Gönderen Konu: Peygamberimizin Tebliğ ve Davet Metodu 3  (Okunma sayısı 432 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Peygamberimizin Tebliğ ve Davet Metodu 3
« : Mart 15, 2018, 07:47:37 ÖÖ »
Peygamberimizin Tebliğ ve Davet Metodu  3

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, en yakın akrabalarından başlayan İslam’a davetini halka halka genişletmişti. Peygamberlik görevini yerine getirmek için her fırsatı değerlendirmiş, bilhassa hac umre ziyaretlerine gelen hacılara, panayırlarda toplanan tüccarlara tebliğde bulunmuştur.

Tarık b. Abdullah isimli zat o yıllara ait bir hatırasını şöyle anlatır:

Mekke devrindeyken, Zü’l-Mecaz panayırında bulunuyordum. Sırtında güzel bir cübbe bulunan genç bir kişi geldi. Halka şöyle diyordu:

“Ey insanlar! Lâilâheillallah deyiniz, kurtulunuz!”

Onun peşi sıra yürüyen bir kişi vardı. Devamlı taş atarak onun topuklarını kan içerisinde bırakmıştı. O da devamlı:

“Ey insanlar! Bu adam yalancıdır, ona itaat etmeyiniz,” diyordu. Sordum:

“Bu kimdir?” Dediler ki:

“Bu, Haşimoğullarından gelen ve ben Peygamberim, diyen kişidir. Arkasındaki de amcası Abduluzza’dır.(Ebu Leheb) (Heysemi VI/23)

Görüldüğü gibi, Peygamberimizin tebliğ çalışmaları çok kolay olmuyordu. En yakınları arasında bile kendisine karşı düşmanlık edenler vardı. Ama o hiçbir zaman yılgınlık göstermemiş, sabırla vazifesine devam etmişti.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin İslam'ı yaymaktaki başarısında bu azim ve sabrı en büyük faktördür. Onun kararlılık ve sabır göstermesi, insanların iman etmesine vesile olmuştur. Çünkü bir insan bunca eziyete katlanarak söylediği şeyde ısrar ederse onun samimi olduğuna inanılır.

Kabile Reislerini Daveti

Peygamber aleyhisselatu vesselam ayırım yapmadan herkesi İslam'a davet etmekle birlikte sosyal ilişkilerden de ayrıca yararlanmıştır. Bilhassa kendi kabilesi üzerinde tesirli olan önderlerin davet edilmesine önem vermiştir.

Çünkü onlar emirleri altında çalıştırdıkları adamlarının, kölelerinin, kadın ve gençlerin İslam'a girmesine izin vermiyor; izin almadan Müslüman olanlara işkence yapıyorlardı. Esasen işkence yapmasalar bile, genellikle insanlar, toplum içinde başarılı ve güçlü kişileri örnek alırlar. Onların akıllıca tercih yaptığını düşünürler. Onların gözüne girmek ve onlarla aynı tarafta olmanın avantajlarından yararlanmak isterler.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de bu gibi etkileri göz önüne alarak, kabile başkanlarını davet etmeye hususi önem vermiştir. İslam'ı tebliğ etmek için toplantılar düzenlemiş, insanların toplu olarak bulunduğu yerlerde tebliğ faaliyetini sürdürmüştür.

Bir akşam vaktiydi. İçlerinde Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, As b. Vail gibi İslam'a şiddetle karşı çıkan kabile önderlerinin de bulunduğu bir grup Kâbe’nin yanında bir araya geldiler. Kendi aralarında şöyle sözleştiler:

“Muhammed’i yanımıza çağırıp konuşalım da bundan sonra ona karşı takınacağımız tavırda mazur görülelim.”

