* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: İmân İslâm ve Nifâk Kavramları Üzerine Notlar  (Okunma sayısı 692 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 942
    • www.fanidunya.net
İmân İslâm ve Nifâk Kavramları Üzerine Notlar
« : Mayıs 18, 2025, 10:55:58 ÖÖ »


İmân İslâm ve Nifâk Kavramları Üzerine Notlar

Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) tebligat ve uygulamalarının ilk muhatapları; sadece sahabe topluluğu olduğu için, İslâm’ın temel hedeflerini tesbit ederken onlardan gelen sahih rivayetlerinin dikkate alınması gerekir. Eh-i Sünnet ve’l Cemaat terimi, Peygamberimizin sünnetini ve ashabının tercihlerini dikkate alan mü’minleri ifade eden bir terimdir. Tevhidin aslı kitaba ve sünnete sımsıkı sarılmak, hevâya tabi olmaktan ve bid’attan ictinap etmektir. Bazı muteber hadis mecmualarında iman ve İslâm kavramları biririnin müradifi olarak kullanılmıştır. İmam-ı Maturidi “Kitabû’t Tevhid” isimli eserinde, iman ve İslâm terimlerinin keyfiyetini izah ederken şu tesitte bulunmuştur: “Bize göre iman ile İslâm; her ne kadar lûgat ve lafız itibariyle manaları farklı da olsa, kendileriyle murad edilen keyfiyet aynıdır.”İman ile İslâm kavramlarının farklı keyfiyete haiz olduğunu iddia edenler (Zevahir uleması) bedevilerle ilgili âyetleri dikkate almışlardır.

KUR’AN-I KERİM’de yer alan muhkem nassların doğru olarak anlaşılması, bir anlamda Allah’ın muradının doğru olarak tesbit edilmesiyle mümkündür. Bilindiği gibi Allah (cc) kullarına iletilmesini dilediği şeyleri vahiy yoluyla peygamberine bildirmiş, vahyi açıklama ve uygulama görevini de O’na vermiştir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) tebligât ve uygulamalarının ilk muhatapları; sadece sahabe topluluğu olduğu için, İslâm’ın temel hedeflerini tesbit ederken onlardan gelen sahih rivayetlerinin dikkate alınması gerekir. Eh-i sünnet ve’l cemaat terimi, Peygamberimizin sünnetini ve ashabının tercihlerini dikkate alan mü’minleri ifade eden bir terimdir. Tevhid’in aslı kitaba ve sünnete sımsıkı sarılmak, hevâya tabi olmaktan ve bid’attan ictinap etmektir. Bazı muteber hadis mecmualarında iman ve İslâm kavramları birbirinin müradifi olarak kullanılmıştır. Meselâ: Hz. Abdullah b. Ömer (ra)’den rivayet edilen Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) : “İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur. (Bu beş şey) “Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. Muhammed O’nun elçisidir” demek, (Kelime-i Şehadet getirmek), namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek ve Ramazan orucunu tutmaktır”(1) buyurduğu malûmdur.

Hadis-i Şerif’te “Kelime-i Şehadet” (yani iman), İslâm diye isimlendirilmiştir. İmam-ı Maturidi “Kitabû’t Tevhid” isimli eserinde, iman ve İslâm terimlerinin keyfiyetini izah ederken şu tesitte bulunmuştur: “Bize göre iman ile İslâm; her ne kadar lûgat ve lâfız itibarıyla manaları farklı da olsa, kendileriyle murad edilen keyfiyet aynıdır.”(2)

