www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL => ÖLÜM AHİRET KIYAMET => Ölüm Kıyamet Ahiret => Konuyu başlatan: fanidunya - Kasım 23, 2018, 09:26:06 ÖÖ
-
ÖLÜMÜ HATIRLAMAK - AHİRETE HAZIRLANMAK
Bizi ve bütün kâinatı yaratan Yüce Allah’a hamd ve senalar olsun. Eşrefi mahlukat Muhammed Mustafa (sav) aline, eshabına ve bütün mü’minlere salat ve selam olsun.
Tasavvuf derslerinde Allah’ı anmak, Allahın dışında masıvayı unutmak tasavvuf saliklerine verilen en önemli derslerinden biridir. Bununla fena fillaha ulaşıp Allah’ın rızasını kazanmak amaçlanmaktadır.
Ayrıca tasavvufta rabitetul mevt (ölüm rabıtası) ile kişinin daima ölümü aklında bulundurması tasavvuf eğitiminde en önemli aşamalardan biridir.
Kâinat, muazzam mânâların ifade edildiği muhteşem bir kitaptır. İnsan ise bu kâinat kitabının sayfalarında seyahat edebilme; tefekkür ufkuyla eşya ve hadislere Allah namına bakabilme kabiliyetinde yaratılan bir iman ve irfan yolcusudur. İmân ve irfân çizgisinde ihsâna uzanan bir hayatın ölçüleri için akıl nimetinin vahy ışığında nurlanmış olması ve terbiyesini de nebevî metotlarla görmüş olması bir zarurettir. İlahi vahyin ışığı olmadan tek başına akıl, metafizik sahanın ince meselelerini anlamaya, derin problemlerini çözmeye, hakikatlerini keşfetmeye kâfi gelmez; aklın iş görebileceği sahanın belli sınırları mevcuttur. Akıl, “kâinatın nasıl yaratıldığı” konusunda bir şeyler söyleyebilirse de onun yaratılış gayesi, aklın sahasını aşar; her mahlûkun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilen insan, Rabbine karşı neler yapması gerektiğini kendisi karar veremez. Her nimetin şükür gerektirdiğini anlayabilir; ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda tahminler yürütemez. Ölüm ve ötesi; kabir, haşir, hesap, mükâfat, cezâ… ve bunlar gibi vahyin alanına giren konular hakkında akıl, Kur’an ve Sünnet’in açtığı tefekkür ufku noktasında ilâhî fermana; ölümü hatırlamayla terbiye olan ve imân hassasiyetinin yerleştiği nurânî bir kalbe teslim olmalıdır.
Dünyevî ve nefsânî şartlanmalar, idrâk zaafiyetine, hassâsiyet körelmesine ve kalbî hantallığa sebebiyet verdiğinde bu hastalığın en tesirli tedâvî yollarının başında, Kur’an ve Sünnet ışığında hakka ve hayra ulaştıracak şekilde programlanan aklın ölümü hatırlama ve tefekkür etme keyfiyeti gelir.
Ölümü hatırlama ve tefekkür, insanın çoğu kez şuursuzca içine sürüklendiği hatâ ve isyanların farkına varıp telâfîsine yönelmesinin en önemli vesilesidir.
Allahı anma ve tefekkür nîmetlerini nefsânî arzu, heva ve heveslerine göre anlayıp rûhânî tefekkürden uzak kalanlar ve ilâhî hakîkatlere karşı duyarsızlaşanlar ise ahiret yurdunda ebedî bir körlüğe mahkûm olacaktır.
Kalp, îmân nuruyla nurlanıp mârifet ve muhabbette derinlik kazandığı oranda, yine akıl nimeti manevî tefekkür yolunda kazandığı ruhânî kabiliyeti sayesinde Allâh’ın azamet, birlik ve varlığına delalet eden afaki, enfusi, ulvî ve dakik mânâları idrak ettiği nisbette mü’minin rûhu olgunlaşır. Nasıl ki insan hayatının devamı nefisledir; ruhun hayatı da Allah’ı anmayla, tefekkürle ve ölümü hatırlamayla olur. Kulları Rabbine yaklaştıran ölümü hatırlama ve tefekkür, mârifetullâh ve muhabbetullâha kapı açması yönüyle büyük bir ibadettir
Yüce Allah bütün canlılara ölümü takdir etmiştir.