Onların niyeti, son kez Peygamberi vazgeçmeye davet etmekti. Eğer vazgeçmezse bundan sonra yapacakları zulüm ve eziyetleri kendilerini mazur göreceklerdi. Bunlar tarafından gönderilen bir adam:

“Kavminin ileri gelen eşrafı seninle konuşmak istiyorlar!” diyerek Allah Resulünü çağırdı.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, İslam'a bakışları değişmiştir ümidiyle yanlarına koştu. Çünkü onların müslüman olmasını çok istiyordu. Fakat konuşmaya başladıkları zaman gerçek niyetleri ortaya çıktı. Dediler ki:

“…Eğer sen bu hadiseyi mal elde etmek için getirmişsen, sana mallarımızdan toplayalım, hepimizden zengin olacağın kadarını sana verelim. Eğer bunu bizim içimizde şerefe nail olmak, baş olmak için yapmışsan seni başımıza geçirelim, eğer kral olmak istiyorsan seni kral tayin edelim. Eğer senin bu yaptıkların cinlerden kaynaklanıyorsa ki çoğu kez böyle hadiseler olmaktadır, seni tedavi etmek için mallarımızdan harcayalım da seni o cinden kurtarıncaya kadar tedavin için çaba sarf edelim. Veya senin hakkında mazur sayılalım!”

Bu sözlerle hem rüşvet teklif ediyorlar hem de kabul etmezse başına gelecek eziyetleri ima ederek Rasûlullah’ı tehdit ediyorlardı.

Allah’ın Rasûlü aleyhisselatu vesselam ise serinkanlılıkla cevap verdi:

“Sizin söylediklerinizin hiçbiri bende yoktur. Size peygamberliği mallarınız için getirmiş değilim. İçinizde şeref kazanmak ve başınıza geçmek için de getirmiş değilim. Kralınız olmak için de getirmedim. Cenabı Hak beni size peygamber olarak gönderdi. Bana bir kitab indirdi. Sizin için müjdeleyici ve uyarıcı olmamı emretti. Ben Rabbimin risaletini (emirlerini) tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Eğer bunu kabul ederseniz, bu sizin dünya ve ahirette payınız olur (yani hem dünyada aziz olursunuz, hem de ahirette). Eğer kabul etmezseniz, Allah benimle sizin aranızda hüküm verinceye kadar Allah’ın emrine sabır göstereceğim!”

Peygamber aleyhisselatu vesselam muhataplarının saldırganca konuşmalarına karşı sükûnetini korur, sabır ve tahammül göstererek gayet yumuşak konuşurdu. Bu da Kur'an-ı Kerimde bildirildiği gibi onun “Azim bir ahlak”a sahip olmasından kaynaklanıyordu.

Mucize Göster!

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in tebliğ vazifesini yapmasındaki zorluklardan biri de, kendisinden mucizeler göstermesini istemeleridir. Kureyş uluları onun getirdiği dine iman etmek için bir takım mucizeler göstermesini istediler:

“Ey Muhammed! Eğer sana arzettiklerimizi kabul etmezsen, biliyorsun ki Mekke şehrinin halkı olarak, biz toprak bakımından darlık içindeyiz. Seni peygamber olarak gönderen Rabbinden iste de bizi daraltan, sıkıştıran şu dağları bizden uzaklaştırsın, memleketimizi bizim için verimli hale getirsin. Memleketimizde nehirler akıtsın. Ayrıca atalarımızdan ölüp gidenleri, bilhassa reisimiz Kusay bin Kilab’ı dirilt de senin söylediklerini ona soralım. Eğer atalarımız seni tasdik ederse, biz de seni tasdik ederiz. Böylelikle senin Allah katındaki o büyük mertebeni görmüş olur da Allah’ın seni peygamber olarak dediğin gibi gönderdiğini anlarız” diye cevap verdiler.

Kureyş önde gelenlerinin bu istekleri, bir yandan Peygamber aleyhisselatu vesselamı imtihana çekmek, bir yandan da imanı bir pazarlık konusu yapmak manasına geliyordu.

Allah Resulü aleyhisselatu vesselam dileseydi bu mucizeleri göstermek için Allah'a yalvarabilirdi. Ama Hz. Peygamber aynı kararlılıkla dedi ki:

“Ben size bunları yapmak için peygamber olarak gönderilmedim. Ben Allah’ın bana yüklediği vazife ile size geldim. Allah’ın gönderdiğini size tebliğ ettim. Eğer kabul ederseniz bu sizin dünya ve ahiretteki payınızdır, nasibinizdir. Eğer bana karşı çıkarsanız ben, Allah’ın emrine, Allah benimle sizin aranızda hükmedinceye kadar sabır göstereceğim.”

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, gerçekten iman edeceklerini ümit etse, kendisinden istenilen mucizeleri göstermeyi arzu ederdi. Doğru sözlü bir insana yalancılıkla itham edilmek elbette ağır gelir. Nitekim ayet-i kerimede:

“Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince, eğer gücün yeri delmeye veya göğe merdiven dayamaya yetmiş olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dileseydi onları doğru yolda toplardı.” (Enam; 35) buyurulmuştur.

