* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: İslâm Dini’nden Başka Hak Din Yoktur  (Okunma sayısı 886 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı webtasarim

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 340
İslâm Dini’nden Başka Hak Din Yoktur
« : Mayıs 04, 2025, 11:45:11 ÖÖ »


İslâm Dini’nden Başka Hak Din Yoktur

“ALLAH nezdinde hak din İslâm´dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler.

Allah´ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah´ın hesabı çok çabuktur.”(1)

Bu âyet-i kerime’ye Allah’ın katında geçerli olan tek din (itikadi ve ameli nizam) İslâm’dır. İslâm’ın dışında Allah’ın katında geçerli olan her hangi bir din yoktur. Âyet-i Kerime’de geçen din; itaat ve millettir. İslâm ise iman ve itaatlar demektir.(2) İslâm, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den, Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e kadar bütün Nebi ve Rasuller’in Dini’dir. Hz. Muhammed (sav),

Rabbimiz’in ifadesiyle Peygamberlerin Sonuncusu (Hatem’ül Enbiya) ve Efendisi’dir. Peygamberler atadan kardeştirler ve (şeriatlarında bazı farklılıklar olsa da) dinleri bir’dir. O da İslam’dır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor: “Ben Meryem oğlu İsa’ya, dünya ve ahirette insanların en evlâsı (yakını ve lâyıkı)yım. Zaten bütün nebiler, anneleri üvey kardeşlerdir; anneleri farklıdır, ama dinleri birdir.” (3) buyurmuştur. Alame Münavi (Rh.a.) ise, aynı konuda şu sahih hadisi nakleder:

“Ben İsa b.  Meryem’e dünya ve ahirette insanların en evlası (en yakını ve lâyıkı)yım; onunla benim aramda bir başka nebi olmadı. Ayrıca bütün peygamberler evlâdu allâtırlar; (yani) anneleri başka başka, dinleri bir (kimseler)dirler.” (4)

Peygamberler, anneleri birbiri ardınca aynı yuvaya gelen, babaları bir olan oğullar gibidirler. Nasıl baba birliği, -anneler ayrı da olsa- çocukları “kardeş” yapıyorsa; zamanları farklı da olsa aynı tevhid inancı da, onları birbirlerine kardeş kılmaktadır. Sanki onlar farklı çağların doğurduğu, aynı tevhid din ve inancının oğullarıdırlar. Tevhit ve aslı aynı olan semavi dinleri onları kardeş ettiği gibi; İslam’ın oğulları sayılan farklı insanlar ve ırklar da aynı imandan olmakla birbirlerinin kardeşidirler. Dilleri ve tenleri farklı olsa da, iman onları birleştirmiştir. “Bütün müminler ancak kardeştirler.”(5)  Peygamberler de, bir olan aynı Allah’a inanırlar, ondan vahiy alırlar, onun emirlerini tebliğe ve yaymaya çalışırlar. Bu yüzden, nübüvvetleri, inançları, görevleri, işleri, yaşama tarzları, idealleri ve aynı mesajı yaymak istemeleri; onları bu hususta müşterek kılmış, yani kardeş etmiştir. Çünkü bir inanç ve gaye için çalışanlar, birbirinin aynı hükmünde kardeşlerdir. Bu yüzden Hz. Muhammed (sav) ’in bir nebi olduğuna inanan Müslümanlar; onun inanç ve din kardeşi bildiği diğer peygamberlere de şüphesiz inanır ve saygı duyarlar. Bütün Peygamberlerin dini İslâm idi. Çünkü Allah’ın razı olduğu din İslâm’dır. Allahû Teâla buyuruyor:

 “İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”(6)

Allah’ın beğendiği ve razı olduğu dinin adı İslâm’dır. “İslâm kelimesi ve türevleri, genel olarak Hz. Muhammed’den önceki Peygamberlerin dinleri için de kullanılmıştır. Çünkü vahy’in kaynağı bir olup, o da Yüce Allah’tır. O’na ve peygamberlerine tabi ve teslim olma niteliği önceki dinlerde de vardır. Kuluk Kitabımız Kur’an-ı Kerim bunu kesinlikle teyid etmektedir. Yüce Allah celle celâluhu, Kur’an’da (Hz. Nuh’un diliyle) şöyle buyuruyor:

 “Ben Müslüman/teslim olanlardan olmakla emrolundum.”(7) Yine Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in diliyle Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Rabbimiz, bizi yalnız sana teslim olanlardan kıl.”  8  Hz. İsa’nın Havarilerinin dilinden de şöyle buyuruluyor: “Biz Allah’a iman ettik ve sen şahit ol ki, biz gerçekten teslim olanlardanız.”(9)

Hz. Muhammed (sav) döneminde kim olursa olsun, dini ne olursa olsun, İslâm dinini kabul etmediği sürece Müslüman sayılmaz. Müslüman sayılmayan birisi için kurtuluş da bulunmaz. “Bugün yeryüzünde üç tane hak din vardır” demek, hakka ve hakikate ihanette bulunmaktır... Çünkü hak din bir tanedir. O da İslâm’dır. Diğer dinlerle amel edilip Allah’ın rızasına ulaşılması mümkün değildir. O dinlere uymayı gerektiren hiçbir delil, sebep ve hikmet yoktur. Tevrat ve İncil’in artık aslı olmadığı gibi, onlarda mevcut olan ilâhi hükümler de insanlar tarafından bozulmuştur. Hiç bozulmasaydı bile onlarla amel edilmeyecekti. Çünkü bunu ne Yüce Allah, ne de o kitapları getiren peygamberler istemektedir. Rabbimiz buyuruyor:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, o bulacağı şey Allah katında kesinlikle kabul edilmeyecektir ve o kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”(10)

İslâm genel anlamda, Allah’a ve O’ndan gelenlere iman edip kayıtsız ve şartsız teslim olmaktır. Müslüman ise yüce Allah’ın gönderdiğine ve Rasûlü Muhammed (sav)’in bildirdiğine içtenlikle inanıp teslim olandır. Bütün ilâhî dinler, tevhid ve Allah’a teslimiyet itibarıyla aslında İslâm ise de, hepsinin aslî özelliği değişikliğe uğramıştır ve gerçekliği kalmamıştır. Bundan dolayı Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği İslâm, Allahu Teâlâ’nın gönderdiği en son Tevhid dinidir. İslâm, yalnız Allah ile kul arasında bir olay olmayıp sosyal ve hukukî esaslarıyla hem dünya hem de âhiret saadetini temin eden ve kaynağını Alah’ın hükmünden ve hâkimiyetinden alan yegâne ilâhî bir dindir. İslâm, içine aldığı iman, ibadet, ahlâk, muâmelât ve ceza hükümleriyle bir bütündür. İslâm’ın esasları, tamamen Allah tarafından konulmuştur. Müslümanlar İslâm’dan başka bir din/sistem, ideoloji aramaya yönelemezler. Aksi halde Allah’ın onaylamadığı, reddettiği bir şeyi onaylamış ve onu beğenmiş olurlar. Ancak bütün dinlerin üstünde olan İslâm’ı tebliğ için veya dünya işlerine ait meselelerde diğer dinlere mensup insanlar arasında diyalog yani konuşma, anlaşma ve tebliğ olabilir. “Nasılsa Hz. Adem’den son peygambere kadar gelen bütün dinler Tevhid’i öğretmişlerdir, onların da sıfatı İslâm’dır, hepsi ile amel edilebilir” demek yanlıştır. Bu anlayış Kur’an’a terstir, Sünnet’e uymaz, hikmete aykırıdır. Bu mesele ancak Hz. Muhammed (sav)’in bütün insanlığa gönderilmiş ve kendisine uyulması emredilmiş son peygamber olduğunu kabul etmekle çözülür. Gerçek budur . Günümüzde, yahudilere Hz. Musa (as)’nın, Hıristiyanlara Hz. İsa (as)’nın ümmeti demek yanlıştır. Onların Tevrat veya İncil’e göre amel ettiklerini söylemek doğru değildir. İslâm’dan sonra Yahudilik ve Hıristiyanlık diye bir “hak din”den bahsetmek hatalıdır. Çünkü ortada bu isimlerle Yüce Allah’a ait olduğunu söyleyebileceğimiz bir din yoktur. Yahudilik veya Hıristiyanlık diye anlatılan şeyler, Yüce Allah’ın dini değil, insanların bozuk fikri ve keyiflerine uygun derledikleri yanlış sözleridir. Onlar, hak ile batılı birbirine karıştırdıklarından, hepsi geçersiz duruma düşmüştür.

