Son İletiler

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10
11
İnaç Ahlak / Öfke'nin Zemmi
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 10:46:33 ÖÖ »


Öfke'nin Zemmi

Ayetler

O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliye öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve mü'minlere huzur ve güvenini indirdi.(Fetih/26)

Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, kâfirleri haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve mü'minleri de Allah tarafından kendilerine gönderilen vâkar ve sekinetten dolayı medhetmektedir.

Hadîsler

Ebu Hüreyre (r.a) rivayet ediyor ki, bir zatın Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!' demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Öfkelenme!' buyurmuştur. Kişi aynı suali, başka bir zaman daha sordu. Hz. Peygamber (s.a) yine 'Öfkelenme!' cevabını verdi.1

İbn Ömer (r.a) : Hz. Peygamber'e (s.a) 'Bana bir söz söyle! Fakat az olsun. Umulur ki ben onu, tam mânâsıyla kavrayıp yaparım' dedi. Hz. Peygamber 'Öfkelenme!'2 dedi. İbn Ömer aynı suali iki defa daha Hz. Peygamber'e sordu. O da her defasında 'öfkelenme' diye karşılık verdi.

Abdullah b. Amr'dan şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber'e 'Beni Allah'ın gazabından kurtaracak amel nedir?' diye sordum. Hz. Peygamber cevap olarak 'Öfkelenme!' dedi.3

İbn Mes'ud der ki, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Siz aranızda kimi pehlivan kabul edersiniz?' Biz cevap olarak dedik ki: 'Sırtı yere gelmeyen kimseyi pehlivan olarak kabul ediyoruz'. Hz. Peygamber 'O pehlivan değildir. Ancak öfkelendiği anda nefsine hâkim olan bir kimse pehlivandır' dedi,4

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kuvvetli bir kimse, başkasının sırtını yere getiren kimse değildir. Kuvvetli o kimsedir ki öfke anında nefsine hâkim olur.5

İbn Ömer Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kim öfkesini zaptederse, Allahü Azîmüşşân onun çirkin taraflarını örter.6

Süleyman b. Dâvud (a.s) şöyle demiştir: Ey oğul! Fazla öfkelenmekten kaçın! Çünkü fazla öfke, halîm bir kişinin kalbini bile hafifletir.

İkrime 'Seyyid, nefsine hâkim' (Alu İmran/39) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: 'Seyyid o kimsedir ki, öfke ona galebe çalmaz'.

Ebu Derdâ Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana, beni cennete sokmaya vesile olacak bir amel öğret!' dediğinde Hz. Peygamber cevap olarak 'Öfkelenme!'7 buyurmuştur.

Hz. Yahya, Hz. İsa'ya şöyle demiştir: 'Öfkelenme!' Hz. İsa (a.s), cevap olarak 'Öfkelenmemek benim gücüm dahilinde değildir. Ben sadece beşerim' dedi. Hz. Yahya 'O halde mâl edinme!' deyince, Hz. İsa 'Bu umulur!' demiştir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Sabur denilen maddenin balı ifsad ettiği gibi, öfke de imanı ifsad eder.8

Bir kimse öfkelendiği zaman muhakkak cehenneme yaklaşır.9

Bir kişi Hz. Peygamber'e 'Hangi şey daha şiddetlidir?' diye sorunca cevap olarak şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın gazabı!' Kişi 'Beni Allah'ın gazabından uzaklaştıran nedir?' deyince, Hz. Peygamber 'Öfke!'10 buyurdu.

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ey Ademoğlu! Hiddetle yerinden sıçradığın zaman, cehenneme düşecek şekilde oturmandan korkulur!'

Zülkarneyn, meleklerden birine rastladı ve meleğe 'İman ve yakîn bakımından ilerlemeye vesile olan bir ilmi bana öğret!' diye dilekte bulundu. Melek ona 'Öfkelenme! Çünkü şeytanın in-sanoğluna en fazla hâkim olduğu zaman, öfkelendiği, zamandır. Bu bakımdan öfkeyi yutmakla reddet! Sevgi ile sükûnete kavuş! Acelecilikten sakın; zira sen acele ettiğin takdirde nasibini kaybetmiş olursun. Herkese karşı yumuşak huylu ol! Israrlı ve mütekebbir bir kimse olma!' dedi.

Vehb b. Münebbih'ten şöyle rivayet ediliyor: Ayazmasında ibadet eden bir râhib vardı.

''Şeytan onu saptırmak istediyse de bir türlü muvaffak olamadı. Mabedin kapısına gelip onu çağırdı. 'Bana kapıyı aç' dediyse de rahipten müsbet bir cevap alamadı. Sonra 'Aç kapıyı! Eğer ben gidersem pişman olursun' dedi. Buna rağmen rahib onun sözüne iltifat etmedi. Bunun akabinde 'Ben mesih İsa'yım!' dedi. Rahib 'Sen Mesih olsan dahi seni neyleyim! Sen bize ibadet ve ciddiyetle çalışmayı emretmedin mi? Bize kıyamette buluşmayı va'detmedin mi? Eğer bugün, zamanında yapmış olduğun telkinlerden başkasını getirdiysen onları senden kabul etmeyiz' dedi. Bu durum karşısında kalan İblis dedi ki: 'Ben şeytanım! Seni saptırmak istedim, fakat muvaffak olamadım. Sana istediğin konuda sual sorman için gelmiş bulunuyorum. Sorduğun takdirde cevap alırsın!' Rahib 'Hiçbir şeyi senden sormak istemiyorum!' dedi. Bunun üzerine şeytan gerisin geriye dönüp gitti. Rahib 'Dinler misin beni?' diye seslendi. Şeytan 'Evet, dinlerim!' dedi. Rahib İnsanların aleyhlerinde sana en fazla ya-rayacak ve yardımcı olacak şeyleri bana haber verir misin?' dedi. Şeytan 'Hiddet ve öfkedir! Zira kişi katı kalpli olduğu zaman, çocukların oynadıkları topu evirip çevirdiği gibi biz de onu evirip çeviririz' dedi.

Hayseme (r.a) şeytanın 'Âdemoğlu beni nasıl mağlup edebilir? Oysa Ademoğlu razı olduğu zaman onun kalbine sokulacak derecede gelip yaklaşırım. Öfkelendiği zaman onun beyninde yerimi alıncaya kadar uçarım' dediğini rivayet etmiştir.

Cafer b. Muhammed şöyle demiştir: 'Öfke her şerrin anahtarıdır'.

Ensâr-ı kirâmdan bir zat şöyle demiştir: 'Hamâkatın başı hiddettir. Sürücüsü öfkedir. Cehalete razı olan bir kimse halîm olamaz. Oysa halîm olmak kişinin süsü ve kazancıdır.

Cehalet ise çirkinlik ve zarardır. Ahmağa karşı sükût etmek ise ona cevap vermektir'.

Mücahid, İblis'in şunları söylediğini rivayet eder: 'Âdemoğulları beni üç haslette yormamış ve hiçbir zaman da yormayacaklardır:

1.Onlardan biri sarhoş olduğu zaman onun yularına yapışır,istediğimiz tarafa çeker götürürüz ve sevdiğimizi ona yaptırırız.

2.Öfkelendiği zaman, bilmediğini söyler, pişmanlığını gerektiren hareketlerde bulunur.

3.Elinde bulunan mal hakkında onu cimri yapar, gücü yetmediği şeyler hakkında da uzun ümit ve emellere sahip kılarız'.

Bir hakîme denildi: 'Filan adam nefsine hâkimdir!' Hakîm cevap olarak şöyle dedi: 'O halde şehvet onu kul ve köle edinmiş değildir, nefis onu mağlup etmemiştir ve öfke de ona hakîm olmamıştır'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Öfkeden sakın! Zira öfke seni özür dilemek zilletine sürükler'.

Denildi ki: Öfkeden sakınınız! Çünkü sabur denilen acı maddenin balı bozduğu gibi, öfke de imanı bozar'. Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: 'Öfkelendiği zaman, kişinin halîmliğini deneyiniz! Tamahkârlığı anında da emin olup olmadığını tecrübe ediniz, kişi öfkelenmediği zaman, hilmini nereden bileceksin? Tamah sahibi olmadığı zaman emin olduğunu nereden anlayacaksın!'

Ömer b. Abdülaziz, bir valisine şöyle yazdı: 'Öfkelendiğin anda herhangi bir kimseye ceza tatbik etme! Öfken geçinceye kadar onu hapset! Öfken geçtiği zaman, adamı hapisten çıkar. Suçu nisbetinde kendisine cezayı tatbik et. Hiçbir zaman onbeş sopadan fazla vurma!'

Ali b. Zeyd (r.a) der ki: Kureyş'ten bir kişi Ömer b. Abdülaziz'e sert ve kaba çıkışlar yaptı.

Ömer uzun bir zaman başını eğerek düşündü. Sonra dedi ki: 'Saltanat izzetiyle şeytan beni tahrik etmeye kalkıştı ve senin benden yarın alacağını bugün senden almış olmayı istedim! (Fakat seni affediyorum)'.

Seleften biri oğluna dedi ki: 'Ey oğul! Akıl, gazap anında yerinde durmaz. Nitekim ısıtılmış fırın ve tandırlarda diri bir kim-senin durmadığı gibi...'

Bu bakımdan insanların öfkesi en az olanı, en akıllısıdır. Eğer dünya için az öfkeli olursa, bu deha ve hiledir. Eğer ahiret için olursa, hilm ve ilimdir.

Denilmiş ki; öfke aklın düşmanıdır. Öfke aklın helâk edicisidir.
Hz. Ömer (r.a), hutbesinde şöyle demiştir: 'Tamahkârlıktan, hevâ-i nefisten ve öfkeden korunanınız felâha kavuşmuştur'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Şehvetine ve öfkesine itaat eden bir kimseyi onlar ateşe doğru sürükler götürür'.

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'İmanda kuvvetli, yumuşaklıkta hazımlı, yakînde imanlı, ilimde halîm, şefkatte akıllı, hakta verici, zenginlikte iktisatçı, fakirlikte vâkur, kudrette ihsan edici, arkadaşlıkta tahammüllü ve şiddette sabırlı olmak müslümanın alâmetlerindendir. Böyle bir müslümana gazap galebe çalmaz. Cahiliyye taassubu kendisini felâkete sürüklemez. Şehvet kendisine galip gelmez. Midesi kendisini rezil etmez. Harislik kendisini hafif düşürmez. Niyeti kendisini geride bırakmaz. Bu bakımdan mazluma yardım eder, zayıfa merhamet gösterir, cimrilik yapmaz. Mübezzirlik ve israfta bulunmaz ve sıkılığa kaçmaz. Kendisine zulmedildiği zaman affeder. Cahilin kusurundan vazgeçer. Nefsi, elinden zahmet çeker. Halk ise kendisinden ferahlık ve genişlik görür'.

