www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL => İBADETLERİMİZ => İman Amel Ecel => Konuyu başlatan: melek - Ekim 01, 2020, 08:18:52 ÖÖ
-
Peygamberlere İman
Îmân edilmesi, inanılması lâzım olan altı şeyden dördüncüsü, (Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmakdır). İnsanları, Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.Rüsül, resûller demektir Lügatde, gönderilmiş zât ve haberci demekdir. İslâmiyyetde (Resûl) demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı, zamanında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir zât demektir. Hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamberlerde (İsmet) sıfatı vardır. Ya’nî Peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra, küçük ve büyük hiçbir günâh işlemez. .Her Peygamberde yedi sıfatın bulunduğuna inanmak lâzımdır: Emânet, sıdk, teblîg, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azl. Ya’nî Peygamberlikten azl edilmezler. Fetânet, çok akıllı, çok anlayışlı demekdir.
Yeni bir şerî’at getiren Peygambere (Resûl) denir. Yeni din getirmeyip, insanları, önceki dîne da’vet eden Peygambere (Nebî) denir. Emrleri teblîg etmekde ve insanları, Allahü teâlânın dînine çağırmakda, Resûl ile Nebî arasında bir ayrılık yoktur. Peygamberlere îmân etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin sâdık, doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur.
Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın ihsânı, seçmesi ile olur. İnsanların dünyâdaki ve âhiretdeki işlerinin düzgün ve fâideli olması için ve zararlı işlerden koruyup, selâmete, hidâyete, râhata kavuşturmak için, Peygamberler vâsıtası ile dinler gönderilmiştir. Düşmanları çok olduğu ve alay etdikleri, üzdükleri hâlde, Allahü teâlânın, inanmak için ve yapmak için olan emrlerini insanlara teblîg etmekde, bildirmekde, düşmanlardan korkmamış, göz kırpmamışlardır. Allahü teâlâ, Peygamberlerin sıdk sâhibi olduklarını, doğru söylediklerini göstermek için, Onları mu’cizelerle kuvvetlendirdi. Hiç kimse bu mu’cizelere karşı gelemedi.
Peygamberi kabûl edip inanan kimseye, o Peygamberin (Ümmeti) denir. Kıyâmet gününde, ümmetlerinden, günâhı çok olanlara şefâ’at etmeleri için izn verilecek ve şefâ’atleri kabûl olacakdır. Ümmetlerinden, âlim, sâlih, Velî olanlarına da, şefâ’at etmeleri için Allahü teâlâ izn verecek ve şefâ’atlerini kabûl buyuracakdır.Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, mezârlarında, bizim bilmediğimiz bir hayât ile diridir.Mübârek vücûdlarını toprak çürütmez. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfde, (Peygamberler, mezârlarında, nemâz kılarlar ve hac ederler) buyuruldu.
*Hadislerin kaynağı olan peygamberlik hakkında bazı notlar.
Peygamberimizin hadisleri üzerinde konuşmadan önce, peygamberlik hakkında akla gelebilecek şüphe ve tereddütleri gidermek amacıyla "peygamberlik nedir? ", "peygamberlere ihtiyaç varmıdır?", " peygamberlik olmasaydı, insanlığın durumu ne olurdu?" gibi soruların üzerinde durmak ve Efendimizin s. peygamberliğinin delillerinden bahsetmek istiyorum. Bunlar, içinde bulunduğumuz toplum içerisinde daha da ayrı bir önem taşıyor. Çünkü, İslam'ın dışında ki dinler, Peygamber Efendimizi s. bir peygamber olarak değil, akıllı ve dahi bir insan olarak kabul ediyorlar. Peygamberdir, diyemiyorlar. Eğer peygamber deseler, kendi dinlerinin izahını yapamayacak ve İslam dinine girmek zorunda kalacaklar.
Peygamber kimdir?
Allah'ın yeryüzündeki elçisidir. Allah'dan kullarına haber getiren kimsedir. Allah'ın istediği insan tipini yaşayarak gösteren model insandır.
Peygamberlere neden ihtiyaç vardır?
Peygamberler rehber insanlardır. Yani önder insanlardır. Rehberlik sadece insanlar için bir ihtiyaç değil hayvanlar içinde bir ihtiyaçtır ve onlar arasında da rehberlik vardır. Buna bir kaç örnek verdikten sonra, insanlarda rehberlik konusunu değineceğiz.
Canlılar da Rehberlik fıtri bir ihtiyaçtır; Canlılar arasında hiçbir şey gayesiz, vazifesiz, sistemsiz ve rehbersiz bırakılmamıştır.
Mesela,
- Büyük cüsseli balıklar dar ve girintili yerlerde, yavrularının başlarına kumandancıklar tayin ediyorlar.
