Kur'an İslam'ı İddiası
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünneti devre dışı bırakılarak, Müslüman toplumumuza ’Sadece Kur’an’ın emirlerine ve yasaklarına tutunmanın kurtuluş için yeterli olacağı ve Kur’an’dan başka bir kaynak aramanın esasen Kur’an’a da aykırı olacağı’ görüşü bir takım insanlar tarafından empoze edilmeye çalışılmaktadır. Amaçları; öncelikle Allah ve Rasûlü yolunda İslam’ın kuvvet bulup yayılması için canlarını hiç çekinmeden feda eden Sahabelerin değerini, etkinliğini inananların gözünden düşürmek, dinimizin üçte ikisinin kendisiyle sabit olduğu hadislere olan güveni sarsmak ve dolayısıyla Sünnet’i devreden çıkarmaktır.
Bu iddianın sahipleri sayıca çok azdır fakat Peygamberimiz (s.a.v.)’den bu yana Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat olarak yaşamış olduğumuz bu Kur’an ve Sünnet’ten müteşekkil olan İslam’ın tam tersi bir anlayış ile ortaya çıkınca dikkati üzerlerinde topluyorlar. Aynen gündemde kalabilmek için yanlış hatta komik fetvalar veren hocalar(!) gibi. Bu iddianın sahipleri bu ümmetin imanını çalamayacaklarını bilseler de üç-beş gafile borazanlık yapmaktan da geri durmuyorlar fakat ileri de gidemiyorlar.
Bu davalarını savunurken kullandıkları ’Kur’an Müslümanlığı’ ifadesinden; işin ehli olmayanlar, bundan kastın; Sünnet’i devreden çıkarıp sadece Kur’an’ın metnine dayalı oluşturulmaya çalışılan bir din anlayışı olduğunu fark edemiyorlar. Kullandıkları kelime hak, güttükleri dava ise tamamen batıldır. Hâlbuki asıl ’Kur’an Müslümanlığı’, Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Kur’an ayetleriyle ve kendi ifade ve beyanlarıyla tebliğ ettiği, sonra da kendi hayatında en güzel bir şekilde yaşayıp, Ashab-ı Kiram Efendilerimize de öğrettiği Müslümanlıktır.
Kur’an’ı yorumlarken, Peygamber Efendimizin hadisleri başta olmak üzere Sahabe ve Tabiin Efendilerimizin görüşlerini, müçtehit imamların muhaddislerin ve müfessirlerin beyanını (hâşâ!) bir paçavra gibi bir kenara itip, Kur’an’ın metnini kendi çağdaş(!) yorumlarına ve akıllarına mahkûm olan ölü bir metin haline getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki geçmişten günümüze doğru bir baktığımızda insanlarca uydurulmuş olan, yüzlerce sapık inançtan, sayısız bidat fırka, insanların kendisine güvendikleri, şaşırmaz dedikleri, peygamberlerinin sözünün yerine tercih ettikleri ’akl’a dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Demek ki akıl, insanı her zaman doğruya eriştiremiyormuş. Peki, neye ihtiyacı var? Kur’an’a ve Kur’an’ın açıklaması olan Sünnet’e. Çünkü en akıllı insanın bile sadece Kur’an’daki ayetleri ve aklını kullanarak (yani Sünnet’i almayarak) şu anda Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat olarak uygulamış olduğumuz namaz ve zekât ibadetinin uygulanış şeklini bulabilmesi mümkün değildir.
Bu görüşü savunanların temel felsefesi; Sünnet’i dışlayarak sadece Kur’an ayetleri ile İslam’ı anlamaya çalışmaktır. Bunun için de ümmetin üzerinde icma ettiği konular dâhil, Sünnet ile sabit olan ne varsa temelinden inkâr yoluna gidilmiştir. Bunun dışında onlara göre; Hz. Peygamber (s.a.v.)’e itaat, sadece Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta olduğu dönem için geçerlidir. Kur’an’ın hüküm bildiren ayetleri tarihsel olduğundan sadece nazil oldukları dönem için geçerlidir. Bir de bunlar; dini hükümlerin bir kısmını da günümüz anlayışına uymadığı gerekçesiyle kendi çağdaş akıllarınca(!) yorumlayarak şu anda herhangi bir geçerliliğinin olmadığını savunurlar.