Abdullah b. Mübarek'e şöyle denildi: 'Güzel ahlâkı bizlere özetle söyle!' Cevap olarak şöyle dedi: 'Öfkeyi terketmektir'

Peygamberlerden bir zat, ashâbına dedi ki: 'Öfkelenmeyeceğine dair kim bana söz verir ki benim derecemde olmuş olsun ve benden sonra da halifem olsun?' Onlardan bir genç 'Ben söz veriyorum' dedi. Sonra o peygamber, aynı suali ikinci bir defa tekrarladı. Genç 'Ben onu herkesten daha iyi yerine getireceğim' dedi. O peygamber vefat ettiği zaman, ondan sonra genç onun halifesi oldu. O genç Zülkifl'dir. Kendisine Zülkifl denilmesinin sebebi, öfkesine hâkim olacağına söz verdiğindendir. Bu va'dini de yerine getirmiştir.

Vehb b. Münebbih şöyle dedi: Küfrün dört rüknü vardır:

1.Öfke

2.Şehvet

3.Ahmaklık

4.Tamahkârlık (ve cimrilik)

-----------------------------------------------------------

1)Buhârî

2)Ebu Yâ'lâ {hasen bir senedle)

3)Taberânî, İbn Abdilberr (hasen bir senedle)

4)Müslim

5)Müslim, Buhârî

6)İbn Ebî Dünya

7)İbn Ebî Dünya, Taberânî

8)Taberânî, Beyhakî

9)Bezzar, İbn Adîy

10)İmam Ahmed

Yazar    : İmam Gazâli

Çeviren : Ali Arslan

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
12
Ayın Konusu / Zenginliğin Kötülenmesi ve Fakirliğin Övülmesi
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 10:39:16 ÖÖ »


Zenginliğin Kötülenmesi ve Fakirliğin Övülmesi

İnsanlar, şükreden zenginin, sabreden fakirden üstünlüğü hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Biz bunu fakirdik ve zahidlik bahsinde zikretmiş, bu husustaki hakikati belirtmiştik. Fakat bu kitapta fakirliğin genel olarak zenginlikten daha faziletli ve üstün olduğuna dair, durumların tefsirine bakmaksızın delil getirmeye çalışacağız.

Burada Haris b. Esed el-Muhâsibî'nin bazı kitaplarında, zengin âlimlerin bazılarına ashab-ı kiramın zenginliğiyle ve Abdurrahman b. Avf'ın malının çokluğuyla delil getirdiğinden dolayı itiraz ettiği hususunda belirttiği bir faslın hikâyesiyle yetineceğiz.

Hâris el-Muhâsibî134 ümmetin muamele ilminde en büyük âlimidir. İbâdetlerin derinliklerini, amellerin âfetlerini, nefsin ayıplarını araştıran âlimlerin hepsinden daha ilerdedir. Bu bakımdan onun konuşmasını, olduğu gibi hikâye etmek uygundur. Hâris el-Muhâsibî kötü âlimlere itiraz hususunda uzun uzun konuştuktan sonra şöyle demiştir:

"Rivayet olunduğuna göre, Meryem'in oğlu İsa (a.s) şöyle dedi: 'Ey kötü âlimler! Oruç tutuyorsunuz, namaz kılıyorsunuz, zekât veriyorsunuz. Fakat söylediklerinizi yapmıyor, bilmediklerinizi okutuyorsunuz. Ey kavim! Sizin hükmünüzün kötülüğüne şaşmamak elde değildir. Söz ve temennilerle dönüş yapıyorsunuz. Hevâ-i nefisle amel ediyorsunuz.

Derilerinizi temizlemeniz -kalbiniz kirli olduğu halde- sizi Allah'ın azabından kurtarmaz. Size diyorum ki siz kalbur gibi olmayınız ki ondan ince un düşer de kepekler içerisinde kalır. Böylece sizler de hikmetleri ağızlarınızdan çıkarıyorsunuz, hileler göğsünüzde kalıyor.

Ey dünyanın köleleri! Şehvetin dünyadan isteği daha tamamen sona ermemiştir. Kalpleriniz sizin amellerinizden ağlamaktadır. Dünyayı dilinizin altına, amelleri de ayaklarınızın altına koymuş bulunuyorsunuz... Akibetinizi ifsad ettiniz. Bu bakımdan dünyanın tamiri, sizce ahiretin tamirinden daha sevimlidir. Acaba sizden daha zararlı kim olabilir? Karanlık evin dışına çıra konması ona ne fayda verir. Onun içi vahşi bir karanlıkla doludur. Böylece ilim nûrunun sizin ağzınızda olması, içiniz vahşetle dolu olduğundan dolayı size hiçbir fayda vermez.

Ey dünyanın köleleri! Ne muttakî kullar gibi, ne de şerefli kullar gibisiniz! Dünyanın sizi kökünüzden kazıyıp atması yakındır. Hem de sizi yüzüstü atar! Sonra sizi, burunlarınızın üzerine sürter. Sonra günahlarınız gelip alınlarınıza yapışır. Dünya da sizi deyyan olan Allah'a teslim edinceye kadar arkadan dürter. Çırılçıplak, tek başına olduğunuz halde Allah'ın pençe-i kahrına teslim olunursunuz. Allah Teâlâ günahlarınızın üzerine sizi durdurur, sonra amellerinizin kötüleriyle sizi cezalandırır'.

Kardeşlerim! Bu kötü âlimler insanların şeytanlarıdır. İnsanlar için fitnedirler. Dünyanın çirkefine ve zâhirî yüceliğine rağbet ettiler, daldılar. Onu âhirete tercih ettiler. Dillerini dünya için zelil ettiler. Onlar dünyada ar ve çirkinliktirler. Âhirette de zarar edenlerdir veya kerîm olan Allah fazl u keremiyle affeder. Muhakkak ben, dünyayı âhirete tercih edip helâk olan kimseyi görüyorum ki onun sevinmesi, üzüntü ile karışıktır. Ondan üzüntülerin çeşitleri ve günahların da her türlüsü akmaktadır. Onun gidişi felâkete doğrudur. Helâk olan bir kimse, ümidiyle aldanır. Ne dünyası kendisine kalır, ne de dini... Hem dünyada, hem ahirette zarar eder. Apaçık zarar işte budur!

Ey kavim! Bu ne büyük bir musibet, ne büyük bir felâket... Kardeşlerim! Allah'ı gözetiniz! Şeytan ve şeytanın Allah nezdinde beş para etmeyen delilleriyle mağrur olan dostları sizi aldatmasınlar. Çünkü onlar dünyaya üşüşürler. Sonra nefisleri için çeşitli özür ve deliller getirmeye çalışırlar ve Hz. Peygamber'in ashabının da malları olduğunu ileri sürerler. Ashab-ı kirâmın ismini anmak suretiyle aldananlar böbürleniyorlar ki halk onları mal edinmek hususunda mâzur görsün. Oysa bilmedikleri halde şeytan onları aldatmıştır.

Azap olasıca! Fitnelenmiş kimse! Senin Abdurrahman b. Avf'n malıyla delil getirmen şeytandan gelen bir aldatmacadır. Şeytan onu senin dilinle ileri sürüyor ve sen helâk oluyorsun! Zira sen, ne zaman 'ashabın ileri gelenleri zenginlik, şeref ve süs için mal edindiler' desen, sen ümmetin büyüklerinin gıybetini etmiş olursun. Onları büyük bir tehlikeye nisbet etmiş olursun! Ne zaman 'Helâl malın toplanması, toplanmamasından daha üstündür' iddiasında bulunursan, hem Hz. Muhammed'le, hem de diğer rasûllerle istihza etmiş olur, onları senin ve arkadaşlarının rağbet ettiğiniz bu hayırdan yüz çevirmeye nisbet etmiş olursun! Senin topladığın gibi, onlar mal toplamadıklarından dolayı -hâşâ-onları cehalete nisbet etmiş olursun! Ne zaman 'Helâl malın toplanması, toplanmamasından daha yücedir' dersen, şunu iddia etmiş olursun ki Hz. Peygamber bu hususta ümmetine gereken nasihati yapmamış, malın toplanması ümmet için daha hayırlı olduğu halde onları mal toplamaktan nehyetmiştir ve senin iddi-ana göre bu şekilde onlara hainlik yapmıştır. Göğün rabbine yemin ederim, sen Hz. Peygamber'e iftira ediyorsun. Hz. Peygamber ümmet için nasihatçi, onlar için şefkatli ve onlar hakkında merhametli idi. Ne zaman 'malın toplanması daha faziletlidir' iddiasında bulunursan şunu iddia etmiş olursun: Allah Teâlâ kullarını mal toplamaktan nehyettiği zaman, malın toplanmasının onlar için daha hayırlı olduğunu bildiği halde onların faydasını dikkate almamıştır! Veya şunu demiş olursun: -Hâşâ- 'Allah, malın toplanmasının daha doğru olduğunu bilmediği için kullarını mal toplamaktan nehyetmiştir'. Oysa sen maldaki hayır ve fazileti bilmektesin ve bunun için de çokça mal edinmeyi istiyorsun. Sanki sen rabbinden hayır ve fazilet yerini daha iyi biliyorsun.

Ey nefsim! Allah Teâlâ senin cehaletinden pek yücedir. Aklınla şeytanın senin başına -sana sahabenin malıyla delil getirmeyi süslü gösterdiği zaman- ne getirdiğini düşün!

