Çocuklarda Duygu Eğitimi
Aile yaşamı, duygusal derslerin verildiği ilk okuldur. Çocukların duygusal gelişimleri, içinde bulundukları âile ortamına göre değişim gösterecektir. Gelişim tek yönlü değil; fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal yönleri ile birbiriyle ilişkili bir bütündür. Çocuklarda bu gelişim alanlarından birinin eksik kalması, onların hayâta hazırlanmalarında zorluk yaşamalarına sebep olacaktır. Bu zaman dilimini düşündüğümüzde âilelerin çocukları için taşıdıkları gelecek kaygılarının onları daha çok zihinsel becerileri ile ilgilenmeye yönlendirdiğini gözlemlemekteyiz. Bu durum çocukların duygusal ve sosyal yönlerinin ikinci plana itilmesine sebep olabilmektedir. Oysa bizler, 21. yüzyıl çocuklarında aranan en önemli becerilerin başında iletişim ve işbirliğinin geldiğini yetkin ağızlardan duyuyoruz. Bu becerilerin yakıtı konumunda bulunan duygu eğitimi ise burada hayâtî bir önem taşıyor. Sağlıklı kararlar alabilen, işinde ve ilişkilerinde kişisel doyum sağlayan, bir başkasının acı ve hüznüne duyarlı bir neslin yetişmesi için onların duygusal gelişimleri ile daha yakından ilgilenmeliyiz. Acabâ çocuklarımızın duygusal gelişimlerini desteklerken duygu eğitimini onlara nasıl verebiliriz?
İnsanlık her ne kadar 21. yüzyıla girmiş olsa da insan hâlâ tam olarak keşfedilemedi diyebiliriz. Keşfedilemeyen varlığın eğitimine de nereden başlanması gerektiği tam olarak kestirilemiyor. Duygu insânî insânî birşey olduğuna göre ona çocuğun eğitiminin temeline konulacak bir köşe taşı gözüyle bakabiliriz. Günümüzde çocuklarımızın duygusal eğitimlerinin şansa bırakılmasının sonuçları maalesef çok yıkıcı olabiliyor. Duygu eğitiminde amaç duygu akışını karar verici makama değil, aklın hükümranlığına eşlik edecek bir noktaya getirmektir. Aklı ve kalbi birleştiren bir eğitim diyebiliriz.
Duygu eğitimi alan çocukların kendi duygularının farkında olan, içgörü sâhibi, kendisiyle ilgili sağlıklı kararlar alabilen, kendi sınırlarından emîn olup hayâta olumlu bakabilen kişiler oldukları görülüyor. Bu çocuklar ilerleyen zaman içinde başkaları ile sağlıklı iletişimin temeli olan empati becerisini hayatlarında güzel kullanıyorlar. Daniel Goleman ‘Duygusal Zeka’ isimli kitabında bu eğitime tâbî olmuş çocukların özelliklerinden bahseder. Birçok bulgu, duygu eğitimini alan çocukların, kendi duygularını tanıyan ve bu duygularını idâre edebilen, başkalarının duygularını okuyup onlarla etkili bir şekilde başa çıkabilen kişiler olduklarını göstermiştir. Bu kişilerin hayâtın her alanında -gerek duygusal, yakın ilişkilerde gerekse kuruluş içi politik ilişkilerde başarıyı belirleyen sözsüz kuralları kavrama becerisinde- avantajlı oldukları görülmüştür. (Daniel Goleman, Duygusal Zeka Kitabı, syf. 41)
Duygu eğitimine ilk önce çocuklarımıza duyguları tanıtarak başlayabiliriz. Korkmak, sevmek, üzülmek, ürkmek, heyecanlanmak, hayâl kırıklığına uğramak, endişelenmek vs. O kadar geniş bir duygu çeşitliliği var ki bunların hepsini çocuklarımızla iletişim kurarken kullanabiliriz. Etkili iletişimde içerik yansıtma kadar duygularımızı da karşı tarafa yansıtma vardır. Jest ve mimiklerimizle desteklenmiş bir duygu yansıtması ile çocuklarımızın duyguları anlama becerisini artırabiliriz. Örneğin; arkadaşları tarafından oyuna alınmadığı için ağlayan çocuğumuza: ‘Arkadaşların seni oyuna almadıkları için üzgünsün.’ demek gibi. Bunu söylerken beden dilimize de dikkat etmek tabii ki önemli görülüyor. Meselâ çocuğumuza doğru dönüp, onun göz hizâsından konuşmak gibi. Ancak o zaman çocuğumuzla kalp hizâsında kurduğumuz bir iletişimi yakalayabiliriz. Yine onların da bize duygularını ifâde etmeleri için ‘Ne hissettin?’ sorusunu sorabiliriz. Böylelikle çocuğumuzun, duygusal mesajlarla verilen duyguları tanıma ve bu duyguların anlamlarını sezme yeteneği artacaktır.
