1
Kalplerin Fısıltısı 320 kbps - NETTE İLK 7 / 00:00:29:44 / 68,07 MB
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Kalplerin Fısıltısı 320 kbps - NETTE İLK (7 / 29:44) -------------------------------------------------------------------------- Sevgiye Yalvarış - Abdurrahman Önül 04:50 Sevgiye Yalvarış - Bir Selam Sal 04:56 Sevgiye Yalvarış - Giydim Beyazları Düştüm Yollara Ilahisi 05:31 Sevgiye Yalvarış - İhtimal 02:56 Sevgiye Yalvarış - Kalbe Söz Geçmiyor 06:42 Sevgiye Yalvarış - Osman Bey Marşı 03:16 Sevgiye Yalvarış - Yeni Yıl Bizlere Kutlu Olsun Sözlü 01:31
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
2
Uğur Işılak - Aklıma düşünce - 320 kbps - NETTE İLK 6 / 00:00:25:38 / 58,68 MB
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Uğur Işılak - Aklıma düşünce - 320 kbps - NETTE İLK (6 / 25:38) -------------------------------------------------------------------------------------- Uğur Işılak - Aklıma Düşünce 04:02 Uğur Işılak - Derdine Düştüm 04:09 Uğur Işılak - Dombra 03:57 Uğur Işılak - Hasretin Karakış 03:49 Uğur Işılak - Kırmayacaktın 04:51 Uğur Işılak - Tuna Sevdası 04:47
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
ALTARNATİF.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
3

Adım Adım O’nun İzinde
Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz’in sözlerine, uygulamalarına ve herhangi bir durumla ilgili tavrına “Sünnet” diyoruz. Sünnet’i gözardı eden bir anlayışın İslâm’la, böyle bir yaşantının müslümanlıkla ilgisi olamayacağına dair şüphe yok. Bugün ilâhi köklerinden kopma tehdidi altındaki anlayışımızın ve yaşantımızın yenilenmesi, tazelenmesi yani tecdidi ancak Sünnet ile mümkün. Sünnet’in bazı şeklî unsurlardan ibaret olmadığını, bir hayat tarzı olduğunu anlamamız, karşılaştığımız her durumda “Allah Rasulü olsaydı bu durumda ne yapardı?” sorusunun izini sürmemiz gerekiyor.
Efendimiz s.a.v. buyuruyor ki:
“Göğüs boşluğunuzda iman, tıpkı bir elbisenin eskidiği gibi (zaman içinde) eskir. Öyleyse Allah’tan imanınızı tecdid etmesini (yenilemesini) isteyin.” (el-Hâkim, el-Müstedrek, 1 /4)
Günümüze gelene kadar müslümanlar, Rabbanî alimler vasıtasıyla bu hadisin bildirdiği gerçeği hayat rehberi edinmiş; amel, söz ve davranış olarak, zikir ve fikir olarak şuurlarını mümkün olduğu kadar canlı tutmanın gayreti içinde olmuşlardır.
İçinde yaşadığımız zaman diliminde durum epey farklılaşmış görünüyor. Zira bu zaman diliminin yani modern dönemin temel vasfı “tüketim” çılgınlığının neredeyse bütün insanlık üzerinde hakimiyet kurmuş olmasıdır. Her şeyin kitlesel bir tüketim anlayışı içinde hızla eskidiği bu dönemde Sünnet-i Seniyye’nin, din şuurumuzun ve algımızın diri tutulmasındaki hayatî fonksiyonunu sık sık vurgulamakta şüphesiz büyük faydalar var.
Bu noktada, “dinî şuurumuzda baş gösteren yenilenme ihtiyacı kendisini nasıl belli eder?” sorusu önemlidir. Bu soruya verilecek cevabı aslında her birimiz kendi nefsimizde hissedebiliriz. Öğrenip hafızamıza yerleştirdiğimiz ve hayatımıza intikal ettirdiğimiz İslâmî hakikatler, bir zaman sonra ruhunu ve etkisini yitirmeye başladıysa, birtakım ibadetleri, evrad u ezkârı yerine getirirken kalbimizde bir kıpırdanma olmuyorsa, yaptığımız işleri alışkanlık haline getirip mekanikleştirmişsek “tecdid” vakti yani yenilenme, tazelenme zamanı gelmiş demektir.
Hiç şüphesiz mekanikleşmenin, eskimenin, ruh zayıflamasının kendisini belli ettiği en önemli alanlardan birisi Sünnet-i Seniyye’ye tabi olma şuurumuzdur. Sünnet-i Seniyye’nin her bir ilkesine, her bir cüz’üne ittiba ederken yaşadığımız “Sünnet’e uyma” şuurunun, bir süre sonra yerini bir “alışkanlığa” bırakmaya başlaması, tehlike zillerinin çalmaya başladığını işaret eder bize.
Söz gelimi yemeklerden önce dişlerimizi misvaklarken bir sünneti yerine getirme niyetiyle hareket ettiğimiz sürece Sünnet’e ittiba sevabı kazanıyoruz. Ama bir süre sonra bu bir alışkanlık haline geliyor ve misvak kullanımı işini dişlerimiz daha beyaz görünsün diye yapmaya başlıyorsak, işte orada ruh ve mana kaybolmuş, sadece şekil ve kabuk kalmıştır.
Sünnet-Tecdid ilişkisi
Hayatımızda sıklıkla “tecdid”e ihtiyaç duyacağımızı bize haber veren de, onu nasıl yapacağımızı öğreten de Sünnet’tir. Bu sebeple Sünnet şuurunun canlandırılması tecdid ihtiyacının karşılanması için gerekli ve yeterli olacaktır.
Bir keresinde Efendimiz s.a.v., “İmanınızı tecdid edin.” buyurmuş, Sahabe-i Kiram’ın, “İmanımızı nasıl tecdid edelim?” sorusuna da, “Lâ ilâhe illallâh”ı çokça söyleyin.” cevabını vermiştir. (Ahmed b. Hanbel)
Allah Tealâ’nın bu ümmete her yüz senenin başında dinini tecdid edecek birini veya birilerini göndereceğini bildiren hadis (Ebu Davud) üzerinde dururken ulema, bilhassa Sünnet’in ihyasına dikkat çekmiş ve müceddidin unutulan sünnetleri ihya edeceğinin ve yaygınlaşma eğilimi gösteren bid’atleri ortadan kaldıracağının altını çizmiştir.
Bu çerçevede İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: “Allah Tealâ, her yüzyılın başında insanlara Sünnetleri öğreten ve Rasul-i Ekrem s.a.v. adına yalan uydurulmasına engel olan kimseleri gönderir…” (el-Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, 11/387)
Bu durum, aynı zamanda Sünnet’in hayatımızdaki merkezî yerini de işaret etmektedir. Din’in tecdidi Sünnet’in ihyasına bağlı olduğuna göre, biz de içinde bulunduğumuz zaman diliminde Sünnet şuurumuzu yenilediğimizde Efendimiz s.a.v.’in haber verdiği tecdid faaliyetini kısmen de olsa yerine getirmiş olacağız.
Sünnet bütün hayatı kuşatır
Sünnet-i Seniyye’nin hayatımızdan çekilmesi hiç şüphesiz biraz yukarıdaki örnekte geçen misvak kullanımı konusuna münhasır değildir. Sünnet bütün hayatımızı kuşatan bir rehberdir. Bireysel sorumluluklarımızdan toplumsal ilişkilerimize kadar her adımımız, her fiilimiz Sünnet’in ilgi ve belirleyicilik alanı içindedir. Zira Efendimiz s.a.v.’in hayatı, sünneti ve sîreti yani hayat tarzı bütünüyle Kur’an’ın canlı bir tefsiridir. O’nun her sözü, her davranışı bizim için Allah Tealâ’nın rızasına götüren bir rehberlik niteliği taşır. Günlük hayatta, evinin içinde, komşularla ilişkilerde, devlet yönetiminde, mescitte ve sokakta… kısacası hayatın her anında ve alanında O, “canlı Kur’an” olarak biz mü’minlere yol gösterir. O’nun kılavuzluğu olmadan hakkıyla müslüman olmak ve müslüman kalmak mümkün değildir.
