* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Müslüman Yüreği  (Okunma sayısı 29 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2448
Müslüman Yüreği
« : Bugün, 02:22:07 ÖS »


Müslüman Yüreği

عَنْ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيهِ وَسَلَّم : ثَلاَثٌ لاَ يُغِلُّ عَلَيْهِنَّ قَلْبُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ إِخْلاَصُ الْعَمَلِ لِلَّهِ وَالنُّصْحُ لأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَلُزُومُ جَمَاعَتِهِمْ

Zeyd b. Sâbit radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslüman yüreğinin kin tutamayacağı, ihanet edemeyeceği, aleyhinde bulunamayacağı üç erdem vardır: İşi Allah için işleme samimiyeti. Müslüman­ların yöneticileri hakkında hayırhahlık. (İnanç ve amelde) Müslümanların cema­atine uyum." (İbni Mâce, Mukaddime 18, Menâsik 76)
Sürûra kalsa da bîgâne Müslüman yüreği
Bilir teessür-i ma'sum önünde inlemeyi.
Onunla söyleşilir en acıklı hicranlar
Ki her figanı açık bir lisan kadar anlar.

"Müslüman yüreğinin muttasıf olması halinde kendisinden kin, nef­ret ve ihanetin sadır olmayacağı üç erdem: Allah için amel, Müslümanların yöneticilerine yönelik hayırhahlık, Müslümanların cemaatine katılmak, onlardan ayrılmamaktır" diye de tercüme edilmesi mümkün olan hadis-i şerif'in ikinci rivayetinde (Menâsik 76) "Çünkü Müslümanlara (veya yöneticilerine) yapılacak dua ve çağrı onların arkasından gelecek olanları da kapsar" ilavesi de bulunmaktadır.

Müslüman yüreğinin hangi donanıma sahip olduğu zaman nelere karşı kin beslemeyeceği ya da ihanet etmeyeceği konusuna açıklık geti­ren hadis-i şerif, "Sözümü duyup onu başkalarına ulaştıranların Allah yüzünü ağartsın. Bilgi sahibi olmayan nice bilgi taşıyıcısı vardır. Kendisinden daha kav­rayışlı kimselere ilim taşıyan niceleri vardır" cümlelerinin ardından rivayet edilmektedir. Birbiriyle pek ilgili gibi gözükmeyen bu iki beyanın arka arkaya gelmesi, bize göre, Müslüman toplumdan hiç bir hayrın kıskanıl­maması, onlara samimiyetle ulaştırılması görevinin Müslüman yüreğinin işi olduğunu vurgulamaktadır.
Üç özellik

Müslüman yüreğinin hadisimizde belirlenen üç özelliğinden ilki ihlas, yani yaptığı işi Allah için yapmak, dünyaya veya ahirete yönelik başkaca bir amaç taşımamaktır. Böyle çalışan bir kalbi asla kıskanma­mak, ona ihanet etmemek… Bu özellik belki kalbin varlığının gayesidir. Allah'tan başkası için amel yapmak şirk; Allah'tan başkasından dolayı ameli terk etmek riyâ, gösteriş olarak değerlendirilir. Bu sebeple olacak ki Âkif merhum haklı olarak sorar: "Nedir mânası bir kalbin ki, âfâkında sen yoksun?"(M. Akif, Safahât, s. 452)

Müslüman yüreğinin ufuklarını Allah Teâlâ'nın hoşnutluğu düşün­cesi ve ümidi süsler. Böyle olunca o yürek küreselleşir. Âdeta bütün bir evreni kaplar. Her türlü geçici ve peşinci duyguların üstünde kendisine mümtaz bir yer edinir. Dolayısıyla Müslüman yüreği ihlas'ı kıskanmaz, ihlasla donanmış olursa kin tutmaz, ihanet etmez.

İkinci özellik; Müslümanların yöneticileri hakkında hayırhah dav­ranmaktır. Müslüman yüreği, idarecilerin iyiliğini ister ve onların iyiliği için çalışır. Çünkü yöneticilere iyi davranmak, onların iyiliğini istemek, Müslümanların iyiliğini istemek demektir. Müslümanların idareden yana sıkıntıya düşmemeleri, fitne ve anarşiden uzak kalmalarını temine yöne­lik her gayret, takdire değer bir çabadır.