İslam’ın ilk dönemlerinde bu düşüncede olanlara Sahabe ve Tabiin Efendilerimiz gereken cevapları vermişlerdir. Bunlara örnek olarak:
Habîb b. Ebî Fadâle el-Mekkî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bu mescid (yani) Mescidu’l-Câmi’ yapıldığında İmrân b. Husayn oturuyordu. Yanında şefaati zikrettiler. Topluluktan bir kimse dedi ki: ’Ey Ebâ Nuceyd! Siz bizlere (bir takım) hadisler naklediyorsunuz. Ama biz Kur’ân’da onlara dair bir asıl bulamıyoruz.’ İmran b. Husayn kızdı ve adama şöyle dedi: ’Sen Kur’an okudun mu?’ (Adam): ’Evet.’ dedi. ’Onda akşam namazının üç, yatsı namazının dört, sabah namazının iki, öğlenin dört, ikindinin de dört (rekât) olduğunu buldun mu?’ dedi. (Adam): ’Hayır.’ dedi. ’O halde bu durumu kimden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz de Rasûlullah (s.a.v.)’den almadık mı? (Zekât olarak) her kırk dirhemde bir dirhem, her şu kadarda bir koyun, her şu kadar devede şu kadar deve (verileceğini) buldunuz mu, Kur’ân’da buldunuz mu?’ dedi. (Adam): ’Hayır.’ dedi. ’O halde bunu kimden aldınız? Biz Rasûlullah (s.a.v.)’den aldık, siz de bizden aldınız!’ dedi. ’Kur’ân’da; ’Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.’ (el-Hac, 22/29) (âyetini) buldunuz mu? Bunu (Kâbe’yi) yedi defa tavaf edin, makamın arkasında iki rekât namaz kılın’ (diye) buldunuz. Bunu Kur’ân’da buldunuz mu? Bizden almadınız mı? Biz de Rasûlullah (s.a.v.)’den almadık mı? Kur’ân’da: ’İslâm’da ne (zekâtı) ayağa getirme, ne (zekât için) uzağa gitme, ne de şiğar (mehre bedel nikâhlama) vardır.’ buldunuz mu?’ (Adam): ’Hayır!’ dedi. ’Muhakkak ben, Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’İslâm’da ne (zekâtı) ayağa getirme, ne (zekât için) uzağa gitme, ne de şiğar (mehre bedel nikâhlama) vardır.’ İşittiniz mi, Allah kitabında bazı topluluklar için şöyle buyuruyor: ’Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu? Onlar şöyle derler: ’Biz namaz kılanlardan değildik.’ Miskini yedirmezdik. Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık. Ceza gününü de yalanlıyorduk. Nihayet ölüm bize gelip çattı.’ Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.’1 (İmrân) bu âyete kadar (okudu). Habîb dedi ki: ’Ben (onu), ’şefaati’ söylerken işittim.’2
Tabiinin büyüklerinden hadis ve fıkıh alimi olan Eyyûb es-Sehtiyânî (rh.a.) (131/748) şöyle demektedir: ’Bir kişiye bir sünneti aktardığında, ’Bunu bırak sen bize Kur’an’dan cevap ver’ derse, bil ki o sapıtmıştır.’3
Bir defasında (İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin) yanına, yanında hadis okunurken Kufe halkından bir adam girdi. Adam: ’Bırakın bu hadisleri!’ dedi. İmam onu en şiddetli bir şekilde azarladı ve ona: ’Sünnet olmasaydı, bizden hiçbiri Kur’ân’ı anlayamazdı.’ dedi.4
Kur’an İslâmcılarının delil olarak kullandıkları ayetler
Kur’an İslâmcıları;
’Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.’5
’Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.’6
’Bugün sizin için dininizi tamamladım.’7
’Hüküm ancak Allah’ındır.’8 gibi ayetleri delil göstererek Kur’an’ın dinle ilgili her şeyi açıkladığını, Sünnet’e ise herhangi bir gereksinimin kalmadığı gibi yersiz bir iddiada bulunuyorlar. Bu ayetler hiç bir şekilde Sünnet’in inkârına gerekçe gösterilemez. Öncelikle şunu ifade edelim ki; Cenâb-ı Hak koymuş olduğu hükümleri adeta bir ağacın dalları ve yaprakları gibi altı bin küsur ayete serpiştirmiştir. Eğer biz herhangi bir sorunumuza çözüm arıyorsak ilk olarak yapmamız gereken şey ilgili tüm ayetlere bakmaktır. Kur’ân’dan adeta cımbızlayarak aldığımız birkaç ayetten hareket edersek aynen bu davayı güdenler gibi hataya düşeriz. İkinci olarak yapmamız gereken şey; bu ayetlerin açıklaması olan hadislere ve tefsirlere bakmaktır. Çünkü vahiy Peygamber Efendimize inmiştir ve buna şahit olanlar da Sahabe Efendilerimizdir. Dolayısıyla Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve Sahabe Efendilerimizin açıklamaları bizim için bulunmaz bir cevher mesabesindedir.