Efendimiz s.a.v. bir gün mübarek başını göğe kaldırıp bir süre tefekküre daldıktan sonra şöyle buyurdu:
– İlim sizden çekilip alındığı zaman haliniz nice olur?!
Orada bulunan sahabiler biraz şaşkınlıkla şöyle dediler:
– Ey Allah’ın Rasulü! Bizler Kur’an’ı okuduğumuz ve ev halkımıza öğretip durduğumuz halde ilim bizden nasıl çekilip alınır?
Efendimiz s.a.v.’in cevabı son derece düşündürücü oldu:
– Tevrat ve İncil yahudilerin ve hıristiyanlar’ın elindeyken onlara bir fayda sağladı mı? (Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, İbn Mace)
Evet, Tevrat ve İncil, Hz. Musa ve Hz. İsa (ikisine de selam olsun) ümmetlerinin bir süre sonra Yahudileşmesine ve Hristiyanlaşmasına mani olmamıştır.
Bu son derece çarpıcı gerçek, sadece geçmiş kavimlerin durumunu anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bizi şu hayatî sorunun muhatabı kılıyor:
İslâm Ümmeti’ni yahudi ve hıristiyanlarınkine benzer bir hüsrana sürüklenmekten koruyacak olan nedir?
Hiç şüphesiz bu sorunun cevabı “Sünnet-i Seniyye”dir. Onun kurtarıcı rehberliğinden kendisini müstağni zannedenlerin varacağı yer iki dünyada da hüsrandan başkası olmayacaktır. Zira Efendimiz s.a.v., “Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki, hevâsını (arzu ve isteklerini) benim getirdiklerime tabi kılmayan iman etmiş olmaz.” (Begavî, Şerhu’s-Sünne, 1/213) buyurmuştur.
Ulemamızın bu hadiste ifade buyurulan “benim getirdiklerim” sözünün sadece Kur’an’ı anlatmadığı, buradaki esas vurgunun Sünnet-i Seniyye’nin rehberliğini anlattığı konusunda aydınlatıcı beyanları vardır.
Dolayısıyla bu dinin hakkıyla öğrenilmesi de, yaşanması da ancak Sünnet-i Seniyye’ye ittiba ile mümkündür.
Toplumsal ilişkilerimize dikkat!
Pek çok ayet-i kerime bu temel gerçeği vurgulamaktadır. Onlardan birisi şudur:
“(Ey Habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran, 31)
Efendimiz s.a.v.’den nakledilen bir hadis bu ayeti şöyle tefsir ediyor: “Kim Allah’ın ve Rasulü’nün kendisini sevmesini istiyorsa, doğru sözlü olmaya, emanete riayete ve komşusuna eziyet etmemeye baksın.” (Abdürrezzak es-San’ânî, el-Musannef, 11/8)
Bu hadiste ifade buyurulan 3 husus arasında nasıl bir ortak özellik vardır diye düşündüğümüzde karşımıza şu gerçek çıkıyor: Efendimiz s.a.v. burada namazımıza, orucumuza ve sair bireysel ibadetlerimize değil, toplumsal ilişkilerimize dikkat çekiyor:
1. Yalanı hayatınızdan çıkarın buyuruyor. Her ne şekilde olursa olsun yalan söylemeyin. Buna göre bir başka hadiste ifade buyurulan üç hal dışında yalanın hayatımızda yerinin olmaması gerekiyor. (O üç hal, düşmanla savaş, küs arkadaşların arasının bulunması ve evliliğin kurtarılmasıdır.)
2. Size emanet edilen şeye hıyanet etmeyin. Emanet denilince sadece birisinin bize geçici olarak teslim ettiği ve bir süre sonra gelip alacağı şeyleri düşünmeyelim. Bize verilen sağlık sıhhat ve bedenden çoluk-çocuğumuza, mal-mülkten mevki ve makama kadar hayatımızda uhdemize verilmiş ne varsa hepsi birer emanettir ve bizler onların her birinden hesaba çekileceğiz.
3. “Komşuya eziyet etmeme” ifadesinden sadece aynı binada veya mahallede oturduğumuz insanlara kötülük etmemeyi anlamamalıyız. Aksi takdirde buradan şöyle bir anlam çıkar: Komşumuz dışındaki insanlara eziyet edebiliriz! Bu doğru olamayacağına göre Efendimiz s.a.v.’in bu ikazından, aynı apartman ve mahalleyi paylaştığımız “yakın komşu”dan, aynı şehri paylaştığımız “uzak komşu”ya kadar ilişki ve irtibatta bulunduğumuz bütün insanları anlamalıyız.
Üretim ve tüketim anlayışımıza, eğlenme ve dinlenme tarzımıza, aileden başlayan toplumsal ilişkilerimize kadar hayatın her alanında Sünnet’in öngördüğü davranış ve tutumu ortaya koyamıyorsak, Allah Tealâ’nın sevdiği ve bağışladığı bahtiyarlar arasına girmemiz hiçbir zaman mümün olmayacaktır.
Yüce Kitabımız’da “De ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.” (Âli İmran, 31) buyurulmaktadır.
Efendimiz s.a.v. de, yukarıda zikrettiğimiz üzere “Hevâsını (arzu ve isteklerini) benim getirdiklerime tabi kılmayan iman etmiş olmaz.” buyurmak suretiyle Kur’an-Sünnet bütünlüğüne ve Sünnet’i dışlayarak müslüman kalmanın imkansızlığına dikkat çekmiştir. Dolayısıyla hakiki ve makbul iman, ancak Efendimiz s.a.v.’in rehberliğine titizlikle riayet etmekle mümkün olacaktır.
Medeniyet, kültür ve Sünnet
Yukarıda Sünnet-i Seniyye’nin, bizim için hayat rehberi olduğunu söylemiştik. Sünnet’e yaptığımız bu vurgu akla şöyle bir soru getirebilir: Müslümanlığımızın temeli Kur’an-ı Kerim olduğu halde, Sünnet’e bu kadar vurgu yapmak doğru mudur?
İlk bakışta bu soru haklı gibi görünmektedir. Ancak meseleye biraz yakından baktığımızda farklı bir durumla karşılaşırız.
Sünnet-i Seniyye Kur’an-ı Kerim’in hayata aktarılmasının biricik yoludur. Bu noktada herhangi bir farklı görüş ileri sürülemez. Kur’an bize Oruç tutmamızı emreder; Sünnet ise onu Teravih’le, sahurla, iftarla süsleyerek hayatımıza indirir. Kur’an bize infak ve tasadduku emreder; Sünnet onu “vakıf” formatında müesseseleştirerek hayatımıza sokar. Yine Kur’an bize zekâtı emreder, Sünnet onu fıtır sadakasıyla ve nafile tasadduklarla güçlendirerek toplumsal dayanışmayı perçinler.
Bütün bu ve benzeri meseleler Din’in toplumsal hayatta yaşanması için vazgeçilmez yapılanmalardır ve hepsinin kaynağının Sünnet-i Seniyye olduğuna dikkat edilmelidir. Kur’an’ın, muhataplarını sıklıkla Rasul-i Ekrem s.a.v.’e itaat ve ittibaya yönlendirmesinin altındaki en önemli saik budur.
Bu durum, müslümanların inşa ettiği kültür ve medeniyetin Sünnet-i Seniyye üzerinde yükseldiği gerçeğini dikkatimize sunmaktadır.