Bu ayetten anlaşılıyor ki mucize göstermek Peygamberlerin kendi ellerinde olan bir şey değildir, Allah'ın takdiri iledir. İnkârcılar, Peygamberimizin mucize göstermekten aciz olduğunu düşünerek başka mucizeler istemekte ısrar ettiler. “Hatta gökten melekler inip seni tasdik etsin, ancak o zaman inanırız,” dediler.

Allah-u Zülcelâl onların bu isteklerine şöyle cevap vermiştir:

“Ona bir melek indirilse ya! (diyorlar.) Eğer bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı!” (Enam; 8)

Bu ayet-i kerime, apaçık bir mucize geldiği zaman da iman etmezlerse artık o toplumun helak edileceğini, sünnetullahın bu şekilde gerektirdiğini bildirir.

Allah-u Zülcelâl, daha önceki ümmetlerin de Peygamberlerinden mucize istediğini ama mucizeyi görünce de; “Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, her halde gözlerimiz döndürüldü, biz büyülenmiş bir topluluğuz”(Hıcr; 14-5) dediğini haber verdi. Nitekim Peygamberimiz bazı mucizeler gösterdiği halde, iman etmeyip bahane bulanlar oldu.

Elbette Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de bir insandı. İnsanların kurtuluşuna vesile olmak istediği halde türlü türlü hakaret ve iftiralara maruz kalıyordu. Ona iman edenler işkence görüyordu. Bu hal onu çok üzüyordu. Allah-u Zülcelâl indirdiği ayetlerle onu teselli ederek sabır tavsiye etti:

“Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar. Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşın sabrettiler…” (Enam; 33-34)

Kibir ve Kıskançlıktan İnkâr Ediyorlar

Peygamber efendimiz tebliğ vazifesini yaparken insanların dünya ve ahiret saadetine ulaşmasını samimiyetle istiyordu. Ancak ne yazık ki muhatapları onun bu içten duygularını anlamaktan çok uzaktı. Bunu, ona en sert muhalefeti ve şiddetli eziyeti yapanlardan biri olan Ebu Cehil’in sözlerinden anlayabiliriz.

Muğire bin Şube radıyallahu anhu şöyle anlatıyor:

Rasûlullah’ı ilk tanıdığım günde, Ebu Cehil b. Hişam ile beraber Mekke’nin sokaklarında yürüyorduk. Yolda Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselama rastlayınca o yine Ebu Cehil’i İslam’a davet etti. Ebu Cehil yine reddetti ve şöyle dedi:

“…Biz şahidlik ederiz ki sen tebliği yaptın. Allah’a yemin ederim, eğer ben senin söylediklerinin hak olduğunu bilseydim sana tâbi olurdum!” dedi.

Allah Resulü yanlarından ayrılınca Ebu Cehil, bana yönelerek şöyle dedi:

“Allah’a yemin ederim, ben onun söylediklerinin hak olduğunu biliyorum. Fakat ona tâbi olmaktan beni meneden bir şey vardır. (Peygamber efendimizin mensup olduğu) Kusayoğulları Kâbe’nin hizmetlerini yapma hususunda bizi geçtiler. Sonra hacılara yemek yedirdiler, biz de yedirdik ve bu hususta eşit derecedeydik. Sonra dediler ki: ‘Bizden bir peygamber geldi!’ İşte vallahi ben bunu kabul etmem...” (Beyhaki, Bidaye, III; 64)

Bundan da anlaşılabileceği gibi, inkarcıların çoğu kibir, haset, rekabet gibi nefsani duyguların tesiri altındaydı. Peygamber aleyhisselatu vesselamın sevgi ve merhametini anlamaktan çok uzaktılar.

Ancak Allah Resulü aleyhisselatu vesselam hiç vazgeçmedi. Kısa zamanda netice almaya çalışmadı. O elinden geleni yaparken neticeyi Allah'a bıraktı. Onun bu yüksek ahlakında bizim için çok büyük örnekler vardır.