Azap olasıca! Abdurrahman b. Avf'ın malıyla delil getirmek sana hiç de fayda vermez. Çünkü o, kıyamette dünyada günlük rızkından başka birşey edinmemiş olmayı temenni edecektir. Kulağıma geldiğine göre, Abdurrahman b. Avf (r.a) vefat ettiği zaman ashabdan bir grup Abdurrahman'ın arkasında bıraktığı servetten dolayı onun durumundan korkuyordu. Buna cevap olarak Ka'b el-Ahbar şöyle demiştir: 'Hayret! Siz Abdurrahman'ın durumundan ne diye korkuyorsunuz? O, helâlinden kazandı, helâlinden infak etti ve helâlini bırakıp gitti'. Bu söz, Ebu Zer el-Gıfârî'nin kulağına gitti. Ebu Zer, son derece hiddetli bir şekilde -yolda ölmüş bir devenin çene kemiğini eline aldı- Ka'b'ı aramaya başladı. Ka'b'a denildi ki: 'Ebu Zer-i Gıfârî seni arıyor!' Bunun üzerine Ka'b, koşa koşa Hz, Osman'ın yanına girdi. Ona sığınarak hâdiseyi anlattı. Ebu Zer Gıfârî de Ka'b'ı sora sora Hz. Osman'ın evine geldi. Ebu Zer içeri girdiği zaman Ka'b kalkıp Hz. Osman'ın arkasına oturdu. Bunu, Ebu Zer'den korktuğu için yapıyordu. Ebu Zer ona dedi ki: 'Ey yahudi kadının oğlu! Abdurrahman b. Avf'ın terketmiş olduğu servette herhangi bir sakınca olmadığını söyleyen sensin ha? Oysa Hz. Peygamber (s.a), birgün Uhud'a doğru çıktı. Ben de beraberindeydim bana 'Ey Ebu Zer!' dedi. Ben 'Buyurun! Ey Allah'ın Rasûlü!' dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Çok mal edinenler cennete zor girerler. Sonra sağına ve soluna, önüne ve arkasına işaret ederek 'şöyle yapanlar hariç' dedi; 'onlar da pek azdırlar'.

Sonra dedi ki: 'Ey Ebu Zer!' Ben 'Ey Allah'ın Rasûlü! Annem babam sana fedâ olsun! Dinliyorum seni!' dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ben Uhud dağı kadar servetim olmasını, onu Allah yolunda harcamayı ve öldüğüm günde ondan iki kıratı (danik denilen para biriminin yarısı) arkamda bırakmış olmayı istemem!

Ben 'Yoksa yanlışlık mı var ya Rasûlullah! Yoksa iki kantar mı demek istiyorsun?' dedim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Sen (kantar demek suretiyle) çoğu kastediyorsun!'

Ey yahudi kadının oğlu! Sen ''Abdurrahman b. Avf'ın geride bıraktığı servet için zarar yoktur' diyorsun ha? Sen de yalan söylüyorsun, bunu söyleyen de yalan söylüyor!135
Ebu Zer (r.a) meclisten çıkıp gidinceye kadar, Ka'b (r.a) korkusundan sesini hiç çıkarmadı.

Rivayet olunduğuna göre, Abdurrahman b. Avfa Yemen'den bir kervan geldi. Öyle bir kervan ki Medinelileri bir ağızdan bağırttı. Hz. Âişe 'Bu ne gürültüdür?' diye sorunca cevap olarak 'Abdurrahman'ın kervanı geldi de onun için bağırıyorlar' denildi. Hz. Âişe Allah ve Allah'ın Rasûlü doğru söyledi!' dedi.

Bu haber Abdurrahman'ın kulağına gitti. Abdurrahman Hz. Aişe'den 'Bunun mânâsı ne demektir?' diye sordu. Bunun üzerine Âişe validemiz Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu söyledi:

Ben cenneti gördüm! Gördüm ki muhacirlerin fakirleri ve müslümanlar koşa koşa cennete giriyorlardı. Zenginlerden hiç kimsenin onlarla beraber cennete girdiğini görmedim. Ancak Abdurrahman b. Avf onlarla beraber sürünerek cennete giriyordu.136

Bu hadîsi dinleyen Abdurrahman şöyle demiştir: 'Deve kervanı da, onların sırtındaki mallar da Allah yolunda sadaka olsun. Kervanı getiren köleler âzâd edilmiştir. Bütün bunları onlarla beraber cennete koşarak girmemi temin eder ümidiyle yapı-yorum'.137

Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber, Abdurrahman b. Avf'a şöyle dedi:

Dikkat et! Muhakkak sen, ümmetimin zenginlerinin ilk cennete girecek olanısın. Fakat cennete ancak sürünerek girebileceksin !138

Azap olasıca ey fitnelenmiş! Artık mal yığmanın iyiliğine delil getirmen nerede kaldı! İşte Abdurrahman! Faziletiyle, takvasıyla meşhur olan, iyilikleriyle, malları Allah yolunda vermesiyle, Hz. Peygamber'in arkadaşlığıyla ve cennet ile müjdelenmesine rağmen, helâlinden kazanıp iyilik yaptığı halde kazandığı maldan dolayı kıyamet gününde durdurulur. Allah yolunda isteyerek verdiği maldan dolayı durdurulur. Muhacirlerin fakirleriyle beraber cennete yürüyerek girmekten menedilir. Onların ardında sürünerek gider. Acaba bizim gibi dünya fitnesine dalanlar hakkında ne olacağını sanıyorsun?

Bundan sonra ey fitneye düşmüş kişi! Sana hayret etmemek ne mümkün! Şüpheler ve haramın karışmaları içerisinde kıvranıyor, insanların kirlerine dalıyor, şehvetler, süs ve gösterişler içerisinde, dünya fitnelerinde yüzüyorsun! Sonra kalkıyorsun da Abdurrahman b. Avf'ın durumuyla delil getirip diyorsun ki: 'Eğer ben mal yığmışsam ashab-ı kiram da mal yığdı'.

Sanki sen kendini ve fiillerini selef ve selefin fiillerine benzetiyorsun. Sana senin hallerini ve selefin hallerini vasıflandırayım da bu sayede sen de kendi rezaletlerini ve ashab-ı kirâmın faziletlerini tanımış olasın! Hayatımla yemin ederim, bazı ashabın mal-ları vardı.

Onu dilenmemek için, Allah yolunda harcamak için, helâl olarak edinmişler, helâl olarak yemişler, normal olarak infak etmişler, fazilet olarak takdim etmişler ve o mala düşen hiçbir hakkı esirgememişlerdir. Onunla cimrilik yapmamışlardır. Fakat onlar, o malın çoğuyla Allah için cömertlik yapmışlar, bazıları bütün malını bu yolda harcamış, sıkıntılı anlarda Allah Teâlâ'yı nefislerinden çok üstün tutarak tercih etmişlerdir. Allah için söyle! Sen de böyle misin? Yemin olsun sen bu kavme benzemekten pek uzaksın!

Ashab-ı kirâmın ileri gelenleri fakirliği severler, fakirlik korkusundan emindirler. Rızıkları hususunda Allah'a tam güvenirlerdi. Allah'ın takdiriyle sevinirlerdi. Belâya razı, sıkıntılı zamanlarda şükredici ve zararda sabredici idiler, Genişlik zamanında hamdederlerdi.

Allah için mütevazi idiler. Yücelik ve mal sevgisinden kaçınırlardı. Onlar dünyadan ancak kendilerine mübah olanı elde ettiler. Dünyanın zarurî miktarına razı oldular. Dünyayı ellerinin tersiyle uzaklaştırdılar. Meşakkatlerinde zenginlik gösterdiler.

Allah için söyle! Sen de böyle misin?

Rivayet olunduğuna göre, onlar dünya kendilerine yönelip geldiğinde üzülür ve derlerdi ki: 'Bir günah işledik ki Allah Teâlâ'dan onun cezası hemen bize gelmiştir'. Fakirliğin yöneldiğini gördükleri zaman derlerdi ki: 'Sâlih kimselerin alâmeti farikasına merhaba!'

Rivayet olunduğuna göre, onların bazıları sabahladığı zaman çocuklarının yanında birşey oldu mu üzüntülü sabahlıyordu. Onların yanında birşey olmadığı takdirde sevinçli sabahlıyorlardı.

Kendisine denildi ki: 'Halk tam bunun tersine... Onların yanında birşey varsa sevinir, yoksa üzülürler. Oysa sen böyle değilsin (bu neden böyledir?)' Dedi ki: 'Ben sabahladığım zaman, çoluk çocuğumun yanında birşey yoksa sevinirim. Çünkü bu hususta benim önderim Hz. Peygamber'dir. Birşey olduğu zaman üzülürüm. Çünkü Hz. Peygamber'in aile efradına benzerliğim ortadan kalkmaktadır'.

İşittiğimize göre onlar, bir genişlik yoluna düştükleri zaman üzülerek ve korkarak şöyle derlerdi: 'Bizim dünya ile ne alıp vereceğimiz vardır ve dünyadan ne istenilir ki?' Sanki onlar korku kanadı üzerinde idiler. Ne zaman meşakkat ve belâ yolu onların önünde açılırsa sevinir ve derlerdi ki: 'İşte şimdi bizim rabbimiz, bize sonsuz mükâfatlarının sözünü vermiş oluyor. Onunla anlaşmış bulunuyoruz!' İşte selefin durumları bu idi.

Onlarda bizim söyleyeceğimizden pek fazla fazilet vardı. Allah için söyle sen de böyle misin? Muhakkak ki o kavme benzemekten uzaksın.