İmam Nureddin Es-Sabûni; iman ve İslâm terimleriyle ilgili farklı görüşler bulunduğunu ifade etmiş ve şöyle demiştir: “İman ve İslâm terimleri biz ehl-i sünnet’e göre aynıdır. Zevâhir ulemasına göre ise ayrı ayrı şeylerdir. Ehl–i Sünnet görüşünün isbatı şöyledir; “İman, aziz ve celil olan Allahü Teâla’yı (cc) haber verdiği emir ve yasaklarında tasdik etmekten ibarettir. “İslâm” ise onun ulûhiyetine boyun eğip itaat eylemektir. Bu da ancak onun emir ve nehyini benimsemekle gerçekleşebilir. O halde taşıdıkları hüküm bakımından iman, İslâm’dan ayrılamaz ve aralarında mugâyeret (birbirine zıtlık) bulunamaz. İman ile İslâm’ın birbirinden ayrı şeyler olduklarını iddia eden kimseye sorulur: “Mü’min olup da müslim olmayan, yahud da müslim olup da mü’min olmayan kimsenin hükmü nedir?” Eğer biri için mevcud olup da öteki için bulunmayan bir hüküm isbat edilebilirse ne âlâ, aksi takdirde sözünün yanlışlığı ortaya çıkmış olur.”(3)

İman ile İslâm kavramlarının farklı keyfiyete haiz olduğunu iddia edenler (Zevahir uleması) bedevilerle ilgili âyetleri dikkate almışlardır. Meselâ: Kur’an-ı Kerim’de bazı bedevilerin itikadi zaafları beyan edilirken (mealen); “Bedeviler ‘Biz iman ettik dediler. De ki: Siz daha iman etmediniz. Zahiren İslâm’a girdik dememiz daha doğrudur. Çünkü gerçek inanç henüz kalbinize girmedi” (El Hucûrat Sûresi: 14) hükmünün beyan buyurulduğu malûmdur.

Ehl-i sünnet âlimleri meselenin keyfiyetini izah ederken ’ Bedevilerin İslâm Fıkhı’nı uygulayan devletin (siyasi iktidarın) iradesine teslim oldukları haber verilmiştir. Bu ayetteki İslâm terimi (teslim olma) kelime manasıyla yer almıştır.’

İnanılması zaruri olan hükümler (İman esasları) tecezzi kabul etmeyen bir bütündür. Herhangi bir insanın; tıpkı günümüzde olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı hükümleri reddettiği halde, müslüman olduğunu iddia etmesi mümkündür. Dilin kemiği yoktur. Müslüman olmayan bazı kimselerin, kendilerini iman ehli gibi takdim etmeleri yeni bir hadise değildir. Bu hakikat muhkem nassla sabittir:” İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman etmiş olmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler. Halbuki onlar inanıcı (insan) lar değildirler.”(El Bakara Sûresi: 8  Kelime-i şahadette ifadesini bulan hakikatleri; kalben tasdik etmeyen kimselerin, dilleriyle müslüman olduğunu söylemelerine nifâk denilir. İmam-ı Şehristani “İslâm lâfzı; hem mü’min, hem münâfık için kullanılan müşterek bir lâfızdır” 4 diyerek, dünya ahkamıyla ilgili duruma işaret etmiştir.

Fakih sahabelerden Hz. Abdullah İbn-i Amr’dan rivayet edilen Hadis-i Şerif’te, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) nifak alâmetlerini haber verdiği malûmdur: “Dört vasıf (haslet) vardır ki, bunlar kimde bulunursa münâfık olur. Kimde bu dört vasıftan birisi bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münâfıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar: Kendisine birşey emânet edildiği zaman ihânet etmesi, konuştuğunda yalan söylemesi, ahdettiği zaman ahdini yerine getirmemesi ve husûmet ettiği zaman adâletten ayrılmasıdır.”(5)