Şimdi söylemiş oldukları ayetlere dönelim: ’Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık, açıkladık’ ayetinde geçen ’Kitap’tan maksat, Kur’an değildir. Müfessirler bütün tefsirlerde buradaki ’Kitap,’ Levh-i Mahfuz’dur demişlerdir. Zaten olmuş ve olacak bütün her şeyin, her yönüyle ve tüm ayrıntılarıyla altı bin küsur olan sayılı Kur’an ayetlerine sığdırılmış olmasının kendi çağdaş akıllarına da ters düşeceği aşikârdır.
’Sana, her şeyi açıklayan… Kur’an’ı indirdik.’ ayetine gelince; bu ayetin tefsiri mahiyetindeki Nahl suresinin 16/44. ayetinde de; ’Biz sana bu Zikri insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye indirdik’ buyrularak, bu açıklamayı sevgili Habibi’ne bıraktığını Cenâb-ı Hakk’ın bizzat kendisi ifade etmiştir. Dolayısıyla Peygamberimizin yine Allah’tan aldığı ğayr-i metlüv olan vahye dayalı olarak koyduğu hükümler, getirdiği açıklamalar, tefsirler de yine Allah’ın Kur’an’da açıklaması demektir. Ğayrı metlüv vahiyden maksat Peygamberimizin Kur’an dışı aldığı vahiydir.
Gayri metlüv olan vahyin içinde; Kur’an’da farziyeti belirtilip açıklamasını Peygamberimize bıraktığı konular da vardır. Mesela; namazın rekâtı, günde kaç kere ve nasıl kılınacağı, farzları, sünnetleri, vacipleri, kıyam, kıraat, rükû, secde gibi rükünler…
Zekâtın; kimlerin, hangi mallardan, kimlere, ne kadar verileceği. Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak bir düşünelim: ’Namazı dosdoğru kılın, zekâtı hakkıyla verin’9 ayetinden hangi akıl sahibi kişi bu kadar meseleyi anlayıp, çözüme kavuşturabilir.
Kur’ân’da geçmeyip de hükmünün Peygamberimize bırakıldığı konular da vardır. Bir kadın ile onun halası yahut teyzesini aynı anda bir nikâh altında birleştirmenin haramlığı,10 evli biri zina ettiğinde verilecek ceza11 gibi hususlardır.
Hâsılı kelam; Kur’an’da miras meselesi gibi bazı konuların açıklaması en ince ayrıntısına kadar açıklanırken, namaz, oruç gibi temel ibadet dahi olsalar bazı konuların açıklaması ise Peygamberimizin sünnetine bırakılmıştır.
’Bugün sizin için dininizi tamamladım’12 ayetine gelince, bu ayette dinin tamamlanmasının sadece Kur’an’la yapıldığını gösteren en küçük bir işaret bulunmamaktadır.