“Bugün biz Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanlara kâfir diyemeyiz” iddiasını ileri sürmek, dalâlettir ve kişiyi kâfir yapar. Çünkü Allah Azze ve Celle kendi kitabında Yahudi ve Hıristiyanları kâfir ilan etmiştir. “Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler; hristiyanlar da: ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?” (11) Hz. Muhammed (sav)’e iman etmeyip onu tekzip eden Yahudi ve Hıristiyanların kâfirliklerini kabul etmeyenler, Allah Azze ve Celle’yi yalanlamış olurlar. Allah Azze ve Celle’yi yalanlamak ise, küfürdür. Yahudi ve Hıristiyanların kâfirliklerinden şüphe edenlerin kâfirliklerinden şüphe edilmez. (12) Hz. Muhammed (sav)’e, Hz. Muhammed (sav)’in sahih sünnet ve siretine yöneltilen her eleştiri bir şekilde İslâm’a racidir. İslâm’ın sahibi olan Allah’a itiraz ve isyandır.

Muaz İbni Cebel radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“- Tamamıyla işin aslını (başını, temelini) haber vereyim mi sana?”

- Ver, Ya Rasûlallah!

“- İşin başı(aslı) İslâm’dır... “(13)

Hz. Peygamber’in hayır yollarını bildirdikten sonra “her işin başı İslâmdır” tesbitinde bulunması, hem kötülüklerden uzak kalmak hem de hayır ve iyiliklere kavuşabilmek için temelde İslâm’ın vaz geçilmez şart olduğunu iyice vurgulamak anlamına gelmektedir. İslâm temeli olmadan ne din binasını ne de toplum ve ümmet yapısını ayakta tutmak mümkün değildir. Namaz bu temelin varlığının ispatı, cihad ise, o temel üzerinde yapılabilecek ihya eylemlerinin ortak adı ve son noktasıdır. Allah katında Allah’ın kabul edip razı olduğu bir tek din, bir tek yol var, o da teslimiyettir, İslâmiyettir. Allah katında tek bir hayat tarzı var, o da Müslümanlıktır. Dünyada pek çok yol, pek çok din, pek çok hayat programı, pek çok yaşam biçimi, pek çok sistem vardır. Allah bunlardan hiçbirisini kabul etmiyor. Bunlara uyanların hiç birisini hidâyete ulaştırmıyor, cennete götürmüyor. Bunların hiçbirisi bağlılarının aklını, kalbini, duyularını doyuramaz. Hiçbirisi kullarının, evini, ailesini, ülkesini mutluluğa ulaştıramaz. İşte görüyoruz, Allah (cc)’ın dininin dışındaki dinler, sistemler ve programların hiç birisi insanları huzura kavuşturamıyor. Çünkü Allah katında, Allah’ın razı olup kabul buyurduğu tek din İslâm’dır.. Kâfirûn sûresindeki şu ayetler bunu anlatır:

“De ki: Ey kâfirler    Tapmam o taptıklarınıza!

Siz de benim kulluk ettiğime tapanlardan değilsiniz.

Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza.

Hem de siz, benim kulluk ettiğime tapıcılardan değilsiniz.

