Gönderen Konu: Ölüm Gelmeden  (Okunma sayısı 764 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2144
Ölüm Gelmeden
« : Şubat 14, 2017, 04:07:02 ÖS »
Ölüm Gelmeden!

"-Hadi; Allâh sağ sâlim varmayı nasip etsin. Acele edin otobüs kalkacak! Bizi varır varmaz arayın olur mu?"

"-Meraklanmayın, ararız."

"-Kübra, hadi biraz acele et; annenle vedâlaş da geçelim yerimize artık."

"-Güle güle!.."

Eller sallandı ardımızdan. Kimse ağlamamıştı sözde… Âilemizi ve o güzel tatili arkada bırakmak bize de zor gelmişti.

Ağlamamak için birbirimize bakmıyor, kazara bakarsak da sebepsiz gülüyorduk. Bir yanda, âileden ayrılmanın üzüntüsü; diğer yanda, arkadaşlara ve hocalarımıza kavuşacak olmanın sevinci…"

Konuşmaya ilk Kübra başladı:

"-Şoförün arkasındaki koltuk olduğu iyi olmuş. Etrafı seyrederek gideriz."

"-Keşke daha erken saate bilet bulabilseydik."

"-Niye ki?"

"-Niye olacak, o zaman üç değil iki namazı otobüste kılardık. Az sonra öğleyi kılarız inşâallâh; ikindiyi de bir dinlenme yerinde. Durursak tabi…"

Çok geçmeden öğle ezanı okundu. Biz de oturduğumuz yerden namaza durduk. Selâm verdiğimde yan tarafta oturan iki adam bize bakarak konuşuyor ve gülüyorlardı. Belli ki otobüste namaz kılmamız komik gelmişti onlara. Bizimle alay etmelerinden son derece rahatsız olmuştuk. Ama yine de ses çıkarmadık. Bizi rahatsız eden tek husus da bu değildi.
 
Hemen önümüzdeki şoför sigaranın birini söndürüp, diğerini yakıyordu. İnsanın hiç mi temiz havaya, oksijene ihtiyacı olmaz? Ama şoförün yoktu işte! En sonunda dayanamayıp muâvini çağırdık:

"-Lütfen bakar mısınız? Şoför bey mümkünse sigarasını söndürüversin; dumandan yolu göremeyecek neredeyse. Hem biz burada dumandan boğuluyoruz!.."

"-Kusura bakmayın bayanlar ama şoför bey uyumamak için içiyor. Dünden beri yolda; yerine geçecek şoför vefât etmiş.

Ama meraklanmayın Ankara'da şirketimizin bir başka şoförüyle yer değiştirecek."

"-Neyse canım, içsin sigarasını şoför bey." dedik.

Zaman ilerliyor, sigara gidip kahve geliyor, kahve gidip çay geliyor ve şoför yola devam ediyordu. Nihâyet üç saatin sonunda dinlenme yerine vardık. Dinlenme vaktimiz nihâyet bulup tam yola çıkacaktık ki; ikindi ezanı okunmaya başladı.

Kübra:

"-Namazı kılalım mı hemen?" diye sordu.

"-Kılalım, yoldayız, ne olur ne olmaz." dedim ve tam tekbir alacaktım ki; yan taraftakiler yine bize bakarak konuşup gülmeye başladılar. Sinirim bozuldu, ellerimi geri indirdim. Kübra namaza durmuştu. Yan taraftakiler, o eğildikçe:
"-Bak şuna ya. Bak bak iki büklüm oldu." deyip alay ediyorlardı.

Sonunda Kübra da dayanamayıp selâm verdi.

"-Ya Nezihe abla dişlerimi sıkıp, içimden adamlara bağırıp çağırırken namaz kılamıyorum işte. Sinir oldum!" dedi.

"-Dur biraz. Muâvini çağırıp bir sonraki dinlenme yerini öğrenelim. Namaz geçmeyecek gibiyse orada kılarız."