Ey fitnelenmiş! Senin durumlarının, onların durumlarına tam ters düştüğünü anlatayım da dinle! Şöyle ki: Zengin olduğunda tuğyan edersin. Genişlikte haddi aşarsın. Sevindiğinde alabildiğine alçalırsın. Nimetlerin sahibinin şükründen gafil olursun. Musibet çağında ümitsizsin, belânın geldiğinde kaza ve kadere razı olmamaktasın. Evet! Fakirlikten nefret eder, yoksulluktan burun kıvırırsın. Oysa fakirlik, rasüllerin iftihar ettiği bir vasıftır. Sen ise onların iftihar ettiği bir vasfı küçümsersin. Fakirlik korkusundan durmadan-mal istif edersin. Bu ise Allah'a karşı su-i zan ve onun teminatına az inanmak demektir. Günah olarak bu yeter! Umulur ki sen malı, dünyanın nimeti, zevk ve safâsı, şehvet ve lezzetleri için topluyorsun. Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ümmetimin şerlileri o kimselerdir ki (bol ve aşırı) nimetlerle gıdalanmakta (şehvetlerinin istediği şekilde hareket etmekte)dirler. Bu bakımdan onların bedenleri bu haddi aşan nimetle gelişmektedir.139

İlim ehlinden biri demiştir ki: 'Kıyamet gününde bir kavim gelecek, dünyada işlemiş oldukları sevablarını isteyeceklerdir. Onlara denilir ki:

Siz dünya hayatında bütün zevklerinizi yaşayıp bitirdiniz ve bunlarla safâ sürdünüz, artık bu hakaret azabı ile cezalandırılacaksınız. Çünkü yeryüzünde haksız yere kibirleniyordunuz.
(Ahkaf/20)

Oysa sen hâlâ gaflettesin! Dünyanın zevk ve safâsından dolayı âhiret nimetinden mahrum edilmişsin! Ey (kavim), bu ne büyük bir hasret, ne dehşetli bir musibettir! Evet! Sen malı, zenginlik, yüce mertebelere varmak, emsal ve akranına karşı böbürlenmek, dünyada süslenmek için topluyorsun. Oysa rivayet olunduğuna göre, zenginlik veya böbürlenmek için dünyayı talep eden bir kimse, Allah Teâlâ kendisine öfkelendiği halde Allah Teâlâ'nın huzuruna varır. Oysa sen, Allah'ın sana isabet edecek olan ilâhî gazabını zenginlik ve yücelik talep ettiğin zaman hiç de hesaba katmamakta ve pervâ etmemektesin. Evet! Umulur ki sen şöyle diyorsun: 'Dünyada durmak Allah'ın komşuluğuna gitmekten daha sevimli görünüyor!' Sen Allah Teâlâ'yla mülâki olmayı hazmedemiyorsun. Allah'a yemin olsun, seninle mülâki olmak, Allah Teâlâ'ya daha kerih gelir. Oysa sen gaflet içerisindcsin. Umulur ki sen, elinden kaçan dünya fırsatlarından dolayı üzülmektesin. Oysa rivayet olunduğuna göre Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Elinden kaçırdığı dünya için üzülen bir kimse, bir aylık mesafe kadar cehenneme yaklaşır.
Bazı rivayetlerde 'bir ay' tabiri yerine 'bir sene' tabiri vardır,

Sen Allah'ın azabına gittikçe yaklaştığın halde perva etmeksizin elden kaçırdığın dünya için durmadan üzüntü çekmektesin. Umulur ki sen bazen dünyanın çokluğu için dininden çıkıyorsun. Dünyanın sana yönelmesine seviniyorsun. Dünya ile sevindiğinden dolayı ona gönülden bağlanıyorsun! Halbuki rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim dünyayı sever ve dünya ile meşgul olursa âhiretin korkusu onun kalbinden silinir.140

Rivayet olunduğuna göre, ilim ehlinden biri şöyle demiştir: 'Sen elinden kaçan dünya için çektiğin üzüntüden dolayı hesaba çekilirsin. Dünyalığı elde ettiğin zaman onunla sevinmenden dolayı hesap vereceksin. Oysa dünyanla seviniyorsun ama öte taraftan Allah'ın korkusu senin kalbinden çıkmış bulunuyor. Hatta senin dünyanın işlerine gösterdiğin ihtimam, âhiretin işlerine gösterdiğin ihtimamın birkaç mislidir. Sen, günahlardan gelecek musibeti malın eksikliğinden gelen musibetten daha önemsiz görüyorsun'.

Evet! Malının gitmesinden duyduğun korku, günahlarından gelen korkundan daha fazladır. Umulur ki sen, dünyada yükselmek için topladığın bütün kirleri çekinmeden insanlara verebilirsin. Umulur ki Allah'ı kızdırdığın halde insanları razı etmeye -sana ikram ve izazda bulunsunlar diye- çalışırsın!

Azap olasıca! Sanki Hz. Peygamber'in seni kıyamette tahkir etmesi, insanların seni tahkir etmesinden daha kolay geliyor sana! Sanıyorum ki sen kötü taraflarını halktan gizliyorsun. Allah Teâlâ'nın o taraflarını görmesinden perva etmiyorsun. Sanki Allah nezdinde rezil olmak, senin için halkın yanında rezil olmaktan daha kolay görünüyor!

Sanki kullar senin katında, Allah'tan daha kıymetlidirler. Allah Teâlâ senin cehaletinden yücedir. Bu kötülükler sende varken acaba akıllıların yanında nasıl konuşabilirsin?

Yazıklar olsun sana! Çeşitli pisliklerle kirlenmiş olduğun halde ebrar ve seçkin kulların servet edinmesiyle nasıl delil getirirsin? Heyhat, heyhat! Hayırlı seleften sen ne kadar uzaksın! Allah'a yemin olsun, rivayet edilmiştir ki selef, Allah Teâlâ'nın kendilerine helâl kıldığı dünya hususunda, sizin haram hususunda zâhidlik ve çekingenliğinizden daha zâhid ve çekingen idiler.

Muhakkak sizce zararsız görünen şey, selefin yanında insanı helâke sürükleyen şeylerden sayılırdı. Sizin günahların en büyüklerini korkunç gördüğünüzden daha fazla küçük zelleleri korkunç görürlerdi. Keşke senin malının güzel ve helâli, onların şüpheli malları gibi olsaydı! Keşke onların hayırlarının kabul olmadığından korktukları kadar, sen günahlarından korkmuş olsaydın. Keşke senin orucun onların iftarı gibi olsaydı, keşke senin ibâdetteki var kuvvetinle çalışman onların ibâdetteki gevşemeleri ve uykuları gibi olsaydı! Keşke senin bütün hasenelerin onların bir tek hasenesi gibi olsaydı.

Ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Sıddîkların ganimeti, onların eline geçmeyen dünyalıklarıdır. Onların oburluğu, dünyanın onlardan durulmuş kısmıdır'.

Bu bakımdan böyle olmayan bir kimse, dünya ve ahirette onlarla beraber olmaz.

Sübhânallah! İki grubun arasındaki fark ne kadar büyüktür! Allah katında yüce olan sahabe-i kirâmın seçkinleri ile sizin gibi sefalette olanların arasındaki fark ne büyüktür.

Meğer ki Allah faziletiyle affetmiş olsun! Bu hakikatlerden sonra sen, eğer mal toplamak hususunda namusunu korumak, Allah yolunda vermek için ashab-ı kirâma uyduğunu iddia ediyorsan, durumunu güzelce tedkik et!

Azap olasıca! Onların kendi zamanlarında helâli gördükleri gibi, acaba sen de zamanında helâli görebilir misin veya onların ihtiyatlı davrandıkları gibi, helâli aramakta ihtiyat gösterebileceğini sanıyor musun? Rivayet edildiğine göre, ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Biz haramın bir kapısına gireriz korkusundan helâlin yetmiş kapısını terkediyorduk'. Acaba sen böyle bir ihtiyatı nefsinde ümit eder misin?

Hayır! Kâbe'nin rabbine yemin ederim! Senin böyle yapacağını sanmıyorum! Kör olasıca! Kesinlikle bil ki, sevaplı işler için mal toplamak bahanesi, şeytanın bir hilesidir. Şeytan, sevap bahanesiyle seni şüpheli kaynaklardan kazanmaya sokmak ister. O şüpheli kaynaklar ki haramla katışıktırlar. Oysa rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim şüphelilere cüret ederse, harama girmeye yaklaşır.141

Ey mağrur! Bilmez misin, şüphelilere girmekten korkman, Allah katında senin kıymetin için, şüphelilerden kazanmak, kazandığını Allah yolunda harcamaktan daha iyi ve daha üstündür,

Ehl-i ilimden olan birinden rivayet olunduğuna göre şöyle söylemiştir: 'Helâl olmamasından korkarak bir tek dirhemi bırakmak, şüpheli kaynaktan kazandığı bir dirhemi sadaka vermekten daha üstündür. Çünkü o kaynak öyle bir şüpheli kaynaktır ki senin için helâl olup olmadığını bilmemektesin'.

Eğer 'Şüpheler hususunda ben daha takva sahibi ve daha şuurluyum ve malı da helâlinden topluyorum, toplamamın hikmeti de Allah yolunda sarfetmektir' dersen, bil ki ey kör olasıca! Eğer dediğin gibi takvada büyük bir merhale katetmiş olsan bile hesaba mâruz kalmayacak mısın? Oysa ashab-ı kirâmın hayırlıları hesaba çekilmekten korkmuşlardır. Rivayet olunduğuna göre ashab-ı kiramdan biri şöyle demiştir: 'Hergün helâlinden bin dinar kazanıp Allah yolunda infak etmem ve çalışmamın da beni cum'a namazından alıkoyması hoşuma gitmez ve beni sevindirmez'.

Kendisine 'Allah senden razı olsun! Neden böyle olsun?' diye sorulunca cevap olarak şöyle demiştir: 'Çünkü ben kıyamet gününde durdurulmaktan kurtulmuş olurum'. Allah Teâlâ buyurur ki: 'Kulum nerden kazandın ve nereye infak ettin?'

İşte bu ehl-i takva, İslâm'ın başında bulunuyorlardı. Helâl onların zamanında vardı. Buna rağmen hesaptan korkarak mal edinmeyi terkettiler. 'Malın hayırlısı, şerlisine denk olmaz' korkusundan ötürü istifçilikten kaçtılar. Oysa sen, gayet emniyet içerisinde zamanında helâl olmadığı halde kirli şeylere üşüşmekten çekinmiyorsun. Sonra malı helâlinden topladığım iddia ediyorsun.

Azap olasıca! Helâl nerede var ki sen de onu toplamış olasın? Eğer helâl bu zamanda olsa bile, acaba zenginlik çağında kalbinin bozulmasından korkmaz mısın? Oysa rivayet olunduğuna göre, ashab-ı kirâmdan biri helâlinden bir mirasa kondu, fakat kalbinin fesada uğramasından korkarak o mirası almadı. Acaba sen kalbinin, sahabîlerin kalplerinden daha müttaki olmasını mı ümit ediyorsun? Kalbinin haktan ayrılmayacağını mı sanıyorsun? Eğer bunu sanıyorsan, kötülüğü emreden nefsine hüsn-i zan göstermiş olursun!

Rahmet olasıca! Ben sana nasihat ediyorum. Senin için yetecek miktarla iktifa etmeyi uygun görüyorum. Sevap işlemek için sakın malı yığma ve hesaba kendini mâruz bırakma! Çünkü Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Kim hesaba çekilirse azap çeker!142

Kıyamet gününde haramdan mal toplamış, haramdan sarfetmiş bir kişi getirilir. Onun için 'Bunu ateşe götürün!' denir. Helâlinden mal toplayıp harama sarfeden başka bir kişi getirilir. Onun için de 'Bunu ateşe götürün!' denir. Başka bir kişi getirilir. Haramdan mal toplamış, helâle sarfetmiş. Onun için bunu da 'Ateşe götürün!' denir. Bir kişi getirilir. Helâldan mal toplamış, helâle sarfetmiş. Onun için de denilir ki:

- Sen dur! Umulur ki bu malı toplarken sana farz olan namazda kusur yapmış, onu vaktinde kılmamış, onun rükûunda, secdesinde ve abdestinde kusur yapmışsındır.

