Hem Emanet Hem Emanetçi - Komşu
Otuz farklı medeniyete ev sahipliği yapmış bu bereketli topraklarda yaşayan birbirinden farklı onca insan, birbirlerine dert ortağı, sırdaş, arkadaş, yoldaş da olmuşlar aynı zamanda. Bu yüzden, ne zaman komşuluktan söz açılsa, aklıma hep o eski Mardin ve eski Mardin evleri, komşulukları gelir.
Günümüzden yaklaşık 6500 sene öncesinde inşa edilen Mardin’in taş evleri, şehri her ziyaretimde beni yeniden büyüler. Hele evlerin terasları… Her birinin terasının, önündeki evin terasını görecek şekilde yapılmış olması, evlerin hiç birinin gölgesinin bir diğerinin üzerine düşmemesi her ne kadar o dönemin mimari dehasının bir göstergesi olsa da kendi haklarını almanın yanı sıra komşusunun da hakkını gözeten bir inceliği de içinde barındırdığını düşünürüm hep.
İnsanlar imkânları dâhilinde istedikleri yere istedikleri yükseklikte evler, istedikleri genişlikte avlular yapabilir, “Bana ne canım öndeki evin avlusuna düşen gölgeden.” diyebilirlerdi oysa. Evlerin büyüklüğü birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, yeni eklenen yapılarla bir önceki düzeni hiç bozmamış olmaları takdire şayandır benim gözümde.
Tüm bunların yanı sıra babam, orada oturdukları dönemlerdeki komşuluğu ve yaaşadıkları güzel günleri özlemle ve nemli gözlerle anlatırdı bize hep. Akif Amca’nın rahatsızlandığı o geceyi ve sonraki günlerini ne babam unutabildi, ne Akif Amca’nın ailesi, ne de bizler unutabildik...
O gece, Akif Amca’nın küçük oğlu telaşla kapımızı çalıp babalarının fenalaştığını söyleyince annem hızlıca ambulansı aramış; babam, “Ambulansı bekleyemeyiz!” deyip, Akif Amca’yı kendi aracıyla hastaneye yetiştirmiş. Annem de Akif Amca’nın eşiyle kalmış. Kâh kadıncağızı teselli etmiş kâh onunla birlikte gözyaşı dökmüş. Sabaha kadar ahizenin başında iyi bir haber beklemişler. Gün ağarırken telefonun acı acı çalan sesi yüreklerini ağzına getirmiş. Akif Amca’nın kalbi dayananmış daha fazla. Sabaha karşı hayata veda etmiş. Eşi haber karşısında yıkılmış. “Mehmet’im” diyebilmiş, can havliyle “Mehmet’im İstanbullarda kaldı. Haber edin. Akif’imin öldüğünü söyleyin.”
Bu esnada babam daha hastaneden çıkmadan cenaze işlemlerine başlamış. O günü anlatırken “Dostluk böyle zamanlarda belli olur.” derdi. Cenaze aracı hastaneye vardığında cenazenin başında babam ve Akif Amca’nın küçük oğlu varmış. Mehmet Abi çok uğraşmasına rağmen uçak bulamamış. Çaresiz bir otobüse atlamış ama yol uzun, mesafeler büyük.
Defin için ikindi namazına kadar beklemişler. Bir umut Mehmet Abi gelir de babasının mezarına toprak atmak nasip olur diye. Yetişememiş Mehmet Abi. Ancak o günün akşamına varmış evine.
Kızım, derdi babam: “İyi bir komşu, bazen ailenden önce gelir. Biz hep bunu böyle bildik, böyle yaşadık.”
Otuz farklı medeniyete ev sahipliği yapmış bu bereketli topraklarda yaşayan, birbirinden farklı onca insan, birbirlerine dert ortağı, sırdaş, arkadaş, yoldaş da olmuşlar aynı zamanda. Düğünleri bir, cenazeleri bir olmuş. Sadece komşu değil, sevinçleri ortak, hüzünleri ortak yol arkadaşı olmuşlar. Bu yüzden, ne zaman komşuluktan söz açılsa, aklıma hep o eski Mardin ve eski Mardin evleri, komşulukları gelir.
Onca yıl sonra bugün, yaşadığımız kentlerde, yeni taşındığımız evimizde bir komşumuz gelip kapımızı çalıyor, bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyorsa şanslı sayılıyoruz. Çünkü artık birbirinden habersiz yaşayan insanlar topluluğuyuz. Komşu değil, aynı apartmanda yaşayan bir gurup insanız. Birbirimizin yabancısıyız.
İşin garip tarafı, bu durumdan yalnızca şikâyet ediyoruz. Birbirimize bu kadar yakın olup birbirimizden neden bu kadar uzak durduğumuzu hiç sorgulamıyoruz. Şikâyet ettiğimiz bu durumun ortadan kalkması için hiç çaba göstermiyoruz. Eskiden olup da şimdi olmayan, ya da eskiden hiç olmayıp şimdi olan ne?
Artık insanların, komşularının yerini dolduracak, bir çeşit hipnoz etkili televizyon programları; dertlerini anlattıkları, yediklerini içtiklerini, gezdiklerini, gördüklerini, okuyup yazdıklarını “paylaştıkları” sosyal medya hesapları ve sanal arkadaşları var. Görmek istedikleri kadar görüp istemediklerinde bir tuşla kendilerinden uzaklaştırdıkları arkadaşlar her biri.
Unuttuk. Annelerimizin özene bezene, bin bir emekle hazırladığı yemekten, “Kızım, al bu tabağı da komşumuza götür, kokmuştur şimdi.” diyerek elimize tabakları tutuşturduğu zamanları. Komşu, yeri geldiğinde ailenden önce gelendi. Yardımına koşan, eksiğini tamamlayandı. Derdini paylaşan, ekmeğini bölüşendi. Emanetin ve emanetçindi komşu. En güzel gününde yanında olan, en kötü gününde elini sıkı sıkı tutandı.
Peygamber Efendimizin: “Cebrail bana komşu hakkından o kadar bahsetti ki komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Tirmizî, Birr, 28.) hadis-i şerifini unuttuk.