- Kurtlar, av sınırlarını kendi idrarlarıyla belirliyorlar, bu sınırları aşan diğer kurtlar cezalandırılıyorlar.
- Yabani atlar, beşer altışar guruplar meydana getiriyorlar. Başka guruplarla karışsalar bile birbirlerini kaybetmiyorlar. Guruplardan birisi içerisinde doğum meydana geldiği zaman, yavru ayağa kalkıp, koşabilecek hale gelene kadar, gurubun reisi harekete izin vermiyor.
- Göçmen kuşlarda rehberlik çok önemli, Bu kuşlar binlerce kilometre uçarlar ama yollarını kaybetmezler. Fakat yalnız uçtuklarında bu özelliklerini kaybedip, yollarını bulamıyorlar.
Hedefi Güney Afrika olan leyleklerin içinden bir tanesi Almanya'da yakalanıp, ayaklarına bilezik takılarak, guruptan 5 gün sonra salıverildi. Hedefinden o kadar uzaklaşmıştı ki, Hindistan'da ölü olarak bulundu.
En ufak istekleri karşılıyan ALLAH, En büyük isteği karşılıksız
bırakır mı?
Bunların benzeri misalleri çoğaltabiliriz. Bütün bu misallerden sonra şunu diyebiliriz. Yaratılmışların insana göre daha aşağısında bulunan hayvanları başı boş, sistemsiz, rehbersiz bırakmayan Allah, hayvanların çok üzerinde değeri olan, yeryüzünde, Allah'ın halifesi olma şerefine sahip, İNSAN'ı başı boş, sistemsiz, rehbersiz bırakır mı? Hayvanların fıtri ihtiyacı olan rehberliği veren Allah, İnsanların daha çok ihtiyaç duyduğu Peygamberleri göndermez mi? Elbette gönderir, ve göndermişte.
Allah Peygamberleri göndermeseydi. İnsanlık bunu isteyecekti zira inanma insanda fıtri bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç Allah tarafından formüle (belli bir biçim verme) edilmeseydi, insanlar arasında bir sürü farklı kulluk anlayışları olacaktı. Bunu şu misalle açabiliriz; Eve bir çok özelliğe sahip yeni elektronik eşya alınıyor, orada bulunlar bu elektronik eşyayı yeni gördükleri için, kullanımı hakkında herkesden bir tavsiye geliyor. Ama kimse o aleti yapan kendisi olmadığı için, kullanımı hakkında yeterli bilgileri yok. Hatta insan sayısı arttıkça, farklı görüşler de artacak ve herkes kendi tavsiyesini uygulamak istese, belki bu tavsiyelerin hepsini denemeye eşyanın ömrü yetmeyecek. İçlerinden bir tanesi Akıl edip, bunu yapan firmadan bu eşyanın kullanma kılavuzunu istese, bütün problemler ortadan kalkacak ve eşyadan istenen randıman alınacak. Her halde misalde ki, elektronik eşyanın insan olduğu anlaşılmıştır. Onun bir çok özellikleri var. Onu mutlu etme adına bir sürü beşeri fikirler ortada geziyor, ama o hala mutlu değil. Onu mutlu edecek kullanma kılavuzunu Allah cc. İnsanlara peygamberler vasıtasıyla göndermiştir.
Peygamberler olmasaydı, insanlığın durumu ne olurdu?
Eğer peygamber gönderilmeseydi, Allah'ın yığın yığın nimetlerine mazhar olan insan, kendi kafasına göre kulluk yapacaktı. Kimileri bunca nimet verene kendini tamamen verecekti; gece sabahlara kadar ibadet edecek, günlerce belki oruç tutacaktı. Kimileride Cennetin cazibesine kapılacak bu dünyayı yaşanmaz bulup toplu intiharla cennete gitmeyi arzulayacaklardı. Bir başka gurupta ondan başka hayat olmadığını zannedip dünyaya dalacak, daha da sapıtanlar öküze, kadına, şeytana hatta hatta ağaçlara tapacaklardı ve bugün bazıları tapıyorlar da. İşte bütün bu ve bunlar gibi sapıklıklara meydan vermemek için, yığın yığın nimetlerin gerçek sahibi olan Allah cc. insanların tapınma (kulluk) ihtiyacını doğru noktaya yöneltmek için, Peygamberler göndermiştir. Peygamberler gönderildiği halde, yeryüzündeki inanç karışıklıkları herkesin bildiği bir durum. Eğer peygamberler gelmeseydi, yeryüzü bugünkünden bin beter olacaktı.
Eğer ölçü olmazsa....