Bazı muhaddisler; sarih ifadelere haiz olan bu Hadis-i Şerif’in, aynı zamanda mücmel bir keyfiyete haiz olduğunu ifade etmişlerdir. Asrımızın değerli âlimlerinden Abdurrahman Habenneke “Tarih Boyunca Münâfıklar, Çirkinlikleri ve Nifak Musibetinin Gerçeği” adını verdiği eserinde; Hadis-i Şerif’te zikredilen nifak alâmetleri hususunda, bazı inceliklere işaret etmiştir. Acaba bu alâmetlerden birisini taşıyan kimseye münafık denilebilir mi? Bu hususta değişik kanaatlere sahip olan müslümanların varlığı malûmdur. Kimisi bu kimseye münâfık diyebiliriz derken, kimisi de böyle bir kimsenin inanmadığı halde müslüman gibi görünen kimseler gibi olamayacağını söyleyebilirler. Burada bir inceliğe işaret etmekte fayda vardır: Her yalan söyleyen kimse münâfık değildir. Ancak münafıklar yalan söylemeyi ahlak haline getirmişlerdir. Rivâyete göre bir kimse Tabiûndan Atâ’ya; “Hasan Basrî’yi: ‘Kimde bu dört vasıf bulunursa onun için münâfık demekten bir sıkıntı duymam’ diye söylerken işittim” demiş, O da: “Hasan’ın yanına gittiğinde, ona de ki, Atâ sana selam söylüyor ve diyor ki: “ Hz. Yusuf’un (a.s.) kardeşlerini hatırla! O’nun kardeşlerinin de yalan söyledikleri, emânete ihânet ettikleri ve sözlerinde durmadıkları halde kendilerine münâfık damgası vurulmamıştır.’ Bu Hadis-i Şerif’te yer alan alâmetler ve neticeleri, Tabiûndan Said b. Cübeyr’in de zihnine takılmıştır. Sahabeden Hz Abdullah İbn-i Ömer ile İbn-i Abbâs’a, bu hadisin nasıl anlaşılması gerektiğini sormuştur. Aldığı cevap birbirine yakındır ve mealen şöyledir:

“Ey kardeşimin oğlu, bu haber seni düşündürdüğü gibi bizi de düşündürmüş ve öğrenmek niyetiyle Rasûlüllah’a (s.a.v.) sormuştuk. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) tebessüm etti ve: “Sizin bu vasıflarla ne alâkanız var? Bunlar münâfıklara mahsustur. Benim, ‘konuştuğunda yalan söyler’ şeklindeki sözüm, Allah’ın bana indirdiği: ‘Münâfıklar sana geldiğinde: ‘Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın peygamberisin’ derler. Allah bilirki, sen elbette, Kendisinin peygamberisin. Ancak Allah münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Münâfikûn: 1) âyeti ile ilgilidir, siz böyle kimseler misiniz?” sualine sordu. Biz: “Hayır” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Öyleyse sizin bununla bir alâkanız yok! Siz bundan uzaksınız.” Nifak alametlerini üzerinde taşıyan mükellefi bekleyen tahlike şudur: Ameli nifakın, zaman içinde itikadi nifâka dönüşmesi mümkündür. Türkçe’de “iki yüzlülük” şeklinde ifade edilen nifak; hem itikadi, hem de ahlâki keyfiyete haiz olan bir hastalıktır. İki yüzlülük yapan münafıkların; insanların en kötüleri olduğunu Peygamberimiz Efendimiz (sav) haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: ‘İnsanların kötüleri; bazı insanlara bir yüzle, bazı insanlara bir başka yüzle gelen kimsedir. Onlar iki yüzlüdürler.’(6)

İmam Fahrüddin Razi “Münâfıkların işledikleri suçun, kâfirlerin işledikleri suçtan daha ağır bir suç olduğunu ifade etmiştir. Münâfıkların cehennemdeki yerlerinin en alt tabaka olduğu muhkem hassla haber verilmiştir: “Şüphesiz, münâfıklar cehennemin en altındadırlar.” (En Nisâ Sûresi: 144) Bilindiği gibi münafıklar, âhiret ahkamı açısından (kalben inanmadıkları için) kâfir vasfına haizdirler. Sadece ikrarları dikkate alındığı için; dünya ahkâmı açısından, müslüman gibi muameleye tabi tutulurlar. Dünya ahkâmı açısından dille ikrar, belirleyici unsur hükmündedir. İmam-ı Muhammed (rh.a) bu keyfiyeti dikkate almış ve şu tesbitte bulunmuştur: “Bir kimse malûm olan şirk itikadının hilafı olan tevhidi ikrar ettiği zaman İslâm’a girişine hükmedilir. Çünkü gerçek itikadını tesbit etme imkânı yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna hükmederiz.”(7)

