Aşiri İzin Verici Anne-Baba Tutumu
Bir şiirde geçiyordu 'Herkes öldürebilir sevdiğini' mısrâsı. İlk okuduğumda içim ürpermişti. Sevmek ve buna rağmen sevdiğine zarar vermek nasıl olurdu?
Daha sonra aklıma çocuklarını çok seven ve bu sevgilerinin gereği olarak onların her istediğini yerine getiren ebeveynler geldi. Yâni farkında olmadan, çok sevdikleri evlatlarının gelişimine zarar veren anne-babalar. Tabiî ki her sağlıklı anne-baba, dünyâya getirdiği evlâdını çok sever ve onu koruyup kollamak ister. Bu durum, anne-baba olmanın da gereğidir diyebiliriz. Ve yine her ebeveynin çocuğu, kendine özel ve güzeldir. Biz anne-babalar çocuğumuza dâir hayâl kurarken en iyisi, en güzeli, en başarılısı gibi olumlu sıfatların derecesini yükselten 'en' takısını kullanmak isteriz. Ama bütün bu iyi niyetimize rağmen bâzan takındığımız yanlış tavır ve tutumlarla onların kişilik gelişimlerine zarar verebiliyoruz. Acabâ bizler gerçekten çocuğumuza karşı sevgimizin gereği olarak onların her isteklerini emir telakkî edip yerine getirmeli miyiz? Ya da çocuklarımızı sevmek demek, onlara hiçbir sınır koymamak mı demektir? Bu yazımızda aşırı izin verici anne-baba tutumlarının çocuk üzerindeki etkilerine bakacağız.
Yaşam, anlamını ilişkiler içerisindeyken buluyor. İlişkilerimizin kalitesi, aynı zamanda hayâtımızın da kalitesini belirliyor. Anne-baba ve çocuk üçgenindeki ilişkide ise ebeveynin çocuğuna karşı takındığı tavır ve tutumlar, çocuğunun sağlıklı bir kişilik geliştirmesine zemîn hazırlıyor. Bir nevi yetişkinlik dönemindeki kişiliğimizin temeli, anne-babamızla kurduğumuz ilişki ve iletişimimizde atılıyor diyebiliriz.
Her anne-babanın çocuğunun eğitim ve terbiyesi ile ilgilenirken kullandıkları disiplin yöntemleri ve takındıkları anne-baba tutumları birbirinden farklıdır. Hattâ bâzan aynı âile, her bir çocuğuna farklı bir tutum gösterebilmektedir. İlk çocuğunda sıkı bir tutumu benimseyen bir anne-baba, en küçük çocuğuna gevşek bir tutum takınabiliyor. Anne-baba-çocuk üçgenindeki sorunların pek çoğu ise bu anne-baba tutumlarında düğümlenmektedir. Bu arada tutumun tanımına baktığımızda; tutum, bireyin bir durum, nesne veya kişi ile ilişki kurma, davranışa geçme ânında ve öncesinde ortaya koyduğu duruş, aldığı tavır hâlidir.
Sağlıksız anne-baba tutumlarından son zamanlarda en sık karşılaştıklarımızdan birisi 'aşırı izin verici ebeveyn' tutumudur. Bu tutumda anne-babalar, çocuğa sınırsız bir özgürlük tanıyarak onun her isteğini yapmak için seferber olurlar. 'Ben görmedim çocuğum görsün, ben gezmedim çocuğum gezsin' diyen ebeveynin kendini çocuğu üzerinden gerçekleştirmeye çalışması hâli de diyebiliriz. Ya da çocuğa dilediğini vermenin, ânı kurtarma adına ona karşı koymaktan başlangıçta daha kolay olduğunu düşünülerek, o an istediği yapılır ve çocuğa 'yeter ki sen iste, ben yaparım' mesajı verilir. Öyle ya, küçük çocuğun isteğinden ne olacak ki? Onun başlangıçtaki mâsum ve karşılanabilir istekleri, zaman geçtikçe ve çocuğun yaşı ile birlikte büyümeye başlar ve âile bunu karşılayamaz duruma gelir. Çocuğum beni yormasın, beni rezil etmesin ya da aman üzülmesin şeklinde düşünülerek her arzusu şeksiz şüphesiz gerçekleştirilen çocuk, zaman içinde istediklerine erişemedikçe engellenmişlik hissi ile öfkelenerek âilesi ve diğer insanlarla ilişkilerinde çatışma yaşayabilir.
Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılama isteği her anne-babanın çocuğunu koruma ve kollama içgüdüsü dolayısıyladır. Fakat bu olay bâzan öyle abartılıyor ki, anne-babayı kendi istek ve ihtiyaçları doğrultusunda yöneten 'patron çocuklar' ortaya çıkarabiliyor. 'Çocukerkil' âile de dediğimiz bu evlerde yapılacak bütün etkinlikler (misafirliğe gitme, yemek yeme, uyuma vs.) çocuğa göre yapılıyor. Aşırı izin verici anne-baba tutumunda çocuk, ‘herkes bana hizmet etmeli’ düşüncesini geliştirerek bencilleşebiliyor. Yine hayâtın merkezine konulan çocuklara hiçbir şeyden eksik kalmasınlar şeklinde düşünülerek takınılan tavırla, çocuklarda ibrede şaşmaya sebep olunabilirken, anne-baba da "Cariyenin efendisini doğurması..." konumuna gelebiliyor. 'Onun için saçımı süperge ettim' diyen anne-babalar haz oburu ve sürekli almaya alıştırılmış çocuklar yetiştirerek, çocukları ergenlik dönemine geldiğinde bu defa kendi saçlarını başlarını yolmaya başlıyabiliyorlar. Şişirilmiş egoları ile ebeveynlerin 'ciğerpârem' şeklinde sevdikleri çocuklar, ilerleyen yıllarda anne-babanın ciğerini pâre pâre yapabiliyor. Hiçbir istekleri ertelenmeyen bu çocuklar hazlarını öteleyemeyeceklerinden, öz denetim becerileri de gelişemiyor. İhtiyaç duymadan önüne sunulanların ise onun gözünde çok fazla değeri olmuyor. Bu durum, imkânlarımızı çocuklarımız için kullanmayalım demek değil. Önemli olan onun gelişimine zarar verecek isteklerine 'hayır' diyebilmek. Örneğin; okul öncesi yaş grubundaki çocuğumuzla market alışverişine gittiğimizde çocuğumuzun bitmek bilmeyen isteklerine karşı, istek ve ihtiyaç dengesiyle ilgili yaşına uygun açıklamalarla ona sınırlar çizebilmeliyiz. Aksi durumda çocuğumuz, "Hep benim isteklerim, benim düşüncelerim önemli" şeklinde düşünerek hayattan hep alacaklı tavırları ile 'hayır' kelimesine tahammül edemez hâle gelebilir. Kendini önceleyen çocuğumuz, etrâfındaki diğer canlılara karşı da duyarlılık geliştiremeyebilir. Ötekiler, onun menfaatine yâni "Ben"ine hizmet ettikleri oranda anlam kazanacaklardır. Bu durum son zamanlarda sıkça dile getirilen "Ben nesli"nin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Yine, kral ve kraliçeler gibi sürekli el üstünde tutulan ve her şeyin onların mutluluğu için yapılması gerektiğini düşünen çocuklar, evdeki ve dışarıdaki herkesi mutsuz ediyorsa ortada bir problem var demektir.
Bâzı anne-babalardan şunu duyuyorum: "Aman hocam bizim çocuk sâdece ders çalışsın, ondan başka bir şey istemeyiz." İşin ilginç tarafı, böyle söyleyen âilelerin çocukları, ders çalışma sorumluluklarını da kendi üzerlerine almıyorlar. Genelde karşımıza; çalışmayı sevmeyen, sabırsız, sorumluluk almayan, empati becerisi zayıf çocuk tipi çıkıyor. Çocuk, âilede ekibin bir parçası olduğunu hissetmeli. Yaşadığı evin içerisinde yalnızca kendisinin yaşamadığını, yine tek kendisinin istekleri doğrultusunda karar alınamayacağını yaşına ve gelişimine göre bilmelidir. Hayâtın sâdece iyi ve mutlu anlarına ortak edilen çocuk, karşılaştığı ilk zorlukta nârin ve kırılgan yapısı ile darmadağın olabiliyor. Ya da âilenin hâliyle tam mânâsıyla hâllenemediğinden kendisini o eve âit hissetmiyor. Bununla ilgili olarak çocuk, yaşadığı evde uyması gereken bir takım kurallar ve yapması gereken bâzı sorumluluklar olduğunu öğrenmelidir. Burada çocuk için 3 önemli dönem vardır. 