Bir an için yeryüzündeki metre, saat, kanunlar vs. gibi bütün ölçü birimlerinin, herkese göre farklılık gösterdiğini düşünelim. Ne olur? Felaket olur! Neden?
Mesela, herkes saatini kendi kafasına göre ayarlasa, 8'de derse gelmesi gereken öğrenci, gerçekte okula 9 da gelmişse, kafasına göre kurulu saatini gösterip bak benim saatime göre saat 7.30, daha yarım saat var. Kızacağına, tebrik etmen lazım küstahlığını gösterebilir.
Eğer, uzunluk ölçüsü metreyi herkes kendi kafasına göre belirlese, kişi mal alırken uzun metresini kullanacak, satarken de kısa metreyi kullanıp, gerçekte 100 cm. olan metreyi mal alışta 150 cm, mal satışta da 50 santim yapacak ve "neden yaptın?" diyenlere, "bana göre metre budur", deme açık gözlülüğünü yapabilecektir.
"Sürat"te böyledir. En fazla 100 km hızla gidilmesi gereken yerde, 140 km hızla giden kimseyi, polis çevirse, "neden hızlı gidiyorsun?" dediğinde. Hızlı gitmiyorum "benim arabamın göstergesi 90 km hızı gösteriyordu" dese inandırıcı olur mu? Ölçülerin böylesine karıştığı bir dünya ne kadar karışık olurdu? Şimdi de peygamberlere ait ölçülerin bizler tarafından iyi temsil edilmediği, günümüz dünyasında ölçüler, zalimler tarafından konmakta; bir balina için ayağa kalkan dünya, katledilen binlerce masum insan için kılını bile kıpırdatmamaktadır.
İyi olmanın da, kötü olmanın da, tarifini insanlara bıraktığımızda bunun tarifi güçlü ve zayıfa göre farklılık gösterecekti. İnsanlık huzurunu kaybedecekti. Allah, peygamberi ile sabit ölçü ve perensipleri belirliyor. Doğru, ona göre doğru, yanlış ona göre yanlış oluyor. Bu iş, insanlara kalsaydı, insanlar sayısınca doğru olabileceği gibi, yanlış da insanlar sayısınca olabilecekti. Onları gönderene ruhlarımız feda olsun.
Bütün Zaman Dilimleri O'nunPeygamberliğine Şahitlik Ediyor.
Hz. Muhammed s. Peygamber olmadan öncede, adeta peygamber gibi yaşıyordu. O'nun dünyaya gelişi bile çok farklı idi, tafsilatını O'nun hayatını anlatan kitaplara bırakarak bir kaç noktayı hatırlatmak istiyorum. Annesi Amine'de görülen olağan üstü haller herkesi şaşırtmıştı; Anne hiç acı çekmemişti, yavru dünya sünnetli gelmiş ve gelir gelmezde ümmeti ümmeti demişti. Dünyanın farklı yerlerinde farklı mucizeler oldu.
- Hayatı boyunca iffetine namusuna toz kondurmamış; iki defa düğüne gittiği halde korunmuş ve kendisini uyku tutmuş. 25 yaşındayken 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiş. O günün cahiliye topluluğunda kızını yanına bıraksan gözünü kaldırıp bakmaz denecek kadar iffet abidesi bir insandı. Herkese, ama herkese emniyet ve güven telkin ediyordu.
- Peygamberliği öncesi düşmanları dahi bir defa dahi olsun onun yalanına rastlamamışlardır. Hatta ona taktıkları lakapta, Muhammed'ül Emin'di ... Kabenin tamiratı sırasında Hacerü-l Esved'i kimin yerine koyacağı konusunda Kabileler arasında tartışma çıktı. Tartışma büyüyüp, sıra kılıçların konuşmasına geldiğinde içlerinden birisi Kabenin kapısından girecek ilk kişinin taşı yerine koymasını tavsiye etti. Tavsiyeye uyulup beklenmeye başlandı. İlk giren geleceğin peygamberi ve o zamanın en güvenilir insanı genç Muhammed'den başkası değildi. Kimse onun hakemliğine itiraz etmedi. Zira O, emniyet insanı idi.