Çürük elmaya göz yummak
Tıpkı bir sepetin içindeki bir tek çürük elmanın zamanla sağlam elmaları çürütmesi gibi, münkerat işleyen bir tek kişinin mevcudiyeti ve görmezden gelinmesi de zamanla günahın bütün toplumu çürütmesine yol açacaktır.
Kendini akıntıya kaptırmak, toplumun yanlış istikamete gittiğini bile bile “ortama ayak uydurmak” günümüzde hayli yaygınlaştığı görülen hastalıklı tutumların başında gelmektedir. Siyasî, sosyal, ekonomik… hayata İslâm’ın ölçülerine uymayan bir gidişatın hakim olmasının en temel sebeplerinden biri işte budur.
Sultanahmet camiinin banisi 1. Ahmed, dönemin Şeyhülislâmı Muhammed Sadeddin Efendi’ye ileri gelen görevlilerinden birini göndererek bir fermanla şöyle bir soru sormuştu:
– Bu ümmete ilâhi yardım vaadedilmiş iken, devlet yapısına ve tebaanın işlerine yansıyan bozgunun sebebi nedir?
Şeyhülislâm, bu sayfayı görevlinin elinden alarak “el-Cevâb” yazdıktan sonra Sultanın yazısının altına şöyle yazdı: “Bana ne?”
Ve kâğıdı görevliye iade etti. Şeyhülislâm’ın, sorusunu kaale almadığını düşünen Padişah son derece hiddetlendi ve Şeyhülislâm’ın derhal huzuruna gelmesini emretti. Şeyhülislâm huzura gelince, bu makamdakilere karşı alışılagelmiş tavrın dışına çıkarak azarladı ve şöyle dedi:
– Benim için son derece önemli bir konuda sen nasıl “bana ne” der ve cevap vermezlik edersin?
Şeyhülislâm şöyle karşılık verdi:
– Kesinlikle hayır! Aksine ben, hünkârımın sorusuna en ince cevabı verdim. Zira devlet adamları ve ümmetin fertleri, ne zaman ki zararı veya faydası herkesi kapsayan konularda “bana ne” diyerek, umumun menfaati yerine yalnızca kendi çıkarlarını düşündüler; işte bela o zaman yayıldı ve musibet herkesi kapladı.
Şeyhülislâm sözünü bu şekilde açınca Padişah şaşırdı ve kendisini azarladığı için mahcup oldu, Şeyhülislâm’ın gönlünü almaya çalıştı. Kendisine, üç adet kıymetli elbiseyle ihsanda bulundu. (el-Kevserî, Makâlât, 636-7)
İşte tam da bu “araziye uyma” tavrı konusunda Sünnet-i Seniyye’nin şu çarpıcı ikazıyla karşılaşıyoruz:
“Herkes iyilik yaparsa biz de yaparız, herkes haksızlık yaparsa biz de haksızlık ederiz diyen kimseler gibi olmayın. Kendinizi iyilik yapanlara karşı iyilik yapmaya, kötülük yapanlara karşı da haksızlık yapmamaya hazırlayın.” (Tirmizî)
Sünnet’in küllî boyutu
Söz buraya gelmişken, Sünnet-i Seniyye konusunda halk arasında genellikle düşülen bir yanlışa dikkat çekelim: Sünnet denilince sadece namaz kılarken sarık sarmak, yemeği sağ elle yemek, sakal bırakmak gibi “şeklî” unsurları anlamamak gerekir. Elbette bunlar da Sünnet-i Seniyye’nin anlam sahası içindedir. Ama esas “Sünnet” denildiğinde, insana şahsiyetini veren ve toplumu inşa eden hususlar anlaşılmalıdır.
Kur’an iyi incelendiğinde görülecektir ki, Efendimiz s.a.v.’in peygamberliği konusunda bizim iki türlü mükellefiyetimiz bahis konusudur. Bu nokta gerçekten dikkat çekicidir. Kur’an bizden Allah Tealâ’ya “itaat” etmemizi isterken; Efendimiz s.a.v.’e hem “itaat”, hem de “ittiba” etmemizi ister. Bunun anlamı üzerinde iyi düşünüldüğünde hem “itaat” ile “ittiba” arasındaki fark, hem de Efendimiz s.a.v.’in Kur’an’ın hakkıyla anlaşılıp yaşanmasındaki merkezî fonksiyonu daha net anlaşılacaktır.
Efendimiz s.a.v., sadece Allah Tealâ’dan getirdikleri konusunda otoritesine boyun eğilen değil, aynı zamanda günlük hayatta izi takip edilen, arkasından gidilen bir önderdir. Esasen bu durum bütün peygamberler için söz konusudur. Dolayısıyla Sünnet’e riayet eden kimsenin, günlük hayatta ve ilişkilerinde, algılarında ve tasavvurlarında Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in izini sürmesi gerekir. Söz gelimi Efendimiz s.a.v., mazeretinden dolayı borcunu geciktiren mümine ruhsat tanınmasını, alışverişlerde ve sair ilişkilerde dürüstlüğü ve kolaylaştırmayı, insanlara yukarıdan bakmamayı, gösteriş ve lükse kaçmamayı birer hayat düsturu olarak işaretlemişken O’nun izinden gittiğini söyleyen bir kimsenin tam aksi istikamette yürümesi düşünülebilir mi?
Yine Efendimiz s.a.v., dinde aslı olmayan bid’at uygulama, inanç ve tutumlardan ümmetini şiddetle sakındırmışken, hayatı kompartımanlara ayırıp, bazı alanları Din’in ve Sünnet’in denetiminden bağımsız düşünmek mümkün olabilir mi?
“Çağa ayak uydurmak”, “dünyanın gerisinde kalmamak” gibi gerekçelerle Kur’an ve Sünnet’in çizdiği çerçeveye burun kıvırmak, onu “modası geçmiş” olarak telakki etmek, tam da “tecdid” faaliyeti kapsamında istikamete sokulması gereken “sapmalar” olarak dikkat çekmektedir. Sünnet-i Seniyye’yi ciddiye alan ve hayatını Efendimiz s.a.v.’in rehberliğinde yönlendiren bir insanda böyle tutumların görülmesi mümkün değildir.
İtikattan hayata
İtikatta “Ehl-i Sünnet” olmanın manası üzerinde düşündüğümüzde bu gerçek daha bariz bir şekilde ortaya çıkacaktır. Acaba hiç düşündük mü, neden Sahabe’den (Allah hepsinden razı olsun) devralınan çizgi üzerinde yürüyen kutlu kervan kendisine mesela “Ehl-i Kur’an” değil de “Ehl-i Sünnet” demiştir?
Bunun en temel sebebi hiç şüphesiz, hakiki müslümanlığın ancak Sünnet-i Seniyye’nin inşa ettiği inanç ve tasavvur ile mümkün olmasıdır. Dolayısıyla itikattan amele ve ahlâka, bireysel alandan toplumsal alana kadar hayatı kuşatan her ne varsa anlamını ve ifadesini Sünnet-i Seniyye ile bulacaktır.
Bu çerçeveden baktığımızda “Ehl-i Sünnet”i, tarihte yaşamış ve orada kalmış birtakım fırkalara tepki olarak ortaya çıkmış bir akım olarak görmek hayatî bir hata olacaktır. O, dün olduğu gibi bugün de inancı ve hayatı Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in kılavuzluğunda inşa etmenin biricik zemini ve imkanıdır.