Dolayısıyla İmanın değişmeyen rüknü, inanılması zaruri olan hükümleri kalben tasdik etmektir. Dünya ahkâmı açısından belirleyici rüknü ise dille ikrardır. 8

Dinde inanılması zaruri olan hükümler (zarûrat-ı diniye) tabiri, bir anlamda imanın “olmazsa olmaz” şartlarını ifade için kullanılan bir tabirdir. Kur’an-ı Kerim’de; “Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, âhiret gününü inkâr ederek kâfir olursa o, muhakkak ki (sırat-ı müstakiym’den) uzak bir sapıklıkla sapıp gitmiştir” (En Nisâ Sûresi: 136.) hükmü beyan buyurulmuştur. Mütevatir olan bir Hadis-i Şerif’te; “Allah’a, meleklerine, kitaplarına peygamberlerine ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmenin farz olduğu” haber verilmiştir.  8

Hz. Ali (ra)’den rivayet edilen Hadis-i Şerif’te, inanılması zaruri olan hükümlerden bir kısmı zikredilmiştir. Hadis-i Şerif, meâlen şöyledir: “Kişi şu dört şeye inanmadığı müddetçe mü’min olamaz. Allahü Teâlâ’dan (cc) başka ilâh olmadığına, Benim O’nun kulu, aynı zamanda Rasûlü olduğuma ve bütün insanlara hakla gönderilmiş bulunduğuma şehadet etmek, ölüme ve (ölümden sonra) tekrar diriltileceğine inanmak, Kadere iman etme;”(9)

Aliyyü’l Kari Hadis-i Şerifin başında yer alan nefyin (lâ yû’minû) kemâle değil, asla raci olduğunu ifade etmiştir. Yani bu sayılanlardan herhangi birini reddeden kimse mü’min olamaz. Hesap gününü inkâr eden, cennet, cehennem, haşr, neşr, mükâfat ve azabın zahiri keyfiyetine inanmayan, bunların ruhâni lezzetler olduğunu iddia eden kimse kâfir olur.(10)

İnkâr edildiği zaman sahibini dinden çıkaran hükümlere “zarûrât-ı diniyye” vasfı verilmiştir. Ehl-i Sünnet ulemasına göre, bir şeyin iman esası olabilmesi için Kur’an-ı Kerîm’de veya mütevâtir sünnette delilinin/hükmünün bulunması zaruridir. Çünkü muhkem nasslarla Allah’a (cc) ve O’nun Rasûlü’ne itaat farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman; gerek mü’min olan erkek, gerek mü’min olan kadın için (o hükme aykırı olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır” (El Ahzab Sûresi: 36) hükmü beyan buyurulmuştur. Feteva-i Hindiyye’de: “Mütevatir olan hadisleri inkâr eden kimse kâfir olur. Bazı alimlere göre meşhur olan hadisleri inkar eden kimse de kâfir olur. Ebân b. İsa “Meşhur Hadis’i inkâr eden kimse kâfir olmaz, dalâlete düşmesinden korkulur” demiştir. Sahih olan kavil budur. Haber-i Vahid’i, mazeretsiz olarak inkâr eden kimse günahkâr olur.’(11)

Mükellefin arzularını İslâm’a tabi kılması ve ihlâsla emrolunduğu amelleri edâ etmesi farzdır. Peygamberimiz Efendimiz (sav) bu farzı şöyle ifade etmiştir: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, arzularını İslâm’a tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz.”(12)

