “Ümmü’l-Kurâ”nın, yani bir nevi yeryüzünün başkentinin de Mekke olduğunu bize bildirmiştir. (En’am 92). O buyurur ki: “Yeryüzünde insanlar için konulmuş olan ilk ev Mekke’de olandır. O âlemlere bereket ve hidayettir.” (Âl-i İmran 96)
Hz. Nuh a.s.’ın yaşadığı döneme gelindiğinde insanlar yoldan çıkmıştı. O da insanları Allah’a itaate, günahlardan uzak durmaya ve kulluğa davet etti. İnsanların büyük çoğunluğu bu daveti reddetti. Dokuz yüz elli yıllık davete icabet etmeyenler sonunda büyük bir tufanla helak oldu. Bu tufanda yeryüzü ve dolayısıyla Mekke de sular altında kaldı. Kâbe yıkıldı, yeri kayboldu. Sonra Hz. İbrahim a.s., vefakâr eşi Hacer annemiz ve sadakatli oğlu Hz. İsmail a.s. Kâbe’nin temellerini ortaya çıkartıp yeniden inşa etti.
Kâbe’nin tarihi insanlık tarihiyle aynı geçmişe sahiptir. Kâbe, sanki göklerden yeryüzüne uzatılmış bir kurtuluş merdivenidir. Kâbe’yi tavaf eden kişi kendini Allah’ın Arşı’nın etrafında durmadan dönen meleklere benzetmelidir. Göklerdeki Beytü’l-Ma’mur, tam Kâbe-i Muazzama’nın hizasındadır. İnsanların Kâbe’yi tavaf etmeleri gibi melekler de onu tavaf ederler.
Tavaf Kâbe’nin etrafında dönmektir. Her bir dönüşe “şavt” denir. Yedi şavt bir tavaf eder. Hacı tavaf esnasında yüz binlerle beraberdir. Muazzam bir kalabalık içinde Allah’ın evinin etrafında dönmektedir. Kalabalıklar içinde Allah iledir. Halk içinde Hak’ladır.
Hz. Âdem a.s. cennette gördüğü, meleklerle beraber tavaf ettiği Beyt-i Ma’mur’u çok özlemişti. Aynı evden dünyada da olmasını Cenab-ı Mevlâ’dan niyaz etti.
Kâinatın nizamına iştirak
Tavaf, kâinatın işleyişinin sembolü gibidir. Kâinatta her şey döner. Dünya, güneş, ay döner. Dünya hem kendi hem güneşin etrafında döner. Güneş sisteminin içinde bulunduğu galaksi, diğer milyarlarca galaksi de döner. İşte milyonlarca hacı tavafta, Kâbe’nin etrafında dönerken gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin dönüşüne benzer. Namazda olduğu gibi tavafta da herkes eşittir. Takvası üstün olan değerlidir. Kâbe’ye dünyalık sıfatlarla değil, kulluk vasfıyla gelinir. Zengin fakir, makam sahibi olan olmayan herkes Allah’ın misafiri olmada eşittir.
Hacı tavafa Hacer-i Esved hizasından başlar. “Siyah Taş” demek olan Hacer-i Esved, tavafın başlangıç noktasıdır. Gümüş muhafaza içindedir. Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bir defasında Hacer-i Esved’in üzerine mübarek dudaklarını koymuş ve uzun süre ağlamıştır. Sonra dönüp Hz. Ömer r.a.’ın da ağladığını görünce şöyle buyurmuştur: “Ey Ömer! Gözyaşı işte burada dökülür.” (İbn Mâce, Menâsik, 27)
Hacer-i Esvedi öpmek, Beytullah’ın sahibine hürmetin ifadesidir. Fakat misafirlikte diğer misafirler incitilmez. Buna ev sahibi razı olmaz.
Bu nedenle kalabalıkta Hacer-i Esved‘i öpmeye çalışmak yerine, uzaktan selamlanır. Buna “istilâm” denir. Hacer-i Esved müminlere şahittir. Ahdimize sadık mıyız, değil miyiz diye şahitlik etmektedir.
Ayrıca tavaf ederken her bir şavtta Rükn-ü Yemanî ile Hacer-i Esved arasında “Rabbenâ” duası okunur. Yetmiş bin melek bu duaya âmin der.