Hiçbir canlı ölümden kurtulamaz. Yüce Allah mükellef kıldığı mahlûkatlara, ins, cin ve meleklere ölümden sonra hayat vermektedir. İnsan ölür kabir âlemi ve berzah âleminden sonra tekrar dirilir dünyada yaptığı bütün işlerden sorumlu olarak Yüce Allah’a hesap verir. Dünya hayatı ahiret hayatına kıyasen çok kısa bir zamandır. Ahiret hayatı ise ebedidir. Müminler için cennet ebedi olduğu gibi kâfirler içinde cehennem ebedidir. Bu nedenle dünya hayatını sonsuz olanı kazanmak için sarf etmek lazımdır. Akıllı insan öyle yapar. Bir saniye, bir salise bile olmayan dünya hayatını ebedi hayatına feda eder. Allah(c.c.) dünya hayatı için şöyle buyurmaktadır:
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı, zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir.”
Dünya hayatı maksat değildir, gerçek maksat ahiret hayatıdır.
الدُّنيا مَزْرَعَة الآخِرَةِ “Dünya ahiretin tarlasıdır.”
İnsan dünyada ne ekerse ahirette onu biçer iyilik yaparsa iyilik, kötülük yaparsa kötülük karşısına gelir. “Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.” Hiçbir insan ölümden kurtulamaz. Dolayısı ile ölüm genç, yaşlı çocuk bunlara bakmaz. Ölüm bizim yaşlanmamızı beklemez. Vakti geldiği zaman genç, yaşlı fark etmez onun için herkes ölüme hazırlıklı olmalıdır.
وعن ابن عمر ، رضي اللَّه عنهما ، قال : أَخَذ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بِمَنْكِبَيَّ ، فقال :كُنْ في الدُّنْيا كأَنَّككَ غريبٌ ، أَوْ عَابِرُ سبيلٍ » . وَكَانَ ابنُ عمرَ ، رضي اللَّه عنهما ، يقول : إِذَا أَمْسيْتَ ، فَلا تَنْتظِرِ الصَّباحَ وإِذَا أَصْبحْت ، فَلا تنْتَظِرِ المَساءَ ، وخُذْ منْ صِحَّتِكَ لمرضِكَ ومِنْ حياتِك لِموتكَ . رواه البخاري
İbni Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) omuzumdan tuttu ve: “Dünyada sanki bir garip veya yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer şöyle derdi: Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme, sağlığın yerindeyken hastalığın, hayatta iken ölümün için hazırlık yap.”
Diyelim ki bir kişi Norşin’den geçer, Norşin’den geçerken ben madem buradan geçtim burada bir bina yapayım deme ihtimali var mıdır? Veyahut böyle yapan bir kişi ne kadar akıllıdır? İşte bizde bu dünyada yabancıyız, yolcuyuz bu dünya için yatırım yapmamız doğru değildir, bütün yatırımlarımız ahiret için olmalıdır. Ebedi hayatı, cennet hayatını kazanmak için olmalıdır. Resulullah (Sas) buyurdular ki:
“Hakkında vasiyet edebileceği bir malı bulunan Müslüman kimsenin, vasiyeti yanında yazılı olmaksızın iki gece geçirmeye hakkı yoktur.”
Kişinin vasiyetini yazması ahirete bağlılığını gösterir çünkü bir insan ölümden gafil olunca dünya dışında hiçbir şey aklına gelmez.
Dünyaya meyl etmemek, gönül vermemek gerekir. Kişinin emeli, istekleri bitmez. Bizler o kadar zayıfız ki, çalışmalarımız, hayallerimiz hep bin yıl yaşayacak gibidir. Ölmeyecek gibi kendimizi dünyaya kaptırıyoruz. Şair şöyle diyor;
Ey dünyayla meşgul olan adam
Tuli emel seni kandırmıştır
İnsan bu gaflette iken ölüm anı gelir çatar,
Kabir amelin sandığıdır.
Hazreti Davud Azrail’i bir gün görür ölüm günüm gelemden bana haber ver hazırlığımı yapayım der. Hazreti Davud’un bir âdeti vardı, ava giderken evin bütün kapılarını kilitler anahtarı da yanına alırdı. Bir gün avdan dönünce bakar bir kişi onun avlusunda duruyor. Sorar ey kişi sen nereden girdin? Bakar ki o kişi Azrail canını almaya gelmiş der ki; Aramızda bir anlaşma vardı ruhumu almadan önce bana haber verecektin, ben ölüm hazırlığı yapacaktım, dünyayı tamamıyla terk edecektim. Evet der Azrail her gün sana haber veriyordum, bir gün kardeşinin, bir gün başka yakınının, arkadaşının, komşunun ruhunu alarak seni ikaz ederdim. Evet, Azrail her gün bir yakınımızın ruhunu alarak bizi ikaz ediyor. Hemen hemen haftada bir gün mutlaka taziyeye gidiyoruz. İşte bu bize ikazdır, bize şöyle deniliyor ey kişi bir gün sana da geleceğim, uyanık ol!