Hemen sonra hostesi çağırıp, otobüsün bir sonraki dinlenme yerini sordum. Dinlenme için duracağımız yerin iki saat uzaklıktaki Ankara olduğunu; orada yarım saatlik istirahat verileceğini öğrendik. Namazımız geçmeyecekti ama bir ihtimal kerâhate girebilirdi. Biz de:
"Allâh yardım eder." deyip, namazı oraya varınca kılmak üzere tehir ettik.
***
Şoför artık iyice yorulmuş olacak ki, bir an önce Ankara'ya varmak için sollama üstüne sollama yapıyordu. Bir kamyon konvoyuna takıldık. Ne zaman karşı şerit boşalsa bizim otobüs sollamaya başlıyordu. Yine hızla kamyonları solluyorduk.

Hemen önümüzde başka bir yolcu otobüsü de kamyonları sollamaya başladı. Bir, üç, beş, derken önümüzdeki otobüs birden sağ şeride, iki kamyonun arasına girip bizi karşıdan gelen bir tırla burun buruna bıraktı. Birden çok büyük bir gürültü koptu. Gözlerimi açtığımda asfaltta yatıyordum. Doğrulup ayağa kalktım. Kübra da ayaktaydı ve müthiş şaşkındı.
 
Daha sonra diğer yöne doğru baktım. O da ne?.. İkimiz de hâlâ yerde yatıyorduk ve kanlar içindeydik!..
 
"-Kübra!!!" dedim hayretle.

"-Nezihe abla söylesene neler oluyor?!."

"-Sus Kübra, sus!.."

Şaşkın şaşkın bakınırken yanımıza hiç tanımadığımız iki kişi yaklaştı:

"-Ah kızlar ah! Keşke ikindileri hemen kılsaydınız. O zaman hem namazınızın sevâbını, hem de alaylara rağmen namazınızı kılmış olmanın sevâbını alacaktınız. Dîninizi yaşama husûsunda alaya alınmak gibi çok ufak bir sıkıntıyla imtihan edildiniz. Bir de sahâbenin çektiklerini hesab edin!.. Keşke sahâbe gibi davranıp nefsinizi aşıp vazgeçmeseydiniz.

 Îmânınız, kendi gururunuzu yenseydi. Haydi gidiyoruz, öyle şaşkın durmayın, hadi…"

"-Nereye?!." dedik, ikimiz birden.

"-Son bir fırsat size bu. Namaz kılmaya…" dediler.

İrkilerek uyandım. Otobüs durmuştu. Hemen saatime baktım; işe bakın ki, kerâhatin girmiş olması gerekirken, batıya gittiğimiz için onbeş dakika daha vaktimiz vardı. Kübra hâlâ uyuyordu.

"-Kübra hadi uyan! Ankara'ya gelmişiz." dedim.

Gözlerini birden açıverdi. Sanki hiç uyumamış gibi kalktı ve:

"-Nezihe abla, çok garip bir rüyâ gördüm. Son bir fırsatımız var, vakit geçmeden kılalım ikindilerimizi…" dedi.

Hayatımızın her ânı bize verilmiş bir şans, tanınmış bir fırsattır. Bunu hesâb ederek hayatımızın her ânını amel-i sâlihle doldurmalıyız… Yaşadığımız şu ânın son ânımız olmadığını kim garanti edebilir ki?!.

Hümeyra Nezihe Gül

AHİRET BİLETİMİZ ÖLÜM

 
Mademki ölüm denen olay bizim ahirete giden yolculu¬ğumuzun ilk basamağıdır. Öyleyse ben de öncelikle ölümden söz ederek giriş yapayım.

Kardeşim! Bilmelisin ki, ölüm, insanlar için en büyük öğüt veren ve en büyük ders almamız gereken ibret dolu bir olaydır. Yazık ki, katı yürekler hiç de bundan bir öğüt almadıkları gibi kendileri adına bir ders de çıkarmıyorlar. Eğer ölümden bir ders alınsaydı, bu, zaten bir vaiz olarak bize yeterdi. Nitekim Peygamber (as) de buna bu manada dikkat çekmişti.

Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Vaiz ve uyarıcı olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da kesin iman yeter ” [1]

Kardeşim! İyi bil ki, ölüm hepimiz içindir, kabir de bizi bağrına basacaktır. Kıyamet günü ise hepimizi bir araya toplayacaktır. Aramızda hükmünü ise Allah verecektir. Çünkü Allah, hâkimlerin en hayırlısıdır.

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.” (Ali İmran, 3/185)

Başka bir ayette de yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır.

Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 62/8)

Şanı yüce olan Allah yine buyuruyor: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.”(Nisa, 4/78)

Aslında ölüm denen olay, gerçekleşmesinde asla bir şüphe bulunmayan bir şeydir. Aksine bu, teslim edilmiş, kesin kabul edilmiş bir olgudur. Çünkü bu olay görülebilen, duyularla anlaşılan şeylerdendir. Bununla beraber yazık ki insanların çoğu bundan gaflet içindedirler, hala aymıyorlar.

Müslüman’a düşen görev, ölümü çokça hatırlamak olmalıdır. Onun için gerekli olan yol hazırlığını yapmalıdır. Çünkü ölümü hatırlayan insan için, dünya tasaları, üzüntü ve kederleri gerçekten hafif ve basit gelir. Dolayısıyla kişinin dünyaya bağlanmasını önler. Nitekim bu durum onun günahlarının da silinmesine, yok olasına yarar.

İbn Ebuddünya’nın rivayetine göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça hatırlayın. Çünkü ölümü hatırlamak günah işlenmesini önler, yok eder ve dünyaya bağlanmamayı sağlar. Eğer zenginlik halinizde ölümü hatırlarsanız, bu, zenginlikle gururlanmayı ortadan kaldırır. Eğer ölümü fakirlik halinizle hatırlarsanız, bu, sizi yaşantınızdan memnun kalacak hale getirir.”[2]

Yine Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır: “Tüm lezzetlerin tadını kaçıran ölümü hatırlayın.”[3]

Şairin biri de şöyle sesleniyor:

Hazırlan, mutlak bir gün gelmesinden şüphe olmayan gün için

Çünkü ölüm olayı kulların ameliyle baş başa kalmasıdır bil

İster misin herkesin azığı varken, sen azıksız kalasın yoldaşından

Onlar hazırlıklı çıkmışken yola, sen azıksız ve hazırlıksız

Öyleyse müslümanın görevi, henüz beklenen an gelme¬den önce bu dünyada iken ahireti için hazırlık yapmasıdır.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının” (Bakara, 2/197)

Behey kardeşim! Bir kimsenin uzun bir yolculuğa çıka¬cağında bunun için hazırlık yapmamsı mümkün mü? Yolda açlıktan perişan düşmemesi için azığını almaması düşünülür mü hiç.

Doğrusu bizim ahirete giden yolculuğumuz oldukça uzundur. Bu yolda azığa ihtiyacımız vardır. Bizim ise bu yoldaki azığımız, her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah’ın emirlerine yapışmak, yasaklarından uzak durmak suretiyle takva ile yaşamaktır. Kim bu şekilde azığını hazırlar ve azık edinirse kurtulur ve yolunu sağ salim geçip gider. Kim de bu söyleneler doğrultusunda hazırlamazsa azığını, sunu hüsrandır, zarar ve ziyandır iyi bilsin bunu. Doğrusu saadete ermeyi murat eden insan, bu yolculuğa hazırlık yapandır, bunun için gerekli olan malzemeyi ve azığı hazırlayandır. Katı yürekli şaki insan ise, bu dünyaya aldanıp da ona dalıp durandır. Şehevi duygularının, haz ve lezzetlerin içine dalıp da ansızın kendisini yakalayacak ölümden habersiz yaşayandır. Oysa ölüm gelmiş çalmaktadır kapısını, o hala isyandadır, tanımaz Rabbısını. Unutmuş itaati terk etmiş hak yolunu. İşte bu gibilerine Rabbi şöyle buyurarak gösteriyor dönülmez yolunu:

“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der, beni geri gönder; Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler ve hareketler yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (kabir âlemi) vardır.” (Müminun, 23/99–100)

Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.

Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızktan harcayın.

Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun, 63/9–11)

Ahmed b. Hanbel, Beyhaki ve sahih olduğunu belirterek Hakim İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:

“Beş şey gelip çatmazdan önce beş şeyi ganimet ve fırsat bil. Şöyle ki, ölümünden önce bu hayatının değerini bil, hastalığa yakalanmadan önce sağlığının değerini bil, meşguliyet gelip çatmazdan önce boş zamanının değerini bil, yaşlılık gelip çatmazdan önce gençliğinin kıymetini bil, yoksul düşmezden önce zenginliğinin değerini bil,”[4]

Şairin biri de şöyle sesleniyor:

Ey dünyası kendisini meşgul eden insan

Uzun emellerine aldanmamalı, etmemeli isyan

Ansızın gelir ölüm behey gafil

Kabir ise sandığıdır amelin bil

Behey kardeşim şunu iyice bilmelisin ki, Allah beni ve seni gaflet uykusundan uyarıyor. Çünkü her insanın vardır Rabbini ezeli ilminde takdir olunmuş, belirlenmiş bir eceli. O anı ne bir an öne alır, ne de erteler, geldi mi saati ansızın yakalar.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (Araf, 7/34)

Gerçek şu ki, her insanın eceli müphemdir, ne zaman ve nerede öleceği bilinemez ve ölümün ne zaman gelip kendi¬sini yakalayacağını da bilemez.

Belki de çoğu kez olduğu gibi ölüm, onu, kendisine ha¬ber vermeksizin ve herhangi bir uyarıya gerek duymaksızın gelip gaflet içerisinde onu yakalayıverecektir. Oysa o, dün¬yada pek uzun emeller ve olması pek de olası olmayan hayaller peşindedir. Sakın gençliğine güvenip aldanmayasın. Hep yaşlılar ölür diye de bir zanna kapılmayasın. Nice gençliğin baharında iken bu hayata veda edenler ve nice orta yaşlı delikanlılar ölüp gitmişlerdir. Nice ölen yaşlılar var ki, bu dünya hayatında onlar senden daha çok ve uzun emeller peşinde idiler, dünyaya düşkünlükleri senden daha ileride idiler, hiçbirini gerçekleştiremeden bu dünyaya veda ettiler. Nice evler, saraylar yapıp da bir gün bile içinde oturmak nasip olmadan göçüp gittiler. Nice çiftçiler vardı ki ektiklerini biçip yemeden göç ettiler. Nice nişanlı delikanlılar ve genç kızlar vardı ki hayatlarının muradını göremeden bu dünyadan ayrıldılar. Nice yazarlar var ki yazdıklarını ve yazmak istediklerini bitiremeden geçip gittiler.

Bak hele bir kez bilge bir kişi ne diyor da dinle ve düşün:

Ey ne zaman yola çıkacağını unutan insan

Görüyorum ki, seni ayırıp yalnızlığa iten ölümü
umursamayan

Yokluk yolculuğuna çıkıp kaybolanları unutmuşsun sen

Oysa hepsi de olduğu gibi dünyayı bırakıp gittiler,
bir bilsen

Hepsi de bir parça bez ve bir hırka ile çıktılar yola

Dibinde gölgelenmeyi hayal ettikleri bir ev yapamadan gittiler kabre

Ki onlar toprağın altında sara hastalığına tutulmuş
kalmış yapayalnız

Oysa önceden dost idiler, can ciğer arkadaş,
onlardan hiç kalmadı yoldaş

Sen de yarın veya bir gün sonra olacaksın
komşusu onların

Kabirlerde tek başına yapayalnız kalacaksın
uzak onlardan

Dostluk ve samimiyet kurduğun sevdiklerin kestiler
bağını

Sözün de duran biri görmedin, kopardılar tüm
bağlarını

Hazır ol, bekle ölümünü, gitme azıksız

O yakındır dalma gaflete, düşe boş umutlara be akıl¬sız.

