www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL => İBADETLERİMİZ => İman Amel Ecel => Konuyu başlatan: anadolu - Mayıs 18, 2025, 10:32:26 ÖÖ
-
(http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png)
İman Üslûbunun Hayata Yansıtılması
İstikamet üzere ibâdet edip Allah’ın şeriatını Allah’ın arzında hayata hâkim kılmak için çalışmak, imanın üslûbundandır. İmanın üslûbu, insanoğlunu Allah’ın indirdiği hükümlerden gayrisiyle idare etmeme çabasıdır. İnsan mükerremliğinin korunması; insanın insan olması ve insan kalması, Allah’ın indiridiği hükümlerle idare edilmesiyle mümkündür.Şunu bilelim ki; insanın mükeremliğinin korunması, bir maksadı ilâhîdir.
Hayatın bütün karelerinde ve kademelerinde yapılan bütün uygulamalarda insanın mükerremliğinin muhafaza edilmesi hususundaki hassasiyet, iman üslûbunun hayata yansımasıdır. Kur’ân ile idare olunmak, imanın insan hayatındaki tezahürüdür. Ferd, aile, cemiyet ve devletin idaresinin kesintisiz ve eksiksiz Kur’ân’a bırakılması, bozulan kilidi, onun yapıcısı olan ustaya tevdi etmek; hastayı doktora götürmek gibidir.
Bütün Bütün zamanlarda ve mekânlarda hayatın Allah’ın diniyle mukayyed kılınması, iman üslûbunun hayata yansıtılmasındandır.
Müslümanların hüviyetleri Müslümanların imanlarıdır. İmanları aynı olanların hüviyetleri de aynıdır. Kendilerini Allah’ın diniyle mukayyed görmeyenlerin iman iddiaları bir vehimden öteye geçemez. İmanlı insan elbette daima dinini referans alır ve her zaman ilâhi gerçekliğe atıf yapar. Bunu da sırf imanının bir sonucu olarak, ibadet ve ubudiyet niyetiyle ve bu yolda katışıksız bir zevkle benimser. Müslüman toplumunda yüzyıllardır geçerli olan sahih dini üslûb böyle şekillenmiştir ve bunun aslî safiyeti içinde sürdürülmesi büyük önem taşımaktadır. İman, ibadeti hayatının odak noktası yapmayı gerektirir; Allah’a kulluk gereği olarak ibadet merkezli bir yaşayışı fiilen benimsemiştir. İbadet bir bakıma zaten bir söylemdir. Dûası, kıraati, zikri ile; ayrıca rükünleri içinde yer alan fiziki unsurları ve bütünüyle taşıdığı hâl dili ile bir ifade tarzıdır, fiili bir mesajdır. İbadet, çağrıları aşan bir çağrıdır.
İmanın üslûbu; namazı, ibadetleri, hayatı ve ölümü Rasûlüllah (sav) nasıl Allah için kılmışsa öyle Allah için kılmaktır. Çünkü Rabbimiz, Rasûl-i Ekrem (sav) üzerinden bunu bizden istemektedir. “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”(1)
İstikamet üzere ibadet edip Allah’ın şeriatını Allah’ın arzında hayata hâkim kılmak için çalışmak, imanın üslûbundandır. İmanın üslûbu, insanoğlunu Allah’ın indirdiği hükümlerden gayrisiyle idare etmeme çabasıdır. İnsanın mükerremliğinin korunması; İnsanın insan olması ve insan kalması, Allah’ın indirdiği hükümlerle idare edilmesiyle mümkündür. Şunu bilelim ki; insanın mükeremliğinin korunması, bir maksadı ilâhîdir.(2)
Hayatın bütün karelerinde ve kademelerinde yapılan bütün uygulamalarda insanın mükerremliğinin muhafaza edilmesi hususundaki hassasiyet, iman üslûbunun hayata yansımasıdır.
Kur’ân ile idare olunmak, imanın insan hayatındaki tezahürüdür. Çünkü imanı olan Kur’ân’dan başkasıyla idare olunmayı kabul etmez. Ferd, aile, cemiyet ve devletin idaresinin kesintisiz ve eksiksiz Kur’ân’a bırakılması, bozulan kilidi, onun yapıcısı olan ustaya tevdi etmek; hastayı doktora götürmek gibidir. Şehid Seyyid Kutub (rh.a.) der ki: “Şurası kat’i bir gerçektir ki, Allah’ın kitabındaki nizamına bağlanmak ve onun hâkimiyeti altında yaşamak için ne gönül arzusiyle kabullenip kabullenilmeyeceği düşünülür, ne de diğer nizamlar arasından onun seçilip seçilmeyeceği bahis mevzuu edilebilir. Çünkü o, imanın ta kendisidir. Ya vardır, yahut da yoktur; üçüncü bir şık tasavvur olunamaz.
“Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettiği zaman, iman eden erkek ve kadına artık işlerinde başkasını tercih etme/seçmek yoktur.”(3)
Şu halde mevzu pek ciddî… Bu, itikadın esâsını teşkil eden bir meseledir. Hem bu mevzu, beşeriyetin ya saâdeti, yahut da felaketi mevzuudur.” (4)
İman bölünmeyi, parçalanmayı, kesintiyi kabul etmez. Yarım iman iman sayılmadığı gibi, mevsimlik iman da iman sayılmaz. İmanda süreklilik ve kesintisiz olma söz konusudur. Onun için ara vermeler, fasılalar düşünülemez. İmanın inkıtaları ve tatili yoktur; eksikliğe, kısmi olmaya müsaade etmez; muafiyet alanlarına ve istisnalara da elverişle değildir. Zaman geçtikçe o, insanda bir karakter ve kişilik özelliği halini kazanır. Onu taşıyan insan, bütün tavrını ve kimliğini imanı ile şekillendirip yoğurur ve sosyal planda bu hüviyeti ile örülmüş ilişkileri ile ayırt edilip temayüz eder ve böylece tanınır hale gelir. İmanda kıdem, şüphesiz onu insana iyice mal eden; derinleştirip kökleştiren ve nihayet ondan kopmaz hale getiren bir rol oynar. İnsan, Allah’ı hatırlayan, İslâm’a açık, iman sahibi bir kul haline gelmişse; bu hâl herhalde onun diline yansır.
Konuşmasında inancını aksettiren bir üslûba sahip olur. Çünkü konuşma ve beyan, insanın ilgi konusunu ve önceliklerini ortaya koyar. Konulara yaklaşım tarzını ve bu yolda benimsediği düşünceyi açığa vurur. Bu da inanan insanda din ile temellenen üslûbun benimsenip yerleşmesini izah eder. Bu üslûb her şeyin Rabbi ile olan asli bağını ortaya çıkaran bir üslubtur. Daima O’nunla olan ilişkiye dikkati çeken ve bunu öne çıkaran bir söylemdir. Bu çizgide her vesile ile inancın izhar ve ifade edilişidir. Hakikat sevgisinin ve ona içten duyulan saygının sonucudur. Temelde de edebe dayanır ve gerçeği, onu sadıkâne yansıtan bir dille konuşmak meselesidir. İnanan insan, Allah’ı konuşan, O’nu anlatan insandır. İlâhi gerçekliği dile getirmek ve muhatabının dikkatini temel gerçeklere çekmek onun her zaman benimsediği bir önceliktir. Böylece onun söylemi kendisi için bir ‘hatırlama’, başkaları için bir ’hatırlatma’dır. Yerine göre belki bir ikaz, belki bir ihtar, belki bir tavsiye veya nasihattir. Her halükârda ilâhi gerçeğe dikkati çekmek, insan ilgisini Allah’a döndürmektir.