İslâm dininin iman ve ibadet esaslarıyla ahlâki emirlerini de birbirinden ayırmak kolay değildir. Hz. Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edilen Hadis-i Şerif’te, Allah’a ve ahiret gününe iman ile bazı ahlaki değerlerin münesebeti ifade edilmiştir: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse; ya hayırlı bir söz söylesin, ya sussun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, müsafirine ikramda bulunsun.”(13)

İmanın sahih ve kabûle şayan olmasının da bazı şartları vardır. Birincisi: İman, ölüm döşeğinde iken, yeis ve ümitsizlik sebebiyle vaki olmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de “Azabımızın şiddetini gördükleri zaman imanları kendilerine faide verecek değildir” (Mü’min Sûresi: 85) hükmü beyan buyurulmuştur. Reddü’l Muhtar’da:”Hak olan mezheplere göre, ölüm döşeğinde can çekiştiren kâfirin imanı ile kendilerini yok edecek azabı gördüklerinde iman eden kâfirlerin imanı faide vermez.”(14) hükmü kayıtlıdır.

Fir’avn suda boğulurken yeise (ümitsizliğe) kapılmış ve “Musa’nın Rabbine iman ettim” ikrarında bulunmuştur. Zira o anda, uğrayacağı azabın şiddetini görmüştür. İkincisi: Zarûrat-ı diniyeden olan hükümlerden herhangi birini inkâr veya tekzib etmemelidir. Meselâ: Bir kimse Allah (cc)’ın varlığına, birliğine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inandığını ikrar etse, ancak meleklere inanmadığını söylese, bu kimsenin imanı sahih değildir. Çünkü iman bir bütündür. İnsanların iman esaslarına yeni birşey ilave etmeleri veya çıkarmaları da mümkün değildir. İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin (rh.a), “Gök ehli ile yer ehlinin imanı; iman edilecek şeyler yönünden artmaz ve eksilmez”(15) şeklindeki tesbitini izah eden âlimler, bir inceliğe işaret etmişlerdir.Bu incelik şudur: Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) vefatından sonra vahiy kesildiği için, yeni bir iman esası vaz’ etmek mümkün değildir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İçinde yaşadığımız âlem, imtihan dünyasıdır. Muhakkak ki her imtihanın bir neticesi vardır. Allahü Teâla (cc) kendisine ihlâsla teslim olan (inanan) ve salih amel işleyen kullarına “cenneti” vaadettiği gibi (El -Kehf Sûresi: 18/107); kâfir, münâfık ve müşrikler için “cehennem azabı’nın” hazırlandığını haber vermiştir. Muhkem nasslarla sabit olan hususlardan birisi de âhiret hayatı başlamadan önce, bütün insanların ve dünyanın başına “Kıyâmet” vâkıâsının geleceğidir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Efendimiz (sav) kıyamet’in küçük ve büyük alametlerini haber vermiştir. Ehl-i Sünnet ulemâsı: “Vukû bulması mümkün olan bir şey hakkında nass varid olunca onu kabul etmek ve ona inanmak gerekir” hükmünde ittifak etmiştir. Kıyâmet’in büyük ve küçük alâmetlerinin bir kısmı Kur’an-ı Kerim’de beyan buyurulmuş, bir kısmı da Peygamberimiz Efendimiz’den (sav) rivayet edilmiştir.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   İmam Ahmed b. Hanbel-Müsned-İst: 1401 C: 2 Sh: 26, 93, 120 Ayrıca Sahih-i Buhari-K. iman: 1, 3, Sünen-i Nesai-K. İman: 13

(2)   İmam-ı Maturidi-Kitabû’t Tevhid-Beyrut: 1970 Sh: 394

(3)   Nureddin Es Sabuni- Matûridiyye Akaidi-ank: 1978 Sh: 184

(4)   İmam-ı Şehristani- El Mile’l Ve’n Nihal- Beyrut: 1395 C: 1 Sh: 40.