Öyleyse şu temel gerçeğin altını bir daha kalın bir çizgiyle çizelim: Allah Tealâ’nın razı olduğu müslümanlık ancak Sünnet-i Seniyye’ye ittiba ile yaşanabilir. Nihayet Sünnet-i Seniyye, vahyin hayatımızı bütünüyle kuşatan ve en ince detayına kadar ilmik ilmik ören ilâhi rehberliğinin ete kemiğe bürünmüş halidir.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
4

Hangi Kadından Allah Razıdır
- Herhangi bir kadın ki, kocası ondan razı, memnun olduğu halde ölürse, Allah o kadından razıdır ve cennete girmeğe hak kazanmıştır.
- Bir kadın, beş vakit namazını kılar, ramazan orucunu tutar, örtünmeye riayet ederek ırzını korur ve kocasına itaat ederse ona: Dilediğin cennet kapısından gir, denilir.
- Kocasına itaat eden kadına havadaki kuşlar, sudaki balıklar, gökteki melekler, güneş ve ay, günahının yargılanması için Allah'a yalvarırlar. Kocası ondan razı olduğu müddetçe o kadına istiğfar ederler.
-«Eğer bir Peygamber olarak birinin diğer birine secde etmesini emredecek, olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.» Hadis
- Herhangi bir kadın ki kocasına kızarak evini terk edip haksız yere boşanmak isterse, -boşanma davası açarsa- cennet o kadına haramdır.
- Bir kadın kocasını darılttığında, özür dileyerek yanına varıp, ellerini tutarak, yüzüne bakıp kendini affettirmezse, tuttuğu oruç ve kıldığı namazları Yüce Allah kabul etmez...
Böyle kadınları yetiştirirse ancak İslâmiyet yetiştirir.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
5

Rahmet Kapısında
İyiliğimizin kötülüğümüze galip gelmesi gereken bir savaşla imtihan ediliyoruz. Kazanmamız gerekir. Kötülüğümüz günahlarla saldırıp yaralar bizi. Ama ümitsizliğe düşmek yok. Bir tevbe, kılıç gibi biçer bütün günahları.
Önemli bir hata yapmış, sonra da içtenlikle pişman olmuş bir yakınımızı düşünelim. Onun üzüntülü haline biz de içleniriz. Yaşadığı pişmanlık hali, ahı vahı kalbimizi yumuşatır. Bu kişinin hatası bize karşı ise af dilediğinde yumuşar, ziyadesiyle duygulanırız. Aslında sevdiklerimize karşı kırgınlıklarımız, öfkelerimiz çoğunlukla sadece bir özür dileme sözü bekler. Güneş gören kar gibi erir gider bir anda.
Bütün bunlar insanlar arasında pişmanlığın, özür dilemenin ne kadar güzel duygulara yol açtığını gösterir. Bir de rahmeti her şeyi kuşatmış olan, bizi çok seven Rabbimizin, bir kulu hüzünle başını öne eğdiğinde ona nasıl merhamet edeceğini, bu duruma nasıl sevineceğini düşünelim.
Bir hadis-i şerifte, bir kul tevbe ettiğinde Allah Tealâ’nın, yiyecek ve içeceklerini yüklediği bineğini çölde kaybetmiş bir adam çaresiz ölümü beklerken bineğini bulduğunda nasıl sevinirse o kadar sevindiği bildirilmiştir. (Buharî)
Yüce Rabbimiz bizim kusurlu olduğumuzu, yanlışa düşmeye temayüllü olduğumuzu bilmektedir. Bizi böyle yaratmasında pek çok hikmet vardır.
Melekler gibi yaratılmadık. İnsan isyan eder, taşkınlık yapar. Ama tevbe de eder. İşte bu nokta çok önemlidir. Tevbe ilâhi rahmetin tecellilerine yol açar. Peygamberimiz s.a.v. bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah sizi helâk eder de yerinize günah işleyip sonra da tevbe edecek bir kavim yaratırdı.” (Müslim)
İşlediğimiz günahların çokluğu bizi ümitsizliğe düşürmemelidir. Ne kadar günah işlersek işleyelim Allah’ın rahmeti bizim günahlarımızdan daha büyüktür. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz s.a.v., günahından tevbe edenin hiç günah işlememiş gibi olacağını müjdelemiştir. (İbn Mâce)
Tevbenin kabulü için
Tevbemizin kabul edilmesinin bazı şartları vardır. İmam Kuşeyrî rh.a. bu konuda şu üç şart saymıştır:
• Pişman olmak,
• Günahı terk etmek,
• Günaha tekrar dönmemeye kesin karar vermek.
Pişmanlık tevbenin birinci şartıdır. Kalpte bir üzüntü duymadan, sadece dille istiğfar etmek, Cenab-ı Mevlâ’dan özür dilemek yeterli değildir. Kişi günahını düşünmeli, mahcup olmalıdır. Günahları küçük görmek çok tehlikelidir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi gözünde büyütür. Münafıksa, günahını burnuna konmuş bir sinek gibi küçük görür.” (Buharî)
Tevbe ettiğimizde Allah’a karşı işlediğimiz suçlardan arınırız. Ancak kullara karşı işlediğimiz suçlar için helallik almamız gerekir. Bu sebeple Allah dostları tevbe ettikten sonra kul haklarını ödemeye büyük önem vermiştir. Kılınmayan namazların ve tutulmayan oruçların kazası da gereklidir.
Tevbede acele etmek
Şeytan, bugün edersin, yarın edersin diyerek bizi kandırır, tevbeyi erteletir. Halbuki ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Allah’ın kalbimize pişmanlık duygusu nasip etmesi de her zaman ele geçecek bir fırsat değildir. Diğer taraftan yanlışta ısrar etmek hidayet nurları yerine dalalet oklarını üzerimize çeker. Tevbe gittikçe zorlaşır, uzaklaşır.
Rahmet Peygamberi s.a.v. gece günah işleyenlere sabaha kadar, gündüz günah işleyenlere akşama kadar tevbe etmelerini tavsiye etmiştir (Müslim). Hatta akşama kadar yaşayacağımız veya sabaha çıkabileceğimiz bile şüphelidir. Müslümana yakışan, ilk fırsatta tevbe etmektir.
Pişman olup günahımızdan vazgeçmekte acele ettiğimiz gibi, kusurumuzu telafi etmek için bir hayır işlemekte de geç kalmamalıyız. Rahmet Peygamberi s.a.v. şöyle müjdelemiştir:
“Bir kötülük yaptığın zaman, peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin. Gizli işlediklerin için gizli, açık işlediklerin için açık iyilik yap.” (Tirmizî)
Günahları gizlemek
Yüce Rabbimiz o kadar merhametlidir ki, bizim insanlardan sakladığımız, utandığımız günahları bizim yüzümüze vurmaz. Bu konuyla ilgili şu birkaç hadis-i şerifi zikredelim:
“Günahlarını açıklayanlar hariç, bütün insanlar affedilmiştir. Biri geceleyin bir günah işler, Allah günahını örter. Sabah kalkınca Allah’ın örttüğü perdeyi açar ve günahını açıklarsa işte bu affedilmez.” (Buharî)
“Amellerin kaydedildiği defterler üç çeşittir. Birinci defterdekiler affedilir, ikinci defterdekiler affedilmez, üçüncü defterdekiler silinmez. Affedilen defterde kulla Allah arasındaki günahlar vardır. Affedilmeyen defterde şirk yazılıdır. Silinmeyen defterde kullara yapılan zulümler kayıtlıdır.” (Ahmed b. Hanbel)
“Kul tevbe edince, Allah işlediği günahları meleklere unutturur. Hesap günü aleyhinde şahitlik edemesinler diye organlarına, günahın işlendiği mekâna ve semaya da unutturur.” (Suyutî)
Şeytana inat
Şeytan, biz pişman oldukça Allah’ın bizi affedeceğini bilmektedir. Bu sebeple bizi usandırmak veya ümitsizliğe düşürmek ister. Kalbimize şüphe ve tereddüt vererek, sürekli günahlara geri döndüğümüzü, tevbelerimizin kabul edilmeyeceğini fısıldar. Bu oyuna gelmemeliyiz. O ısrar ettikçe biz de ısrar etmeli ve tekrar tekrar tevbe etmeliyiz.