Hayrünnisa Yılmaz.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Peygamberimizin Tebliğ ve Davet Metodu 4
« Yanıtla #1 : Mart 15, 2018, 07:49:27 ÖÖ »
Peygamberimizin Tebliğ ve Davet Metodu  4

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin insanların hidayetine ve ebedi kurtuluşuna vesile olması, mühim olduğu kadar zorlu bir vazifedir. Allah Resulü aleyhisselatu vesselam, bu yüce vazifeyi gereği gibi ifa etmek için çok büyük fedakarlıklar yapmış ve elindeki bütün imkanları bu gaye uğruna kullanmıştır.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin İslam'a davet metodunda başvurduğu bir yöntem de muallimler yetiştirmek ve İslam'ı öğretmeleri için kabilelere göndermekti.

Öncelikle muallimin ne demek olduğuna bakalım. Muallim, sözlük anlamı olarak talim yapan, yani ilim öğreten manasına gelir. Ancak İslam tarihinde muallimler, iman edenlere İslami ilimleri öğrettiği gibi, henüz Müslüman olmayanları İslam'a davet vazifesini de yürütüyordu. Hatta muallimler bir nevi Peygamber aleyhisselatu vesselamın elçisi ve vekili gibi vazife görüyorlardı.

Esasen Peygamber aleyhisselatu vesselam da insanlığa bir muallim olarak gönderilmiştir. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara, 151)

Âyet-i kerimeden açıkça anlaşılabileceği gibi Resûlullah aleyhisselatu vesselamın aslî vazifesi insanlara doğru imanı, ameli ve ahlakı öğretmektir. Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Allah beni bir muallim olarak göndermiş bulunuyor.” (İbn Mâce, Mukaddime 17)

Peygamber aleyhisselatu vesselam, muallimlik vazifesini en güzel şekilde yapardı. Muaviye b. Hakem es-Sülemi adlı sahâbî, bu hususta şunları söylemiştir: "Ben Rasulullah’ tan daha güzel eğitim veren bir öğretmen görmedim. Beni ne azarladı, ne dövdü ve ne de hakaret etti."(Müslim, I, 381)

Üstelik Peygamber aleyhisselatu vesselam eğitim öğretim işlerine alışkın olmayan bir halka gönderilmişti. Bu sebeple okuma yazma seferberliği başlatarak kendisine vahyedilen ayetlerin yazılmasına ve bu suretle korunmasına önem verdi. Bunun yanında ayet-i kerimelerin çoğaltılarak bol bol okunmasını da teşvik etmiştir. Bunun için Mekke döneminin ilk yıllarında Dârü'l-Erkam'ı, Medine devrinde ise Suffayı bir eğitim-öğretim merkezi olarak kullanmıştır.

Mescidin bitişinde bulunan suffada Kur'an âyetleri okunuyor, yazılıyor, dinî bilgiler öğreniliyor ayrıca ibadet ve zikir de yapılıyordu. Suffa'da bulunan öğrencilerin sayısının dört yüze ulaştığı oluyordu.

İlim faaliyetlerinde bizzat Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam ders verdiği gibi onun görevlendirdiği muallimler de ders veriyordu. Yazı öğretmek üzere müşriklerden de muallimler tayin ediyordu. Nitekim Bedir savaşında Müslümanların eline esir düşen müşrik askerlerden okur-yazar olup da kurtuluş fidyesi verecek parası bulunmayanlar, on Müslüman çocuğuna yazı öğretmek suretiyle serbest bırakılmışlardır. Zeyd b. Sâbit bu şekilde Arapça okuma yazma öğrenmiştir.

İslam dini ilme çok önem vermiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ilim öğretme hususunda kadın-erkek ayırımı gözetmemiş, kadınlara özel gün ayırarak onlara sohbet yapmış ve sorularını cevaplamıştır. Onun zamanında kadın öğretmenler de vardı.

Nitekim Ümmü Süleyman b. Hayseme, Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselamın hanımlarından Hz. Hafsa radıyallahu anha'ya yazı öğretmiştir. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme radıyallahu anhuma başta olmak üzere Hz. Peygamber'in hanımları, kadın ve kızların eğitimiyle ilgilenirlerdi.

Bir hadis-i şerifinde:

“Kim bir câriyeyi güzel bir şekilde eğitir, terbiye eder, sonra da azat eder ve evlendirirse onun için iki mükâfat vardır.”(Buhari, Itk, 16) buyuran Peygamber aleyhisselatu vesselam, kadın, köle, yoksul, garip demeden herkesi kuşatan bir ilim seferberliği başlatmıştı.

