Hedefte İsabet Yolda İstikamet
Ebu Amr Süfyan İbn-i Abdullah radıyallahü anh şöyle dedi: “Ya Rasulallah! Bana İslam’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim.” dedim. Rasulüllah sallallahü aleyhi ve sellem: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim, İmân 62.)
Süfyan İbn-i Abdullah’ın İslam’ın özü hakkındaki sorusuna Hz. Peygamber’in verdiği cevap iman amel ve ahlak ekseninin merkezini oluşturuyor.
Hayatın temelinde sahih ve sağlam bir Allah inancı olmadan amel ve ahlaktan beklenen istikamet gerçekleşemiyor. “Samimi ve kararlı bir imanla hak ve hayır yolunda istikrarlı, dengeli bir hayat sürdürme” olarak tanımlanan istikâmetin vazgeçilemez ön şartı tevhit olmuş oluyor. Aynı zamanda hadisimizde Rasulüllah’ın sahabiye cevabı: “Rabbimiz Allah’tır. deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara melekler gelerek:
‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da ahirette de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah’ın ikramı olarak (cennette) canınızın çektiği ve dilediğiniz her şey sizindir.’ derler.” (Fussılet, 41/30-32.) “Rabbimiz Allah’tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne de hüzün. Onlar cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacaklardır.” (Ahkâf, 46/13-14.) ayetlerine dayanması nedeniyle sünnet-Kur’an ilişkisi hakkında da bizlere fikir veriyor.
İnsan, iradesiyle yönlendirir hayatını. İradenin ilk özgürlük sınavı “yol”u seçebilmektir. Seçenekler arasından en doğru yolu bulabilmek kirlenmemiş zihinlerde yerleşen bilgi ile olur. Zihin arı duru ve adil, niyet katışıksız ve içten, bilgi sahih olmadıkça seçilecek yol seçilmesi gereken yol olamaz. Yanlış bilgiye yaslanarak doğru bulunmaz. İstikametin imandan sonraki birincil şartı budur: Doğru bilgi.
Demek ki istikamet, iman ve doğru bilginin aydınlattığı yolu görebilmek, o yolu seçebilmekle başlar. Sonra sıra, yola düşmeye gelir.
Yola düşmek için önce yerinden kalkmak gerektir. Yekinip doğrulmadan yola düşülmez. Öncelikle kalkıp üzerindeki tozu toprağı silkelemek, niyete ameli azık eyleyip yere sağlam basmak gerekir. “İstikamet”in “kıyam”la aynı kökten (ka-ve-me) gelmesi, “oku” emrinden sonraki ilk emrin “kalk” olması boşuna değildir. Yürümeye değer tek yol için kalkmak, yolcuyu istikametten ayırmaya kilitlenmiş şeytanın ilk yenilgisi olur.
Kalkıp yola düşenin yeterli ve kaliteli azığı olmalıdır yanında. Yolda yapayalnız kalsa da insanın yanından hiç ayrılmayan, bitip tükenmeyen, azıklar güven verir ancak. Takvayı azık edinerek, sadece yaratana güvenerek, O’na sığınarak düşülmelidir yola.
İstikamet mahza çabadır, gayrettir. Civa gibidir, bir kez elde edilince kaybetmemenin garantisi yoktur.
Daima özde, sözde ve amelde doğrudan ayrılmama azmidir. Yolda kalabilme çabasında adımlar ne hızlı ne yavaş olmalı. İtidalli, istikrarlı, aşırılığın her türüne kapalı, kıvamında yürüyüş… Ölçüyü kendi nefsinde, sağında solunda değil, "Siz gücünüzün yeteceği amellere bakın! Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz.” (Buhâri, îmân, 32; Müslim, Müsâfırîn, 215, 22.) buyruğunda arayan bir yürüyüş. Bu çaba ve gayret dahi kusurdan muaf değildir. “... Hepiniz Allah’a giden doğru yolu tutun, O’ndan bağışlanmak dileyin...” (Fussılet, 41/6.) ayetindeki mağfiret isteme tavsiyesi, istikametteki kusurlarla ilgilidir. Bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber “Tam anlamıyla başaramazsınız ya, siz (yine de) dosdoğru olun!” (İbn Mâce, Tahâret 4; Dârimî, Vudû 2; Muvatta’, Tahâret 36.) buyurarak tam da buna işaret buyurur.
Yolda ilerlerken ortayı bulma konusunda Gazali, ifrat ve tefrit arasındaki orta çizginin “kıldan ince kılıçtan keskin” olduğunu ifade eder ve şöyle der:
“İstikametin zorluğundan dolayı her mümin kulun günde on yedi defa (beş vakit namazın farzlarında), ‘Bizi sırat-ı müstakime ilet!’ (Fâtiha, 1/6.) diyerek dua etmesi gerektiği ifade edilmiştir.” (İhya, III, 63-64.)
Yolda kalma çabasının hangi konularda olacağı da En‘am suresinde (6/151-153.) Allah’a ortak koşmamak, ana babaya iyilik etmek, evlatların canına kıymamak, kötülük ve iffetsizlikten uzak durmak, hayata saygılı olmak, yetim malına yaklaşmamak, ölçü ve tartıda dürüst olmak, doğru konuşmak, Allah’a verilen ahde vefa göstermek şeklinde dinî ve ahlaki ödevler olarak sıralanır ve bunun Allah’ın dosdoğru (müstakim) yolu olduğu bildirilir.
İstikamet insanın bütün eylemlerinin değerini belirleyen ahlaki bir özdür. Çünkü iyilikler onunla mükemmellik kazanır ve onun ortadan kalkmasıyla bütün iyilikler kötülüğe dönüşür. Tasavvufi kaynaklarda istikametin dilin istikameti, hâl ve hareketlerin istikameti, nefsin veya kalbin istikameti şeklinde başlıca üç çeşidinin bulunduğu anlatılır. Ahmed b. Hanbel’in kaydettiği bir hadiste (Müsned, III, 198.), kalp ve dil istikamette olmadan imanın istikamette olamayacağı belirtilmektedir.
Hâl ve hareketleriyle istikamet sahibi olmayan bir kimsenin bütün gayretleri boşuna harcanmıştır.
Ahlaki nitelikleri ve huyları düzgün olmayan kişinin manevi dünyasında gelişmesi, davranışlarının güzelleşmesi mümkün değildir.
Bir başka hadiste Peygamber Efendimiz, “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” buyurur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 198.)
Anlaşılmaktadır ki özüyle sözüyle dosdoğru olmak Müslümanlığın gereğidir. Efendimizin “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” tavsiyesinin manası budur.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
İman, bütün amel ve niyetlerimize değer katan en önemli yapıyaşıdır.
İman ve istikamet, dünya ve ahiret kurtuluşu için gereken iki temel unsurdur.
İstikamet, hayat yolunda bağlı kalmamız gereken kurtarıcı bir işaret levhasıdır.