Kâbe’de, Mültezem’de dua eden kişi anne eteğini bırakmayan evlat gibidir. Anne, eteğine yapışıp ağlayan evladına dayanamaz, onu affeder.
İstediğini verir. Kâbe’ye veya Mültezem’e yapışmak ve ağlayarak istemek bu sahneye benzer.
Anne şefkati Rabbimiz’in rahmetinin yanında denizde damla gibidir. O Kâbe’nin örtüsüne yapışan ve ağlayarak yalvaran kullarını affeder, duasına hayırlı karşılıklar verir.
Mescid-i Haram’da Makam-ı İbrahim vardır.
Burada Hz. İbrahim a.s.’ın ayak izleri vardır. Bu makam dostluk, yani Halîlullah makamıdır. Hacı bu makamda dost olmanın, dostların yolunda olmanın adımını atar. Tavaf bitince Makam-ı İbrahim’de veya uygun bir yerde tavaf namazından sonra Zemzem içer. Zemzem, midesini hastalıklarını su ile yıkamaktır, şifadır. Hacer validemizin teslimiyeti vesilesiyle Allah Tealâ’nın bütün hacılara ikramıdır. Hac dönüşü hediyesidir.
Bir annenin ardında
Tavaftan sonra Safa tepesine çıkılır, sa’y yapılır. Sa’y, Safa ile Merve tepeleri arasındaki koşarcasına yürümek demektir. Hacer validemizin hatırasıdır, onu hatırlatır. İbrahim a.s. Allah’ın emriyle çölde onu ve çocuğu İsmail a.s.’ı yalnız bırakırken, Hacer annemiz; ”Öyleyse Allah bizi zayi etmez” demiş ve tevekkülle teslimiyetin sembol isimlerinden biri olmuştur. Fakat suyu ve erzakı bitince bebeğiyle yapayalnız çölün ortasında hayat mücadelesi vermiştir. Çocuğuna su aramak için Safa ile Merve tepeleri arasında koşturup durmuştur. Allah Tealâ onun teslimiyet ve tevekkülüne karşılık dört bin yıldır hacılara yeten mucizevî suyu, Zemzem’i ihsan etmiştir. Ayrıca Hacer validemizin sa’yini haccın vaciplerinden biri kılmıştır. Böylece sa’y anne şefkatinin sembolü olmuştur.
Sa’y Cenab-ı Mevlâmız’ın anne şefkatine verdiği önemi gösterir. Düşünün, bir annenin yaptıklarını tüm hacılar yapmaktadır. Safa ve Merve Tepeleri arasındaki sa’y, manevi kurtuluşu aramayı simgeler. İsmailleri, oğullarımızı kızlarımızı kurtarmak için yalvarmaktır. Tevekkülün simgesidir. Zemzem ise lütuftur. Adeta Kur’an-ı Kerim ile canlanmaktır. Hem kendimiz hem evlatlarımız için can suyunu aramaktır.
Kâbe’de, hatta yeryüzünde kılınan her namazda Hacer annemizin, İbrahim ve İsmail a.s.’ın hakkı ve hatırası vardır. Hacer annemiz çocuğuna su arıyordu. Biz de evlatlarımıza, tüm insanlığa rahmet ve mağfiret arıyor ve talep ediyoruz.
Vakfeye durmak, farz olan ziyaret tavafından önce kapıda beklemek gibidir. Affolmayı beklemektir. Arafat tevbedir. Âdem a.s. ve Havva validemizin af edildiklerinde buluştukları yerdir.
İrfan, şuur, muhabbet ve yakınlık bir arada arefe günü Arafat’ta bulunmak gerekir. Arafat bilmenin, marifete ermenin, ârif olmanın adıdır. Huzurda durmanın sembolüdür. Vakfeye durmak, farz olan ziyaret tavafından önce kapıda beklemek gibidir. Affolmayı beklemektir. Arafat tevbedir. Âdem a.s. ve Havva validemizin af edildiklerinde buluştukları yerdir. İlk anne babamızın dünyada karşılaştıkları yerdir. Arafat’ta onlar nasıl affolduysa evlatları da af beklemektedir. Vakfe müthiş bir atmosferdir. Bu vakfe esnasında Arafat’ta muhteşem bir maneviyat yoğunluğu vardır. Kısaca Arafat, gözyaşları içinde ilâhî huzurda af dilemek ve ümitle beklemektir.