Yukarıda belirttiğimiz gibi Yüce Allah bize sen falan yaşa gelince ruhunu alacağım dememiş. İşte gününü bilmediğimiz o ecel gelince eğer amel yoksa vay halimize!
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.Birine ölüm gelip de: ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de, sadaka versem, iyilerden olsam’ diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan sarf edin.” Ölüm gelmeden hazırlık yapmak, iyilerden olmaya çalışmak gerek. Kişi hiçbir şey yapmamış ölüm gelmiş Yüce Allah’a şöyle der Ey Allah’ım! Beni tekrar dirilt, bana hayat ver iyilerden olayım. Yüce Allah ise şöyle der; Bir insanın eceli gelmişse tehir olmaz ve Yüce Allah yaptıklarınızdan haberdardır. يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ “O gün ki, ne mal fayda verir, ne oğullar! O gün Allah, kimseye senin bu kadar evladın vardı, malın vardı o halde seni cennete koyayım diye bir şey demez.” إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ “Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” O gün kim salih amellerle, selim bir kalb ile Allah’ın huzurunda bulunursa işte o kurtuluşa erecektir. Eğer salih bir ameli yoksa kötülüğü fazla ise hüsrana uğrayanlardandır. Yukarıda geçen ayet ve hadislerde Yüce Allah ve Peygamber efendimiz bizi ölüme hazırlıklı olmak konusunda ne kadar ikaz ediyor. Dünya hayatında nasıl davranmamızı bize öğretip yol gösteriyor.
İslam’da her şey bildirilmiştir. Kişinin yemesinden içmesine kadar, ibadetlerine, sosyal hayatına kadar her şey tek tek izah edilmiştir. Bu bildirilen şeyler sadece ahiret için de değildir. Dünyada da faydası vardır. İslam dini Yüce Allah’ın dini ve nizamıdır. Yüce Allah bununla sadece dünya veya sadece ahiret hayatını amaçlamamış hem dünya hem ahiret hayatında kurtuluşumuzu amaçlamıştır.
Bir insan, insanlarla iyi olursa dünyası ne kadar güzel olur. Bir kişi haksız kazançtan, faizden uzak kalırsa dünyada ne kadar huzur bulur. İslam öyle bir dindir ki inanc, hukuk, adalet vs kişi ve toplumla ilgili tüm güzel şeyleri kapsıyor.
Bir kişide Allah ve ahiret inancı varsa dünyada rahat eder, şöyle söyler nasılsa öldüğüm zaman Allah hakkımı bu kişiden alır. Eğer ahiret inancı yoksa kaybettiği yakınları için ne kadar perişan olur, zulme uğradığı zaman bilmez ki ne yapsın.
فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
“Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür.”
Allah ayeti kerimede “Artık beni zikrediniz ki bende sizi zikredeyim. Bana şükrediniz, bana nankörlükte bulunmayınız.” buyurarak ona yakın olmamızı emretmiştir. Bu ayetin tezahürleri özellikle Allah dostlarında görülmektedir. Allah dostları zahiren gafil görünseler de hakikatte kalpları Allah’a mutaaliktir. Allahtan hiç gafil olamayan şeyh Ubeydullah-ı Ahrar’ın dilinden anlatılan şu kıssa bu hususa güzel bir örnektir: “Mektebe gider gelirdim. Günlüm daima Allah ile beraberdi. Bir an onu unutmaz bir an ondan gafil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış gününde kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü o arada bana bir gaflet hasıl oldu. Bu işle uğraşırken Allah’ı anmaktan uzaklaştım hissine kapıldım. Karşıda bir genç çift sürüyordu. Kendi kendime bak bu genç bunca eziyet içinde Allah’ı düşünüyor da sen ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraş yüzünden Allah’ı nasıl unutursun diyerek kendi kendime ağlamaya başladım. Ben o zaman herkesi kendim gibi her an Allah’ı anmakta olduğunu zannediyordum. Daha sonraları anladım ki Allahtan gafil olmamak yalnız bazı kullara mahsus ilahi bir inayet imiş. Ancak riyazet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir. Hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyetmiş.”
Allah ve Peygamber efendimiz tarafından bize bildirenleri dikkate alarak ölüme hazırlıklı olalım, ölüm gelmeden evvel salih amel işlemeye, Allah’ın razı olduğu işleri yapmaya gayret edelim. Yüce Allah bizleri her daim ölümü hatırlayan şuurlu Müslümanlardan eylesin.
Âmin.