Günah arzusundan kurtulmak zordur. Bu da şeytanın önemli kozlarındandır. Bize günaha karşı koyamayacağımız hissi vererek, arzularımızı gözümüzde büyütür. Pes etmemizi ister. Oysa Yüce Rabbimiz hiçbir kuluna kaldırmayacağı yük yüklemez. Emir ve tavsiyelerine uymaya çalışan kullarına da kolaylık sağlar. Ebu Muhammed Sehl rh.a., bu konuda şöyle demiştir:
“İnsanda arzu ve isteklerin bulunması fıtratın bir gereğidir. Günaha karşı arzu oluştuğunda insanın yapması gereken; kalbiyle halini Mevlâ’ya arz etmek, gelen düşünceyi kötü görmek ve nefsini de devamlı kötü görmeye zorlamaktır.”
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
6

O’na Yakınlık İçin Salâvat
“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır.” (Hadis-i şerif; Tirmizî)
Cenab-ı Mevlâ yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât u selâm getiriniz.” (Ahzâb, 56)
Ayet-i kerimedeki bu emir, Allah Rasulü s.a.v.’in birçok hadisi ile desteklenmiştir. Efendimiz birçok kere kendisine salât ü selam getirilmesini tavsiye etmiş, istemiştir.
Salât kelimesi sözlükte “dua, tebrik, yüceltme” manasındadır. Dinî manada, dua ve namaz demektir. Peygamber Efendimiz s.a.v. için kullandığımız salât ise “dünyada ve ahirette Allah’tan yüceltme talebinde bulunmaktır.” “Selâm” kelimesi ise “dünyada da ahirette de kişinin sıkıntılardan kurtulmasıdır.” (Ta’rîfât)
Yani Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. için salât ü selam edince Allah’tan O’nu yüceltmesini ve her iki cihanda da selamet vermesini talep etmiş oluyoruz.
Yukarıdaki ayet-i kerimede, Allah’ın ve meleklerin de salât ettiği buyruluyor. Demek ki salât eden sadece biz insanlar değiliz. Fakat salâtlar, eden makama göre değişiklik arz eder. İslâm alimleri bu farklılığı şöyle açıklamışlardır:
• Allah Tealâ’nın salât etmesi, tezkiye ve ilahî rahmete mazhar kılmadır.
• Meleklerin salât etmesi, Allah Rasulü s.a.v. lehinde istiğfar talep etmedir.
• Kulların salât ü selam getirmesi ise dua ve tazimdir.
Kısaca salât,
• Allah’tan rahmet,
• Meleklerden istiğfar,
• İnsanlardan hayır duadır.
Meşhur alimlerimizden Mücâhid rh.a. ise insanların salât etmesini, ümmetin peygambere uyması olarak açıklamıştır.
Bu manayı destekler nitelikte İmam Gazalî rh.a. de Mükâşefetü’l-Kulûb adlı eserinin “Muhabbet” bölümünde öncelikle salavât getirme konusunu işlemiştir. Bu konudaki hadislerden bazılarını ve Efendimiz’e salavât getirmeyenlerin karşılaştıkları vakaları anlatan menkıbelere yer vermiştir. Bunlardan biri şöyledir:
“Anlatıldığına göre adamın biri çölde giderken gayet çirkin bir yüz görür: “Sen kimsin” diye sorar.
O çirkin yüz “Ben senin kötü amelinim” der.
“Senden kurtulmanın yolu nedir” diye adam takrar sorar “Hazret-i Peygamber s.a.v.’e salât ü selam getirmek.”
Ashâb-ı Kiram, Tabiîn, İslâm alimleri ve tasavvuf büyükleri salâvat getirmeye büyük önem vermişlerdir. Nitekim bazı imamlar salâvat getirmeyi vacip görürler. Bazıları da bu vecibeyi ömürde en az bir kere yapmak gerektiğini ifade ederler.
Salâvât okumak ibadetlerimizden bir parçadır. Kıldığımız her namazda, son oturuşta Efendimiz’e, âl ve ashâbına salât ederiz. Salât ü selam duaların kabul edilmesi için bir vesiledir. Süleyman Çelebi Vesîletü’n-Necât: Kurtuluş Vesilesi adlı mevlidinde her bölümün arasında insanları salâvat getirmeye davet eder:
“Ger dilersiz bulasız oddan necât / Aşk ile şevk ile edin essalât…”
Yani, “eğer ateşten kurtulmak dilerseniz, aşkla şevkle salâvat getirin.” diyor.
Yine evliullahtan Terzi Baba k.s. hazretleri, salât ü selamın duaların kabul vesilesi olduğunu nükteli bir şekilde şöyle ifade etmiştir:
“Bulam dersen iki âlemde dermân / Salât ile selâma eyle idmân.” (Kenzü’l-Fütûh)
Bundan başka kaynaklarda, salât ü selamın önemine dair birçok bilgi ve menkıbe kayıtlıdır. Yine İslâm coğrafyasında farklı salâvatları derleyen birçok eser yazılmış ve bu eserler farklı tasavvufî yol ve meşreplerde günlük vird haline getirilmiştir.
Bütün bu gayretler, Allah’ın emrine, Allah Rasulü s.a.v.’in tavsiyesine uymak ve müjdesine erişmek içindir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Bana bir salât ü selam getirene, Allah on defa rahmet eder.” (Müslim)
Bir diğer rivayette bu hadisin devamı şöyledir: “On hatası silinir ve derecesi on kat yükseltilir.” (Nesâî)
Allah Rasulü s.a.v. bir başka hadiste de hangi gün salâvat getirmenin daha faziletli olacağını bildirmiştir: “En faziletli gününüz cuma günüdür. O gün bana çok salât ü selam getiriniz. Çünkü salât ü selamlarınız bana arz edilir.
Sahabiler “Ya Rasulallah, bizim salât ü selamımız sana nasıl arz edilir, sen çürümüş olursun” diye sorunca, Rasulullah s.a.v. onlara: “Allah Tealâ peygamberlerin cesetlerini toprağa haram kılmıştır, diye cevap verdi.” (Ebu Davud)
Salât ü selam getirmek, gönlü Allah Rasulü s.a.v.’e bağlamak, Allah’ın emrine uyarak onu yüceltmek, hayır duada bulunmaktır. Bunlar daha önce söylediğimiz sebepler… Bir diğer sebep ise Efendimiz s.a.v. tarafından açıklanmıştır: “Benim kabrimi bayram yerine çevirmeyin, bana salât edin. Siz her nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaştırılır.” (Ebu Davud)
Meşhur hadis açıklayıcılarımızdan İmam Tîbî rh.a. bu hadisi izah ederken şöyle demiştir: “Allah Rasulü s.a.v. burada şöyle demek istiyor:
‘Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin, orada toplanırken bayram yapar gibi toplanmayın. Bunu eğlence, sevinç ve süslenme gününe çevirmeyin.’
Ziyaret edebi böyle değildir. Çünkü ziyareti bayrama çevirmek yahudi ve hıristiyanların adetidir. Bu onlara gaflet, kaplerine de kasvet getirmiştir.