Bazı müfessirler ise bu ayetten sonra da birçok hüküm ayetinin nazil olduğunu söyleyerek ayette geçen dinin tamamlanmasından kastın dinî hükümlerin tamamlanması olamayacağını söylemişlerdir. Buradaki maksadın, ’müşriklerin Mekke’deki hâkimiyetlerinin sona ermesi, Kâbe’nin onlardan temizlenmesi, Kâbe’yi ancak Müslümanların tavaf edebilmesidir’ şeklinde tefsir etmişlerdir.13
’Hüküm ancak Allah’ındır.’14 ayetine gelince; dinimize göre bir şeyi helâl veya haram kılma yetkisi sadece Allah’ındır.
Peygamberimiz de dâhil hiçbir peygamber Cenâb-ı Hakk’ın emri olmaksızın helâl veya haram kılma yetkisine sahip değildir. Eğer Kur’ân’da geçmediği halde Sünnet’te bir şeyin hükmünün haramlığı veya helalliği zikrediliyorsa orada durmak lazımdır. Çünkü burada bu haramlığı koyan Peygamberin sıradan bir insan olmadığı ve hevasından konuşmadığı bilinciyle hareket ederek, buradaki helâl veya haram kılınmanın, Allah’ın emrine dayanarak olduğunu bilmek lazımdır. Çünkü diğer bir ayette; ’O Peygamber, kendilerini iyiliğe sevk edip kötülükten sakındırır; temiz ve güzel nimetleri onlara helâl, habis olanları ise haram kılar.’15 buyrularak Peygamberimiz (s.a.v.)’in Allah’ın emri ile bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri de haram kılabileceği gerçeği vurgulanmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.) ise; ’Dikkat edin! Muhakkak bana Kitap (yani Kur’an) ve onunla beraber onun misli verildi…’16
Sizden biri, koltuğuna yaslanmış (oturur) bir halde, ’Allah bu Kur’ân’da olandan başka bir şey haram kılmadı’ mı zannediyor? Dikkat edin! Allah’a yemin olsun ki, ben vaaz ettim, emrettim ve birçok şeylerden nehyettim. Onlar Kur’an kadar ya da daha çoktur…’17 buyurarak Allah’ın emri istikametinde bizzat kendisinin de helâl ve haram kılma yetkisinin olduğunu bildirmiştir.
Yani getirdikleri bu ayet de Allah’ın emri ve vahyi doğrultusunda peygamberlerinin hüküm koymasına engel değildir.
Hadislerin Yazımı Yasaklanmış mıydı?
Kur’an İslamcıları, ’Benden (bir şey) yazmayın. Her kim Kur’ân’dan başka benden (bir şey) yazarsa, onu hemen imha etsin.’18 hadisini gerekçe göstererek, hadislerin dini konuda geçerliliğinin olmadığını savunuyorlar.
Hâlbuki bu hadisteki imha etme emri insanların geneliyle ilgili olmayıp, İslam’ın ilk dönemlerinde Kur’an’la hadisleri aynı malzemeler üzerinde yazarak onları birbirine karıştırabilecek olan vahiy kâtipleri hakkında söylenmiştir.