-Hayır yâ rabbî! Ben bu malı helâlinden kazandım, helâle sarfettim. Bana farz kıldığın herhangi bir ibâdetten hiçbir şey zayi etmedi m!

- Belki sen, bu mala bineğinde, elbisende, kendisiyle böbürlendiğin birşeyi katmış olabilirsin!

-Hayır ya rabbî! Katmadım ve hiçbir şeyle böbürlenmedim!

- Belki sen, sana vermeyi emrettiğim yakın akrabanın, yetimlerin, miskinlerin ve yolcuların haklarından birinin hakkını vermedin!

-Hayır yâ rabbî! Ben bu malı helâlden kazandım, helâle sarfettim. Bana farz kıldığın herhangi birşeyi zâyi etmedim, kibir ve gurura kapılmadım. Bana hakkını vermeyi emrettiğin hiçbir kimsenin. hakkını zayi etmedim.

Râvî der ki: 'Onlar getirilir. Onunla davalaşır ve derler ki: 'Ya rabbî! Sen ona verdin, onu zengin kıldın. Onu aramızda yarattın. Bize vermesini emrettin!' Eğer o, onlara vermişse, bununla beraber farzlardan herhangi birşeyi zâyî etmemişse, herhangi birşeyde katışıklık yapmamışsa ona denilir ki: İşte şimdi dur! Sana vermiş olduğum yiyecek, içecek veya lezzetli olan her nimetin şükrünü ver!' Kısacası, o kişi durmadan sorgu suale çekilir!143

Rahmet olasıca! Acaba helâlin içerisinde yüzen, hakların tamamını yerine getiren, farzları hakkıyla yerine getiren ve hesaba çekilip de kurtulan kim vardır? Acaba bizim gibilerin halinin ne olacağını düşünmüyor musun? Dünya fitnesine dalan, dünyanın fitnelerinde, şehvet ve ziynetleri içinde yüzen bizlerin!

Rahmet olasıca! İşte muttakîler bu sorgu sualler için dünyaya dalmaktan korkmuşlar, kendilerine yetecek kadarıyla razı olmuşlar, kazandıkları mal ile hayır ve hasenatın bütün çeşitlerini yapmışlardır. Rahmet olasıca! Senin için bu hayırlı insanlar ne güzel örnektirler.

Eğer sen onlara uymaktan kaçınır, takvada daha üstün olduğunu, malı da iffetli kalmak, Allah yolunda infak etmek için helâlinden kazandığını ve infak ettiğini iddia edersen ve helâl şeylerin gizlisinde ve açığında Allah'ı kızdırmadığını söylersen rahmet olasıca, evet böyle olursan, oysa böyle de değilsin- o zaman malın yetecek kadarıyla razı olmak senin için daha uygundur!

Servet sahiplerinin sorgu sual için durduruldukları zaman onlardan ayrılmak, birinci safla beraber Muhammed Mustafa'nın grubuyla geçip gitmek senin için daha uygundur. Öyle ki ne sorgu, ne de hesap için durdurulmazsın! Ya selâmet veya felâkettir. Çünkü Hz. Peygamber'den şöyle rivayet edilmiştir:

Muhacirlerin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene önce cennete gireceklerdir.144

Mü'minlerin fakirleri, zenginlerinden önce cennete girecekler, yiyecekler, zevklenecekler. Zenginler ise dizleri üzerine çökmüş beklemektedirler. Rabbiniz der ki:

'Ey benim aradıklarım! Siz insanların hâkimleri ve mâlikleri idiniz. Bana gösterin, size verdiklerimde ne gibi hareket ettiniz?'145

Rivayet olunduğuna göre, ilim ehlinden biri şöyle demiştir: 'Birinci safta Hz. Muhammed (s.a) ve cemaati ile beraber olmayıp buna karşılık da yeryüzünün kırmızı develerinin hepsi bana verilse bu durum beni sevindirmez'.

Ey kavmim! O halde, peygamberlerin zümresinde yükleri hafif olanlarla beraber yarışın!

Hz. Peygamber'den ve muttakîlerden geri kalmaktan korkun! Duyduğuma göre, Ebubekir Sıddîk (r.a) susamış, su istemiş... Kendisine bal şerbeti getirilmiş. Onu tattığı zaman gözleri dolmuş, sonra ağlamış ve ağlatmıştır. Sonra göz yaşlarını yüzünden silerek konuşmak istemişse de ağlamaktan konuşamamıştır. Fazla ağladığı zaman kendinden geçerdi. Kendisine 'Bütün bu ağlamalar bu bal şerbeti için mi' diye sorulunca şöyle dedi:

'Evet! Ben birgün Hz. Peygamber'le beraber evde bulunuyordum. Yanımızda başka kimse yoktu. Kendisinden birşeyi uzaklaştırmaya çalışıyor ve 'Benden uzaklaş!' diyordu.

Bunun üzerine dedim ki: 'Anam ve babam sana kurban olsun! Senin önünde kimseyi görmüyorum. Kimle konuşuyorsun?' Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Şu dünyadır. Bana boynunu ve kafasını uzatmakta ve 'Ey Muhammed! Beni tut' demektedir. Ben de ona 'Benden uzaklaş!' dedim. Bana dedi ki: 'Ey Muhammed! Eğer sen benim elimden kurtulsan bile, muhakkak ki ardından gelenler elimden kurtulamayacak!'146

Hz. Ebubekir devamla: 'Ben korkuyorum ki, Hz. Peygamber'in uzaklaştırdığı dünya benim yakama yapışmış olup, Hz. Peygamber' den beni uzaklaştırmış olsun!' buyurmuştur.

Ey kavmim! İşte bunlar ümmetin en hayırlı insanları!Hz. Peygamber'den kendilerini bir yudum suyun uzaklaştırmasından korkarak ağladılar.

Ey rahmet olasıca! Sen ise nimetlerin ve şehvetlerin, hem de haram ve şüphelilerden kazanılan şehvetlerin içinde yüzmektesin. Buna rağmen Hz. Peygamber'den ayrılacağından korkmuyorsun! Sana yazıklar olsun. Cehâletin ne kadar da büyüktür.
Eğer kıyamette Hz. Peygamber'den geri kalırsan, "öyle dehşetler göreceksin ki o dehşetlerden melekler ve peygamberler bile korkmakta! Eğer bu sahadaki yarışmada kusur edersen, geriden gidip yeltişmen sana çok zor gelecektir! Eğer çokluğu istersen muhakkak çetin bir hesaba tutulursun. Eğer az ile kanaat etmezsen muhakkak uzun durmaya, ağlama ve vaveylâ koparmaya doğru sürüklenip gidersin. Eğer geri kalanların durumlarına rıza gösterirsen, muhakkak ashab-ı yemîn'den ve Hz. Peygamber'den ayrılırsın, nimetlere dalanların nimetlerinden mahrum olursun. Eğer hallerine aykırı davranırsan, ceza gününün şiddetleri içerisinde hesap görenlerden olursun.

Rahmet olasıca! Dinlediklerini düşün! Bundan sonra eğer sele-fin hayırlıları gibi olduğunu iddia ediyorsan az malla kanaat et, helâlde zâhidlik göster. Malını Allah yolunda çokça sarfet! Müslümanları nefsine tercih et! Fakirlikten korkma! Yarına birşey bırakma! Çokluk ve zenginlikten nefret et. Fakirliğe razı ol! Aza ve fakirliğe sevin. Zillet ve gönül alçaklığıyla mesrur ol! Yükseklik ve gururdan tiksin! İşinde kuvvetli ol! Kalbin hidayetten ayrılmasın. Allah yolunda nefsini hesaba çek! Bütün işlerini Allah rızasına göre ayarla!

Hiçbir zaman muttala bir kimse hesaba çekilmemiş ve sorgu sual için durdurulmamıştır. Sen helâl malı ancak Allah yolunda sarfetmek için topla!

Rahmet olasıca! Ey mağrur! Bu işi iyice düşün ve derinlemesine incele! Şen bilmez birisin, mal ile meşgul olmayı terketmek kalbi zikir, hatırlama, fikir ve ibret almak için boşaltmak, din için daha selâmetli bir yol ve hesap için daha kolaydır. Sorgu sual için daha hafiftir. Kıyametin tehlikelerinden daha emin, Allah nezdinde derecenin üstün olmasına daha elverişlidir. Bir sahabîden şöyle rivayet edilmiştir: 'Eğer birinin kucağı dinarlarla dolu olup o dinarları sadaka veriyorsa, başka biri de Allah'ı zikrediyorsa, Allah'ı zikreden daha faziletlidir'. İlim ehlinin birinden malı Allah yolunda sarfetmek için toplayan bir kimsenin durumu soruldu. Cevap olarak 'Malı terketmek, toplayıp sarfetmesinden daha sevaplıdır' dedi.

Rivayet olunduğuna göre, tâbiînin seçkinlerinden olan bir zata iki kişinin durumu soruldu. 'Bu iki kişinin biri helâlinden dünyayı istemiş, elde etmiş, onunla sılayı rahim yapmış, nefsi için de bir şeyler hazırlamıştır. Diğeri ise dünyadan kaçmış, dünyayı iste-memiş ve elde etmemiştir. Acaba hangisi daha hayırlıdır?' Cevap olarak şöyle demiştir: 'Yemin olsun, bu iki kişinin arasında mesafe vardır. Dünyadan kaçınan o kimse, şark ile garb arasındaki mesafe kadar öbüründen üstündür'.