Dağda koyun güden fakir bir çoban olan Abdullah ibn-i Mesud radıyallahu anhu, onun talim ve terbiyesi altında yetişip, büyük bir fıkıh alimi haline gelmişti.

Peygamber aleyhisselatu vesselamın talim ve terbiyesi altında yetişen talebeler, daha sonra Efendimizin emriyle İslam'a davet ve muallimlik vazifesiyle başka yerlere gönderiliyordu. Bunlar arasında en meşhuru Medine’nin İslam’a koşmasına vesile olan Musab bin Umeyr radıyallahu anhudur.

Musab Bin Umeyr -r.a.-

Musab bin Umeyr, Kureyş kabilesinin sancağını taşıma ve Kâbe’nin örtüsünü yenileme gibi vazifelerini yerine getirmekle meşhur olan Abdüddâroğullarına mensup bir gençti. Zengin bir kadın olan annesi ona çok düşkündü. O, Mekke’nin en güzel ve en pahalı elbiselerini giyen, en yakışıklı delikanlısıydı. Hiç kimse onun Müslüman olup, fakirler ve köleler arasına katılmasını beklemezdi. Ama o nefsini yendi ve vicdanına uygun gelen Hak dini benimsedi.

İlk zamanlar Müslüman olduğunu ailesinden saklıyordu. Ama bir adam onu namaz kılarken görünce durumu annesine haber verdi. Bunun üzerine kardeşleri onu yakalayıp annesinin yanına getirdi. Annesi Mus’ab’ı vazgeçirmek için ne kadar dil döktüyse de o dininden dönmedi. Öfkesinden deliye dönen annesi, Mus’ab’ı evin bir köşesine hapsederek kapısını sıkı sıkıya kilitledi. Bir zaman burada hapis kalan Mus’ab yine dininden dönmedi ve Allah'ın yardımıyla hapisten kaçıp Habeşistan’a yapılan ilk hicrete katıldı.

Müslümanların çok zorluk çektiği yıllardan sonra Allah-u Zülcelâl Medine’den gelen on iki kişilik bir kafilenin İslam'a girmesiyle Peygamberini sevindirdi. Akabe’de biat eden bu on iki kahraman memleketlerine döndükten sonra Efendimiz aleyhisselâm’a bir mektup yazarak İslam'ı öğretecek bir muallim istediler. Peygamber efendimiz onlara genç Mus’ab’ı gönderdi.

Peygamber aleyhisselatu vesselam, bütün peygamberler gibi fetanet yani üstün bir zeka ve kabiliyete sahipti. Bu sebeple bir görev verdiği kişileri seçerken son derece isabetli davranırdı.

Musab bin Umeyr, dili fasih, hitabeti güçlü, güler yüzlü, sevimli ve imanında samimi bir kişiydi. O zamana kadar nazil olan âyet-i kerimeleri ezberlemişti. İnsanları tatlı bir üslupla Allah’a çağıran, salih amel işleyerek güzel örnek olan, özü ve sözü bir olan bir gençti.

Peygamber aleyhisselatu vesselamın bu görevlendirmesinde ne kadar isabetli davrandığı kısa zamanda anlaşıldı. Gerçekten de Mus’ab onlara gayet nazik bir şekilde davranarak kendisini dinlemeye ikna ediyor ve en güzel bir hitabetle Müslüman olmalarına vesile oluyordu. Böylece İslâm’a büyük hizmetler edecek ensarın pek çoğu, Mus’ab b. Umeyr’in davetiyle Müslüman olmuşlardı.

Hz. Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anhuda İslam davetçileri için güzel bir örnek vardır. O, Peygamber aleyhisselatu vesselamdan Allah'ın ayetlerini öğrendiği gibi, onun yüksek ahlakını da öğrenip benimsemişti. İnsanlarla güzel geçinen, gönüllerini kazanmasını bilen biriydi. İlk zamanlar onun İslam'a davetini hoş karşılamayan, hatta tehlikeli gören kişiler de oluyordu.

