Düşün Genç Kardeşim
Biz istedik ki; söylenecek sözlerimiz, yürünecek yollarımız olsun. Geçen her günümüzde, bir adım daha atmadan geçirmeyelim zamanımızı. Yenilenelim, ekleyelim, büyüyelim. Bir kar tanesinden, bir çığ olmaya doğru.
Sonra dedik ki; paylaşalım… Bilgiyi, birikimi, söylemleri, fikirleri, planları. Ne de olsa her tez bir antiteze sahipti ve gelişim muhakkak eleştiri ile mümkündü. Buna en büyük araçlardan biri de yazmaktı bizler için. Genç bir kalem, genç bir nefer olarak "Haydi Bismillah" diyip başlamalıydık bu yollarda yürümeye.
Sahiden de, bizlere ne kutlu bir mesaj içerir "İki günü eşit olan ziyandadır" hadisi ve ne kadar da mesaj doludur Üstad Necip Fazıl'ın "Düşün genç adam, düşünmenin ne kadar haysiyetli olduğunu düşün" sözleri. Demek ki neydi, sürekli bir gelişim ve değişim içinde olmalıydık, birlikte yol almayı bilmeliydik birer genç ve birer inanan olarak.
Peki biz şimdi ne yapıyoruz? Günümüz gençliği olarak bunun neresindeyiz? Düşünüyor muyuz, gelişiyor muyuz, gelişime katkı sağlıyor muyuz? Yoksa sadece zamanın getirilerine tutsak bir hayat mı sürüyoruz?
Yadsınamaz bir gerçektir ki; tarihte izler bırakan, bulunduğu dönemde esas rolü üstlenen birçok örneğimiz vardır. Gerek Osmanlı Padişahları, gerek İslam alimleri, gerekse bilim insanları. Evet, hepimizin aklına gelen ilk isim belki de Fatih Sultan Mehmet olmuştur. Çünkü biliyoruz ki, sadece bizim tarihimizi değil Dünya tarihini dahi etkileyecek bir ecdadın torunlarıydık biz. Hani biz değil miydik "Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaşta" olanlar.
Peki ne değişti, biz neleri yitirdik? Modernist kavramları, dönem farkı anlayışı ile harmanlayıp bahaneler zincirine eklemekteyiz. Herkesin bir "gençlik" telaşesi var artık. Kimi iş peşinde koşarken, kimisi de sadece gününü geçirmekte. Evet günümüzün belki de en büyük sıkıntılarından birisi de buradan geliyor. Yaşadığımız her dönemi kategorize ediyoruz; küçük yaşlar diyebileceğimiz dönemlerde yapılan hatalar -ki aslında kişiliğin oturduğu dönemler olduğu atlanmakta- "çocuktur yapar" der geçilir, sonraki zamanlar bunlara "gençlik işte, delikanlı zamanları olsun " denir, sonrasında da tabi ki "e artık ondan geçti, bu yaşta onlarla mı uğraşacak" denir. Peki bizler, hangi zaman diliminde farkındalık sahibi olacağız? Ya da bir şeyleri fark etmenin en doğru zamanı var mıdır? Beşikten mezara kadar gelişimi ve vakur bir duruşu telkin eden bir inancın neresine sığar bu nakıs bakışlar?
Evet belki de en önemli sorumuz bu olmalı; bizler ne zaman sorumluluk bilincine erişip, olaylarda nesne olmaktan çıkıp özne olmaya başlayacağız? Farkında olarak, güne ve geleceğe yön vereceğiz. Başında da demiştik ya hani Üstad buyurmuş diye; yineleyelim...
"Düşün genç adam, düşünmenin ne kadar haysiyetli olduğunu düşün" kelam... Biz gençlerin zihinlerinde İlkeler/sarsılmaz çeperler olmalı; değer yargıları edinmeliyiz vazgeçemeyeceğimiz. Ama bir o kadar da; tartışmalara, kabullenmelere, reddetmelere, olumlu veya olumsuz tüm eleştirilere açık olmalı. Olalım ki; hep daha iyiye ulaşalım. Ne demiş büyükler “Barikai hakikat müsademei efkardan doğar.”
BÜŞRA ÖZEN