Gönderen Konu: İSLAM’I NE KADAR DOĞRU ANLIYORUZ  (Okunma sayısı 268 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İSLAM’I NE KADAR DOĞRU ANLIYORUZ
« : Ağustos 25, 2019, 08:43:36 ÖS »
İSLAM’I NE KADAR DOĞRU ANLIYORUZ

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Son zamanlarda bir kısım din adamlarına ait akla ziyan ve kabul edilemez sözlerin ortaya çıkması toplumda ciddi bir infiale yol açmıştır. Vicdanın sesi, akıl ve şuurun hakka çağrısı olması gereken dinin müntesipleri tefekkürden uzaklaşınca ne yazık ki bu konuları gündemlerine alabilmekteler.  Özellikle kadını itibarsızlaştırmaya yönelik bu sözlerin dini olmanın ötesinde “kişisel yorum” olduğunu en başta belirtmemiz gerekir.

Sayın Cumhurbaşkanımız da konuyu fevkalade önemli görmüş olacak ki “Hoca efendilerin kendisini tefe koymaları” ihtimalini göze alarak soruna neşter vurmuştur. 8 Mart 2018 tarihli konuşmasında dinin doğru anlaşılması ve yorumlanması yönündeki hassasiyetini dile getirerek: “İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar aciz bunlar. İslam’ın güncellemesi vardır. Siz İslam’ı 14 asır öncesinin hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız” diyerek Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakülteleri’nden halkımızı doğru bilgilendirmelerini istedi.

Cumhurbaşkanımızın, “Reform yapmak haddimize değil” demesine rağmen bu isabetli çıkışına karşılık bazı marjinal gruplar “Dinde reform olmaz” diyerek karşı çıktılar. Ancak bunun reform değil, ilim geleneğimizde öteden beri var olan ve “dini düşüncenin güncellenmesi” anlamındaki tecdid-tagayyür-  ihya /yenilenme, değişim ve canlandırma gibi kavramları hatırlattığı çok açıktır.

TECDİD VE İHYA NEDİR?

Tarih boyunca dinin, Allah’tan gelen halinin yanı sıra kültür, gelenek ve örfle şekillenen bir yanı da olmuştur hep. Güncellenmesi gereken de Allah’ın gönderdiği din değil, gelene-ek yapılan anlayış ve kabullerdir. Mehmet Akif: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp İlhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” diyerek tam da bunu ifade etmekteydi.

İslam anlayışındaki yozlaşmanın silinmesi ve dinin arındırılması anlamındaki tecdid, çok boyutlu bir anlam ifade eder. Emevi dönemindeki bozulma ve yozlaşmaya karşı en ciddi mücadeleyi veren “İkinci Ömer” olarak da anılan Ömer b. Abdülaziz bu yönüyle ilk müceddid kabul edilir. Müceddidler, İslam’ı her türlü cahiliye unsurlarından, olumsuzluklardan kurtarıp dini asıl kimliği ile insanlara ulaştırmak gibi ulvi bir görev üstlenmişlerdir.*

SORUNUN KAYNAĞI NE?

Tüm bu tartışmalara bakıldığında sorunun kaynağının oldukça derinlerde olduğu görülecektir. Öyle ki, yüzyıllar önce o günün şartlarına, sosyolojisine göre verilen içtihat ve fetvaların “değişmez hükümler” gibi günümüze aynen uyarlanmış olduğunu görüyoruz. Oysa verilen her fetva ve içtihat, çağın, coğrafyanın bilgisini-kültürünü hatta fetvayı verenin karakterini yansıttığı için o döneme has hükümlerdir.   