Yöneticilerin hayrını istemek, onların hatalarını, kötülüklerini ve haksızlıklarını hoş görüp benimsemek anlamına gelmez. Onların iyiliği, iyi olmaları için dua etmek, elden geldiğince yardımcı olmak demektir. Hatta onlara doğruyu, hakkı söyleyip onları ikaz etmek de "hayırhah"lık gereğidir.

Bilinen bir gerçektir ki, çoğunlukla kin, nefret ve ihanet duyguları özellikle yönetim ve yöneticilere yönelik olarak kendini gösterir. Oysa bu konuya "hayırhahlık" düzeyinde yaklaşmak, Müslüman gönülleri böylesi bir hatadan da korumuş olur. Yani hayırhahlık, kin ve ihanete mânidir.

Üçüncü özellik, Müslümanların cemaatini yani Müslüman toplumu inanç ve amel olarak tercih ve iltizam etmek, onlardan ayrılmamak, Müslümanlarla beraberliği her şeyin üzerinde tutmaktır. Böyle bir özellik insan kalbinde ne kin bırakır ne de ihanet duygusu... Yalnızlık (vahşet) arzularını ortadan kaldırır. Nitekim milli şairimiz Âkif de bu noktayı ısrarla vurgulamaktadır:

"Şu vahdet târumâr olsun" deyip saldırma İslâm'a;

Uzaklaşsan da imândan, cemaattan uzaklaşma.

İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînafa yok meydan;

"Cemaattan uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah'tan!"(Safahat, "Alınlar terlemeli", s. 418)
Müslüman yüreğinin anlamadığı hicran ve acı olmaz. Çünkü o, daha çok onu tanımıştır. Ortalıkta hiç bir şey yokken bile o, engin şefkati ve merhametiyle dünya hudutları ötesine uzanan hisleri ve bilgileriyle insanlığın öteki dünyasını düşünür.
Ma'şerî vicdan

Bu üç özelliğin birden ortaya koyduğu gerçeği herhalde şöyle ifade etmek mümkündür: Müslüman yüreği, ma'şerî bir vicdandır. O Müslümanların tümüyle beraberdir. Nerede bir Müslüman varsa, kendi­sini onun yanında hisseder. Zamanlar ve mekânlar üstü fevkalade duy­guludur, duyarlıdır. "Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imânlı kardeşlerimizi bağışla; gönüllerimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma!"(Bk. el-Haşr (59), 10) ayeti, Müslüman yüreğinin bu sınırlar ötesi boyutunu ortaya koyar.

Müslüman yüreği, her gönül sahibinin derdine ortak olmayı, çare bulmayı, yardımına koşmayı görev ve şeref bilir. Özellikle üzüntüleri paylaşmasını iyi bilir. Çünkü o kara gün dostudur.

Sürûra kalsa da bîgâne Müslüman yüreği

Bilir teessür-i ma'sum önünde inlemeyi.

Onunla söyleşilir en acıklı hicranlar

Ki her figanı açık bir lisan kadar anlar.( Safahat, “Berlin Hatıraları“,  s. 296)

Müslüman yüreğinin anlamadığı hicran ve acı olmaz. Çünkü o, daha çok onu tanımıştır. Ortalıkta hiç bir şey yokken bile o, engin şefkati ve merhametiyle dünya hudutları ötesine uzanan hisleri ve bilgileriyle insanlığın öteki dünyasını düşünür. Onun tasa ve kaygısını çeker. Kaldı ki o, dünyada hicranı, figanı ve acıyı iyi tanımıştır. Bu sebeple de zaman zaman sevinçlere karşı ilgisiz kalabilir, öyle gözükebilir. Ama asla ma­sum bir insanın veya bir toplumun teessürüne ilgisiz kalamaz, onu pay­laşmasını çok iyi bilir. Çünkü Müslüman yüreği gür hisli gür imânlı'dır.(Safahat, “Hüsran”, s. 411) Onun hakkında yapılacak böyle bir tarif asla bir abartı değildir. Çünkü onun coşkusu ve kaygısı sahip olduğu his ve iman gürlüğünden kay­naklanır.