Putlara tapanlar da ölülerini tazim ederler, hatta onları putlaştırırlar. İşte bu yüzden Efendimiz işaret ediyor ki,
“Allahım kabrimi tapılan bir yer kılma. Çünkü peygamberlerinin kabirlerini tapınak haline getirenlere Allah’ın gazabı şiddetlidir.” (Şerhu’t-Tîbî alâ Mişkâti’l-Misbâh)
Sözü, salavât hakkında bir uyarı niteliği taşıyan Hz. Ali r.a.’ın şu rivayeti ile bitirelim:
“Allah Rasulü s.a.v. buyurdu:
– Cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salât ü selam getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî)
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
7

Gül Gibi Geçinmek Varken
“Gül gibi geçinme” deyiminde geçimin güzelliği güle benzetilerek anlatılmış; bunun daha nesini düşünelim, demeyin. Gelin, neden “dünya hayatı, maişet, anlaşma” karşılığı olarak “geçim” yahut “geçinme” kelimesinin seçildiğini, benzetme unsuru gülün neye tekabül ettiğini birlikte sorgulayalım.
“Gül gibi geçinmek” yahut “gül gibi geçinip gitmek”, hemen herkesin bildiği bir deyim. Bir arada yaşayan insanların birbirleriyle çatışmadan, mutlu, rahat, huzurlu bir hayat sürdürdüklerini anlatmak için kullanılıyor. Fakat bu deyimin lafzı ile manası arasındaki irtibat çok da sorgulanmıyor galiba. Çünkü durup düşünmek isteyenleri “geri kalmak”la korkutup nefes nefese koşuşturmaya mahkûm eden modern çağ, böyle deyimlerin hakikatine vâkıf olacak kadar bir vakfe imkanı tanımıyor insanlara.
Halbuki medeniyetimizin diğer tezahürleri gibi, medeniyet bakiyesi deyim ve atasözlerimiz de, iman esaslarıyla tahkim veya tashih edilmiş müslümanca tasavvurlar barındırıyor derununda. Bunlar laf olsun diye öylesine söylenmiş harc-ı âlem sözler değil. Dünya üzerinden salimen geçip gitmemizi kolaylaştıran yol ve yürüyüş tariflerinin saklandığı bir definenin şifreleri adeta. Durup düşünmeden, üzerinde akıl yormadan ne kapısını aralıyor ne de esrarını açıyor.
Gül gibi geçinme deyiminde geçimin güzelliği güle benzetilerek anlatılmış; bunun daha nesini düşünelim, demeyin. Gelin, neden “dünya hayatı, maişet, anlaşma” karşılığı olarak “geçim” yahut “geçinme” kelimesinin seçildiğini, benzetme unsuru gülün neye tekabül ettiğini birlikte sorgulayalım.
Ömür dediğin
Deyimdeki “geçinmek” kelimesi, “yaşamak, ömür sürmek, hayatını idame ettirmek” demek. Bu süreç, muvakkat (geçici) olması, belli bir zaman aralığında başlayıp bitmesi sebebiyle “geçinmek”le karşılanmış.
Dünya hayatımızın geçiciliği, Allah Tealâ’nın takdir ettiği bir ömrü yaşadıktan sonra bir gün mutlaka nihayete ereceği, müslümanlar olarak en temel kabullerimizden biri. Anadolu’da yaşlılar bugün de bir tanıdıklarının vefatını, “falanca geçinmiş” diye haber vererek, onun dünya yolculuğunu tamamladığını aktarıyor birbirine.
Dolayısıyla geçinmek; ölümle biten bir yürüyüşü, bir yol almayı, bir geçip gitmeyi de ifade ediyor. Kısaca, “Dünyada garip bir yolcu gibi ol.” hadis-i şerifinin özeti bu kelime.
Geçim veya geçinmeye daha sonra verilen “maişet” manası ise, yürüyebilmek için gerekli olan iaşe zaruretine işaret etmek yanında, bu zaruretin sınırlarını ve maksadını da belirliyor.
Yani ancak dünya üzerinden geçip gitmemize imkan sağlayacak, bu geçici yürüyüşü mümkün kılacak kadar dünya metaına, bunların maksat değil vasıta olduğunu bilerek meyletmemiz gerektiğini söylüyor bize. Daha azının takatten düşürüp yürümeyi engellediği gibi, daha çoğunu yüklenmenin, istiap haddini aşmanın da yol almayı engelleyeceğini ihtar ediyor.
Nihayet yolun ve yolculuğunun farkında olan, zaruret sınırları içinde tuttuğu dünya metaına, sadece istikamet üzere yürüyebilmesini sağladığı için değer veren insanlardaki kanaat, istiğna ve mülayemet hali, “geçinme”ye “anlaşma, uyum, imtizaç” manasını yüklüyor.
Bunun aksi bir tutum, yani geçimi sadece maişetten ibaret sanıp bunu fazlaca dert etmek ve dünyalık talebindeki ifrat, hem geçişimizi sekteye uğrattığı, hem başkalarıyla çekişip çatışmaya sürüklediği için “geçimsizliğe” sebep oluyor.
Gülün adı
Geçinmenin, yani üç günlük dünya hayatını, bu hayatın zaruretlerini meşru ölçülerde karşılamaya çalışarak, kavgasız gürültüsüz, ne kendine ne başkalarına zarar vermeden istikamet üzere yaşamanın niçin güle benzetildiğine bakalım şimdi de.
Bu benzetme öncelikle böyle bir “geçim”in güzelliğine olduğu kadar geçiciliğine, kısalığına da vurgu maksadı taşıyor. Gül güzeldir şüphesiz ama ömrü kısadır. Kısa süren bu güzelliği nasıl sadece bahar şartlarında yaşamak mümkünse, bir göz açıp yummuş gibi çarçabuk geçip gidecek dünya hayatını da ancak İslâm’ın bahara benzeyen zemininde güzelleştirmek mümkün olabiliyor. Öte yandan gül, dikenlere rağmen açılıp güzelliğini sergilediğine, dikenin varlığı gülün güzelliğine mani olmadığına göre, “gül gibi geçinmek”, meşakkatsiz bir ömür manasına gelmiyor. Yahut bu deyim, türlü sıkıntılar içinde de insanın güzel bir yürüyüşle dünya üzerinden geçip gidebileceğini böylece anlatıyor.
Bütün bunların ötesinde gül, dünyadan nasıl geçip gideceğimiz, dünya hayatını nasıl yaşayacağımız hususunda bir usve-i hasene, yani en güzel örnek olan Hz. Peygamber s.a.v.’e işaret ediyor aslında. Zira bizim irfanımızda gül denince alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz s.a.v. akla gelir öncelikle. O, kainatın en güzel gülüdür çünkü. Bütün güller kokusunu O’ndan almış, bütün güzellikler O’ndan sâdır olmuştur.
Gül gibi geçinip gitmek, şu geçici dünya hayatını Rasul-i Ekrem s.a.v. gibi yaşamak demek öyleyse. O’nun gibi yaşamak ve yolu O’nun gibi yürümek için de O’nu tanımak, O’na tam bir teslimiyetle tabi olmak, O’nun bize bıraktığı sünnet-i seniyye izlerini takip etmek gerekiyor. Unutmayalım ki bir zamanlar başucu kitaplarımız arasında Siyer-i Nebileri bulundurduğumuz için gül gibi geçinip gidiyorduk bizler.
Dünyadan geçmeyince
Dünya kimseye baki değil. Fakat ömür denilen geçici yolculuğumuzun bizi ebedî hayatta felaha ulaştırması gül gibi geçinip gitmeye bağlı. Yolda olduğumuzu, bizi bu yolculukla sınayanı, yolun sonunu unutmadan; hep zikreden, hep şükreden bir kul olarak istikamet üzere yürümeye bağlı.
Gül gibi geçinmek, dünyadan geçmeyi gerektiren, dünyadan geçmeyince gerçekleşmeyen bir yürüyüş hali esas itibariyle. Böyle bir yürüyüş, her şeyden evvel kâmil bir imanın kararlılığını ve ölçü riayetini gerektiriyor; tevazu, müsamaha, muhabbet ve merhametle güzelleşiyor.