Sunduğu formüllerin muhtevasındaki harikalık
- Ummi bir insanın Hira mağrasından çıktıktan sonra insanlığa iki cihanın sadetini sunacak formüler sunması ve sunduğu formüllerin muhtevasındaki harikalık, bu işin onun tarafından yapılmadığının en büyük göstergesidir. O mağaraya girmeden önce, dost düşman herkes onun okuma yazmadığını biliyorlardı. Tevratı ve İncili eline dahi almamıştı. Ama Hira mağarasından çıktıktan sonra bütün bir insanlığı saadete götürecek, içinde bulunduğu insanların, inananlarını kıyamete kadar insanlığın kendilerine örnek alacağı mükemmel bir hale getirecekti. Hemde ne insanlar; bir zamanlar çocuklarını diri diri gömmekten onur duyuyorlar, içki denizine öyle dalmışlardı ki, damarlarında dolaşan içki mi? Kan mı? Bilmeyecek kadar kör kütük sarhoş oluyorlardı. İşte bu insanları önüne alıyor, güneşleri bile kıskandıracak seviyeye çıkarıyordu. (Allah'ın izniyle)
O'na yalancı diyenlerin
- O'na yalancı diyenlerin, 40 yıl doğruluğuna şahitlik ettikleri bir insan tarafından kandırılmış olduklarını da kabul etmeleri gerekiyordu. Oysa bu mümkün değildir. Bir insan 40'ına kadar ne ise, 40'ından sonrada odur.
Bir misalle açılamaya çalışayım; Bir çoban düşünün, bu çoban, içinde yaşadığı insanlara kendini 40 yıl doktor diye takdim edecek ve kimse anlamayacak. Haydi bir kaç kişiyi kandırdığını kabul edelim, ya milyonlar insanı, binler sene kandırması nasıl mümkün olur?
Bir insan düşünün ki; dünyanın en büyük yalancısı olacak, ama insanlara bir ömür boyunca en doğru insanmış gibi görünmeyi başaracak, hatta en yakınları dahi bunu anlamayacak. Bu mümkün değildir.
- Düşmanları onun yaptıklarını inkar etmiyorlardı. Ama bütün olanlara "sihir" diyorlardı. Bu da meydana gelen şeylerin mevcudiyetini gösterir. Gökte ay'ın yarılması olayını görüyorlardı, ama sihir diyorlardı.
- Onun getirdiklerini yalanlayamıyorlardı. Efendimiz'in s. Kur'an'ın ifadesiyle "Haydi en kısa bir süresine benzer getirin, üstelik bütün yardımcılarınızı da çağırın" demesi karşısında, en kısa bir süreye benzer getiremeyişleri ve fikren iflas etmeleri sonrada kılıç yoluna başvurmaları O'nun nübüvvetinin en kuvvetli delillerinden biridir. Bir insan düşünün, bir kaç kelime ile susturacağı rakibine karşı, hayatını tehlikeye atacak yollardan mücadeleye girer mi? Kaldı ki, o devrin insanları şiirde, belagatta (az sözle çok şey anlatma sanatında) çok ileri idiler. Bir şairin sözüyle binler insan savaşa girerken, yine bir şairin sözüyle sulh olabilmekte idi. Edebiyatta bu kadar üstün olan bu insanlar, Kur'an karşısında bir iki kelime söyleyip onu alt etmek varken, bundan aciz kalıp daha zorununa tevessül (başvurma) edip, canlarını ve mallarını tehlikeye atıyorlardı.
Faziletini düşmanları bile tasdik ediyordu
- Düşmanı olan şahısların O'nun davasına girdikden sonra o dava uğrunda ölüme seve seve gitmeleri de ayrı bir delildir. O düşmanların içinde öyleleri vardı ki, "dünyada herkes ona inansa, ben yine inanmam" diyecek kadar şartlı insanlar vardı, ama bunlar insanlığın manevi güneşi Hz Muhammed tarafından eritildi. Daha sonra bu insanlar O'nun getirdiği dava uğruna seve seve ölüme gidiyorlardı.
- İnsanları Kur'an okumadan men ediyorlardı, ama müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Ebu Süfyan ve Ahnes bin Şurayk halkı Peygamber Efendimizden uzaklaştırmaya çalışırken kendileri de gizliden gizliye Onu dinlemekten kendilerini alamıyorlardı." Ne idi? İnsanları ona çeken. Hiç okuma yazma bilmeyen, başkasından ders almayan bu insanın anlattığı şeyler neler di ki; onun yanına giden insanlar duydukları şeyler uğrunda gözlerini kırpmadan hayatlarını feda edecek hale geliyorlar, her türlü işkence kendilerine yapılsa bile yine duydukları şeylerden dönmüyorlar dı. Ne duyuyorlar dı acaba bu insanlar?" Bu ve bunlar gibi cevabını bulamadıkları sorular onları hemen her gece Efendimizin evinin etrafında bir araya getiriyordu. Efendimizin okuduğu Kur'an'ı şafak atana kadar dinliyorlardı. Başlangıçta bir birlerinden haberleri yoktu, haberleri olunca da bir birlerini ayıplamaya başladılar bir daha buraya gelmemeye söz vererek oradan ayrıldılar. Kendileri belki gitmek istemiyorlardı ama içlerindeki meraka da söz geçiremiyorlardı. Ertesi gün yine hepsi oradaydı, bir birlerini görünce kızdılar. Halkı uzaklaştırmaya çalışıyoruz, ama kendimiz geliyoruz, başkalarına bundan uzak durun diyor, ama anlattığı şeyleri dinlememeye, birbirimize söz verdiğimiz halde yine geliyoruz, bu durumu başkaları duyarsa zor durumda kalırız, bundan sonra kesinlikle gelmiyeceğiz deyip ayrıldılar, ama bu yine son olmadı ertesi gece yine oradaydılar. Bu sefer daha kaliteli bir söz vererek anlaştılar ki, sonraki günlerde gelen giden olmadı.