Müslüman yüreği, herhangi bir tesirle özelliklerini yitirirse, artık onu tutmak mümkün olmaz. Duyguları, tepkileri, takdirleri tenkitleri birbirine karışır. İş bu noktaya gelince her şey altüst olmuş demektir. Manzara şu beyitteki gibidir artık, hatta belki ondan da beterdir:

Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;

Nazarlardan taşan ma'nã ibâdullahı istihkaar!(Safahat, “Umar mıydın?”, s. 420)

Allah’ın kullarını küçük görme, Müslüman yüreği için intihar anla­mına gelir. Müslüman böyle bir küçümsemeye ne kendisi muhatap ol­mak ister ne de başkalarına o gözle bakar.

Müslüman yüreğinin duygu enginliğine, iyilikseverliğine, Allah rı­zasından başka herhangi bir hedefe yönelmeme seviyesine ve mü'min gönüllerle birlikte olma niteliğine yine Müslüman yüreği lâyıktır. Ona ancak bu yakışır.

Geleceğin Neslini Yoğurmak
 
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ  رَضِىَ اللهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم : مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلاَّ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ ، فَأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ

Ebû Hureyre radıyallahu anh, "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir:

"Her doğan çocuk, mutlaka İslam fıtratı üzere doğar. Ancak anasıyla babası onu Yahudi veya Hristiyan ya da Mecusi yaparlar.” [1]
"Sen yüzünü dosdoğru dine, tam bir ihlas ile çevir. (Bu din) Al­lah'ın o fıtratıdır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı değiştirilmez. En doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum, 30)

Nesiller üzerinde önceki kuşağın ya da yakın ve hâkim çevrenin et­kisini, ulaşabileceği en acı boyutuyla gözler önüne seren hadisimiz, gele­ceğin neslini yoğurma ve dolayısıyla nesli koruma görevinin ciddiyetine dikkat çekmektedir. Bu arada insan fıtratının temizliğini, sadeliğini ve İslam'ın bu fıtrata hitap ettiğini ve uyum gösterdiğini belirlemektedir.

Hatta hadisin buraya almadığımız kısmında fıtratın temizliği, bütün organları tam olarak doğan hayvan yavrularına teşbih edilmekte, insan­ların bu tam yaratılışlara müdahale ile kulaklarını, kuyruklarını kestikleri örnek verilmekte, İslam telkini dışındaki telkinlerin bu dış müdahalelere benzediği, temiz ve mükemmel yaratılışı bozduğu belirlenmektedir.

Bu arada hadisin ortaya koyduğu bir önemli gerçek de din duygusu ve hakikat aşkının insanın fıtratında, mayasında mevcut olduğudur. Nitekim Allah Teâlâ Rum Suresi'nin 30. ayetinde bu gerçeği şöylece bil­dirmektedir: "Sen yüzünü dosdoğru dine, tam bir ihlas ile çevir. (Bu din) Al­lah'ın o fıtratıdır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı değiştirilmez. En doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."

Demektir ki Müslümanlık, insan fıtratının doğruluğuna şehadet et­tiği bir dindir. Peki ya fıtrat nedir?
Fıtrat               

Fıtrat asli yaratılış (hilkat-i asliyye) demektir. Fıtrat, hakkı kabul ve idrak kabiliyetidir. Mealini verdiğimiz ayet-i kerimede fıtrat, her ferde has olan özel fıtrat değil, bütün insanlığın insan olarak yaratılışlarına esas olan ve hepsinde müştereken bulunan fıtrat-ı külliye, fıtrat-ı ûla ve fıtrat-ı asliyye anlamındadır.

Fıtrattaki hakka temayül yeteneği, kulakların işitilebilecekleri işit­meye, gözlerin görülebilecekleri görmeye kabiliyetli olarak yaratılmış olması gibidir. Yani dış müdahalelerden, şartlandırmalardan uzak fıtrat-ı selime sahibinin, yaratanını tanımaması mümkün değildir.