Duyguları tanıma ve anlama becerisi gelişmiş birinin iletişimin vazgeçilmez unsuru olan empati kurma yetisi de gelişecektir. Bir insanın mimiklerinden anlam süzmek ancak empati becerisi gelişmiş birisi tarafından yapılabilir. Empatinin kökeninde öz bilinç yatmaktadır. Yâni kendi duygularımızın ne kadar farkındaysak, başkalarının duygularını okumayı ancak o kadar iyi biliriz. Duygu dilsizlerinin, içgörü ve empatiden genelde yoksun olduklarını görürüz. İnsanlar arasındaki iletişimde görülen duygusal âhenk, empati yetisinden kaynaklanır. Çocuklar arasındaki empatik ilgi farklılıklarının temelinde ise anne-baba tutumları yatmaktadır. Bâzı âilelerin aşırı eleştirme ve katı tutum sergileyerek çocuklarının duygularını yaşama imkânını ve ortamını ortadan kaldırdıkları görülür. Bu durum çocukların duygusal gelişimlerine ket vuracaktır.
Çocuklar gördüklerini taklîd ederek empatik tepki repertuarlarını geliştirebilirler. Anne, çocuğun çeşitli duygularına -neşe, gözyaşı, kucak ihtiyâcı gibi- empati göstermekten sürekli uzak kalıyorsa çocuk bu duyguları ifâde etmekten hattâ hissetmekten vazgeçmeye başlar. Çocuğun bakım vereni ile yaşadığı bu duygusal uyumsuzluk ilerleyen yıllarda çocuğun hayâta senkronize olmasını da engelleyecektir.
Çocukların duygusal gelişimlerini etkileyen en önemli faktör içinde yetiştikleri âileleridir. Özellikle çocuğun hayâta gözünü açtığı ilk bebeklik yıllarında temel ihtiyaçlarının vaktinde ve yeterince karşılanması sağlıklı duygusal gelişimin temelini oluşturmaktadır. (Bu konu ile ilgili olarak ‘Hayâta Güvenli Bağlanma’ yazımızı okuyabilirsiniz.)
Kişiler arası olumlu ilişkilerle ilgili masal ve öyküler anlatılıp sonrasında üzerinde konuşulması, onlara olumlu rol model göstermek açısından yapılabilecek çalışmalardan bir tânesidir. Çünkü çocuklar hayâtın her alanında olduğu gibi duygu eğitimi konusunda da tâkip edip izinden gidecekleri bir rehber ararlar. Bu noktada ebeveynler olarak duygusal tepki vermede de rol model olma önemli duruyor.
Çocukların ilişki ve iletişimlerini artıracak oyunlar oynamaları yine duygu eğitimleri için yapılabileceklerden biridir. Meselâ dergi ve gazetelerdeki insan yüzlerine bakarak onların duygularını tahmîn etme oyunu gibi. Çünkü duygular çoğunlukla yüz ifâdelerine yansır. Bu sebeple duygusal mesajların iletilmesinde yüz ifâdeleri önemli bir rol oynamaktadır.
Bazen bizi doyuran bir iletişimde dil önemini yitirir ve duygunun dili konuşmaya başlar. Kelimelerin dar kalıplarından arınmış, gönle şifâ veren böyle bir muhabbet içine girmişsek, söylemediklerimizi de anlayan birisi vardır karşımızda. Duygu ve düşüncedeki bu sessiz âhenk, arka fonda çalan notaları okuma becerisi gelişmiş, kalb-i selîm sâhibi bir insanın varlığının da emâresidir diyebiliriz.
Duygu Eğitimi, kendini ve diğerlerini tanımak için önemli bir etken, değerli bir yol, ruhsal bir uyanıştır. Kişinin kendi iç dünyâsında olup bitenin sürekli farkında olması, aynı zamanda kendini bilmesi ancak duygularını tanıması ile mümkündür. Yûnus Emre’nin de ifâdesiyle ilmin başı kendini bilmekse, diğer bütün okumalarımız kendimizi bilmeye yardım ettiği oranda değer kazanacaktır. Kendini bilen, Rabbini bilen, aklı ve kalbi selîm nesiller yetiştirebilmek duâsıyla. . .
Asuman Düzgün
Eğitimci Psk. Dan. ve Rehber Öğretmen