Size dininiz, bana dinim (sizin dininiz size, benim dinim bana)!”De ki Ey kâfirler! Sizin dininiz sizin benim ki de benim olsun!”(14)

Dikkat ederseniz önce, ‘ey kâfirler’ dedi Rabbimiz, sonra da sizin dininiz sizin olsun dedi. Demek ki kâfirin de bir dini, kâfirin de bir hayat programı vardır. Elbette yeryüzünde dinsiz, yâni kanunsuz, kuralsız, yolsuz sistemsiz bir toplum düşünmek mümkün değildir. Yine Yusuf sûresinde: “Melikin/Kralın dinine göre kardeşini alıkoyması Yusuf’a yakışmazdı”(15) Âyet-i Kerime’sinde anlatılan kralın dininden maksat da kralın sistemi ve o toplumda yürürlükte bulunan kralın ceza kanunlarıdır. Öyleyse Allah (cc)’ın kanunlarını uygulayan toplum Allah’ın dinindedir, başkalarının kanunlarını, uygulayan toplum da kanunlarını uyguladığı kimselerin dininde ve onların kulu olmuştur. Şunu bilelim ki; kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuş, iş bitirilmiş, cidal sona ermiştir. Araştırmaya, münakaşaya, dinler arası diyalog veya buna benzer bir şeye gerek yoktur. Allahû Teâla konuşmuş, noktayı koymuştur. Göklerle yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcı olan Allah konuşmuşsa, bütün mahlûkata sükût etmek ve boyun eğerek teslim olmak düşer. Nitekim Allahû Teâla katında İslâm’dan başka din olmadığını, hiç kimseden İslâm dışında bir din kabul etmeyeceğini haber vermiştir. O din ki; peygamberlerin ve rasullerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile gönderilene dinidir. Allah Subhanehu ve Teala, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dışında kendisine ulaşan bütün yolları kapamıştır. Kim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden sonra, onun şeriatından başka bir dine tabi olursa, ondan kabul edilmeyecek ve o hüsrana uğrayanlardan olacaktır. M. Hamdi Yazır (rh.a.) der ki: “Kisai kırâetinde feth ile öbür kırâetlerin hepsinde kesr ile okunur. “Enne” okunduğu takdirde bu cümle bir önceki cümleden bedel olmuş olur. Yani Allah Teâlâ, kendi birliğine şahitlik ettiği gibi, hak dinin İslâm dini olduğuna da şehadet eylemiştir, asıl şehadet edilen şey de budur. Kesre olarak “inneddine” okunduğu takdirde ise hükmü şahitliğin sonuca, onun arkasından gelen cümlesi de bu şehadetin gereği olan bir başka cümle olmuş olur. Çünkü İslâm dininin üssü’l esası/en temel ilkesi “La İlahe İllâllah” diye Allah’ın birliğine inanmak ve Allah katından gelen vahiy dinlerinin hepsini ikrar ve itiraf eylemektir. İslâmın diğer temelleri ve ayrıntı sayılan öbür kuralları da hep bu inanca bağlıdır.

Allah katında değişmez ve sabit olan ve “meşhüdün bih” olan hakk, kendi adaletinin, gerçekliğinin ve birliğinin her türlü yanlıştan arınmış olarak ancak İslâm’da, buna bütün yönleriyle ve gerekleriyle şehadet ile Allah’dan gelenin cümlesini ikrar olduğundan hak dinin İslâm’dan başka birşey olmadığı da, ilmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn olarak sabittir. Allah Teâlâ’nın kendisi için ilke edindiği, peygamber gönderdiği, evliyasını yönlendirdiği din ve sırat-ı müstakim budur. Nimet ve mükafatını ancak bununla verir, akıbette selamete ancak bununla çıkarır.