Her yerde ve her zaman Allah’ı hatırlamak ve Allah’ı başkalarına hatırlatmak, iman üslûbunun ta kendisidir. İman bir nurdur, Allah’ın bir lütfudur. Fakat iman aynı zamanda bir ilimdir, öğrenilmesi gereken bir hakikattir. İnsanın hidayeti ve iman vakıası, muhakkak ki, bireysel keşif esprisi içinde oluşur. İnanan her bir insan, her şeyi kuşatan ilâhi gerçekliği; şahsen hisseder, hakikatin şuuruna bizzat varır. İman böylece onun kalbine girer; gönlünde ve zihninde yer tutarak benliğini sarar. Öylesine özümsenir ki, kişinin hüviyeti âdetâ inancı ile özdeş hale gelmiştir. Bu, onun için doğrudan şahsına mal olmuş en bütünleyici bir bilgi, en kuvvetli bir yönleniş ve diriliği her an hissedilen bir açılımdır. Bu yüzden inanan insan, inancının gereği olanın bütününü, kendisi için en olgun ve ileri anlamda hemen benimser. Onun hâlihazır ve ileriye dönük bütün icaplarına derhal uyar. Onu eksiksiz gediksiz yaşama ve en ileri anlamda gerçekleme iradesini yüklenir. İman ile kavuştuğu itminan seviyesindeki gönül ve zihin berraklığını somut anlamda yaşayışı ile de teyid ve bütünleme zevki içindedir. Bu öyle bir zevk, soylu heyecanlarla beslenen öyle bir cehd ve muharriktir ki, ancak; “..... Ben Müslümanların ilkiyim” (En’am sûresi) “..... Ben iman edenlerin ilkiyim” (A’raf sûresi,143’ten) âyetlerindeki ikrar ve bildirim üslûbu içinde beyan edilir ve keşif heyecanı ile dolu ifadelerle anlatılabilir. Burada sözü edilen “ilk olma” elbette tarih itibarıyla; zaman ve kronoloji bağlamında öncü olma anlamına gelmez. Belki iman kavramının mahiyetinden kaynaklanan ve her türlü şüpheden uzak, ihlâsla nitelenmiş mükemmel bir yönlenişin; bu yolda geçilmiş olmayı hatıra bile getirmeyen bir kuvvetle ortaya konuluşudur. Ve insan gönlünün imana açılımında, her bir mümin için varid olan özelliği vurgulayan bireysel tavrın; tam teslimiyetin bir ifadesidir. Bu ifadede, bütün iyilik ve güzelliklerin temelinde, sahih bir imana kavuşarak hidayet bulmanın ve sıratı müstakim üzere teslimiyet yoluna gimenin yer aldığı bilinci içinde, bunu bütünü ile şahsen yüklenişin ilânı vardır. Ve bunda, hemcinslerinin tamamı için bütün hayırların kâşifi, öncüsü ve rehberi olmanın şerefini idrak ederek bu soylu misyonu müjdeleme sevinci vardır.
Müslüman’ın üslûbunun temeli imana dayanır. İman da Müslüman’ı öncelikli olarak Kur’ân’la buluşturur. Kur’ân’la buluşan mü’min insan üslupsuz olmaz. Üslup dediğiniz zaman bunun ilmi Kur’an’da bulunur. Kur’an’da çeşitli üsluplar vardır. Kur’an’ın ahkâm ayetlerinde takip ettiği üslupla imana dair ayetlerde takip ettiği üslup birbirinden farklıdır. Demek ki, imanı elde etmek isteyen, imanını muhafaza etmek isteyen ve imanını sağlamlaştırmak isteyen Kur’ân okumalıdır. Okudukça hem imanı mükemmelleşir hem de imanını hayatına tam olarak yansıtmış olarak çevresine de faydalı ve örnek olur. Bakınız İslâm âlimleri gerek akaid ve gerekse diğer hususlarda yazmış oldukları kitaplara Besmele ve Hamdele ile başladılar. Âlimlerin kitaplarına Besmele ve Hamdele ile başlamaları, Kitab-ı Mecid /Kur’ân)in üslûbuna bağlı kalmalarındandır. Çünkü Kur’ân’ın üslûbu, Besmele ve Hamdele ile başlamayı gerektirir.(5) Kur’ân’ın üslûbu aynı zamanda imanın da üslûbudur. Çünkü Kur’ân’ın her ayetinde imana dair işaretler vardır. Kur’ân, iman üslûbunu hayata dönüştüren örneklerle doludur. Kur’ân’daki kıssaların birinci maksadı iman üslûbunun hayata yansıtılmasıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyeti Allah’ın sıfatlarıyla biter. Dolayısıyla mü’minlerin söylem ve eylemlerinde iman öne çıkartmaları, nazarları imana yönlendirmeleri, Kur’ân’ın üslûbuna da uygundur. Her yerde her zaman tevhid demek, tevhid’e öncelik vermek, iman üslûbuna sadakattandır.