(5)   Sahih-i Buhârî-İst: 1401 K. İmân: 24, Sahih-i Müslim-K. İmân: 106, Sünen-i Ebû Davud-K. Sünne: 15, Sünen-i Tirmizî-K. İmân: 14)

(6)   Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K. K. Menâkıb: 1, Sahih-i Müslim-K.Fezâil: 199

(7)   İmam-ı Muhammed - Siyer-i Kebir - İst: 1980, Evs Yay. C: 1, Sh: 163

(8)   İmam-ı Azam Ebû Hanife - El Alim ve’l Müteallim - Kahire: 1368 Sh: 57 Ayrıca İbn-i Abidin - Reddü’l Muhtar Ale’d Dürri’l Muhtar - İst 1983, C: 9, Sh: 5

(9)   Sünen-i Tirmizi- İst: 1401 K. Kader: 10 (2146)

(10)   Aliyyü’l Kari- Şerhû’ş Şifa- İst: 1308 C: 2 Sh: 526

(11)   Şeyh Nizamüddin ve Heyet- El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 2 Sh: 265

(12)   İmam-ı Nevevi- Nübüvvet Pınarından Kırk Hadis- İst: 1992 Marifet Yay. Sh: 397,Ayrıca İbn-i Kesir- Tefsirû’l Kur’an’il Aziym- Beyrut: 1969 C: 3 Sh: 490.

(13)   Sahih-i Buhari-İst: 1401 C: 7, Sh: 79 K. Edeb: 31 Ayrıca Sahih-i Müslim- İst: 1401 C: 1, Sh: 68 K.İman: 19. Sünen-i Tirmizi-İst: 1401 C: 4, Sh: 659 K. Kıyame: 50

(14)   İbn-i Abidin- A.g.e. C: 9 Sh: 24

(15)   Ebû’l Münteha El Mağnisavi-Fıkh-ı Ekber Şerhi-İst: 1992 Sh: 158.

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

2025 - Mayıs - Single Eserler 3 320 + flac - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 12:23:15 ÖS]


Herkes Kazanamadığından ve Geçinemediğinden Şikâyet Edecek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 12:16:24 ÖS]


İslam Ümmeti Dünyanın Kalbidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 12:06:44 ÖS]


Sünnet Muhasebesi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 11:56:36 ÖÖ]


İçimizdeki Kalabalık Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 11:44:57 ÖÖ]


Allah İçin Sevmek Nasıl Olur Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 11:36:42 ÖÖ]


Bu Dünyada Kalıcı Değiliz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 11:22:45 ÖÖ]


Dostluk ve Düşmanlık Gönderen: melek
[Dün, 11:46:35 ÖÖ]


Ona Dönsün Yüzün Gönderen: melek
[Dün, 11:40:38 ÖÖ]


Allahın Nimetleri Artırdığı Vakitler Gönderen: melek
[Dün, 11:35:20 ÖÖ]


Aldanmayalım Gönderen: melek
[Dün, 11:31:17 ÖÖ]


Sonumuz Nereye Varacak Gönderen: melek
[Dün, 11:27:44 ÖÖ]


Hayatın Farzı On İki Gönderen: melek
[Dün, 11:07:06 ÖÖ]


Grup Dost El - Nar'ı Aşk 320 kbps - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:43:35 ÖÖ]


Enes Göçer - O Muhammed Mustafa 320 kbps - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:33:49 ÖÖ]


Kul Daima Rabbine Muhtaçtır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:26:06 ÖÖ]


İman ve Islah Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:20:11 ÖÖ]


İlim Amel Etmeyi Gerektirir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:11:06 ÖÖ]


İslam Güzel Ahlakla Tebliğ Edilir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:59:31 ÖÖ]


Geç Olmadan Uyanmak Gerek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:53:25 ÖÖ]