Lügattaki asıl mânâsıyla din ceza, yani mükafat veya mücâzât veya itaat etmek demek olan mastar anlamıyla ilgili olarak bir uyan ve güçlü bir uyulan arasındaki ilişkinin adıdır. Bu ilişki, hakimiyeti elinde bulunduran güçlü önder tarafından gözönünde tutulduğu zaman sevab veya ikab ile sorumluluğun uygulanması demektir. Uyan tarafından ele alındığı zaman da selamet arzusu, korku ile ümit arası bir tutumla itaat ve emre bağlılık anlamı ifade eder ki, bunlar dinin masdar olarak anlamlarıdır. Hasılları dindarlık anlamına gelen deyyaniyet ve diyanettir. Fatiha sûresinde dinin bilinen mânâsıyla tarifi geçmiş idi ki, akıl sahiplerini, kendi istek ve iradeleriyle doğrudan doğruya hayra ve nimete sevkeden bir ilâhî kurumdur. Şeriat ve millet dahi denilen ve beşerin ihtiyari fiillerini, hayra ve mutluluğa yönlendiren ve düzenleyen bir yol, bir kanun ve bir mânevî kuvvet demek oluyordu. Bundan dolayı genellikle din denilince, sorumluluk duygusuyla karışık kendi istek ve iradesiyle bağlılık isteyen ve kendisine bağlananları kötülük ve uğursuzluktan koruyarak hayra ve mutluluğa götüren; aksi halde, yani, kendi istek ve rızası ile iyi uyulmadığı ve uygulanmadığı, aykırı davranışlardan sakınılmadığı zaman doğrudan doğruya hayır ve mutluluğun zıddı olan kötü sonuçlar ile ceza gerektiren hükümlerin zorla ve kaçınılmaz olarak uygulanacağını gösteren, ümit ve korkunun hedefi, hayranlıkla ve son derece saygı ile kulluk edilen hikmet sahibi bir yaratıcı ve yetiştiricinin ortaya koyup, uyulmasını teklif ettiği bir mükafatlar ve cezalar kanunu veya ona itaat ve teslimiyet anlaşılacağından din, her zaman için bir ilâhî ifade ve ona zarurî olarak itaati ve teslimiyeti gerektirir. Diyanet, yani dindarlık da o ilâhî hakime kulluk etmek ve kanunlarına teslim olmak demek olur.

Yukarılarda da beyan olunduğu üzere lügat anlamıyla İslâm kelimesi, silm, selm, selamet köklerinden gelir; hemzesi duhul veya müteaddi (geçişli) fiil yapmak için kullanılır. Kapsamlı ve pek temiz bir kelimedir ki, silm’e (barışa) ve selamete girmek veya koymak veya selamet temin eden teslimiyet, karşılıklı olarak barış içine girmek, hasılı sâlim olan mânâlarına gelir ki, hepsinde selamet ve sâlimiyet gayesiyle bir bağlılık ve uyumluluk mânâsı vardır. Din dahi irade ve akıl sahipleri arasında anlaşmazlıkları ve didişmeleri bir yana bırakıp toplumsal barışı sağlayan bir kanundur. Bununla yalnızca insanlar arasında uyumluluk değil, insanlarla Allah arasında da bir uyum sözleşmesi vardır. Din sayesinde yaratıcının iradesi ile yaratılanın iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur. Kul, Allah’ın dilediği gibi ister, Allah da kulun dilediği gibi yapar; böylece arada didişme ve anlaşmazlık kalmaz. Allah’a ebedî vuslat hasıl olur. Bu sayede insanların birbirleriyle çatışan istek ve iradeleri, bir hedefe yönelerek aralarında bir sâlim medeniyet ve sürekli bir barış meydana gelir. Ve hepsi ilâhî nimetten istifade eder, felah bulur. Allah’ın birliğine bağlanıp uymayınca da bu maksat hasıl olmaz. Bu sûretle dinin özü, bu tevhid inancı çerçevesinde, her yönüyle ve gerçek anlamıyla İslâm’dır. “Kendisinden başka ilah olmayan” Allah’ın emrettiği gerçek dindarlığın gereği de bu tevhide şehadet ve bu tevhid çerçevesinde bir olan Allah’a teslimiyet ve itaattir. Hakkiyle kurtuluş, felah ve selamet ve hayır ve mutluluk ancak bu ihlasta, bu bağlılıktadır. Allah katında din, halis din olan “Allah’a teslimiyettir”. Allah’dan başka ilâh ve ilâhlar tanıyan veya gerçeği bildiği halde, dine bağlanmayı gerçekten başka bir şey sanan, din ile ilim, Hak Teâlâ ile en yüce hayır arasında didişme var zanneyleyen veyahut hayırla şer çatışmasının çözümüne Allah Teâlâ’nın hakim olmadığını, O’nun hükmünün dışında herhangi bir şey kalabileceğini farzeden velhasıl Hakk’tan gelmeyen ve Hakk’ın âyetlerinden çıkarılmayan dinlerin, bağlılıkların ve dindarlıkların hiçbiri insanlara selamet ve seadet bahşedecek hak din değildir. Allah Teâlâ’ya ortak tasavvuru, muhal ve batıl olan birşey olduğu gibi, İslâm’dan başka bir hak din tasavvur etmek de batıldır.