Ama o daima yumuşak konuşuyordu. Mesela elinde mızrakla gelenlere, “Hele dur, oturup bizi dinle. Sözlerimiz hoşuna giderse ne âlâ, eğer sözlerimizi beğenmezsen biz bunu sana teklifden vazgeçeriz. Bizi bırakır gidersin,” diyordu. Bu yumuşak ve tatlı sözler karşısında sakinleşip, bir kenara oturarak onları dinlemeye başlayan kişilerin gönlü yumuşuyor, kendisi İslam'ı kabul ettiği gibi bütün kabilesinin de Müslüman olmasını sağlıyordu.

Muaz b. Cebel -r.a.-

Peygamber efendimizin yetiştirip muallim olarak vazifelendirdiği birçok sahabe vardır. Bilhassa Medine’ye hicretten sonra İslami eğitim ve İslam'a davet faaliyetleri adeta bir kadro hareketine dönüştü. Çünkü artık bir İslam devleti kurulmuştu. Medine şehri de o gün için bir ilim irfan şehri haline gelmişti.

Bir süre sonra Mescid-i Nebevî dışında başka mescidler de inşa edildi. Kaynaklarda, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin sağlığında, Mescid-i Nebevî'nin dışında Medine'de dokuz mescid daha bulunduğu görülmektedir. Bu mescidlerde Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam dışında onun vazifelendirdiği kişiler namaz kıldırıyor ve eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütüyordu.

Sahâbe arasında Farsça, Rumca, Kıptîce, Habeşçe, İbrânîce ve Süryânîce bilenler vardı. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam bir gün genç sahabesi Zeyd b. Sâbit'e: "Sen Süryânîce biliyor musun? Bana mektuplar geliyor?" demiştir. Zeyd b. Sâbit'in "Bilmiyorum." demesi üzerine Hz. Peygamber (asm) "Onu öğren." demiştir. Bunun üzerine Hz. Zeyd, kısa zamanda İbrânîce ve Süryânîce öğrenmişti. (Tirmizî, IV, 67-68)

Peygamber aleyhisselatu vesselamın teşvikleriyle ilim öğrenen bu sahabeler, civardaki yeni Müslüman olan kabilelere, muallimlik, zekât memurluğu ve kadılık yapmak üzere gönderiliyordu. Bunlardan biri de Muaz bin Cebel radıyallahu anhu idi.

Hz. Muaz, Hacrec’in Benî Udey koluna mensup bir gençti. 18 yaşında iken İslâm ile şereflendi ve II. Akabe biatına katıldı. Medine’de İslâm dininin yayılması için her türlü faaliyete katılırdı. Muaz ve arkadaşlarının tebliğ faaliyetleri arasında, putların bir işe yaramadığını ispat etmek için gizlice putlarını kırmak da vardı.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin Medine’ye hicretinden sonra muhacirlere çok yardım etti, hatta malını mülkünü harcadı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Muaz’ı, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anhuma ile kardeş kıldı. Her ikisi de ilme çok meraklıydılar ve Peygamber aleyhisselatu vesselama sorular sorarak ilimlerini devamlı artırıyorlardı.

Peygamber aleyhisselatu vesselam, Hz. Muaz’ı Mekke’nin fethinden sonra orada emir ve Kur’an-ı Kerim muallimi olarak görevlendirdi. Hicretin 9. yılında ise zekât amili ve kadılık göreviyle Yemen’e gönderdi. Muaz b. Cebel radıyallahu anhu Rasûlullah’ın vefatına kadar Yemen’deki kadılık görevine devam etti. Burada bölge halkından pek çok kişiyi etrafında toplayan yalancı peygamber Esved el Ansî’nin etkisiz hale getirilmesi için mücadele etti.

Muaz b. Cebel radıyallahu anhu, Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselamdan hadisler rivayet etmiş ve başta hadis ve fıkıh olmak üzere İslami ilimlerde talebeler yetiştirmiştir. Ebu Mûsa el-Eş‘arî Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b. As, Câbir b. Abdullah gibi meşhur alimlerin yetişmesinde emeği geçmiştir.

Dünyaya bir yetim olarak gözlerini açan Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Rabbinin hususi rehberliği altında her türlü zorluğa sabrederek, azim ve sebat göstererek bu dini tebliğ ve talim etti. Böylece kıyamete kadar gelecek insanların kurtuluşuna vesile olacak bir dini gelecek nesillere emanet etti.

Hayrünnisa Yılmaz.

 


* BENZER KONULAR

Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41