Bazen hüzün seneleri çıkabiliyor karşınıza; sizden yeis, ümitsizlik ve şikayetten kaçınmanızı, sabır ve metanet göstermenizi istiyor. Yol halidir, sürur da öfke de uğrayabiliyor kalbinize ama sizin her halükârda adaletten ayrılmamanız gerekiyor.
Yürüyüşünüzdeki gül güzelliği, ihtişam, konfor ve debdebe ile değil; kanaatle, ancak kifaf miktarı, yani yaşamaya yetecek kadar rızık talebi ile her dem tazeleniyor. Fakat yol üzerindeki makam, servet, şöhret tuzaklarına gözünüz kaydığı an vakitsiz soluveriyor.
Gül gibi geçinmek mutedil olmaktır. Fakirlikte de zenginlikte de iktisadı elden bırakmadan, ifrat ve tefrite kaymadan sağlanabiliyor itidal yahut denge. Ancak itidal ile güzel yürüyenlerdir ki şartlar ne olursa olsun sıla-i rahimi elden bırakmıyor, akrabası gelmese de kendisi gidiyor, esirgeyene veriyor, kendisine zulmedenleri bile bağışlayabiliyor.
Allah Rasulü s.a.v.’den sonra, O’nun vârislerince de izleri sürülerek bugüne taşınan böylesi bir hayat tarzı, dünyadan salimen geçebilmenin tek ve en güzel örneği. Hülasa bu en güzel örnek, dünyadan geçmeyince gül gibi geçinilemeyeceğini anlatıyor bizlere.
Gül gibi geçinip gitmek varken, dünyadan geçemeyip geçimsizliğe düçar olmak akıl kârı mıdır öyleyse?
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
8
PCLOUD'DAN NASIL İNDİRME YAPABİLİRİM?
Pcloud'dan indirme yapmak için 3 aylık 500 GB hesabı oluşturmak zorundasınız. Peki bunu nasıl yaparsınız;
Google Chrome Eklentisi olan Adguard VPN'yi ekleyin.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Pcloud da ücretsiz hesap oluşturun. Oturumu açık tutun.
VPN de Birleşik Kralık'ı seçip VPN yi açın.
Google Chrome Komple Kapatın.
Tekrar Google Chrome açın.
Şu linke tıklayın; Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Açılan sayfada GÖNDER butonuna tıklayın. İŞTE OLDU.
İNDİRMEK İSTEDİĞİNİZ PCLOUD LİNKİNE TIKLADIĞINIZDA İNDİRİLECEK DOSYALARI GÖREMEZSENİZ OTURUM AÇTIĞINIZDAN EMİN OLUP SAYFAYI YENİLEYİN...
9
 Bir Beden Gibi
Müslümanlar birbirleriyle iyi geçinirler, geçinmelidirler. Çünkü bu bir sorumluluktur ve kaynağı da müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in davranış ve sözleridir. Buna göre müslüman kimse merhamet sahibidir, çevresine karşı duyarlıdır, yardımseverdir, fedakâr ve destekleyicidir.
Rabbimiz, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de müminlerin vasıflarını beyan ederken şöyle buyurmuştur: “…inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.” (Fetih, 29)
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. de şöyle demiştir:
“Müslümanların birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)
Efendimiz s.a.v. yine buyurmuştur: “Müminin mümine karşı durumu, birbirini destekleyerek ayakta duran iki bina gibidir.” (Buharî; Müslim)
Bir başka hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. müslümanı şöyle tarif etmiştir:
“Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden selamette olduğu kişidir.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)
Müslüman kişi, kardeşleri için daima hayır olanı isteyen, istemekle kalmayıp bu uğurda çaba sarf eden kimsedir. Nitekim Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki hakkıdır:
• İyilerine yardım etmen,
• Günahkârları için af dilemen,
• Yoldan sapanları hakka davet etmen,
• Tevbe edenleri sevmen.”
Bu cümleden olarak dinimiz özellikle anne babaya saygılı ve hürmetkâr olmayı emreder. Anne baba da evlatlarına karşı şefkatli olmakla yükümlüdür. Ayrıca iyi komşuluk münasebetleri de önemli sorumluluklar arasındadır.
Müslüman kimse kardeşine zarar vermez, onlar hakkında kötü düşünmez, onlara zarar verecek şeylere engel olur. Yolda bir diken bile görse zarar vermesin diye kaldırır.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Yoldan gelip geçen müslümanlara eziyet veren bir ağacı budaması sebebiyle bir kişinin cennette dolaştığını gördüm.” (Müslim)
Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ müslümanlara eziyet verilmesinden hoşlanmaz.” (Abdullah ibn Mübarek)
Müslüman kimse, kardeşinin dedikodusunu, gıybetini yapmaz, ona haset etmez, kin beslemez, ardından kuyusunu kazmaz.
Yine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Koğuculuk yapan cennete giremez.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)
Bu hususta Halil b. Ahmed rh.a. de şöyle buyurmuş:
“Sana karşı başkalarının koğuculuğu yapan, başkasına karşı da senin koğuculuğunu yapar. Başkası hakkında size ihbarcılık yapan, sizin hakkınızda da başkalarına ihbarcılık yapar.”
İmam Gazali rh.a., müslümanların hadis-i şeriflerde geçen karşılıklı haklarını şöyle sıralamıştır:
• Müslüman kardeşinle karşılaşınca ona selam vermen,
• Davet ettiğinde davetine icabet etmen,
• Aksırdığında hayır duasında bulunman (‘Yerhamukellah’ demen),
• Hastalandığında ziyaret etmen,
• Vefat ettiğinde cenazesine katılman,
• Seninle ilgili bir yemin ettiğinde, yemininde onu doğru çıkarman,
• Senden nasihat istediği zaman ona nasihat etmen, yardım etmen,
• Onun bulunmadığı yerde hakkını savunman,
• Kendin için istediğin şeyi kardeşlerin için de istemen,
• Kendi nefsin için istemediğin şeyi kardeşlerin için de istememen.” (Mükâşefetü’l-Kulûb)
İyi ve kötü olmak üzere iki türlü ahlâk vardır. Müslüman kimse daima iyi olanı tercih etmelidir. Çünkü kötü ahlâk, sahibine de insanlara da eziyet sebebidir.
Rebî b. Haysem rh.a. demiştir ki:
“İnsanlar iki kısımdır: Ya mümindir, sakın ona eziyet etme. Ya da cahildir ki, sen de ona cahilce karşılık verme.”
Müslümanda ahlâken bulunması gereken birçok haslet, onu kul hakkına girmekten korumak içindir. Çünkü kul hakkı hesap gününde ilâhi af ve şefaat kapsamı dışındadır. Orada hesaplaşılmadıkça kişinin üzerinden kalkmaz.
Müslümanların birbiriyle münasebetlerinde son derece dikkat etmeleri gereken ahlâkî davranışlardan biri de tevazu sahibi olmak, kibirlenmemektir.
Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “Kimsenin kimseye karşı övünmemesi için Cenab-ı Hak birbirinize karşı tevazu göstermenizi vahyetti.” (Müslim, Ebu Davud)
Müslümanlar arasındaki iyi münasebet, yardımlaşma ve dayanışma o kadar önemlidir ki, ibadetlerin birçoğu doğrudan başka insanlarla alakalıdır veyahut birlikte yapılmaktadır. Bu yüzden iki müslümanın üç günden fazla küs kalması yasaklanmıştır:
Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “Bir müslümanın müslüman kardeşi ile üç günden fazla küs kalması, birbirini görünce yüzlerini çevirip gitmeleri helal olmaz. İki kişiden hangisi (barışmak için) önce selam verirse o daha hayırlıdır.” (Buharî; Müslim)
Ahab-ı Kiram’dan İkrime r.a. şöyle demiştir:
“Allah Tealâ, Yusuf a.s.’a şöyle vahyetti:
“Kardeşlerini affettiğin için dünya ve ahirette senin şanını yücelttim.”