Hulâsa, din ve dindarlığın bütün mânâsı, itaat ve bağlılık anlamıyla selametin sağlanmasında toplanır. İslâm’ın mânâsı da faydalı bir selamet, katıksız bir teslimiyet ve bağlılıkta toplanır. Şu halde din kavramı, mutlak anlamıyla ele alındığı zaman bile mutlak olarak İslâm kelimesiyle eşit ve eş anlamlıdır. Hangi din ele alınacak olsa, onun özünün teslimiyet ve boyun eğmekten ibaret olduğu görülür. Zahir din, İslâm’ın dış görünüşü; batın din İslâm’ın içyüzü; tam din, dışyüzü ve içyüzü ile hakiki İslâm; batıl din yalan ve yanlış bir İslâm; hak din, hak bir İslâm’dır. Hakikaten selamet bahşeden hak bir İslâm ise ancak hakiki tevhid inancına dayanan bir İslâm’dır. Hakiki tevhid ise, şeriki ve ortağı bulunmak ihtimali bile olmayan, ezel ve ebed bakımından hayy ve kayyum bir ilâh tanımak ve ancak O’na şehadet etmektir. Böyle bir ilâh ise ancak Allah Teâlâ’dır.

Evvel ve âhir bütün izzet ve hakimiyeti şahid ve meşhud olan zat-ı ehadiyyetinde toplayıp, kendisinden başka ilâhları nefyetmiş, O’ndan başka tanrılık iddia eden veya tanrılık nisbet edilenlerin hepsinin acz ve zavallılığını daima göstermiş ve göstermekte bulunmuş ve herhangi bir zamanda tevhid nizamından çıkmak isteyenleri perişan eylemiş ve her türlü mutluluğu tevhid yolundan bahşeylemiş, velhasıl diye ilâhlıkta birliğe kendisi de şehadet etmiş olmakla Allah’ın birliğine şehadet ile hakiki İslâmın, Hak Teâlâ’nın dini olduğunda hiç şüphe yoktur. Hakiki din kurucusu olan Allah Teâlâ’nın İslâmını, melekler ve ilim sahipleri gibi, kendi birliğine iman ve ihlâs ile bağlananları rahmeti ile selamete çıkarmak, kulların İslâm’ı da Allah’a kendilerini teslim ederek bu selamet yoluna girmek demektir. İşte İslâm dini, Allah ile kullar arasındaki bu birlik ilişkisidir.

Meleklerin ve ilim sahiplerinin dini de budur. İlim alanında bundan başka bir din yoktur. Bu dinin başı hakkı bilmek, hak ilmin başı da bu dindir.

Bu dinden başka bir din aramak ya Allah’ın üstüne çıkmaya çalışmak, ya Allah’dan aşağısına nefsini teslim eylemektir ki, ikisi de dinsizlik ve küfürdür. İsyan ve tefrikadır, felakettir. Binaenalyh kitap ehli olanların anlaşmazlıkları ile bunun bilimselliğine ve gerçekliğine hiç halel gelmez.