Rahmet olasıca! Bu fazilet senin için dünyayı terketmeyi üstün tutmakla elde edilir. Eğer mal ile meşgul olmayı terkedersen, geçici dünyada, sana şu mükâfat verilir: Bu hareketin bedenin için daha rahattır. Seni az yoran, maişetin için daha verimli, kalbin için daha rahatlatıcı, üzüntülerini daha azaltıcıdır. Acaba sen malı terketmenden dolayı Allah yolunda sarfetmek için arayan kimseden daha üstün olduğunu bildiğin halde mal toplama hususundaki mâzeretin bundan sonra ne olabilir? Evet! Allah'ın zik-riyle meşgul olman, Allah yolunda mal vermenden daha üstündür. Bu bakımdan dünyayı terk etmekte senin için dünya rahatı ile ahiretin selâmet ve fazileti bir arada toplanmış olur. Eğer malın toplanmasında büyük fazilet olsaydı, muhakkak iyi ahlâk husu-sunda peygamberine uyman farz olurdu! Çünkü Allah sana onun vasıtasıyla hidayet etmiştir. Sen, onun nefsi için seçmiş olduğu dünyadan sakınmaya razı olmalısın!

Rahmet olasıca! Dinlediğini düşün! Kesinlikle bil ki saâdet ve zafer dünyadan sakınmakladır. O halde, Muhammed Mustafa'nın sancağıyla beraber cennet'ul-me'vâ'ya koş! Çünkü rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Mü'minlerin efendileri o kimselerdir ki sabah yemeği yediği zaman akşam yemeğini bulamaz. Aradığı zaman borç etmekten mahrumdur. Avretini örten elbisesinden başka elbisesi yoktur ve kendisini zengin edecek malı kazanmaya da muktedir değildir. Buna rağmen rabbinden razı olarak sabahlar ve akşamlar. Bu bakımdan Allah ve rasûlüne itâat edenler işte bunlardır. Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîk, şehîd ve iyi kimselerle beraberdirler.
Bunlarsa ne güzel arkadaştır. (Nisâ/69)

Ey kardeş! Bu beyandan sonra, mal topladığın zaman sen 'bu malı hayr için topluyorum' iddiasında isen bâtıl fikirlisin. Hayır! Hayır için toplamıyorsun. Aksine fakirlikten korktuğun için topluyorsun. Nimetlenmek, süslenmek, fazla mal edinmek, böbürlenmek, yücelmek, riya, gösteriş, büyüklük taslamak ve ikram görmek için bu malı topluyorsun. Sonra Allah yolunda sarfetmek için topladığını iddia ediyorsun! Rahmet olasıca! Allah'ı gözet! Ey mağrur! Bu dâvandan utan,bu dâvandan kork! Rahmet olasıca! Eğer sen mal ve dünya sevgisiyle meftun olmuşsan, ikrar et ki fazilet ve hayır, yetecek kadara razı olmakta ve fuzulî servetten kaçınmaktadır. Evet! Mal top-ladığın anda nefsini hor gör. Kötülük yaptığını itiraf et! Hesaptan kork! Böyle olmak senin için daha kurtarıcıdır, malın toplanması için delil getirmek hususunda tepinmekten daha fazla fazilete yakındır!

Kardeşlerim! Biliniz ki ashab-ı kirâmın zamanı, helâlin mevcut olduğu bir zamandı. Buna rağmen ashab-ı kirâm kendilerine helâl olan dünya hususunda insanların en muttakîsi ve en zâhidi idiler. Biz ise öyle bir zamanda yaşıyoruz ki helâl pek yoktur. 'Acaba gıdamıza ve setr-i avretimize yetecek kadar helâl bize nasıl müyesser olur?' diye düşünmek gerek!

Bizim zamanımızda mal toplamaya gelince, Allah bizi de, sizi de ondan korusun. Bundan sonra biz nerede, ashab-ı kirâmın takvası nerede? Zâhidlikleri ve ihtiyatlı hareketleri nerede? Onların kalpleri ve güzel niyetleri gibisi bize nereden verilmiştir? Göğün rabbine yemin ederim, biz ne-fislerin hastalıklarına, isteklerine müptelâ olduk. Yakın bir zamanda ölüm şerbeti içilecektir. Bu bakımdan ey (kavim), haşr gü-nünde yükü hafif olanların sevincini (görünüz!). Zenginlerin, helâl-haram demeden karıştıranların üzüntülerini müşahede ediniz. Eğer kabul ederseniz, size nasihat etmiş oldum. Oysa bu nasi-hati kabul edenler az. Allah bizi de, sizi de hayırlara muvaffak kılsın! Âmin!"

Hâris el-Muhâsibî'nin konuşması burada sona ermektedir. Fakirliğin zenginlikten daha faziletli olduğunu belirtmek hususunda burada yeteri derecede delil var, bundan fazlasına ise ihtiyaç yok!.. Bütün bunların doğruluğuna Dünyanın Zemmi, Fakr ve Zühd bölümlerinde, zikrettiğimiz hadîsler şahidlik etmektedir. Ayrıca Ebu Umâme'den rivayet edilen şu hadîs de şahidlik etmektedir:

Sa'lebe b Hatib147 dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yalvar ki bana rızık olarak biraz mal versin!' Hz. Peygamber, cevap olarak şöyle buyurmuştur:

Ey Salebe! Şükrünü edâ edebildiğin az mal, şükrüne gücünün yetmediği çok maldan daha hayırlıdır!

Salebe 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'tan bana rızık olarak mal vermesini dile!' der. Hz. Peygamber de şöyle buyurur:

Ey Salebe! Senin için ben güzel bir örnek değil miyim? Sen Allah'ın peygamberi gibi olmayı istemez misin? Dikkat et!

Nefsimi kudret elinde tutarı Allah'a yemin olsun, eğer dağların altın ve gümüş olmasını isteseydim olurdu.

Salebe şöyle dedi: 'Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Eğer sen Allah'tan biraz mal vermesini dilersen, (Allah da verirse) muhakkak her hak sahibinin hakkını vereceğim! Muhakkak yapacağım! Muhakkak yapacağım!'

Hz. Peygamber (s.a) 'Ey Allahım! Salebe'ye rızık olarak bir mal ver!' diye dua etti. Bunun üzerine Salebe koyun edindi, böceklerin ve haşeratın çoğaldığı gibi koyunları çoğalmaya başladı. Öyle ki Medine koyunlara dar geldi. Salebe Medine'den uzaklaştı. Bir vâdide konakladı. Öğle ve ikindi namazını gelip cemaatle kılıyordu, diğer namazları tek başına kılıyordu. Koyunları üredi, çoğaldı. Salebe uzaklaştı. Öyle ki cuma hariç, diğer cemaat namazlarını terketti. Koyunlar boyuna -haşeratm üremesi gibi-ürüyordu. Sonunda Salebe cumayı terketmeye mecbur kaldı. Cuma günleri Medine'den gelen kervanların önüne gidiyor, Hz. Peygamber'in Medine'deki haberlerini onlardan soruyordu. Hz. Peygamber (s.a) 'Hatib'in oğlu Salebe ne oldu?" diye sordu. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Koyun edindi. Medine kendisine dar geldi!' dediler.

Salebe'nin bütün hikayesi Hz. Peygamber'e anlatıldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Vay Salebe'nin haline, vay Salebe'nin haline, vay Salebe'nin haline!' O zaman Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:

Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua et! Çünkü senin duan onlar için bir rahatlık ve huzurdur.(Tevbe/103)

Allah Teâlâ, zekâtı farz kılınca, Hz. Peygamber, Cüheyne kabi-lesinden bir, Benî Selim kabilesinden de bir kişiyi zekât toplamaya memur kıldı. Onlara zekât toplamak hususunda bir emirname yazdı ve onlara yola çıkıp müslümanların zekatlarını toplamak için emir verdi ve şöyle dedi: 'Hatib'in oğlu Sa'lebe'ye ve -Benî Selim'den olan bir kişiyi kastederek- falana uğrayın! Onların zekâtlarını alın!' Bunun üzerine çıktılar, Sa'lebe'ye vardılar. Sa'lebe'den zekât istediler. Kendisine Hz. Peygamber'in isteğini söylediler.

Salebe 'Bu ancak haraçtır. Bu ancak haraçtır! Bu ancak haracın kardeşidir. Gidiniz! İşinizi gördükten sonra bana dönünüz!' dedi. İki zekât memuru, Benî Selim kabilesinden olan kişiye doğru gittiler. Onların geleceğini işiten o zat, develerinin en iyisini zekât için ayırdı ve sonra o develerle onları karşıladı. Onlar bunu görünce dediler ki: 'En güzel develeri zekât vermek sana farz değildir. Biz bunları almak istemiyoruz'. O 'Hayır! Bunları ala-caksınız! Zira zekât olarak nefsim bunları vermeyi istiyor!' dedi.

Onlar zekâtı topladıktan sonra Sa'lebe'ye uğradılar. Ondan zekât istediler. Sa'lebe onlara 'Emirnâmenizi bana gösteriniz!' dedi.

Emirnâme'ye baktığı zaman şöyle dedi: 'Bu, haracın kardeşidir! Gidiniz ki ben kararımı vereyim!' Onlar Sa'lebe'den ayrıldılar. Hz. Peygamber'e geldiler. Hz. Peygamber onları görünce, kendileriyle konuşmadan önce 'Vay Sa'lebe'nin haline!' dedi ve Benî Selim'den olan kişiye bereketle dua etti. Bundan sonra onlar Sa'lebe'nin de, öbürünün de yaptıklarını Hz. Peygamber'e naklettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sa'lebe hakkında şu ayet-leri indirdi:

Onlardan kimi de 'Eğer Allah bize lûtuf ve kereminden ihsan ederse muhakkak sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız!' diye Allah'a kesin söz verdiler. Ne zaman Allah, kereminden, istediklerini verdi, cimrilik edip, yüzçevirip döndüler. Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için Allah da kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerine ikiyüzlülük soktu.

Hz. Peygamber'in yanında o anda Salebe'nin yakınlarından biri bulunuyordu. O kişi Salebe hakkında inen ayeti dinledi. Çıkıp Salebe'ye geldi ve ona dedi ki: 'Annen seni kaybetsin! Allah Teâlâ senin hakkında şöyle ayet nâzil etti!' Bunun üzerine Salebe çıkıp Hz. Peygamber'e geldi. Zekâtının kabul edilmesini istedi. Hz. Peygamber dedi ki:

Allah Teâlâ, zekâtını kabul etmeyi bana yasakladı!

Salebe yerden toprak alarak başına dökmeye başladı. Bu manzara karşısında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: İşte bu senin işendir. Sana emrettim, bana itaat etmedin'.

Hz. Peygamber (s.a) vefat edince, Salebe, zekâtını Ebubekir Sıddîk'a getirdi. Ebubekir Sıddîk da onun zekâtını kabul etmedi. Hz. Ebubekir Sıddîk'tan sonra Hz. Ömer'e getirdi.