0-6 yaş arasını kapsayan okul öncesi dönem, 7-15 yaş arasını kapsayan okul dönemi ve 15 yaş ve üzerini kapsayan ergenlik dönemi. Bu üç dönemde anne-babanın tutumunun ve çocuğun evdeki işlerde sorumluluk alma şeklinin değişiklik göstermesi gerekir. Çünkü çocuk gelişiminde bu 3 yaş grubunun ihtiyaçları birbirinden farklıdır. Bu konuda Hz. Ali’nin (kv) çocuklarla iletişimde aklımızda olmasını istediği şu sözünü hatırlayalım: “Çocuklarla 7 yaşına kadar çocuklaşın, oynayın. 7–15 yaş arasında çocuklarınızla arkadaş olun. 15 yaşından sonar da çocuklarınızla istişâre edin.” Burada ilişkimizi, oyun çağında oyun üzerinden götürmeyi anlıyoruz. Kuralları, sorumluluk duygusunu oyun oynayarak kazandırmayı ve Efendimiz’in (sav), "Çocukla çocuklaşın." buyruğuna uyarak bir peygamber ahlâkını hayâtımıza geçirmeyi düşünebiliriz. Arkadaşlık döneminde ise arkadaşça bir iletişim kurma aklımıza gelebilir. Yoksa çocuğumuzun kendi yaşlarında birçok arkadaşı olacaktır. Ebeveyni ise sâdece bizleriz. Hangi yaşta neye ihtiyaç duyuyorsa, o yaşın gelişim dönem özelliklerini bilerek çocuğumuzla ilişki kurmalıyız. Çünkü anne-baba tutumlarında çocukla kurulan iletişim ciddî önemli duruyor. İletişimin en önemli öğesi olan etkin dinlemeyi hayâtımıza dâhil etmeliyiz. Etkin dinlemede çocuk gerçekten dinlenildiğini hissedecektir. Çocuğun kendisini değerli görmesi noktasında, âilesi tarafından kabûl edici bir dille dinleniyor olması önemlidir. Yine, ona ayıracağımız zamânın, en pahalı oyuncaklardan çok daha değerli olduğunu unutmayalım.
Günümüzde imkânların genişlemesi, çocuklara genelde konforlu bir hayat sunulmasını sağlarken, anne-babalar çocuk yetiştirmenin zorluğunu bu dönemde daha fazla hisseder oldular. Çocuğu yetiştirme ve eğitme mesûliyeti anne-babanın omuzlarındadır. Sorumluluğumuzda olan çocuğumuzun yetişmesindeki kararları tamâmen ona bırakmak ise, bilgi ve tecrübesi olmayan bir çocuğa ağır bir görev yüklemek demektir. Bu görevin ağırlığını kaldıramayan çocuk, en başta anne-babasına saygı duymayacaktır. Çünkü sığınacağı, fikir alacağı, yanlışını-doğrusunu göreceği bir yetişkin modelinden yoksundur. Çocuk gelişimsel olarak yönlendirilmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Desteklenmeye ve yol gösterilmesine gereksinim duyar. Yine her çocuk, belirli kurallar etrâfında sınırları olduğunu bilme hakkına sâhiptir. Kuralsızlık demek, hayâta uyum sağlamakta zorlanmak demektir. "Çocuk değil mi şimdi yapar, büyüyünce yapmaz. Şimdi üzmeyelim çocuğu. 'Hayır' dersem üzülür, hattâ psikolojisi bozulabilir." gibi düşünceler çocuğa sınırsız özgürlük getiren anlayıştır. Çocuk kurallarla belirlenen sınırda, kendini güvende hissedecektir.
Sağlıklı anne-baba tutumuyla çocuğumuzun erken dönemde sağlıklı bir güven duygusu ve olumlu bir benlik algısı geliştirmesine yardımcı olabiliriz. Yine ona vereceğimiz sorumluluk bilinci ile çocuğumuzun kendi ayakları üzerinde durmasını, kendi davranışlarının sorumluluğunu almasını, kendi hayâtındaki problemlerle başetme becerisi kazanmasını sağlayabiliriz. Böylelikle çocuğumuz içi dolu olan bir değerlilik duygusu hissedebilir. Sınırlarını bilmeyen, her istediğini istediği anda yapan şımarık çocukları, özgüven sâhibi çocuklarla karıştırmamak gerekir.
Sergilemiş olduğumuz sağlıklı anne-baba tutumlarıyla, geleceği şekillendirecek sağlıklı bir nesil yetiştirebilmek duâsıyla.
Asuman Düzgün.