Hz. Aişe r.anha validemiz de şöyle demiştir:
“Allah Rasulü s.a.v. kendi nefsi için asla intikam almadı. Ancak Allah’ın bir yasağı çiğnendiği zaman Allah’ın emrini yerine getirmek için ceza verdi.”
İslâm ahlâkına dair, müslümanlarla iyi geçinmesinin gerekliliğine dair ayet, hadis ve sözler çoktur. Nihayetinde müslüman kimse güvenilir, merhamet sahibi ve daima iyiliği isteyen bir kimse olmalıdır. Kimseye zarar vermemeli, bu dünyasını da ahiretini de heba etmemelidir.
Bütün tutum davranış ve sözlerimizi bu şuurla kontrol etmemiz gerekir.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
10

Özgürlük ve Mahremiyet Arasında Değerlerimiz
Toplumlar birbirinden çok çabuk etkileniyor. Şüphesiz bunda iletişim araçlarının gelişmesi ve internet imkanı son derece etkilidir. Sanayi devrimi ve sonrasında toplumlarda sosyal alanda çok hızlı değişiklikler oldu. Birinci dünya savaşı sonrasında ikinci dünya savaşı ile nüfus konusunda da değişiklikler oldu. Ama artık savaşların şekli değişti. Başta enerji olmak üzere yeraltı kaynakları ve ideolojiler üzerinden ciddi bir rekabet ve çoğu zaman da farklı yöntemlerle ülkelerin mücadelesi devam ediyor. Bu konuda en büyük yarayı alan şüphesiz İslam ülkeleridir. Toplumlara yön vermek ve sosyal olaylar üzerinden kendi istediklerini yaptırmak isteyenler kavramlar üzerinden de mücadelesini yürütüyor. Bazen tarihi değer ve kavramlara atıf yapılıyor. Bazen de yeni kavramlar üzerinden mücadele yürütülüyor. Bunlardan birisi de şüphesiz ki özgürlük kavramıdır.
Bir insanın istediğini yapabilmesi anlamında özgürlük hem önemli hem de güzeldir. Peki, özgürlük kavramı bu kadar basit bir konu mu? Elbette ki değil. Bu konuda yapılmış çok sayıda akademik çalışma var. Yine konunun uzmanları ve taraflarının yazı ve çalışmaları mevcuttur. Özgürlük kavramanın nasıl anlaşıldığı veya anlaşılması gerektiği önemli bir konudur. Kişi veya kişilerin her yaptığı davranış özgürlük kavramı çerçevesinde değerlendirilebilir mi? Yani hoş görülür mü?
Kişinin kendi kanaati farklı bile olsa içinde yaşadığı toplumun ve de büyük çoğunluğunun inanç ve kanaatlerini incitecek davranışlar sergilemesi özgürlük olabilir mi? Elbette olamaz. Mesela bir kişi kendi vücuduna zarar verse, sonra da “Beden benimdir, kimse karışamaz” diye yaptığını savunsa bunu özgürlük olarak mı değerlendireceğiz? Genel ahlaki değerlere göre bir yanlış var ise özgürlük kavramının arkasına sığınmak kimseyi haklı gösteremez. Toplumun genel ahlak değerlerini örseleyen, başka dünyaların ürettiği ve kadın erkek ilişkilerini alt-üst eden davranışların reklamı ve özendirilmesi de özgürlük olarak değerlendirilemez.
O zaman bazı sorular; Özgürlük nedir? Özgürlüğün sınırları nelerdir? Özgürlük her istediğimizi yapma imkanı verir mi?
Daha birçok soruyu bunların peşinden sorabiliriz. Bu ve benzeri soruların elbette tek cevabı yoktur. İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, seyahat özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü belki en çok konuşulan başlıklardır. Şüphesiz ki bütün kavramlarda olduğu gibi “özgürlük” kavramı için de kişi veya toplumların inanç değerleri birinci derece etkilidir. Bizim toplum olarak Müslüman olmamızın getirdiği temel sorumluluklarımız vardır. Müslüman kişi, kendi bedenine veya başkasına zarar veremez. Dinin temel hükümleri, toplumda şu başlıkları korumak içindir: akıl, mal, can, din ve nesil. İnsan ve toplum hayatını doğrudan etkileyen konulara karşı Müslüman toplumlar dikkatlidir. Çünkü özgürlük bahanesi ile toplumda oluşacak bir olumsuzluk, daha büyük sıkıntılara sebep olabilir. Bu sebeple toplumda fesada yol açacak davranışlar “özgürlük” kavramı içinde değerlendirilemez.
Mahremiyet
Mahremiyet, kişinin ve toplumun sınırlarıdır. Şüphesiz ki bu sınırları belirleyen birinci kaynak inanç değerleridir. Bizim için Müslüman kimliğimizdir. Haramlığı sabit olan konular bir Müslüman için tartışmaya açık değildir. Mesela, alkolün haramlığı ile nikâhsız birlikte yaşamanın uygun olmadığı ( haramlığı ) tartışılamaz. Mahremiyet kavramı, esasında hayatın tamamını kuşatan bir kavramdır. Öncelikle kişi kendi bedenine saygı duyar. Bir hanede ailenin fertlerinin kendi aralarında dikkat etmesi gereken kurallar vardır. Bir başkasının evine girerken izin almamız gerektiğini Kur'an-ı Kerim bize öğretmektedir (Nûr,24/27) . Yani, biz her türlü insani ilişkilerde ölçülerimize uymak zorundayız. Mahremiyet bir anlamda ötekinin hukukunu korumak ve saygı duymaktır.
Mahremiyet ile alakalı günümüzdeki en büyük sıkıntılardan birisi de sosyal medya konusudur. Burada yine özgürlük kavramına sığınarak hiçbir ölçü olmadan yapılan paylaşım ve yayınlar mahremiyet kavramını ihlal etmektedir. Fıtrata uymayan ve dinin genel hükümleri çerçevesinde yasak olan davranışlar, sıradanlaştırılmaktadır. Başka dünyaların yıllar önce yaşadıkları bu ölçüsüz hayatın ve davranışların bedelini çok acı bir şekilde ödediği açıktır. ( Bu konuda geniş bilgi için bkz: İslam Hukukunda Mahremiyet Ve Sosyal Medya, Sevdegül Çekiç, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara)
Değerlerimiz
Her Müslüman için temel kavramlar vardır. Helal ve haram bunların başında gelir. Helal olan alan geniştir. Kişi başta kendi vücuduna, başka bir Müslümanın vücuduna zarar veremez. “Beden benim kimse karışamaz” deyip dinen uygun olmayan bir davranışı yapamaz. Bu konuda esasında insanın kendi bedenine ve diğer varlıklar için yaratılışa müdahale anlamına gelecek olan bir davranışı yapmak doğru değildir. Başta bedenimiz ve etrafımızdaki var olan her şey bize emanettir.
Biz, Müslüman olarak bizde var olan her şeye öncelikle emanet olarak bakarız. Ve her emanetin de bir sorumluluğu vardır. Başkalarına ait olan her şeye de yine emanet sorumluluğu ile bakarız. Değerlerimiz fert ve toplum huzuru açısından bizim hareket noktamızdır. Sahip olduğumuz değerler bir ağacın kökleri gibidir. Değerlerimizi örselersek kolay yıkılırız. Televizyonlarda izlediğimiz bazı programların oluşturduğu tahribat her geçen gün artmaktadır. Daha fazla izlenme gayesiyle veya başka sebeplerle kaynağı imanımızdan gelen değerlerimizi örselemek, geleceğe dair yapılabilecek büyük bir kötülüktür.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
|