HUZURA VARDIĞINDA
Dünyanın özgül ağırlığı en yüksek cismi nedir? Osmiyum mu? Hayır. İridyum mu? Hayır. Yorgandır. Çeşitli tüylerden yapılan, sabah namazını kılabilmek için üzerinden atman gereken o sıcak yorgan. Narkozlu bedenini bir besmele ile ayağa dikecek kâfi miktarda imanın varsa; güç budur, güne kârla başlamak budur. Şimdi ne yapacağını biliyorsun değil mi? Uyuyan çocuklarının odasına gireceksin, fakat bu kez üstlerini kontrol etmek için değil. Camı açacaksın, tatlı seher yeli dolacak içeriye, onunla yarışan bir letafetteki ses tonuyla “namaz vakti” diyeceksin. Çocuğun yatağında nazlanırken hissettiğin merhamet, kullarına karşı en merhametlinin kim olduğunu sana unutturmayacak. “Ailene namazı emret.” (Tâhâ, 20/132) buyuruyor ya, değil mi ki O istese İsmailler feda?
Bir öğle vakti yazar kasanın, bilgisayarının, işinin başından yemek için kalkarken “Aheste davranırsam aldanırım.” bilinciyle vaktini tanzim ederek yolunu mescide çevirdin mi? Vakit yönetimi budur. “İşlerim çok yoğun, zor.” mu dedin; kolay olsa “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nûr, 24/36-37) buyrulur muydu? Bizi yutan yoğun işlerimiz, mikrodan makroya tüm çabamız “adam olmak” uğruna değil mi?
İkindi vakti girdiğinde çay, kısır, kek, börek dolu masadan ve iyice demlenmiş muhabbetten bir süre ulaşılamamak üzere kopabildin mi? Üşenme, erteleme. İrade budur.
Saat konulmayan, gün ışığı sızdırılmayan AVM’lerde, akşam namazın için davetkâr vitrinlerden kopabildin mi? Kazançlı alışveriş budur.
Gününü tükettiğin TV’nin karşısından, “Vakit geçince üstüme ağırlık çöküyor.” diyerek sapanla fırlatılmış gibi yatsıya kalkabildin mi? Miniğinle git camiye; onu kötülüklerden, sımsıkı kavrayan ellerin değil; namazları himaye edecek, bil. Bir fidana bugün de can suyu verdin mi? Günü güzel bitirmek budur.
Beş kere akıştan kopabildin mi? Hepsi bir kerede kılınabilirdi, neden öyle değil. Düşün bunu. O’nunla baş başa kalabildin mi?
Biliyorsun beş borçtur. Fazlası yasak değil. Gecenin bir ortasında, herkes en sevdiği işle meşgulken korku ve ümit arası muhteşem hislerle seccadeye varabilirsin. Sen bu loş sessizlikte şifalanırken “Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde, 32/17) ayeti; gizemli, sıra dışı, akıl almaz süprizler hazırlandığını müjdeliyor sana. Bütün bunlar için yapışkan yatağına, üç tonluk göz kapaklarına, bir euzu-besmele ile söz geçirebilmen yeterli.
Huzura vardığında dahi, dünyanın tüm gündemini kulağına fısıldayan şeytanı susturmak için, içinden: “Ya Rabbi! Şeytanı kovacak ihlas ver bana. Nefsimden razı değilim, ona galip gelecek iman ver bana. İbadetim şanına layık değil ama gayretini, himayeni ver bana.” diye geçirdin mi? Namazın bitince “Ya Rabbi! Kusurlarım var affet, lütfunla tam et, bu namazı kötülük ve hayâsızlıklara bariyer kıl, sevgine vesile et.” diyebildin mi? 3-5-7 sınırın olmaksızın O’nun pazarlıksız, başa kakmasız, sonsuz hazinesinden kana kana istedin mi?
Ne oldu şimdi? Mazeretlerin ağzını bantladın. Olmuyor mu? Mazeretlerin sesini açık unutmuş olabilirsin. Mazeretler gevezedir, gürültücüdür.
Akışa kapılmış olabilirsin. Sana has bir durum değil: “Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.” (Mâide, 5/91) der ayet. Sen akışa kapıl diye birileri çok çalışıyor. Akışta kal, akışı sev, akışa tap diye çalışıyor.
Islak, yapışkan, yorgun bedenini akıntıdan yalnızca sen kurtarabilirsin. Binecek bir gemi bul. “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin.” (Bakara, 2/153) diyor ya; o hâlde yardım iste. Namazında daim, namazında huşulu, namazına gayretli olmak niyetiyle hacet namazı kıl mesela. Her gün beş kere mühürle bu isteğini. Gemini tavizlerle deldirme. Su alırsan batarsın.
Merve Şahinkaya.