Osmanlı devletinde hilafet ve halifelik
Aslında Osmanlı padişahları daha Yavuz Sultan Selim’den önce halife ünvanlarını kullanmışlardır. Kaynaklarımızda halife ünvanının ilk kez I. Murat tarafından kullanıldığı nakledilmektedir. Karaman beyi; Edirne, Filibe ve diğer bazı şehirleri fetheden I. Murat’a, “Güzide-i halife-i aferidegar, zıllullah fil arz…” demiş ve o da cevaben kendisine hilafet şerefinin bahşedildiğini söylüyor. Hatta bu unvan Osmanlı hükümdarları tarafından tek taraflı kullanılmakla kalmıyor, muasır Müslüman hükümdarların pek çoğu da yazışmalarında onlara halife diye hitap ediyordu.
1395 tarihli fetihnamede, “Allah’ın kendisini hilafete layık gördüğünü, tuğrasını, ‘Seni yeryüzünde halife yaptık’ ayetiyle süslediğini” ifade eden Yıdırım Bayezid’e, Celayir hükümdarı Ahmet Celayir de mektubunda “halife” diye hitap ediyordu. Timurlu hükümdarı Şahruh ve Akkoyunlu Sultanı Hamza Bey de II. Murat için aynı ünvanı kullanıyordu. Kemal Paşazade’nin Fatih ve II. Bayezid için de aynı ünvanı kullandığını görüyoruz. Yavuz da Mısır seferinden önce bunu kullanmıştır. Bu dönemde onun için yazılan tebriknamelerde aynen kullanılmıştır. Çaldıran zaferinden sonra kendisine bir tebrikname yazan hoca İsfahani, “Ey hilafet tahtının şahı, Allah-u Teala ve Resulü Muhammed’in (S.A.V.) halifesi, hilafet makamının halifesi…” şeklinde sesleniyordu. Görevli olarak Mısır seferine katılan tarihçi İbn Zünbül de ona, “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” diye hitap ediyordu. Muasır âlim Mekke müftüsü Kudbuddin Mekki de aynı ünvanı kullanıyordu.
Osmanlı padişahlarının halifelik ünvanını kullanmadıkları şeklindeki iddia da bu durumda geçersiz olmuştur. Osmanlı padişahları daha kuruluş döneminden itibaren bu ünvanı kullandıkları gibi, Mısır seferinden sonra bir daha bunu teyit etme ihtiyacı hissetmemiş, zaten sahip oldukları bir unvan olarak görmüşlerdir. Yavuz Sultan Selim, Şirvanşah’a yazdığı zafername ile (Mısır’ın fethi) “… Bütün İslam hükümdarlarının kendisine itaat etmeleri lazım geldiğini” belirtti. Name-i Humayunu’na, Mekke ve Medine dâhil bütün Hicaz topraklarının şimdi kendisine tabi olduğunu ilave eden Selim, yakında İran’a girerek onu fethedeceği ikazında bulundu. Kendi “Hiafet-i Ulyası”nı kabul etmesini ve adını hutbelerde zikrettirmesini Şirvanşah’dan talep etti. Kanuni Sultan Süleyman da tahta çıkışını Mekke Şerifi’ne bir mektupla bildirdi. Kanuni Sultan Suleyman, “Yüce Allah’ın kendisini hilafet ve saltanat makamına getirdiğini” bildirdi. Mekke Şerifi de cevabında padişahın “serisü’ssaltanati’luzma ve mesnedü’lhilafeti’lkübra”ya yüce Allah’ın iradesiyle gelmiş olduğunu belirtti. Bu name-i hümayunlar, padişahın hilafet-i kübra iddiası bakımından büyük bir ehemmiyeti haizdir. Ebussuud Efendi tarafından kaleme alınan Bdin Kanunnamesi’nin baş tarafında, Sultan Süleyman “Varisü’l Hilafeti’l Kübra… Haizü’l İmameti’l Uzma, Hami Hima’l Haremeyni’l Muhteremeyn” olarak tavsif edilir… Hindistan ve Orta Asya’daki Müslüman hükümdarlar, Kanuni Sultan Süleyman’dan Portekizler ve Ruslara karşı yardım istedikleri zaman Kanuni, verdiği cevapta Allah’ın kendisini, Halife-i Ruy-i Zemin kıldığını ve bundan dolayı da hac yolunu açık tutmanın kendisine ait bir vazife olduğunu bildirdi.
Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti’nin halifelik ünvanın Mısır seferinden önce ve sonra kullandıkları gibi, bazılarının iddia ettikleri gibi 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile kullanmaya başladıkları bilgisi de yanlıştır. Belki de ilk kez bir uluslararası antlaşma metninde geçmesi açısından önemlidir. Bu konuyu ileride anlatacağız.
İbrahim Halil Er.