O sözler bir deli saçması değildi
Onlar halkın ekonomik ve siyasi yönden liderleri oldukları gibi, kültürel yönden de çoklarına göre daha bilgiliydiler. O nedenle Efendimizin sözlerinin deli saçması veya sihir olmayacağını gayet iyi biliyorlardı. Bunun önüne geçmezlerse olacakları da gayet iyi biliyorlardı. Kendi çıkarlarının sarsılmaması ve inat, gibi faktörler onları bildikleri gerçeğe gitmelerine mani oluyordu. Biliyorlardı gerçeği ama, fakir ve yetim birinin arkasından gitmeyi gururlarına yediremiyorlardı. (Haşa) "Allah bula bula bu yetimi, fakirimi bulmuştu?... kendileri gibi zenginler varken... " diyorlardı
- Bizim, içimizdeki insanlara faydalı olacak basit fikirleri uzun süre tutamayışımız onları dışa vuruşumuz çok rastlanan bir durumdur. Bir toplulukta konuşulurken, bildiğimiz konular üzerine bizde konuşuruz. Hele konuşmamız gereken şeyler hayati mevzularlarsa, bildiklerimizi söylemezsek çok kötü şeyler olacaksa, o zaman da her şeyi göze alır yine konuşuruz, hatta bir takım endişelerden dolayı konuşmazsak ve bunun sonucunda kötü şeyler olursa, kendimizi suçlu hisseder keşke konuşsaydım da bunlar olmasaydı deriz, biz böyle deriz de başkaları da bildiğimiz halde olaylara seyirci kaldığımızı duydukların da " Bildiğin halde neden sustun , bildikleirini söyleseydin bunlar olmaz dı, susarken hiç mi vicdanın sızlamadı?" diye sorarlar, bizleri kamu vicdanın da yargılayıp mahkum ederler. İçinde yaşadığı toplumun dertlerini bilipte, bildiği halde bildiklerini söylemeyenlerin kendi vicdanlarında ve toplum vicdanlarındaki yeri budur.
-Bu tesbitten sonra Efendimizin s. durumuna bakalım. Bildikleri, insanlığın ekmek ve su kadar ihtiyaç duyduğu şeyler olan, ölümün arkasındaki karanlıkları aydınlatan, sunduğu hakikatlar la, kızlarını diri diri gömecek kadar, insanlık fakiri insanları, insanlığın en yüksek mertebelerine çıkaran, çıkardığı mertebelerde onların güneşleri kıskandıracak keyfiyet kazanmalarına vesile olan, getirdiği değerler, 14 asır boyunca insanlar arasında yaşanan, gerçek manada yaşayanlara, uğrunda ölüme bile seve seve gidecek ruh haletini kazandıran, devrimiz gibi, ona ait değerlerin yaşanmadığı devirlerde, çölde suya arzu duyulduğu gibi, kendilerine arzu duyulan, değerler manzumesini insanlığa sunan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem eğer, bunları 40 yaşından öncede biliyor olsaydı, bunları söylememekten dolayı insalığın ve kendisinin vicdanında mahkum olmayacakmıy dı? Bir doktor düşünün hastası doktorun ihmalinden dolayı ölüyor. İşte Efendimiz de insanlığın manevi doktoruydu, Eğer bu ilaçlar 40 yaşından önce elinde olsaydı ve onları insanlığa sunmasa idi -haşa düşünmek bile istemiyorum - acaba tarih bugün onu nasıl anacaktı. İşte bu piskolojik tahlil bize şu gerçeği söyletiyor. O s. 40 yaşına kadar, 40 yaşından sonra bildiklerini bilmiyordu, bilse idi mutlaka söylerdi, söylemseydi mutlaka kendini sorumlu hissederdi. Öyle ise Allah ona bildirdi ki, o da bize bildirdi hakikatini itiraf etmek durumundayız.
Başarılar onu değiştirmedi
- Efendimizin s. bir çok muvaffakiyetler sonunda değişmeyişi işe başladığı günle bitirdiği gün arasında yaşayışında farklılık görülmeyişi yine mutevazi, yine fakir bir hayatı tercihi, O'nun peygamberliğine en büyük şahittir. Zühd ve takvasıyla harika bir insandır. Takvasını başka mevsime bırakıp "zühd'üne" biraz bakalım.