Tevhid ağacının meyveleri tertemizdir. İman yetmiş küsur şubedir. İmanın bütün şubeleri Kelime-i tevhid’in eseridir. Kelime-i Tevhid bir ağaçtır, bunun suyu da zikrullah’tır. Zikrullah hayattır. Allah’ı zikredenle zikretmeyenin durumu diri ile ölünün durumu gibidir. Allah’ı zikreden diri, Allah’ı zikretmeyen ise ölüdür. İmanın bütün şubeleri, mü’minlerin bütün vasıfları tevhid’in eserleridir. Küfrün terk edilmesi, ehl-i küfrün, ehl-i nifakın davranışlarından kaçınmak da tevhid’in eseridir.(6)
Göz için güneşin ışıkları ne kıymette ise, kalp için de iman nuru o kıymettedir. Zira göz ışık ile her şeyi görür, kalpte iman nuru ile her şeyin sahibini bulur. Olayların ne mana ifade ettiğini görebilir. Gözünde hayat olan biri güneşe, yıldıza ulaşabilirken, kör biri önünü görememektedir. Kalbinde iman nuru olan biri ebediyeti düşleyip, cennetin hayalini kurarken, iman nuru kalbinde olmayan birisi yarının endişeleriyle kıvranıp durur. İmanın hayata benzemesi gibi imansızlık da bir cansızlık, bir ölü doğma hadisesidir. Cansız bir varlığın hiç bir şeyden faydalanamayacağı gibi imansız bir insan da dünyada birçok şeyden, ebediyet hayatında da her şeyden mahrum olacaktır. Dolayısıyla imansızlık karşısında iman, imkânlar yumağıdır.
İman uslûbu, bütün üslûbların ölçüsüdür. Bir kabın içinde ne varsa dışına taşan ya da sızan şey de o cinstendir. Bal küpünden bal, sirke küpünden sirke sızar. Kalpteki iman, bütün organlara salih amel olarak yansır. Şair, “helal haram demez bulduğun yersen/ mü’minlik sözünden feragat eyle” derken bu manayı işaret etmektedir. Şunu bilelim ki; ‘Bir usta verdiği eserle ölçülür’ derler. Veya birbirine benzeyen ağaçları birbirinden ayıran verdiği meyvelerdir, onlardaki kalitedir. İşte insanoğlunun hayat serüveni boyunca- Peygamberler hariç- eşi menendi bulunmaz bir topluluk meydana getiren Allah Rasulü(Sallalahu aleyhi ve sellem)’nün büyüklüğünün bir yönü de, elinde yetişen bu kutlu ashab-ı kiram topluluğudur. Ashab-ı Kiram, vahye kulak kesilen, imanın nuru, İslam’ın âb-ı hayatıyla çölde yeşeren bu kudsi cemaat, tarihin yönünü değiştirmiş, az bir zaman içinde medeni milletlere muallim ve üstad olmuş, kıyamete kadar gelecek iman erlerinin önünde sönmez birer kandil vazifesi görmüşlerdir. Hz. Katade (r.a.) diyor ki; İbn-i Ömer (r.a.)’e, “Peygamber(Sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı güler miydi?” diye sorulunca, “Evet, ama kalplerindeki iman dağlardan daha büyüktü” buyurdu.(7)
Dikkat edilirse İbn-i Ömer (r.a.), Ashab-ı Kiram’in imanlarının kuvvetini nazara vermiştir. Dikkatleri oraya çekmiştir. İşte bu, imana üslûbunun söyleme yansıtılmasıdır. Hayatta sürekli iman dikkat çekmek, iman hassasiyetini öne çıkarmak ve imana sahip çıkmaya yönlendirmek, bir sahabe mesleğidir.
İman, kişinin ismen ve lisanen Müslüman olmasından ibaret değildir. Kur’ân-ı Kerîm yanlış iman anlayışlarına işaret ederek tashih etmiştir.
Rabbimiz buyuruyor: ‘’Bedeviler, ‘İman ettik’ demektedirler. (Ey Muhammed) de ki, ‘Siz iman etmediniz fakat İslâm olduk deyin, çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” 8
Tabiîn neslinin büyük müfessiri Mücahid (H.21-103) bu âyet-i kerimenin, Medine yakınında bulunan Benî Esed İbn-i Huzeyme kabilesi hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Bu kabile ganimet hevesiyle müslüman olduklarını söylemişlerdi. Bunlar bir kıtlık yılında Medine’ye gelmişler şehâdet kelimesini söylemişler ve Peygamberimize: “- Biz, filân oğulları ve filân oğulları gibi size savaş açmadık, âilelerimizle geldik” dediler. Bu sözleri ile Peygamberimizden kendilerine sadaka yardımı yapılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.(9)
Âyet-i kerime, Peygamberimize, onlara söyle. “siz iman etmediniz” çünkü iman yalnız dil ile ikrardan ibaret değil, yürekten inanmaktır. Dil ile ikrar, dünyada müslüman olduğunun bilinmesi ve kendisine (cenaze namazını kılmak ve müslüman mezarlığına defnetmek gibi) İslâm hükümlerinin uygulanması için, gereklidir. Eş’arî’lerin ihtiyarı da budur. Ebû Mansûr Mâturidî de bu görüştedir.(10)
“İman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır” sözünün anlamı da budur. Yoksa Allah katında mü’min olması için kalp ile tasdik yeterlidir. Son tahlilde iman kalp ile tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar ise başkalarının onu mü’min olarak tanımaları ve öldüğünde cenaze namazını kılmaları ve müslüman mezarlığına defnetmeleri gibi İslâm hükümlerinin ona uygulanması için gereklidir. Mü’min olarak hayatımızla imanımıza ayna olursak, imanımız da hayatımıza ayna olacaktır. İman aynasında kendilerini göremeyenler, mü’min olup olmadıklarını yeniden gözden geçirmelidirler.