Bunun yanında hadislerin yazılmasına ruhsat veren, yazıldığını gösteren birçok rivayet vardır. Bunlardan biri, yazdığı hadisler, kitap halinde sonraki nesillere intikal eden Abdullah İbni Amr (r.a.)’a aittir. Rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğim her şeyi yazıyordum. (Bu şekilde hadisleri) muhafaza etmek istiyordum. Bunun üzerine Kureyş (kabilesinden bazı Müslümanlar bundan) beni nehyetti ve: ’Sen ondan duyduğun her şeyi yazıyor musun? Hâlbuki Rasûlullah (s.a.v.) öfke ve memnuniyet halinde konuşan bir insandır.’ dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim ve bunu Rasûlullah (s.a.v.)’e anlattım. Parmağıyla ağzına işaret etti ve: ’Yaz. Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki ondan haktan başka (bir söz) çıkmaz.’ buyurdu.19 Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:
Nebi (s.a.v.)’in ashabından, O’ndan hadis (nakletmede) benden daha ileri olan hiç bir kimse yoktur. Yalnız Abdullah b. Amr’dan (gelen nakiller) müstesnadır. Zira o yazardı, (ben) ise yazmazdım.’20
Rasûlullah (s.a.v), Mekke’nin fethinden sonra bir hutbe okudu. Hutbesinde Mekke’nin kutsallığını anlattı. Bu hutbeyi dinleyen Yemen halkından bir zat ayağa kalktı ve dedi ki: ’Bunları benim için yaz yâ Rasûlallâh!’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da buyurdu ki: ’Bunu filanın babasına yazın.’21
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ensâr’dan bir adam Nebi (s.a.v.)’in huzurunda oturur, Nebi (s.a.v.)’den hadis işitir, hoşuna gider (fakat) onu ezberle(ye)mezdi. Bu (duru)mu Nebi (s.a.v.)’e arzetti ve: ’Yâ Rasûlallâh! Muhakkak ki ben senden hadis işitiyorum, hoşuma gidiyor (fakat) onu ezberle(ye)miyorum.’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Sağ (el)inle yardım iste.’ buyurdu ve eliyle yazıya işaret etti.22
Bu rivayetlerin zikriyle birlikte bunların bu iddialarının da boş bir iddiadan ibaret olduğunu görmüş olduk.
Şunu da ifade edelim ki; hem hadislerin dini bir delil niteliği taşımadığını(!) iddia edecekler hem de söylemlerini delillendirirken hadislere başvuracaklar. Böylesi bir tavır ise bu iddianın kendi içerisinde bile ne kadar tutarsız olduğunu göstermektedir.
Sünnet’in Korunmadığı İddiası:
Kur’an İslamcıları; ’Şüphesiz o Zikr’i biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.’23 ayetini delil göstererek, Allah’ın, sadece Kur’an’ı koruma altına aldığını, Sünnet için ise böyle bir korumanın söz konusu olmadığını ileri sürmektedirler.
Her şeyden önce müfessirlerin bir kısmı, bu ayetteki ’ez-Zikr’ kelimesinden maksadın Kur’an ve Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca ayette, ’Biz sadece Kur’an’ı koruyacağız’ denilmemiştir ki, Sünnet’in Allah’ın koruması altında olmadığı neticesi çıksın.
Yukarıdan beri Rasûlullah’ı devreye koymadan Kur’ân’ı yaşamanın tek kelimeyle imkânsız olduğunu söyledik. Peki, Sünnet korunmadan Kur’an nasıl korunmuş olsun? Kur’ân’ın korunmasından maksat yaşanabilir olması değil midir? İşte buradan Sünnet’in de korunduğunu anlıyoruz.
Rabbimiz, Sünnet’i de Kur’an gibi başta Sahabeler olmak üzere, Tabiîn, Tebe-i Tabiîn’in ve asırlarca yetişen sayısız âlimler ve hadis hafızları tarafından büyük bir hassasiyetle ezberlenerek, yazıya geçirilerek ve nesilden nesile aktarılarak korumuştur.
’Çeşitli sebeplerle birçok hadisler uydurulmuş, bu yüzden hadislere güvenemeyiz’ derlerse, kâfirler tarafından kale alınmayacak derece belagattan ve fesahatten uzak bir dille yazılıp uydurulan ayetler de var. Peki, biz uydurma ayetler var diye Kur’an’dan şüphe etmiyoruz da uydurma hadis var diye Sünnet’ten niye şüphe ediyoruz? Bu müsteşriklerin içimize soktuğu bir şüpheden başka bir şey değildir.
Rasûlullah’ın Görevi Sadece Tebliğden mi İbaretti?
Kur’an İslamcıları; ’Bilin ki, Rasûlümüzün üzerine düşen açıkça tebliğden başka bir şey değildir.’24 ayetini ve benzer manadaki ayetleri delil göstererek; Peygamberimizin Kur’an’ı açıklama ve tatbik etme görevlerinin olmadığını iddia etmektedirler.