ZÜHD: Dünya ona verilse sevinmeme, bütün dünya elinden gitse üzülmeme halidir. Bu hal Efendimiz de doruk noktadadır. Davasına başladığında, altında bir hasırı vardı. Davasında zirvelere çıktığında yine hasırın üzerinde yatıyordu. Bu hali gören Hz Ömer rikkate (duygulandı) geldi ve ağladı. Efendimiz niçin ağladığını sorunca Hz. Ömer ra: "Ya Rasulallah; senin konumunda (liderlik yönüyle) başkaları kuş tüyü yataklarda yatarken, sen kuru bir hasır üzerinde yatıyorsun. Sen ki, kainat yüzü suyu hürmetine yaratılmış bir insansın." diye cevap verdi.
* " Akşam yatmış, fakat sabah kadar gözünü uyku tutmamıştı. Sağa dönüyor sola dönüyor "uf"layıp duruyordu. Sabah olunca hanımı sordu: " Ya Resulallah rahatsızmıydınız? Sabaha kadar çok ızdırap çektiniz. Efendimizin cevabı şu oldu: Gece yatarken yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldiki bizim evde zekat ve sadaka hurmaları da vardı. Ya bu hurma onlardan ise! Sabaha kadar bunu düşündüm ve ızdırapla sağa sola döndüm" diyordu. Zekat ve sadaka ona haramdı, yediği hurma kendisine hediye gelen hurmalardan da olabilirdi. Yediği hurmanın helal veya haramlığı tam belli değildi ama yine de bir şüphe vardı. Ama bu şüphe bile onu rahatsız ediyordu. Şimdi durup düşünmek lazım bu insan bir peygamber olmasaydı her şeyin hesabını vereceği bir makama inanmasaydı bunları yapmasına gerek olurmuy du? Demek ki, bir hesap yeri var, demek ki orada her şeyden hesaba çekilecek insan... İşte Efendimiz bu hesab duygusunun zirvesinde yaşamış, başkalarına en güzel misal olmuş ve halen olmaya da devam ediyor. Hiç bir şeyi yokken hali ve kulluğu nasılsa her şey önüne gelip emrine girdiğinde de, halinde bir değişiklik olmuyor. Davasına nasıl başlamışsa davasını bitirdiğinde de aynıydı. Dünya onun için iyiye doğru değişse bile, o dünyaya karşı tavrında değişmiyordu. Adeta dünyada oruçlu bir insan gibi davranıyor, iftarını açmak için de ahireti bekliyordu. Azrail de emanetini alıp almama noktasında onu muhayyer bıraktığında O öteler ötesinde en yüce dostun yanını tercih ediyordu.
İnsanın siması da doğruluğuna bir şahittir.
- İnsanın Siması bazen o kişinin doğru söyleyip söylemediğine en büyük şahittir. Bu şahidin şehadetinden de ancak bu konuda bilgisi olan alimleri anlar. Bu ilme arapçada "Kıyafet" ilmi denir. Yani insanın el ayak ve yüz hatlarına bakıp onun karakterini anlama ilmidir. İşte bu ilmin ışığında ve Tevrat ve İncil'in Peyygamberimiz hakkında verdiği haberleri değerlendiren, büyük Yahudi alimi Abdullah b. Selam O'nun simasını görünce Bu simada yalan yok dedi. Hatta O, o kadar kendinden de emindi ki, şunları da ilave etti: Belki hanımım beni aldatmış olabilir, kendi çocuğumun, benden mi değilmi şüphe ederim, ama O'nun incil'in ve Tevrat'ın bahsettiği büyük Peygamber oluşundan asla.....diyerek, gerçeğin ve ilmin hakkını veriyordu. Altını sarrafın en iyi anladığı herkezin malumudur. Eğer onu anlamıyorsak, bu durum Efendimizin altın olmadığını değil, bizim sarraf olamadığımızı gösterir.