Onların gerek kendi aralarında, gerek Resulullah’a karşı ihtilaf çıkarmaları, hak ve hakikatı bildiren bütün ilim sebepleri geldikten sonra adalet ve hakkaniyetle hareket etmeyi, hakka ve ilme teslim olmayı, boyun eğmeyi bir yana bırakıp, kendi aralarında azgınlık ve düşmanlıkla, hükmetme sevdasıyla dinsizliğe ve inkâra saptıklarından dolayıdır. Fakat adalet ve hakkın isbatı için gönderdiği ve delil olarak öne sürdüğü gibi kesin âyetler ve belgelere her kim küfreder, bunları inkâr eder, İslâm’dan kaçınırsa Allah hesabı çabuk görendir. Cezalarını hemen vermekten çekinmez.”(16)

Allahû Teâla, “Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler” buyruğuyla ehl-i kitabın gerçekleri bilmelerine rağmen görüş ayrılığına düştüklerini ve bunun aralarındaki çekememezlik ve dünyalık aramaktan kaynaklığını haber veriyor. Bunu İbn-i Ömer (r.a.) ve başkaları söylemiştir. (17) İlim sahibi olduktan sonra sırf ihtiras ve dünyevi menfaatler yüzünden ihtilafa düşen kendilerine kitap verilen Ehl-i kitap kasıt Yahudi ve Hıristiyanlardan olanlardır. İhtilafa ve anlaşmazlığa düştükleri nokta ise, her iki kesim de Tevhid dini olan İslâm’ı terk ettiler, kabul etmediler. Nasara denilen Hıristiyanlar teslis, yani üç ilah inancına sarıldılar. Yahudiler ise, Uzeyir Allah’ın oğludur, dediler. “Onlar ilim geldikten sonra” ile bildirilen gerçek ise, kendisinde asla bir yanlışlık ve eğrilik bulunmayan hak din olan İslâm’dır. Yahudi ve Hıristiyanlar bir takım insanları peşlerine takarak hakkın kendilerinde olduğu yalanını savunuyorlardı. Oysa ki İslâm’ın hak dini oluşunda şüphe olmadığı gibi onlar da zaten bunda şüphe etmiyorlardı. Çıkarları ve menfaatleri öyle gerektirdiğinden dolayı böyle yanlış ve batıl bir yol izliyorlardı.(18)

İlimlerini hasedlerine kurban edenlerin ihtilafları onları hem din-i İslâm’dan ve hem de nur-u imandan eder. Yahudiler ve Hıristiyanlar, ilimlerine rağmen sırf hasedlerinden dolayı elleri altındaki mukaddes kitaplarını tahrif ettiler. Yahudi ve Hıristiyanların insanlık âlemine armağan ettikleri tefrikadır, kindir, haseddir, tahsilli cehalettir, ilme ihanet eden ihtilaftır, İslâm’dan, imandan uzaklaştıran ideolojileri, şek ve şüphelerdir. Şayet bugün “Biz de Müslümanız” diyen bazı kimseler bu çağda, bu zamanda İslâm ile idare olunmanın mümkün olmadığını savunuyorlarsa, bu Yahudi ve Hıristiyanlardan akıp gelen ideolojilerin, mitolojilerin, şek ve şüphelerin bir neticesidir. Oysa bu Âyet-i Kerime’ye göre İslâm her zamanın ve her mekânın dinidir. İslâm’ın tatbikinin mümkün olmadığı, gerekmediği hiçbir zaman ve mekân yoktur. Muhammed Kutup (rh.a.) der ki: “Allah’ın dünyada ve âhirette razı olduğu İslâm, ‘La İlahe İlâllah Muhammedü’r Rasûlüllah’ nutku ve onun muktezasıyla ameldir.” (19) Çünkü Allah katındaki İslâm ‘Lâ İlahe İllâllah’dır. Yani Tevhid’dir. (20) Allah’ın kendi katında geçerli kılıp razı olduğu İslâm, çağlarüstü olup her çağda tatbiki mümkün ve gerekli olan cihanşümul itikadi ve ameli bir hayat nizamıdır. İslâm’dan başka insanın fıtratına cevap verecek, dertlerine derman olacak her hangi bir din veya sistem yoktur. Bu çağda, bu zamanda İslâm’la birlikte başka dinlerin de Hak olabileceğini iddia etmek, ispatlamaya kalkışmak, abesle iştiğal olup tamamen cehenneme sevdalanmaktır.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Âl-i İmran Sûresi/ 19

