Kur'an'la Yaşamak
Günümüz İslam Toplumuna şöyle bir göz atıldığında, birlik içinde olması gereken bu toplumun derin ayrılıklar içinde olduğu görülecektir.
Ama, aynı zamanda, bu ayrılıklara karşın, Müslümanların. Kitapları Kur'an'a bağlılık konusunda birlik içinde oldukları da görülecektir. Zahiren, Müslümanlar birbirlerini Kur'an'a göre yaşamaya çağırmaktadır. Kur'an gece gündüz okunmakta, tecvid üzere okunması konusunda azami titizlik gösterilmekte, güzel Kur'an okuma yarışmaları düzenlenmektedir. Kur'ani mesaja ilişkin ciltler dolusu kitaplar yayınlanmaktadır. Camilerde ve dini toplantılarda Kur'an 'in üstünlüğü konusunda nutuklar atılmaktadır. "Kur'an mucizesi" konusunda hemfikir olmayan yok gibidir.
Ancak, daha yakından bakıldığında, bütün bu güzel nutuklara ve törenlere, yayınlanan kitaplara, sarfedilen çabalara karşın Kur'an'ın Müslümanlar üzerinde çok fazla etkili olmadığı da anlaşılacaktır.
Müslümanlar Kur'an'ı okumaktadırlar, ancak, ne hallerinde bir kıpırdanma ne gözlerinde yaş ve ne de hayatlarında bir değişme görülmektedir. Kur'an bu insanlara etki etmiyor gibidir.
Oysa Kur'an'la ilk kez muhatap olanların durumlarıyla, günümüz Müslümanlarının bu durumu arasında kesin bir çelişki gözlemlenmekledir, O ilk nesil, Kur'ani mesaj karşısında gözyaşlarını tutamamış, kalpleri atmaya, bedenleri titremeye başlamıştı. Bununla da kalmamış, hayatları hal ve hareketleri tümüyle değişmişti. Düşünce yapıları, hayata bakış tarzları değişmişti. Yalnızca fert olarak değil, toplum olarak değişmişlerdi. Kur'an'ın vahyedilişini izleyen 100 yıl boyunca bu değişiklikler yaşanmıştı. Kur'ani mesajın özü olan La ilahe illallah çağrısı onları evlerinden dışarıya çıkarmış, bu çağrı, dünyanın bir ucundan öbür ucuna kadar ulaştırılmıştı. Kur'an'ın mucizesi ve etkisiydi bu.
Oysa günümüzde, Kur'an'ı okuyan, ona bağlı olduğunu iddia eden fert ve toplumlarda bu tür değişiklikler görülemiyor. O zaman insanın aklına şu soru geliyor: Acaba Kur'an insanları ve toplumları değiştirme gücünü mü yitirdi? Yoksa biz Kur'ani gerçeği mi yitirdik? Bugün İslam toplumunun karşı karşıya bulunduğu en can alıcı sorun budur.
İnanıyoruz ki, Kur'an, kalpleri, zihinleri ve insanları harekete geçirme, onları değiştirme gücünü yitirmemiştir. Sorun Kur'an'da değil bizdedir. Kur'an'a gösterdiğimiz zahiri bağlılığa karşın, bizler Kur'ani gerçeği yitirmiş bulunuyoruz. Öyleyse oturup, Kur'an'ın ne olduğunu, Kur'an'a göre yaşamanın ne anlama geldiğini araştırmamız gerekiyor.