Siyasi liderlik yarışında adaylar bir birlerinin geçmişlerini, bir birlerine karşı kullanıyor
* Muhal-farz O zatın sözleri yalan ve yapmacık olsaydı, gerçekte olmayan şeylerden bahsetseydi 63 yıllık hayatında mutlaka bir falso ve gaf yapacaktı. Her an fırsat kollayan hasımlarıda bunu fırsat bilip, onun davasına koşan insanları ondan uzaklaştıracaklardı. Dikkat ederseniz günümüzde Peygamberlik müessesesinin yanında Minarenin yanındaki kuyu gibi kalan siyasi liderlik yarışında adaylar bir birlerinin geçmişlerini, bir birlerine karşı kullanıyorlar. Geçmişinde yasa dışı işler yapanlar, ya adaylıktan çekiliyor ya da yıpranmayı göze alarak (Türkiye'de olduğu gibi) siyasi araneda yarışlarını sürdürüyorlar. Ama sistemi oturmuş ülkelerin yapısı en ufak bir hatayı sızdırmayacak kadar duyarlı iken en ufak bir hatayı affetmeyecek kadar da hassas, kuyu dibinde hassasiyet bu kadar olursa, minareye çıktıkça artacağı herkezin malumu. İşte hassasiyetin arttığı, muhatapların kinden, nefretten gözleri hiç bir şeyi görmediği, davaları için her yolu mubah, her yöntemi caiz gördükleri halde, Efendimiz hakkında davalarına delil yapacak hiç bir şey bulamadılar. Eğer bulsalardı bunu kullanmaya onlardan daha muhtaç kimse yoktu. Ama bir delil bulup Efendimizin getirdiği davayı, susturmak gibi kolay, ve kalıcı bir yol varken, hayatlarını tehlikeye atma uğruna meşakkatli ve kazanma ihtimali zayıf, zarar ihtimali yüksek bir yola başvurmaları Efendimizle mücadelelerinde fikren iflas ettiklerini gösterir. O günden bugüne kimse ama hiç kimse onun sözleriyle davranışları arasında bir zıtlık görememiş ve bulamamışlardır ve bulamayacaklardır. (İnşaallah)
* Bir şeyin sun'isi taklit ve yanlışı hiç bir zaman hakiki ve fıtrısi gibi değildir. Kim, kimi, yıllarca "mum"da ışık, "güneş"te ışık diye, muma bakarken güneşe bakıyormuş gibi kandırabilir? Her halde kimse kandıramaz. Uzun süre rasat ehline (gözlemcilere) bir sineğin tavus kuşu gibi, mumun güneş gibi, çobanın da vali ve ilim adamı gibi görünmesi nasıl mümkün değilse layık olmayan birinin 23 yıl peygamber gibi görünmesi de mümkin değildir.
- Bir insanın küçük bir yalanı küçük bir topluluk içinde söylemesi ve yalan söylediği hususların gereğini herkezden fazla ve herzaman kendisinin yerine getirmesi oldukça zordur. Peygamberlik gibi büyük bir davada herkezi ona inandırma, hemde o dava uğrunda ölmeyi isteyecek kadar....bu ancak gerçek bir Peygamberin yapacağı bir iştir.
- Hele bu Zat okuma yazma bilmiyorsa ve üstelik karşısında seviyeli bir cemaat bulunuyorsa O zatın pervasızca konuşabileceği düşünülebilirmi?
- Bir insanın davası uğrunda ölümü göze alması uzun süre yalnız bile olsa her türlü zorlamada ve zorlanma da geri adım atmaması davasının doğruluğuna delildir...
- Önemli olan bir dava ile ortaya çıkmak değil; asıl önemli olan getirdiği davayı yaşamasıdır. Namaz kılın, Oruç tutun, zekat verin demiş herkesten fazla kendi yapmış ve vermiştir...
- Bütün peygamberlerde olan güzelliklerin onda fazlasıyla olması ayrı bir delildir. Bütün Peygamberlere peygamber dedirten özellikler onda fazlasıyla var ve göz kamaştırıyorsa, O peygamber değil de nedir?
- İnsanlara karşı yalan söylemeyen bir zat Nasıl olurda Allah'a karşı yalan söyleyebilir?
O'nun eşsiz ahlakı da Nübuvvetine delildir.
1) O'nun terbiyesi bizzat Allah tarafından yapıldı. Anası babası yapmadı İçinde bulunduğu cahiliye topluluğunun yapması zaten mümkün değildi.
2) Çevremizdeki camilere ve İslami atmosfere rağmen nesilleri yetiştirmekte çok zorlanıyoruz. Birde onun dönemine baktığımızda Kızlarını diri diri gömen insanlardan tutun....vahşiliği insanlık zannedecek kadar, değerler arasındaki sınırları kaldırmış insanları, karşına alacaksın onları insanlığa muallim yapacaksın, insanlık tarihinde bunun benzeri bir hadise yoktur..
3) Bedire giderken Asahabını denedi herbiri Atom bombası gibiydi. Mesela Sad b. Muaz kalkıp şunu dedi: Sen atını Berk-i Gıma'da kadar sür Ya Rasulullah! Bizden bir tek kişi geride kalmayacak. Canımız işte burada, istediğin canı al. Malımız işte burada, istediğin kadarını al. Aldığın, bıraktırdığından daha çok bizi sevindirecek.