Bilindiği gibi Müçtehitler, bilinen hükümleri günün şartlarına göre uyarlamak, o da yetmezse Hz. Peygamber’in tasvibini ve onayını kazanmış olan içtihat yoluyla yeni bir çözüme kavuşturmak isterler. Dayanakları da şu uygulamadır: Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona: “Ne ile hükmedeceksin?” diye sorar. O da: “Allah’ın kitabı ve Resulünün hükmettiğiyle. Şayet bulamazsam kendi reyimle (görüşümle) hükmederim” karşılığını verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Muaz’ın göğsüne vurarak,  “Resulünün elçisini, Resulü razı olacak şekilde başarılı kılan Allah’a hamdolsun” diyerek memnuniyetini ifade eder.

Kur’an ve sünnetin sınırları içerisinde kişisel gayret ve çalışmalar yapan müçtehitler, mezhep kurmaz veya özellikle kendi içtihatlarının doğru olduğu iddiasında bulunmazlar. Ancak mezheplerin oluşumunu takip eden 3.yüzyıldan sonra “her grup, tek doğru düşüncenin kendi düşünceleri olduğunu ve kendilerinin dışındakilerinin de cehennemlik olduğunu” iddia etmeleri sonucu mezhebi din; müçtehitleri de dinin asıl sahipleri haline getirdi.

Öyle ki, müçtehidin kendisine veya düşüncesine karşı çıkmak, dine karşı çıkmakla eşdeğer kabul edildi. Tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde de bu “mezhepçi“ anlayış,  cehalet ve bağnazlık aracı olarak ne yazık ki kullanılmış ve kullanılmaktadır. Oysa bir müçtehidin, “bütün içtihatlarının kesin doğru”  olduğunu düşünmek içtihadın anlamına da ruhuna da aykırıdır. Zira “kesin doğru” ancak vahiydir; onun tezahürleri ise Kur’an ve Hz. Peygamberin uygulamalarından başkası değildir. Nitekim İmam Şafii, Mısır’a gittikten sonra daha önce verdiği fetvaların geçersiz olduğunu belirtmiştir. Eşari ile Matüridi ekolleri arasında ise inanç esaslarında bile “yorum farkları” olduğu unutulmamalıdır.

Ebu Hanife’ye içtihatları hakkında sorulduğunda:  “Bilmiyorum, belki de ulaştığım netice şüphe götürmez bir yanlışlıktır… Sahih hadis bulursam, benim mezhebim odur… Daha güçlü bir delil bulabilirseniz benim görüşümü terk ediniz” demiştir. “Tek doğrunun, kendi doğruları” olduğu düşüncesine hep karşı çıktı Ebu Hanife. Hukukta değişmezlerin olduğu gibi değişenlerin de olabileceğini ısrarla belirtti.  Öğrencisi Ebu Yusuf’a şöyle dediği nakledilir: “Ey Yakup vay haline! Benden işittiğin her şeyi yazıyor musun? Ben bugüne göre böyle düşünüyorum, belki yarın bu görüşümden vazgeçerim…” **

Özetlemek gerekirse Müslümanların, yüzyıllardır güncelleyemedikleri din anlayışları ve dini yorumlarından kaynaklanan devasa sorunları gün gibi ortadadır. Öncelikle dinin, toplumda bir kutuplaşma, dışlanma ve ötekileştirme aracı haline gelmesinin önüne geçilmeli ve bunun dine yapılacak en büyük kötülük olduğu unutulmamalıdır. Bu da ancak topyekûn ilim ve fikir erbabının elbirliği ile gerçekleştirebileceği bir hedeftir.

“İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz” diyen Aliya İzzetbegoviç, hem kendimizi hem de dayanak noktamızı sorgulamamızı hatırlatır…

Aklımızı kullanmamızı öğütleyen ve günümüzde gelinen noktanın sebebi ise ilahi mesajda gizli: “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. Allah, pisliği (huzursuzluğu, cehaleti, yobazlığı, azabı) akılını kullanmayanların üzerine musallat eder.”

Mevdudi, İslam’da İhya Hareketleri

Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife

YunusSuresi,10/100

 


* BENZER KONULAR

2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41