(2)   El- Camai-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 4, Sh: 43, Beyrut/ 1965

(3)   

(4)   Sahihu’l-Buhari, IV, 142. Aynı bâb; Ayrıca krş. Mansur Ali Nasif, et-Tâcu’l- Câmi‘u li’l-Usûl, I-V, Mektebetü Pamuk, İstanbul, 1961, III, 299, K. Nübüvve, İsa (a.s.) konusu. Burada nebiler için “ıhvetü allât” tabiri geçmektedir.

 (5)   El- Münavi, Abdurrauf, Feyzu’l-Kadir, I-VI, Beyrut, ty.  II, 47, nr. 2706; (Ahmed b. Hanbel, İbn-i Mâce ve Ebu Davud’dan)

(6)   Hucurat Sûresi/10

(7)   Maide Sûresi/3

8 Neml Sûresi/91

(9)   Bakara Sûresi/128

(10)   Âl-i İmran Sûresi/ 52

(11)   Âl-i İmran Sûresi/85

(12)   Tevbe Sûresi/ 30

(13)   Es-Sahvetü’l İslâmiyye (Muhammed b. Salih el- Useymîni) Sh: 166-167, Riyad/ 1426

(14)   Sünen-i Tirmizî, iman 8; îbn Mace, Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, V, 231, 236, 237

(15)   Kâfirun Sûresi/ 1-6

(16)   Yusuf Sûresi/ 76

(17)   Hak Dini Kur’ân Dili (M. Hamdi Yazır) C: 2, Sh: 1061-1064, İst/ 1971

(18)   El- Camai-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 4, Sh: 44, Beyrut/ 1965

(19)   Medarikü’t-Tenzil ve Hakaiki’t-Te’vil. (Ebü’l-Berekat Hafizüddin
Abdullah b. Ahmed b. Mahmud Nesefi) C:1, Sh: 149-150, İst/ 1984

(20)   Es-Sahvetü’l İslâmiyye (Muhammed Kutub) Sh: 164, Kahire/ 1990

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

En Üstün Kimlik Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:52:11 ÖÖ]


Yirmi Dört Saat Ahlaklı Kalabilen İnsan Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:44:53 ÖÖ]


Deprem Mesajları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:37:06 ÖÖ]


Ahir Zaman Gençlerine Tavsiyeler Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:29:45 ÖÖ]


Yaratmak Allah'a Mahsustur Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:21:17 ÖÖ]


Maddi ve Manevi Hastalıklar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:14:40 ÖÖ]


Sedat Uçan - Ya Musa (Single) 2025 - 320 Kbps - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:07:24 ÖS]


İslamda Çocuk - vaaz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:01:32 ÖS]


Evlilik Kavgaları Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:46:22 ÖS]


Aldatmak ve Affetmek Üzerine Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:39:26 ÖS]


Alkol Beynin İşlevini Bozar Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:35:11 ÖS]


Deprasyon Belirtileri Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:32:32 ÖS]


İçki Üzerine Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:27:13 ÖS]


Alış Veriş Hastalığı Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:22:43 ÖS]


Gözle Görmekten Kalp İle Görmeye İnsanın Derinliklerine Yolculuk Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:02:03 ÖÖ]


Pusulamız ve Şifamız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:55:29 ÖÖ]


Ölümler Cenazeler Bizi Rabbimizin Huzurunda Buluşturmalı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:47:42 ÖÖ]


Kimse Rızkını Yiyip Bitirmeden Ölmez Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:33:45 ÖÖ]


Tevfik Paksoy - El Medet 2009 320 Kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:15:53 ÖÖ]


Grup Fakih - Mevlid-i Pak-i Rasul 2011 - 320 Kbps + Vav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:54:06 ÖÖ]