Oysa Peygamberimizin (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim hakkında üç görevi vardır:
1-Tebliğ
2-Tebyin
3-Tatbik
Tebliğ; ulaştırma, nakletme manasına gelir. Yani Allah’tan almış olduğu vahyi eksiksiz bir şekilde ümmetine ulaştırmakla görevlidir. Ayette; ’Ey Rasûl! Rabb’in tarafından sana indirileni tebliğ et.’25 buyrulmaktadır.
Tebyin ise ’açıklamak’ demektir. Allah (c.c.), Kur’an’ı açıklama görev ve yetkisini, Peygamberine verdiğini şöyle haber vermektedir: ’Biz sana Zikr’i indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ve ta ki insanlar fikirlerini iyice kullansınlar.’26
Birçok müfessire göre buradaki açıklamaktan maksat, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in açıklaması ve tefsir etmesidir.
Tatbik ise, ’Peygamber size ne verirse onu alın!’27 ayetinde belirtilir. Aynı şekilde ’Gerçekten, Allah’ın Rasûlü’nde sizler için (…) en mükemmel bir örnek vardır’28 ayeti, müminlerin Peygamberimizi örnek almalarını ister.
Fakat Kur’an İslamcıları ayetleri kendi heveslerine göre tevil ettikleri için; Sünnet’in dinin kaynağı olduğunun delillerinden olan; ’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.’29 emrinin, ganimetin nasıl pay edileceği hadisesi ile sınırlı olduğunu, başka konuları kapsamadığını ileri sürerler.
Oysa Kur’an tefsirinde başta gelen birkaç Sahabe’den olan Abdullah b. Mes’ud (r.a.), nüzul sebebini çok iyi bilmesine rağmen, bu emrin umum ifade ettiğini bildirmiştir. Abdullah (b. Mes’ûd) (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Allah, dövme yapan kadınlara, dövme yaptıran kadınlara, yüzünün tüylerini yolan kadınlara, (seyrek dişli) güzel görünmek için dişlerinin arasını yontan kadınlara, (bunları yaparak) Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etmiştir.’ Bu (hadis) Esed oğullarından kendisine Ümmü Ya’kûb denilen bir kadına ulaştı. (Bu kadın Kur’an okur, anlardı.) Hemen (İbn-i Mes’ûd’un yanına) geldi ve: ’Muhakkak ki senin şöyle şöyle kadınlara lanet ettiğin (haberi) bana ulaştı! (Bu nasıl olur?)’ dedi. (İbn-i Mes’ûd): ’Bana ne oluyor ki Rasûlullah (s.a.v.)’in lanet ettiği ve Allah’ın Kitabı’nda var olan kimselere lanet etmeyeyim?’ dedi. (Kadın): ’And olsun ki, iki kapak arasını (yani Mushaf’ın tamamını) okudum, (fakat) söylediğin şeyi onda bulamadım.’ dedi. (İbn-i Mes’ûd): ’Eğer sen onu okusaydın elbette onu bulurdun. ’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.’ (el-Haşr, 59/7) (ayetini) okumadın mı?’ dedi. (Kadın): ’Evet (okudum)!’ dedi. (İbn-i Mes’ûd): ’Muhakkak ki o (yani Rasûlullah) bu (saydıklarım)dan nehyetti.’ dedi. (Kadın): ’Ben senin ailenin bu (saydıkları)nı yaptıklarını görüyorum.’ dedi. (İbn-i Mes’ûd): ’Git ve bak!’ dedi. (Kadın) gitti, baktı, (fakat) ihtiyacından (yani var dediği şeylerden) hiç bir şey göremedi.’ (Dönüp bunu İbn-i Mes’ûd’a bildirince o): ’Eğer böyle olmuş olsaydı o (yani karım) bizimle birlikte bulunamazdı (yani onu boşardım).’ dedi.30
Diğer bir ayette: ’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.’31 buyrulmuştur.