Ne var ki böylesine fıtrat-ı selime sahibi olan çocuğun gelişme ve kainatı algılama çağında, yakın çevresi başına üşüşür ve onu kendi iç dünyaları doğrultusunda etkilemeye çalışırlar. Bunda da genellikle başa­rılı olurlar. Yakın çevrenin temel elemanları ise, anne ve babadır. Hadi­simiz, anne ve babanın tertemiz bir fıtrata sahip olan yavrularına, elbise giydirir gibi dinî kişilik kazandırdıklarını işaret etmekte ve tabii dolayı­sıyla onlara sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Dinî şekillenmede tesir­leri açık ve inkar edilemez olan ebeveynin geleceğin neslini yoğurmada ve yetiştirmede en büyük pay sahibi olduğu da böylece belirlenmiş ol­maktadır.
Ailenin sorumluluğu

Hadisimizde, insan özüne uygun olan İslam'a yönelebilecek çocuk­ların Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapılmasından söz edilmesi, hiç şüphesiz o günkü Müslümanların çevrelerinde bu inanç gruplarının bu­lunmasından dolayıdır. Hadisimizin bazı rivayetlerinde "ya da müşrik yaparlar” [2] kaydına da rastlamaktayız. Bugün dinsizlik dahil, İslam dışı bütün inanç sistemlerini düşünebiliriz. Yine bugün anaokullarını, mürebbiyeleri, okulları ve radyo-televizyon, teyp-video, internet gibi ileti­şim ve haberleşme araçlarını da çocukları etkilemekte anne-babaya ilhak edebiliriz. Zira anne-baba, fonksiyonunu ya doğrudan doğruya ya da tercih ettikleri etkilenme ortamları vasıtasıyla gerçekleştirirler. Sonuçtan sorumlu olan daima anne-baba, yani ailedir.

Kendilerini ve aile fertlerini, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden korumak ve kollamakla görevli bulunan günümüz Müslümanları, [3] nesille­rini kendi inançları üzerinde yaşama azim ve iradesine sahip kılmanın, onlara bu bilgi ve iman donanımını temin etmenin büyük önem kazandığı bir zamanda yaşamaktadırlar. Haberleşme ve iletişim vasıta­ları çağımızda, tüm kesimleriyle dünyalıların adeta annesi babası haline gelmiştir. Bu güçlü tesir odaklarına karşı yeterli tedbir alınmaz, onların olumsuz etkilerinden çocuklar uzak tutulamazsa, hadisimizin ifadesiyle nesillerin Yahudileşmesi, Hristiyanlaşması ya da Mecusileşmesi veya müşrikleşmesi, dinsizleşmesi beklenmeyen değil, önceden bilinen acı sonuç olacaktır.

Gerek İslam'a gerek millî kültüre yabancı bu yıkım ve şartlandır­mayı, daha önce böyle bir beyin yıkama ameliyesine tabi tutulmuş, gö­nülleri işgal edilmiş, böyle yapılmasının çağdaşlık, ilerilik ve fazilet ol­duğuna inandırılmış bizden kişilerin yürüttüğü düşünülecek olursa, mücadele ve mukavemetin ne derece zor ve fakat gerekli olduğu anlaşı­lacaktır.

Eğitim-öğretim yoluyla kültür yapısı ve gönül dünyası bulandırılmış ya da tabii zemininden uzaklaştırılmış nesillerin ne tür kabullere yönele­ceklerini ve hangi davranışları sergileyeceklerini kestirmek artık meçhul değildir.