Behey kardeşim! Artık uyan bu aymazlıktan. Daldığın derin uykudan kaldır başını bir gör etrafını. Bilmelisin ki, mutlaka ölüm gelip seni de uyuduğun yatağında karşılayacak, oysa sen hep ruhunla hayat bulacaksın diye hayal kur¬maktasın.

 Çevrende ailen, çocukların ve sevdiklerin seninle isterler konuşmak ama nerede sende cevap vermek. Aksine sen, ölümün şiddet ve dehşetinden, ölüm sarhoşluğundan kendinde değilsin ki duyasın seslerini onların. Gözlerin çevreyi ve onları tarayıp durur, bakar kalırsın, imdat dercesine! Onlar ise sana sesleniyorlar ve: işte etrafında dört dolanıyor şu çocuğun, bu da kardeşin filan, şu ise falan dostundur, bak hele tanıdın mı birini… Sanki kulağında sağırlık var da, duyamaz oldun onları. Sadece yapmadıklarının üzüntüsünden ve Allah’tan yana yapmadıkların amellerinden dolayı bakmaktasın adeta veda bakışlarıyla onlara.

Ne bir çocuğun senin ruhunu geri getirebilir, ne bir kardeşin, ne annen, ne baban, ne de eşin senin. Artık sana bir yarar sağlayamaz sıkıntılarla biriktirdiğin ve üzerinde titrediğin malın. Oysa hep onları toplamak ve yığmak için o yolda yormuştun kendini, unutmuştun kefeni. Öyleyse dinle bu konudaki Rabbinin kelamını, çünkü O şöyle buyuruyor fermanını:

“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz. O anda biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz, Onu (can) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz! Fakat ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır. Eğer o sağdakilerden ise, Ey sağdaki! Sana selam olsun! Ama yalanlayıcı sa¬pıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir. Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.” (Vakıa, 56/83–96)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır, tedavi edebilecek kimdir? denir. Can çekişen bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar Ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (Kıyame, 75/26–30)

Mana şöyle olmaktadır: Can köprücük kemiğine daya¬nınca, işte tam bu andan itibaren insan kesin olarak bu dünyadan ayrılacağına inanır. İşte bu andan itibaren ruh yani can artık buradan çıkıp ayrılmıştır. Oysa onun çevresindekiler ise, “acaba onu tedavi edip iyileştirecek birileri yok mu der dururlar. Çünkü onlar hep tedavi ile iyileşeceğine inanıyorlardı.

Fakat can çekişme anında ise onlar; hemen bir doktor çağırın, ona tıbben yardımcı olabilecek birini çağırın! Oysa doktor’un yapabileceği bir şeyi, ona canının geri çevireceği imkânı yok ki! Eğer doktorun böyle bir mahareti var olsaydı, birinin canını kurtarabilseydi, önce kendi canını ölümden kurtarırdı. Ancak gelen doktor hastayı görünce, elinden yapabileceği bir şey gelmeyeceğini anlar ve hasta yakınlarına:

—Biraz onu dinlendirin, demek olur veya Allah ondan sonra sizlere hayırlı ve uzun ömürler versin, olacaktır yahut da buna benzer birtakım ifadeler olacaktır. Nitekim Şair şöyle seslenir:

Bir kez atmasın pençesin ölüm

Tüm tedaviler geçersiz kalır bilin

Artık bundan sonra cenaze hazırlıklarına girişilir, Allah’a doğru yol alması için gereken işlemler yapılır. Artık dünyadan beraberinde hiçbir şeyi yanın almaksızın, tıpkı annesinden doğduğu ilk günkü gibi çıplak olarak ve üzerinde kendisini örten bir kefen parçasıyla döner. Yüce Allah doğru söyler, çünkü O şöyle buyurur:

“Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vaat edilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?” (Kehf, 18/48)

Yine yüce Mevla buyuruyor: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve dünyada size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve ilah sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.” (En’am, 6/94)

Söyleyen ne de doğru söylemiş:

Ne kadar sağlıklı yaşarsa yaşasın ana kuzusu

Bir gün gelir, tabut ile yola koyulur ölüsü

O halde artık bundan böyle ailesi bireylerini terk etmiş, uğrunda ter döküp bel büktüğü, zorluklarla toplayıp kasaya doldurduğu şeyleri de bırakıp gitmiştir. Oysa o varlığı, serveti edinmek için ne kadar da hırslıydı. Hatta kimi zaman öylesine cimrilik ederdi ki, kendi nefsi de dâhil ailesi biteyleri için bile harcama yapmazdı. Peki, öyleyse şimdi ne oldu, evet o mal şimdi varislere kaldı.