Dikkat edilirse bu ayette itaat emri iki defa zikredilmiştir. Peygamberimiz için itaat emrinin ikinci kez zikredilmesi, özel bir itaat edilme hakkına sahip olduğunu beyan etmek içindir. Bu nedenledir ki Müslümanlardan olan idarecilere itaat etme emri tekrarlanmamıştır. Çünkü onların Allah’a itaat olan konularındaki emirlerine itaat edilecek, Allah’a isyan olan konulardaki emirlerine itaat edilmeyecektir. Kur’an gibi veciz bir kitapta itaat emrinin tekrarı gibi ince hususlar göz ardı edilmemelidir.
Ayet-i kerimenin devamında: ’Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah’a ve Peygamberine götürün’ buyrulmaktadır. Anlaşmazlık konusu olan meseleyi Allah’a götürmekten maksat, Allah Teâlâ’nın kitabı olan Kur’ân’a başvurmaktır. Meselenin hükmünü Rasûlullah’a götürmekten maksat ise, Rasûlullah hayatta iken bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. Rasûlullah’ın vefatından sonra Sünnet’in yürürlüğünün sona erdiğini iddia etmek ayetin geniş kapsamlı manasını delilsiz olarak daraltmaktan başka bir şey değildir.
’Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir’ ifadesinden maksat: ’Peygamber, sapanların ve isyankârların yaptıklarından sorumlu değildir’ demektir. Yoksa bundan maksat ’Peygamber ancak Allah’ın emirlerini tebliğ eden bir postacı niteliğindedir.’ demek değildir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Sünnetinin bağlayıcı olup olmadığı tartışmaları bir yana biz, ’Her bir Sünnet-i Seniyye’yi işlemek bir nefis tezkiyesidir’ düsturuyla, Sünnet’i ancak ve ancak kurtuluş reçetemiz olarak görüyoruz. Çünkü Allah Teâlâ’nın muradına uygun yaşamak ve O’nun rızasına ulaşmak ancak Kur’an’ı en doğru şekilde anlayan ve en ideal biçimde hayatına aksettiren Peygamberimizin bizlere öğrettiği Müslümanlığa sarılmakla mümkündür. Bu yüzden hadisler konusunda konuşurken cesaretli cahil edasıyla değil de yarın mahşer günü Efendimizin şefaatine muhtaç olacağımızın bilinciyle hareket etmek lazımdır.
-------------------------------------------------------------------------------------------
1 el-Muddessir, 74/42-48.
2 Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire ts., h.no:547, c. XVIII, s. 219.
3 Hâkim, Ma’rifetu Ulûmi’l-Hadîs, Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut 1980, s. 65.
4 Kâsımî, Muhammed Cemâluddîn, Kavâidu’t-Tahdîs Min Funûni Mustalahi’l-Hadîs, Dâru İhyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye, Kahire ts., s. 52.
5 el-En’âm, 6/38.
6 en-Nahl, 16/89.
7 el-Mâide, 5/3.
8 el-En’âm, 6/57; Yûsuf, 12/40, 67.
9 el-Bakara, 2/110; en-Nûr, 24/56.
10 Bkz., Buharî, Nikâh, 27.
11 Bkz., Buhari, Hudud 31, 30, Mezâlim, 19; Müslim, Hudud 15 (1691).
12 el-Mâide, 5/3.
13 Kurtubi, Câmiul Beyân 6:63-64.
14 Yusuf 12/40,67, el-En’âm 6/57.
15 el-Â’raf, 7/157.
16 Ebû Dâvûd, Sünnet, 6.
17 Ebû Dâvûd, Harâc, 33.
18 Müslim, ez-Zühdü ve’r-Rekâik, 17.
19 Ebû Dâvûd, İlm, 3.
20 Buhâri, İlm, 39.
21 Buhâri, İlm, 39.
22 Tirmizî, İlm, 12.
23 el-Hicr, 15/9.
24 el-Mâide, 5/92.
25 el-Mâide, 5/67.
26 en-Nahl, 16/44.
27 el-Haşr 59/7.
28 el-Ahzâb, 33/21.
29 el-Haşr, 59/7.
30 Buhârî, Tefsîr, 59/Haşr/4.
31 en-Nisâ, 4/59.