Her milletin, her ümmetin kendi insanını yetiştirmesi hem en tabii hakkı hem de nesil ve değerlerini yaşatabilmek için en temel görevidir. Bu konuda İslam ümmetine fıtrat en büyük yardımcıdır.
Hem Hak Hem Görev

Her milletin, her ümmetin kendi insanını yetiştirmesi hem en tabii hakkı hem de nesil ve değerlerini yaşatabilmek için en temel görevidir. Bu konuda İslam ümmetine fıtrat en büyük yardımcıdır. O halde bu bü­yük yardımcıya rağmen, Müslümanlar, Müslüman nesiller yetiştiremezlerse beyan edecekleri herhangi bir mazeretleri kalmamış demektir. Zira hadisimiz açıkça, İslam'ın en büyük gücünün ve gelişme imkanının, insan özüne uygun olmasından kaynaklandığını ifade et­mektedir. Bunun için de "İslam, tabii ve fıtri bir din" "sıbğatullah = (Allah boyası)" olarak tarif edilegelmiştir. [4]

Hicret'ten sonra Medine'de ilk doğan muhacir çocuğu Abdullah b. ez-Zübeyr'in o günkü Müslümanlar arasında sebep olduğu büyük sevinç, şirk ve küfre bulaşmadan yetişecek ilk Müslüman neslin ufukta belirmiş olmasının sevinci olsa gerektir. Müslümanların, Müslüman nesiller ye­tiştiğini gördükçe sevinmesi pek tabiidir. Necip milletimizin, kendi inançlarını paylaşan İmam-Hatip nesline gösterdiği rağbetin kaynağı ve anlamı da işte budur. İmanlı, faziletli, başarılı, yerli ve seviyeli nesillerden rahatsız olanlar milletle aynı duygu ve değerleri paylaşamayanlardır.

Unutmayalım ki, çocuklarımızı iyi birer Müslüman olarak yetiştir­mek, geleceğin neslini yoğurmak demektir. Müslüman olmadıktan sonra nesiller, nerde nasıl yetişirlerse yetişsinler, ne fark eder? Hepsi yanlış, bütün emekler heder...

Rabbim, bize dinine hizmet edecek nesiller ver!

--------------------------------------------------------------------------------------

[1] Buharî, Cenâiz 80, 93; Sünne 17; Kader 3; Müslim, Kader 22, 23, 24, 25; Ebû Davud, Sünnet 17; Muvatta, Cenaiz 52; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 233, 275, 315, 346, 393, 410, 481; III, 353

[2] Bk. Müslim, Kader 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 410, 481

[3] Bk. et-Tahrîm (66). 6

[4] Bk. A.H.Akseki, İslâm, 355-357 (İstanbul-1966)

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Müslüman Yüreği Gönderen: KOYLU
[Bugün, 02:22:07 ÖS]


Başkalarına Benzememek Gönderen: KOYLU
[Bugün, 02:16:56 ÖS]


Öfke Kontrolü İçin Ne Yapmalı Gönderen: KOYLU
[Bugün, 02:09:56 ÖS]


Hayırlı Ümmet Olmanın Şartları Gönderen: KOYLU
[Bugün, 02:06:03 ÖS]


Dünya ve Âhiret Bahtiyarlığı Gönderen: KOYLU
[Bugün, 01:53:58 ÖS]


Duanın Gücünü Kuşanmak Gönderen: KOYLU
[Bugün, 01:47:13 ÖS]


İstiğfara Sarılalım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 12:01:35 ÖS]


Kul Daima Rabbine Muhtaçtır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:32:32 ÖÖ]


Çağın Meydan Okumalarına Karşı tek Reçetemiz: Hayâ Ahlakı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:23:06 ÖÖ]


Sırat Köprüsünde Ayağımızı Kaydırma Allah’ım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:13:19 ÖÖ]


Övünme Şükret Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:06:36 ÖÖ]


2025 - Mayıs - Single Eserler 3 320 + flac - NETTE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:23:15 ÖS]


Herkes Kazanamadığından ve Geçinemediğinden Şikâyet Edecek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:16:24 ÖS]


İslam Ümmeti Dünyanın Kalbidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:06:44 ÖS]


Sünnet Muhasebesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:56:36 ÖÖ]


İçimizdeki Kalabalık Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:44:57 ÖÖ]


Allah İçin Sevmek Nasıl Olur Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:36:42 ÖÖ]


Bu Dünyada Kalıcı Değiliz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:22:45 ÖÖ]


Dostluk ve Düşmanlık Gönderen: melek
[Mayıs 21, 2025, 11:46:35 ÖÖ]


Ona Dönsün Yüzün Gönderen: melek
[Mayıs 21, 2025, 11:40:38 ÖÖ]