Mal, mülk ve çocuklar hep emanettirler

Gün gelir asıl sahibi onları tekrar alır

Hz. Ebu Bekir ölüm döşeğinde iken, başucunda annemiz kızı Hz. Aişe (r), bakar ki babası ruhunu teslim etmektedir, sinesi adeta dışarı fırlayacakmış gibi ses çıkarmaktadır. İşte bu anda bir şiirin şu mısraına sarılır ve der ki:

Varlığıma yemin olsun ki hiçbir genç kurtulamaz
ölümden

Eğer o gün gelirse, göğüs dışarı fırlar dehşetten

Ebu Bekir (ra) kızına bakar ve ona şöyle der, kızım şiir okuma, ancak şu ayeti oku!

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (Kaf, 50/19)

Ey Ebu Bekir! Allah senden razı olsun. Sen şu anda hayatın son demlerini yaşıyorsun, ölümün en şiddetli sıkıntısını taşımaktasın ve tam da ölüm sarhoşluğunda iken yine de yüce Rabbinin kitabını hatırlamaktasın, konuyla ilgili ayetleri okumaktasın. Nasıl olmasın ki, bu, adeta onun damarlarında dolaşan kan misali içine işlemiz Rabbinin kelamıdır, hatırla¬maz mı o hiç?[5]

Kardeşim! Bilmelisin ki eğer herhangi bir insanın ölümden kurtulabilmesi mümkün olabilseydi bu, peygamberlerin efendisi, yaratılmışların en şereflisi, önce gelenlerin ve sonradan gelecek olanların seyidi, âlemlerin Rabbinin sevgilisi, habibi, efendimiz Hz. Muhammed (as) olurdu.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedi mi kalacaklar?” (Enbiya, 21/34)

Yine yüce Allah buyuruyor: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30)

--------------------------------------------------------------------------------

[1]    El-Fethul Kebir, 2/318. Taberani bu hadisi Ammar’dan rivayet etmiştir. An¬cak hadis zayıftır. Bak Süyuti, Camiussağir, h:6245, s:389

[2]    Süyuti, Camiussağir kitabında 1401 numara ile almış, hadis Enes’ten rivayet olunmuştur. Münavi de Feydulkadir (2/86) eserinde, Hafız Iraki’nin bu hadisin isnadında ciddi manada zayıflık olduğunu söylediğini zikrediyor.

[3]    Süyuti, agk 1396. Tirmizi bu hadisi Züht bölümünde, ölümü hatırlamak başl¬ığı altında2307 ve 2460 rakamıyla tahricetmiş, Hasen ğarib bir hadis ol¬du¬ğunu söylemiştir. Nesai de aynı hadisi Cenazeler bölümünde çokça ölümü hatırlama başlığı altında 1825 numara ile tahricetmiştir.

[4]    Hâkim, Müstedrek, K. Rikak, hadis: 1/7846. Hâkim, bu hadis Buhari ve Müs¬¬lim’in şartlarına göre sahihtir, ancak ikisi de bu hadisi tahric et¬me¬miş¬lerdir, demiştir. Nitekim Telhis adlı eserde de Buhari ve Müslim’in şartlarına göre, denmiştir.

[5]    Hz. Aişe ile babası Ebu Bekir arasındaki bu konuşmanın tümünü öğrenmek istersen bak İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübra, 3/296[/

[/size][/color][/b]

 


* BENZER KONULAR

Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Nisan 26, 2024, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 06:43:20 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41