Hz. Ömer de onun zekâtını kabul etmekten kaçındı. Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde Salebe vefat etti.148

İşte malın tuğyanı ve uğursuzluğu! Sen de bu hadîs-i şerîften bu uğursuzluğu anlamış oldun. Fakirliğin bereketi ve zenginliğin uğursuzluğundan ötürü Hz. Peygamber gerek nefsine, gerekse aile efradına fakirliği tercih etmiştir. Hatta İmran b. Hüseyin şöyle anlatır:

'Benim Hz. Peygamber'in nezdinde kıymetim vardı ve Hz. Peygamber bana şöyle demişti:

Ey İmran! Senin katımızda kıymetin vardır! Kızım Fâtıma hastadır. Onun ziyaretine gelir misin?

Ben 'Evet! Annem ve babam sana fedâ olsun, ey Allah'ın Rasûlü gelirim' dedim ve Hz. Peygamber ile beraber Fâtıma'nın kapısına kadar gittik. Hz. Peygamber kapıyı çaldı ve şöyle dedi:

-Selâm üzerine olsun! Gireyim mi?

-Ey Allah'ın Rasûlü! Gir!

-Yanımdakiyle beraber girebilir miyim?

-Ey Allah'ın Rasûlü! Kim var yanında?

-Hüseyin'in oğlu İmran!

-Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim,benim sırtımda bir abadan başka birşey yok!Hz. Peygamber eliyle işaret ederek şöyle dedi: Abayı şöyle yap!

-Peki! Bedenimi aba ile örttüm. Başımı ne yapacağım!

Bunun üzerine Hz. Peygamber yanındaki küçük bir başörtüsünü Fâtıma'ya uzattı ve şöyle dedi: "Bununla da başını ört!' Sonra Fâtıma izin verdi ve Hz. Peygamber içeri girip şöyle dedi:

-Ey kızım! Selâm sana! Nasıl sabahladın?

-Yemin olsun, ızdırablı olduğum halde sabahladım! Yemek yemediğim için ızdırabım daha da artırıyor. Açlık mecâlimi kesmiştir.

Bunun üzerine Hz. Peygamber ağlayarak şöyle dedi:

Ey kızım! Üzülme! Yemin olsun, üç günden beri ben de hiç-bir şey yemiş değilim. Oysa ben Allah nezdinde senden daha azizim. Eğer rabbimden isteseydim bana yedirirdi. Fakat ben âhireti dünyaya tercih ettim.149

Sonra elini Fâtıma'nın omuzuna vurarak şöyle dedi:

-Sana müjde olsun! Allah'a yemin ederim, gerçekten sen cennet kadınlarının başı ve hâtunusun!

-Firavun'un karısı Asiye, İmran'ın kızı Meryem neredeler?

-Asiye, kendi zamanındaki kadınların hâtunu; Meryem, kendi zamanındaki kadınların hâtunu; (Annen) Hatice kendi zamanındaki kadınların hâtunudur.

Sen de kendi zamanındaki

kadınların hâtunusun. Gerçekte sizler kamıştan yapılmış evler içerisinde bulunacaksınız! O evlerde ne eziyyet var, ne de gürültü!

Amcamın oğluna kanaat et! Yemin olsun seni hem dünyada efendi, hem de ahirette efendi olan bir kimse ile evlendirdim!

Şimdi Fâtıma'nın haline bak! O, Hz. Peygamber'in bir parçasıdır! Gör ki o, fakirliği nasıl tercih etmiş ve malı nasıl terketmiştir? Kim peygamberlerin ve velî kulların hallerini gözetir, sözlerini can kulağıyla dinlerse, onların haber ve eserlerinde vârid olanı tedkik ederse, malın yokluğunun, varlığından daha üstün olduğundan zerre kadar şüphe etmez.

Hatta bu mal hayır yolunda sarfedilse bile durum böyledir. Zira hayır ve hasenata sarfetmek, şüphelilerden korunmak ve haklarını edâ etse bile, o malın en az zararı, onun korunmasına gayret sarfettirir ve Allah'ın zikrinden insanı alıkoyar! Zira Allah'ı anmak ancak kalbin ferahıyla mümkündür. Mal ile uğraşırken kalbin boşalması sözkonusu değildir.

Cerir'den, o da Leys'ten şöyle rivayet etti: 'Biri Meryem'in oğlu İsa (a.s) ile arkadaşlık yapmak istedi ve 'Seninle beraber olup ar-kadaşlık yapmak istiyorum!'- dedi. Bunun üzerine seyahata çıktılar. Bir nehrin kıyısına varınca oturdular. Kahvaltı yaptılar.

Beraberlerinde üç ekmek vardı. Ekmeğin ikisini yediler. Üçüncü ekmek kaldı. Hz. İsa (a.s) nehire gitti. Su içti, dönünce kalan ekmeği bulamadı ve o kişiye 'Ekmeği kim götürdü' dedi. Kişi 'Bilmiyorum!' dedi.

Hz. İsa (a.s) arkadaşı ile beraber yola devam etti. Beraberinde iki yavrusu bulunan bir geyik gördü. İsa (a.s) geyik yavrularından birini çağırdı. Yavru, Hz. İsa'ya geldi. Hz. İsa onu kesti, hem kendisi, hem de arkadaşı yediler. Sonra geyik yavrusuna 'Allah'ın izniyle kalk' dedi. Geyik yavrusu kalktı ve yürüdü. İsa (a.s) arkadaşına dönüp şöyle dedi: 'Sana bu mu'cizeyi gösteren Allah adına yemin veriyorum: 'O ekmeği kim aldı?' Kişi 'Bilmiyorum?' dedi. Sonra bir dereye geldliler. İsa (a.s) onun elinden tutup su üze-rinde yürüdüler. Öbür tarafa geçince 'Şu mucizeyi sana gösteren Allah'ın hakkı için, o ekmeği kim aldı?' dedi. Kişi 'Bilmiyorum!' dedi. Böylece bir çöle varıp oturdular. İsa (a.s) toprak ve kum top-ladı. Sonra 'Allah'ın izniyle altın ol!' dedi. Toprak altın oluverdi. O altınları üçe böldü. Sonra dedi ki: 'Üçte biri benim, üçte biri senin ve üçte biri de ekmeği alanındır!'

Bunun üzerine kişi 'Ekmeği ben aldım!' dedi. Hz. İsa da 'O halde hepsi senin olsun!' dedi ve ondan ayrıldı.

İsa (a.s) ayrıldıktan sonra onun yanına iki kişi geldi. Bu çölde onun yanında malı görünce malı ondan alıp onu öldürmek istediler. O yalvararak 'Bunu üçe taksim edelim' dedi. Biri 'Birimiz köye gidelim ki bize bir yemek satın alsın, yiyelim!' dedi. Birisini köye gönderdiler!

Köye giden kişi kendi kendine dedi ki: 'Ben bu kadar malı neden bunlarla bölüşeyim. Bu getireceğim yemeğe zehir koyacağım. Onların ikisini de öldüreceğim ve tek başıma mala sahip olacağım!' Dediklerini yaptı. Malın yanında kalan iki kişi ise dedi ki: 'Biz bu üçüncü kişiye neden mal verelim. O köyden dönünce onu öldürelim, malı aramızda taksim edelim!' O kişi onlara dönünce onu öldürdüler. Zehirli yemeği yeyince öldüler. Mal çölde sahipsiz kaldı ve üç kişi de onun yanında öldü. Hz. İsa onlar bu halde iken yanlarından geçti ve arkadaşlarına şöyle dedi: 'İşte dünya budur! Dünyadan sakının!'

Hikâye ediliyor ki, Zülkarneyn bir millete rastladı. Onların elinde halkın lezzetlendiği hiçbir şey yoktu. Onlar çukur eşerler, sabahladıkları zaman o çukurlara bakarlar, süpürürler. O çukurların yanında ibâdet ederler ve dört ayaklı hayvanların yedikleri gibi bitkileri yerlerdi ve onlar için yer bitkilerinden bir geçimlik çıkıvermişti. Zülkarneyn onların kralına haber göndererek yanına dâvet etti! O dedi ki: 'Benim Zülkarneyn ile görülecek bir ihtiyacım olsaydı muhakkak sana gelirdim'.

Zülkarneyn kendisine şöyle sordu:

- Neden sizi hiç kimsenin bulunmadığı bir durumda görüyo-rum.

-Nedir o şey?

-Ne dünyanız, ne de herhangi birşeyiniz var! Neden altın ve gümüş edinip onlardan faydalanmadınız?

-Biz şu illetten dolayı altın ve gümüşten nefret ettik: Çünkü bir  kimseye onlardan birşey verildiği zaman o kimsenin nefsi iştahlı olur ve onu daha fazla üzer!

-Siz neden bu çukurları kazdınız? Sabahlayınca neden bu çukurlara gidip onları süpürüyor ve yanlarında ibâdet ediyorsunuz?

-Bizim gayemiz, bu mezarlara baktığımızda, dünyayı ümit ettiğimiz zaman bu mezarlar bizi bu ümitten alıkoysunlar!

-Görüyorum ki yemeğiniz yer bitkileridir. Neden hayvan edinmediniz? Oysa onları sağar, onlara biner ve lezzet alırdınız!

-Karınlarımızı hayvanlar için mezar yapmayı çirkin gördük.Yer bitkilerinin bunların yerini tuttuğunu gördük. Ademoğluna uygun olan en az şeyle yetinmektir. Ne olursa olsun, boğazı geçen yemeğin tadını alamayız!

Sonra o memleketin kralı elini Zülkarneyn'in arkasına uzatarak bir kafatasını eline aldı ve şöyle dedi:

-Ey Zülkarneyn! Bunun kim olduğunu biliyor musun?

- Hayır! O kimdir?

-Bu yeryüzünün padişahlarından biridir. Allah Teâlâ ona saltanat sürmeyi nasip etti. O ise hileye, zulme ve kibre kaçtı. Allah Teâlâ onun bu hareketlerini görünce onu helâk etti. O yere atılan taş gibi oldu. Allah Teâlâ onun yaptıklarını, teker teker, ahirette
ona ceza vermek için defterine yazdı.Bunu söyledikten sonra başka bir çürümüş kafatasını eline aldı ve şöyle dedi:

-Ey Zülkarneyn! Bunun kim olduğunu biliyor musun?

-Hayır, bilmiyorum!

-O bir padişah idi. O zâlim padişahtan sonra Allah buna saltanat verdi. Kendisinden önce geçen padişahın hile, zulüm ve gururunu görmüştü. Bu bakımdan tevazu gösterdi.