Gündüz Arafat’ta ümitle beklendiği gibi gece de Meşar-i Haram’da veya civarında huzurda beklenir. Meşar-i Haram şuura erme yeridir. Buradan, Müzdelife’den yüz binlerce, milyonlarca hacı kafile kafile Mina’ya hareket eder. Kimi yürür. Kimi tekerlekli sandalyede ya da bir yakınının sırtında...
Hacı, Mina’da Allah’a yaklaşmayı, aşkı temenni eder. İsteğine ulaşmasına engel olan, yoluna pusu kuran şeytanı Mina’da taşlar. Şeytana taş atarken, kendi zayıf noktalarını da hedefe koyar. Bundan sonra şeytana karşı dik durmanın, teslim olmamanın savaşını başlatır. “Ey kovulmuş şeytan, ne zaman karşıma çıksan seni taşlayacağım!” hissiyle elindeki taşları teker teker atar.
Mina’da şeytanı taşladıktan sonra Allah’a daha çok yakınlık için kurbanı kesilir. Kurban yaklaşmaktır. Kurban kesen hem Allah’a hem insanlara yakın olur. Malını Allah yolunda verebilmektir. Malını Allah yolunda veren, canını da verir. Kurban şükrün ifadesidir. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail a.s.’ın ve Peygamberimiz s.a.v.’in yolundan gitmektir.
Kurbanlar kesildikten sonra hacı tıraş olup ihramdan çıkar. Her saç teli dökülen bir günahı temsil eder. Hacı önce şeytanı kovar, sonra kurbanla yaklaşır. Sonra da bedeninde çok sevdiği bir unsuru, saçını feda eder. Kesilen saçlar “bu kişi hac yaptı” diye inşallah ahirette şahitlik yapacaktır.
Hacı Kâbe’de coşkuyla tavaf ederken, telbiye ve tekbirlerle Arafat’a çıkarken, oradan Müzdelife’ye sel gibi akıp inerken, Müzdelife vakfesinden sonra Mina’ya şeytan taşlamaya akın akın giderken, muazzam kalabalığın, mahşerî topluluğun, İslâm ümmetinin bir ferdi olmanın tarifsiz heyecanını yaşar. Mümin ve hacı olmanın tadını duyar.
Hacı, Arafat’ta irfana, Meşar-i Haram’da şuura, Mina’da aşka, kurban ile de yakınlığa ulaşır. Arafat’ta inşallah affedildikten, şuur ve aşkla kurbiyete ulaştıktan sonra Kâbe’ye tekrar gelir. Hacı affolmuş, yenilenmiş olarak Allah’ın evine tekrar kabul edilir. Ziyaret tavafını yapar. Ardından da sa’y eder. Böylece nice berekete nail olur.
Hacı, Arafat’ta irfana, Meşar-i Haram’da şuura, Mina’da aşka, kurban ile de yakınlığa ulaşır. Arafat’ta inşallah affedildikten, şuur ve aşkla kurbiyete ulaştıktan sonra Kâbe’ye tekrar gelir.
Hac ne kazandırır?
Hacceden her şeyden önce, Allah’ın bir emrini yerine getirmiş olur. Böylece O’nun rızasını kazanır. Ayrıca haccedenin gayretine göre elde edeceği olumlu sonuçlar vardır. Hacı, yola çıkarken tövbe eder. Üzerinde kul hakkı varsa helallik diler. Borçlarını öder. Eş dost ve akrabaları ile vedalaşır. Özellikle, sağ ise, anne babasının rıza ve duasını alır.
Başta Peygamberimiz s.a.v. olmak üzere geçmiş peygamberlerin insanlığın kurtuluşu uğrundaki mücadelelerini hatırlar. Kâbe’de ibadet zevkini tadar. Gündelik telaşlardan, alışkanlıklarından ve bağımlılıklarından kurtulur. Kendisiyle hesaplaşma imkânına kavuşur. Daha önce iş arasında namazları kılarken hacda namazı merkeze alır. Namaza göre gününü ayarlar. Beş vakti de Mescid-i Haram’da veya Mescid-i Nebevî’de kılmaya çalışır.