Böyle atom bombası gibi bir askeri birliğin önünde olması onun gözünü kamaştırmıyor. her türlü tedbiri almada, nasıl olsa arkamda güçlü bir ordu vardır gafletine düşüpte, tedbirde kusur etmiyor, yapılacak manevi vazifeleri aksatmıyordu. Kuvvetli orduyu fiili dua sayarsanız, bu fili duadan sonra ellerini açıp dua dua yalvarıyor. Hatta Hz.Ebu Bekir, Efendimize S. şunu deme ihtiyacı duyuyor.'' Yeter Ya Rasullah Allah seni mahzun etmeyecek, bu yalvarış yeter." dediği halde ridası omuzlarından düşecek kadar kendinden geçercesine yalvarıyor. Her hareketinde denge ve ölçü görüyoruz.
Ya ani karar vermeniz durumlarda ne yapacaksanız ?
* Diyelimki her durumda davranışınızı ayarladınız. Ya ani karar vermeniz durumlarda ne yapacaksanız ? Ya birde konuştuklarınız kıyamate kadar dikkate alınacak ve insanlara rehber olacaksa?
* Efendimiz kendisinden sonra vuku bulacak hadiseleri sanki tv ekranından seyrediyormuşcasına tek tek haber veriyor.
1) Buharinin rivayetinde Habbab b. Eret'e Allah bu dini tamamlayacak, düşmanlarını mağlup edecek. Öyleki bir kadın devesine binip Sana'dan Hadramut'a kadar dört günlük çölü geçecekte Allah'tan başka kimseden korkmayacaktır." buyurmuşlar ve daha Hülefa-i Raşidin devrinde bu dedikleri gerçekleşmiştir.
2) "Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer'in gittiği yoldan ayrılmayın" buyurarak onlardan önce vefat edeceğini kendinden sonra onların geçeceğini zimmi olarak bildirmiştir. Hayatta iken ve Ebu Bekir ve Ömer ile arasında fazla da yaş farkı yokken benden sonra demesi dikkat çekicidir.
3) "Benden sonra hilafet 30 sene olur, ondan sonra saltanat olur" demiş dediği gibi de olmuş.
4) Tirmizi'nin rivayetinde " Hz. Osman Kuran okurken şehit " edilecek demiş ve dediği gibi çıkmış.
5)" Hayber kalesinin fethi Ali'nin eliyle olacaktır.". demiş ve dediği gibi çıkmış.
6) Ağır hasta olan Sa'd b. Ebi Vakkas'a " Daha çok yaşayacaksın ve çok kimseler senden fayda görürken çokları da zarar görecek buyurmuş" Her onun ölümünü beklerken Allah Rasulü geleceği gösteren Allah'ın göstermesiyle görüyor ve söylüyordu ve gerçekten de yakın gelcekte Sa'd İran devletini yerle bir ederek bu ihbarın doğruluğunu ortaya koymuştur.
7) Ebu Zer'in yalnız yaşayıp yalnız öleceğini haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmıştır.
8) Ammar'ın bir fie-i bağiye tarafından vurulacağını ve dünyadan son içeceğinin süt olacağını haber vermiş, haber verdiği gibi çıkmıştır.
9) Sürekanın Kisra'nın bileziklerini koluna geçireceğini haber vermiş, haber verdiği gibi çıkmıştır.
10) Vefatından sonra Ehl-i Beyt'ten kendine ilk kavuşacağın Hz Fatıma olduğunu...haber vermiş haber verdiği gibi çıkmıştır.
11) Ümmü haram'ın Kıbrıs seferine iştirak edeceğini haber vermiş ve aynen tahakkuk etmiştir.
12) Bedir savaşından evvel Kureyş müşriklerinin nerede vefat edeceğini haber vermiş ve müşrikler orada öldürülmüşlerdir.
13) İstanbul, Roma, Mısır, İran, Hindistan, Küdüs ve Kıbrıs gibi beldelerin de feth edileceğini haber vermişlerdir. Bir büyük bir kısmı çıkmış geriside çıkmışların şehadetiyle çıkacağı günü gekliyor.
İnsan yaradılış olarak peşin olan şeylere karşı daha meyillidir. Oysa Efendimiz peşin bir şey vaat etmiyordu. Cennet ve Ahiret vaadiyle insanların gönlüne girmişti. Bugün peşin va'dlerle insanlığın gönlüne giremeyenler veya büyümüş çocuklar görüntüsü verecek kadara büyüklük ölçülerinden uzak insanlar insalığı bir takım idaallerin arkasından koşturmaya çalışıyorlar ama bütün mücadeleleri menfaatlerin ömrüne endeksli oluyor.