En Hayırlı Azık
“(Ey müminler! Ahiret için) azık hazırlayın. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Öyleyse bana karşı gelmekten sakının.”
(Bakara, 197.)
İçerisinde yaşadığımız sosyal ve kültürel şartlar, İslam kültürünü çok yönlü olarak etkilemektedir. Bu etkilenmelerden biri de, Kur’an’ın cihat, mücahit vb. kavramlar alanında meydana geldi. Söz konusu kavramlar sadece anlam değişikliğine uğramadı, ne yazık ki, Kur’anî içeriklerinden uzaklaşıp olumsuz çağrışımlar yüklendiler.
Şükür ki, ‘takva’ ve ‘muttaki’ kelimeleri, zikrettiğimiz kavramlara göre asli muhtevalarını ve anlamlarını büyük ölçüde korumaktadır. Çünkü kullanıldıklarında, ‘ideal bir dindarlık’ veya ‘ilahî buyrukları yerine getirme konusunda hassasiyet sahibi insan’ akla gelmektedir. Ancak günümüzde ‘takva’nın deruni bir hal, içsel bir yöneliş olmaktan, şeklî yönü öne çıkan bir boyut kazandığı veya böyle algılandığı da bir gerçektir.
‘Takva’ kelimesi, lügat manası itibarıyla bir şeyi ‘korumak’ anlamına gelen ‘v-k-y’ kökünden türemiştir. Yine aynı kökten türeyen ‘itteka’ kelimesi bir tehlikeden ve zarardan bir şey aracılığı ile ‘korunmak’, sakınmak, çekinmek ve korkmak anlamlarını içerir. ‘Muttaki’ de bu kelimenin ism-i failidir. Yani korunan, sakınan, çekinen, korkan anlamlarına gelmektedir.
Mümin, Allah’ın buyruklarını çiğnemekten, günahlardan, cehenneminden sakınır ve çekinir. Yarın O’nun huzurunda vereceği hesaptan endişe eder. Ancak O’nun korumasına girmeyi, O’na sığınmayı arzular. Merhum Hamdi Yazır’ın da ifade ettiği gibi, en kapsamlı ve en güvenceli koruma O’na aittir. Çünkü insanın koruması, geleceğe hâkim olamadığı gibi, şimdiki zararları gidermek için de yeterli değildir. Bundan dolayı gerçek korunma ancak Allah’ın korumasına girmekle gerçekleşebilir. Aslında Rahman sıfatı dolayısıyla inanan-inanmayan herkes Allah’ın korumasındadır. Fakat müminler, Allah’ın korumasına girmeyi arzular ve Rahîm sıfatı sebebiyle de buna mazhar olurlar. (Bakara, 2’nin tefsiri)
Kur’an, daha ilk ayetlerinde, bir anlamda, muhatap kitlesini belirler ve ‘muttakilere’ bir hidayet rehberi olduğunu ifade eder. (Bakara, 2.) Takva şuuru kişiye bir bilgilenme ve aydınlanma imkânı verir. Kalbin kapılarını ilahî çağrıyı almaya ve kabullenmeye müsait bir hale getirir. Kalbi takvaya hazırlayan Kur’an’dır; Kur’an’ın çağrılarını almaya hazırlayan da takvadır. Takva, kalbin ritminin Kur’an’ı almaya ve özümsemeye ayarlanmasıdır.
Ebu Hüreyre’ye nispet edilen bir benzetmede takva şöyle anlatılır: “Yolda yürürken dikenler görürsün; ya yolu değiştirirsin ya da dikene dokunmadan geçmenin bir yolunu arar ve bulursun; işte takva da budur; hayatı Allah Teala’nın yasakladığı kötülüklere bulaşmadan yaşamaya çalışmaktır.”
Muttaki, şehvet-şöhret, makam-mevki, para-pul ihtiraslarının önüne serdiği dikenli yolda manevi hayatını çizdirmeden yol alma çabasını sürdüren kişidir. O, günahın tuzağına düşmeden, dalaletin çamuruna bulaşmadan yaşama mücadelesi verir. Gönlündeki takva meşalesinin inkâr ve isyan rüzgârıyla sönmesine fırsat vermemek için çırpınıp durur.