Kur'an bildiğimiz kitaplara benzemez. Kur'an'da Yaratıcı bizimle konuşur. Kur'an'la geçirilen zaman, bir anlamda, Allah ile geçirilen zaman demektir. Kur'an'la muhatap olan ilk nesil, Allah'ın kendileriyle. Kur'an ayetleri aracılığı ile konuştuğuna kesin olarak iman etmişlerdi. Bu nedenle de onlar Allah'ın kendilerine söylediklerine kayıtsız kalamıyorlardı. Onlar Kur'an'ı okurken ve dinlerken Allah'ın varlığını içlerinde hissediyorlardı. Daha önce Yaratıcıya kayıtsızlık içinde olan bu insanlar şimdi ona kesin olarak iman ediyorlardı, ikinci olarak, Kur'an onlar için bir tarih kitabı değildi. Ayetler, onlar yaşarken vahyediliyordu. Kur'an'ın getirdiği her mesaj onların hayatları ve sorunlarıyla yakından ilişkiliydi. Daha da önemlisi Kur'an onlar için iki kapak arasına sıkıştırılmış bir "kitap" değildi. Yıllar boyu, bizim sahip olduğumuz gibi bir kitapları olmamıştı. Onların sahip olduğu şey Kur'an'ın vahyedicisine kesin bir teslimiyet duygusuydu. Onlar dilbilgisi (gramer) ve dilin incelikleri konusuna takılıp kalmıyorlardı. Bizim şu anda sahip olduğumuz ciltler dolusu tefsirlere ve kitaplara da sahip değillerdi. Fakat onlar Kur'ani mesajın özünü, insanı neye çağırdığını çok iyi kavramışlardı.
Ayrıntıları bir yana bırakacak olursak, Kur'an'ın onlardan tek bir talepte bulunduğu görülür: Alemlerin Rabbine tam bir teslimiyet içinde olmak ve sahip oldukları her şeyi O'na adamak. Bir kez Kur'an'ın Allah sözü, Allah'ın da, insanların yegane Rabbi ve Yaratıcısı olduğunu kabullendikten sonra, insanın, sahip olduğu şeyler hakkındaki tüm iddialarından vazgeçmesi gereklidir. Kur'ani mesajı kabul ettikten sonra, "bu el benim elim, bu gözler benim gözüm, bu beden benim bedenim, bu mal ve servet benim malım ve servetim" deme hakkı yoktur. Çünkü, "Allah, inananlardan, mallarını ve canlarını, cennet karşılığında satın almıştır" (9/111).
İşte bu nedenlerdir ki, Kur'an yalnızca okunmak için var olan bir kitap değildir. O insanları, Allah'a teslim olmaya çağırmaktadır. Allah bizi Kur'ani gerçek ve doğru yo! (hüda) konusunda insanlara şahit olarak seçmiştir. Klasik anlamda, yalnızca "takva ve teslimiyet" yetmemektedir. Kur'an'ın ilk mesajı "İKRA" (OKU) idi. "Rabbinin adına oku". Bu, devrimci bir mesajdı. Bununla bütün bilgilerin, eylemlerin, hayatın Yaratan Rab adına olması gerektiği vurgulanmak isteniyordu. "Oku" emri ile kasdedilen yalnızca, koltuğa oturup okumak değildi. Kur'ani mesajın insanlara ulaştırılması kasdediliyordu. Ardından, "Kalk ve uyar ve Rabbini yücelt" mesajının gelişi de bunu vurguluyordu. Bugün bizim uzun uzadıya kafa yorduğumuz gereksiz ayrıntılar yoktu o zaman. Yine bugün bizim bir bütün olarak okuduğumuz Kitap yoktu o zaman.
İşte ilk muhataplarını yepyeni bir kimliğe büründüren bu Kur'ani gerçekti. Bu Kur'ani mesaj sayesinde, Mekke'nin tüccar ve esnafı. Arabistan'ın çobanları ve Medine'nin ziraatçıları yüzyıl içinde insanlığın önderleri olmuşlardı. Onları bu denli değiştiren şey neydi?
Onları değiştiren şey, Kur'an'a yalnızca okunacak ve hayran kalınacak bir kitap olarak bakmamaları; insanı tüm varlığı ile Yaratıcıya teslim olmaya, Kur'ani mesajı tüm insanlığa ulaştırmaya çağıran bir dava ve amaç anlayışına sahip olmalarıydı