Hac muhabbetullah duygusu kazandırır. Hac karşılıklı sevginin işaretidir. Allah evine sevdiğini davet ediyor, O’nu seven kalkıp gidiyor. Hac, bireysel ve toplumsal planda insana çok şey kazandırır. Halkımız asırlardan beri hacca ve hacılara ayrı bir değer veriyor. Hacı olmanın onur ve sorumluluğunu hayat boyu taşınması gereken bir meziyet olarak kabul ediyor. Ayrıca hac görevini yerine getiren müminler, hacda kazandıkları tecrübeyle mezhebî farklılıklara, farklı coğrafyada yaşayan müslümanların yaşantılarına daha müsamahalı yaklaşabiliyor.
Hac yolculuğu edep ister. Çünkü mübarek mekânlar edep bekler. Hedefe edeple erilir. Hacı Allah’ın misafiridir. Misafire yakışan, hem ev sahibine hem de diğer misafirlere karşı edebi muhafaza etmektir.
Hac cihad sevabı kazandırır. Rasulullah Efendimiz s.a.v. buyurur ki:
“Yaşlının, çocuğun, zayıfın ve kadının cihadı, hac ve umredir.” (Nesâi, Hac, 4)
“Kim Kâbe’ye gelir, kötü söz söylemez ve günah işlemezse annesinin doğurduğu günkü gibi (günahlardan arınmış olarak) geri döner.” (Buhârî, Hac, 4; Müslim, Hac, 438)
“Beyti (Kâbe-i Muazzama’yı) kim elli defa tavaf ederse, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından kurtulur.” (Tirmizî, Hac, 41)
Efendimiz s.a.v. bir başka hadis-i şerifinde; “Hac ile umrenin arasını birleştirin. Çünkü onlar fakirliği ve günahları giderir. Tıpkı körüğün demir, altın ve gümüşten pası giderdiği gibi. Mebrur bir haccın sevabı kesinlikle cennettir.”( Tirmizî, Hac, 2) buyurarak fakirliği de giderdiğini ve cenneti kazandırdığını açıkça beyan etmektedir. Ayrıca hacının hem kendisi hem de başkaları için yaptığı dua da makbul dualardan sayılır. Bunun için Allah Rasulü s.a.v. “Hac ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. O’na dua ederlerse karşılık verir, af dilerlerse onları affeder.” buyurmuştur. (İbn Mâce, Menâsik, 5)
Haccın beklenen maneviyatı ve meziyetleri kazandırması için muhabbetle yola koyulmalı, yolculuğunun her aşamasında edebi korumalıdır. Hac yolculuğu edep ister. Çünkü mübarek mekânlar edep bekler. Hedefe edeple erilir. Hacı Allah’ın misafiridir. Misafire yakışan, hem ev sahibine hem de diğer misafirlere karşı edebi muhafaza etmektir. Edeple ve muhabbetle yapılan yolculuğun sıkıntısı hissedilmez. Muhabbetle yaklaşan muhabbetle karşılanır. Edeple giden lutufla döner.
Kısaca, hac ibadeti sadece zâhir boyutu ile değil, mana boyutuyla da yerine getirilmelidir. Bunun için Mekke’den önce tekke eğitimi önemlidir. Bu hususta Hucvirî rh.a.’in Keşfu’l- Mahcub’unda nakledilen bir hadise büyük dersler verir:
Hacdan dönen bir adam Cüneyd-i Bağdâdî k.s.’nin yanına gelir. Cüneyd-i Bağdâdî adama sorar:
– Hac için evinden çıkıp sefere başladıktan itibaren bütün günahlardan da göç edip ayrıldın mı?
Adam “hayır” dediğinde, Cüneyd-i Bağdâdî k.s.
– Sen yola çıkmamışsın, der ve sırasıyla:
– Mikat’ta beşeri sıfatlardan soyundun mu?, Arafat’ta irfana erdin mi? Marifet peyda oldu mu? Mina’da Kurban keserken nefsinin arzularını da kurban ettin mi? Cemre taşlarını attığın vakit, seninle birlikte bulunan bütün nefsanî mana ve düşünceleri fırlatıp attın mı, gibi sorular yöneltir.
Hepsine “hayır” cevabını alınca der ki:
– Sen hac yapmış değilsin. Geri dön ve söylenildiği gibi hac yap. Çünkü Makam-ı İbrahim’e yani Allah’ın dostu olma mutluluğuna ancak bu şekilde erebilirsin.” diye nasihat eder.
Henüz hiç hacca gidememiş kardeşlerimizin en kısa zamanda gidebilmeleri duası ile...