Takva, Allah’a karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olmamızdır. Dindarlığımızın, Mevla’ya yapmamız gereken kulluğumuzun zirvesidir. O, aslında kalbe ait, görünmez, deruni bir yöneliştir; ancak yaptığımız amellerin ‘olmazsa olmaz’ şartıdır. Dinî hayatımızın temeli, Mevla ile olan rabıtamızın esasıdır. Bütün hayatımızda yaptığımız amellerin özünü o oluşturur ve hayatımız bu sayede değer kazanır. Allah katındaki değerimiz de onunla ölçülür. Yaşadığımız bu hayattan geriye kalacak ve Allah’a varacak olan da takvamızdan başkası değildir. Nitekim kurban bağlamında konu şu şekilde dile getirilir: “Fakat unutmayın ki ne onların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lakin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır.” (Hac, 37.)
Dinler tarihinin de ortaya koyduğu şekilde, zaman içerisinde insanlar, dinî hayatlarını özden yoksun, şeklî birtakım törenlere dönüştürürler. İşte bu ayet, zahiri öne çıkaranlara, içsel derinlikten nasibini alamayan ritüellere Kur’an’ın verdiği bir cevaptır. İnsanlar çoğunlukla şeklî olarak bir takım ibadetleri yerine getiriler ve böylece görevlerini yaptıklarını zannederler. Oysa bundan daha zor olanı, yapılan ibadetle beraber içsel bir derinliğin yakalanması ve Allah’a karşı saygı şuurunun artmasıdır.
Kur’an takvayı, Arapların günlük yaşantıları açısından oldukça önemli olan ‘azık’ örneğiyle anlatır. Günlerce süren bir çöl yolculuğuna imada bulunur. Bu yolculukta iki şey çok önemlidir: Bunlardan birisi güvenlik ise; diğeri de yanımıza alacağımız yiyecek ve içecek maddeleridir. Eğer yanımızda erzakımız yoksa uçsuz bucaksız çölün bir yerinde aç susuz perişan olmamız işten bile değildir. İşte çıkmış olduğumuz bu hayat yolculuğunda da takva bu denli önemlidir.
Onsuz manevi hayatımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Nitekim ayet şöyle diyor: “(Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Öyleyse bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara, 197.) Nasıl ki beden aç bırakıldığı takdirde ölüm kaçınılmazsa, manevi hayat da takva gıdasından mahrum olursa ölüme mahkûm olur.
Yine Kur’an takvayı elbiseye benzetir. Şöyle ki, “Ey Âdem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takva elbisesidir.” (A’râf, 26.) Elbise nasıl ki insanı sıcaktan, soğuktan korursa, takva da dünyada manevi düşüş ve yok oluştan, ahirette de hüsrana ve zarara, dolayısıyla mahcubiyete uğramaktan onu korur. Elbise nasıl ki yağmurda doluda, karda kışta bizleri sağanaktan, soğuktan koruyorsa, takva elbisesi de mahşerin o kasvetli gününde yalnızlık ve mahcubiyetin donduruculuğundan bizleri koruyacaktır. Yine elbise, güneşin yakıcı etkisinden bizleri nasıl muhafaza ediyorsa, takva elbisesi de inkârın, isyanın sebep olduğu hem dünyanın hem de ahiretin ateşinden ve yakıcılığından koruyacaktır.
Takva vurgusu Kur’an’da tekrar tekrar geçer; bunun hikmetini anlamak zor değildir; çünkü insan her an bir şuursuzluğa ve gaflete kapılma riski ile karşı karşıyadır. İşte insan, bu duruma karşı uyanık olmaya, Rabb’ine karşı saygıda kusur etmemeye çağırılmaktadır.
Kur’an, takva sahiplerinden bahsettiği her durumda en güzel müjdelerini verir. Meselâ Talâk sûresinin ilk sayfasında peş peşe gelen ayetler bunun en etkileyici örnekleridir. Herhangi bir yorum yapma gereği duymadan bunları meal olarak veriyoruz: “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah onu dert ve sıkıntıdan kurtarır. Onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır. Allah’a dayanıp güvenene Allah kâfidir. Allah buyruğunu elbette yerine getirir.” (Talâk, 2-3.) “Kim Allah’ı sayıp O’na karşı gelmekten sakınırsa, Allah onun işinde bir kolaylık verir.” (Talâk, 4.) “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah onun günahlarını örter, mükâfatını bol bol verir.” (Talâk, 5.)