Bil ki; “Tahkîku’t Tevhid, Allah’ın kul üzerindeki hakkıdır.” (11)
İşte iman üslûbunun hayata yansıtılması, hayatın bütün vechelerinde tevhidin tahakkuk ettirilmesidir. Müslümanlar hayatlarında tevhidi tahakkuk ettirirlerse, Tağutlara hayat hakkı olmaz. İman; Tağutun kâfiri, Allah’ın mü’mini olmaktır.
İman, insana formasyon ve motivasyon kazandıran bir nurdur. İmansız kalan insan, saraylarda da yaşasa mutsuz ve huzursuzdur. Allah yokmuş gibi konuşmak, Allah yokmuş gibi davranmak, iman üslûbunun zayi olmasındandır. İnsanları kurtaracak, toplumları sürekli dengede tutacak, onlara hayat verecek olan iman ise İslâmî imandır. İslâmî imanın en karakteristik özelliği kişileri Tağutlardan, Karunlardan, Firavunlardan bağımsız kılması, şerefini koruyarak fani varlıklar karşısında küçük düşürmemesi ve başını her zaman dik tutmasıdır.
İman, kâinata tutulan aynadır. Kişi iman aynasında ilk önce kendi hayatını görür. İman sahibi kendini sınırlama ve belli ölçülerde disipline etme imkânına sahiptir. Fakat inanmayanın böyle bir imkânı yoktur. İmanın takviyesine önem vermeyip de amel ile şekilcilik ile uğraşmak giderek inananların sayısını azaltmakta, ya da insanların İslamî hayata soğuk bakmalarına neden olmaktadır. Çünkü mühim ehemme tercih ediliyor.
Aküsü zayıf olan ya da boşalmış olan bir otonun aksesuarlarını ne kadar süslerseniz süsleyin, arabayı yürüterek amacınıza ulaşamazsınız. Oto olduğu yerde kalır, zamanla çürür, yok olur. Fakat akü doldurulur da yürütülürse, bu otonun kazanacağı paraların kendini finanse etmesi kolay olur. Dolayısıyla hayatı iyilikler ve güzellikler galerisine dönüştürmek iman üslûbunun hayata yansıtılmasıyla mümkündür.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) En’am Sûresi/ 162
(2) Hilafetü ‘l İnsan Beynel Vahyi ve’l Akıl (Abdülmecid Nacar) Sh: 94, Ürdün/ 1993
(3) Ahzab Sûresi/ 36
(4) Fizilal’il Kur’ân (Seyyid Kutub) C: 1, Sh:15 , Beyrut/ 1982
(5) Kitabu’l Müsayere (Kemaleddin İbn-i Hümam) Sh: 3, Bulak/Mısır, 1318
(6) Key Lâ Nemdî Beîden An ihtiyacati’l Asri (Said Havva) Sh: 255-257, Kahire/ 1988
(7) Hayat-üs Sahabe Yusuf Kandehlevi) C:1, Sh: 30
8 Hücurât Sûresi/ 14
(9) Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, Beyrut, c. XXVI, Sh: 167, Mısır, 1353
(10) Şerhu Fıkhi’l-Ekber, Sh: 69
(11) El- Kevaşifü’l Celiyye Fi Küfrî’d Devleti Suudiyye (Ebu’l Bera Murşid b. Abdülaziz b. Süleyman en-Necdî) Sh:12, London/
İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
www.fanidunya.net