Allah'tan korktu.Memleketinde adalet icra etti. İşte o da gördüğün gibi oldu. Allah onun da amelini tesbit etti ki âhirette ona da mükâfat versin!

Bunları gösterdikten sonra Zülkarneyn'in kafatasına işaret etti ve şöyle dedi:

-Bu da bunların ikisi gibi bir kafatasıdır. Ey Zülkarneyn!Dikkat et! Ne yaptığını bil!

-Sen bana arkadaşlık yapmıyorsun ki seni vezir ve kardeş edineyim, Allah'ın bana vermiş olduğu bu servetlere ortak yapayım!

-Ben ve sen bir yerde durmaya da, beraber olmaya da elverişli değiliz!

-Niçin?

-Çünkü insanlar senin düşmanın, benim ise dostlarımdır.

-Niçin?

-Sana elindeki mülk, servet ve dünyadan dolayı düşmanlık yapıyorlar. Ben ise bunları terkettiğimden ötürü hiç kimsenin bana düşmanlık güttüğünü görmüyorum! Bir de benim yanımda az ihtiyaç ve az şeyin olmasından dolayı kimse bana düşmanlık yapmıyor!

Zülkarneyn hayretler içerisinde kalıp, nasihat almış olarak onun yanından ayrıldı.

İşte bu hikâyeler, daha önce zikrettiğimiz delillerle beraber, zenginliğin âfetlerine seni muttali kılmaktadırlar. Tevfik Allah'tandır. Kitabu Zemm'il-Buhl ve Zemmi Hubb'il-Mal (Mal Sevgisinin ve Cimriliğin Kötülenmesi) bölümü, Allah'ın yardımıyla burada sona ermiş bulunuyor. Allah'ın izniyle, bu bö-lümün ardından Kitabu Zemm'il-Câh ve'r-Riya bölümü gelecektir

---------------------------------------------------------------------------

134)Bu zat, zâhir ile bâtının arasını cemeden kimselerdendir. H. 343'de vefat etmiştir.

135)Müslim, Buhârî

136)İmam Ahmed

137)İmam Ahmed

138)Bezzar, (Enes'ten zayıf bir senedle)

139)Daha önce geçmişti.

140)Irâkî hadîs olarak görmediğini kaydetmektedir.

141)Müslim, Buhârî

142)Müslim, Buhârî

143)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.

144)İbn Mâce, Tirmizî

145)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.

146)Bezzar, Hâkim

147)Adı Salebe b. Hâtib b. Amr b. Ubeyd b. Ümeyye b. Zeyd b. Mâlik b. Avf b. Arar b. Avf b. Mâlik b. Evs el-Ensârî'dir. Musa b. Ukbe onu Bedir'e iştirâk edenler arasında zikretmiştir. Aynı ismi taşıyan başka bir sahabî daha vardır. O da Ensar'dandır. İbn İshak Mescid-i Dırar'ı yapanlar arasında bu ikinciyi zikretmektedir.
148)Taberânî, (zayıf bir senedle)

149)Irâkî İmran'ın hadisine rastlamadığını, İmam Ahmed ve Taberânî'nin, Ma'kal b. Yesar'dan sahih bir senedle rivayet ettiklerini söylemektedir.

Yazar    : İmam Gazâli

Çeviren : Ali Arslan

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
13
İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE / Cimriliğin Tedavisi
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 10:23:48 ÖÖ »


Cimriliğin Tedavisi

Cimriliğin sebebi mal sevgisidir. Mal sevgisinin de iki sebebi vardır.

Bir

Onlardan biri, uzun emelle beraber ancak mal ile elde edilen şeyleri sevmektir. İnsanoğlu birgün sonra öleceğini bilse çoğu zaman malıyla cimrilik yapmaz. Çünkü birgün veya bir ay veya bir sene muhtaç olacağı miktar yakındır. Eğer kısa emelli olmasına rağmen çocukları varsa, çocuklar uzun emelin yerine kaim olur.Çünkü kişi onların geride kalacaklarını, kendi nefsinin kalacağı gibi takdir eder, onlar için mal toplar ve bunun için de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

Çocuk, cimriliğe, korkaklığa ve cehalete teşvik edici bir sebeptir.132

Buna 'fakirlik korkusu', 'rızkın gelmesine az güvenmek' de eklendiği zaman şüphesiz ki cimrilik daha da güçlenir.

İki

İkinci sebep, malın bizzat kendisini sevmesidir; zira insanların bir kısmı vardır ki ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar malı vardır. Eğer normal infak etse bile geride binlerce dirhemi kalacaktır. Kendisi çocuksuz bir ihtiyar olduğu halde beraberinde birçok mal vardır. Fakat nefsi, zekâtı vermeye bile tahammül etmemektedir. Hastalık anında kendisini tedavi etmeye razı olmamaktadır! Dinarların dostu ve aşığı olmuştur.

Elinde dinarların olmasından vc onlara muktedir olmasından zevk alır. Onları toprak altında saklar. Bilir ki öldüğü zaman onlar ya toprağın altında zâyi olacaktır veya düşmanlarının eline geçecektir. Buna rağmen nefsi bir türlü bir lokma yemesine veya sadaka vermeye dahi razı olmaz. Bu, kalbin büyük bir hastalığıdır. Tedavisi zordur. Hele ihtiyarlık zamanında bu müzmin bir hastalıktır. Tedavi edilmesi umulmaz. Bunun sahibinin misâli, bir şahsa aşık olan ve o şahıstan gelen elçiyi seven, sonra aşık olduğu şahsı unutan, elçi ile meşgul olan bir kimsenin misâline benzer. Çünkü dinarlar (paralar) elçidir. İnsanların ihtiyaçlarını giderir ve bunun için de sevimli olur; zira lezzetli birşeye götüren de lezzetli olur. Sonra paralar vasıtasıyla elde edilen ihtiyaçlar unutulur. Paralar kişinin yanında sanki kendilerinde bulunan bir marifetten dolayı sevgili olur. Bu ise dalâletin son noktasıdır. Hatta para ile taş arasında fark gören bir kimse cahildir. Ancak para ile ihtiyaç yerine getirilir. İşte farkı bu kadardır. Bu bakımdan ihtiyaçtan fazla olanı taş mesabesindedir. İşte mal sevgisinin sebepleri bunlardır.

Her hastalığın tedavisi ancak onun sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan şehvet sevgisini, aza kanâat etmekle ve sabırla tedavi etmelisin. Çünkü uzun emeli, ölümü çok hatırlamakla, akran ve emsâlinin ölümüne bakmakla tedavi edersin. Mal toplamak sevgisini, mal toplayanların yorgunluklarına ve onlardan sonra malın zâyi olmasına bakmakla tedavi edebilirsin.

Kalbin çocuğa karşı duyduğu aşırı ilgiyi şu şekilde tedavi edebilirsin: Çocuğun yaradanı, onunla beraber rızkını da yaratmıştır. Nice çocuklar vardır ki babasından kendilerine miras kalmamıştır. Oysa babasından miras alanların halinden, onun hali daha iyidir. Malı çocuğu için topladığını ve çocuğunu hayırlı bir durumda bırakıp kendisinin şerre gideceğini bilmekle tedavi edebilir. Evladı eğer muttakî, salih bir kimse ise, Allah ona kâfidir. Eğer fâsık ise bıraktığı o mal ile günahları daha da artar. İşlediği günahların felâketi de kendisine döner düşüncesiyle tedavi olur.

Kalbini, cimrilik hakkında ve cömertliğin övülmesi hususunda vârid olan hadîsleri ve cimrilikten dolayı Allah'ın büyük azabını düşünmek suretiyle tedavi etmelisin.

Fayda verici tedavi formüllerinden biri de cimrilerin durumlarını çokça düşünmek, tabiatın onlardan nefret ettiğini ve çirkin gördüğünü çokça düşünmektir; zira hiçbir cimri yoktur ki başkasında olan cimriliği çirkin görmesin ve cimri olan arkadaşlarının cimriliğinden rahatsız olmasın. Bu bakımdan kendisinin de halkın kalbinde çirkin sayıldığını bilmelidir. Nitekim diğer cimrileri de kendisi böyle telâkki eder. Yine kalbini malın maksadlarını, niçin yaratıldığını, malın sadece ihtiyaç miktarının korunması gerektiğini, fazlasını infak etmekle âhiret için azık hazırladığını düşünmekle tedavi eder.

İşte mârifet ve ilim yönünden gelen tedavi formülleri bunlardır. Bu bakımdan kişi, basiret nûruyla malı vermenin, gerek dünyada ve gerek ahirette, vermemekten daha hayırlı olduğunu bildiği zaman, eğer aklı varsa vermeye rağbet eder. Eğer şehveti hayır hususunda harekete geçerse, derhal ilk hatıra gelene icabet etmelidir. Çünkü şeytan, kendisini durmadan fakirlikle korkutur ve cömertlikten menetmeye çalışır.

Hikâye olunuyor ki, Ebu Hasan el-Buşencî133 birgün helâda bulunuyordu. Bu esnada talebesini çağırdı ve dedi ki:

-İç gömleğimi çıkar, filân adama ver!'

-Helâdan çıkıncaya kadar sabredemedin mi?

-Nefsimin caymasından emin değilim. Helâda iken kalbime geldi. Helâdan çıkıncaya kadar nefsimin fikir değiştireceğinden emin olmadığımdan dolayı böyle yaptım.

Cimrilik sıfatı zorla vermeye kendisini alıştırmakla ortadan kalkar. Tıpkı aşkın, ancak mâşukun memleketinden ayrılmakla ortadan kalktığı gibi... Hatta kişi sefere çıkar, mâşukundan ayrılırsa ve bir müddet de onsuz tahammül etmeye kendisini zorlarsa, kalbi artık onsuz durmaya alışır. Cimrilik hastalığını tedavi etmek isteyen bir kimsenin de vermek suretiyle maldan zorla ayrılması uygundur. Hatta malı suya atması bile malı severek elinde bulundurmaktan daha hayırlıdır.

Bu hususta çıkar yolun inceliklerinden biri de nefsini güzel isim yapmak, cömertlikle şöhret bulmakla aldatmasıdır. Nefsi, cömertliğin haşmetine tamah edinceye kadar riya kasdıyla vermelidir. Böylece nefsinden cimriliğin çirkefini uzaklaştırır, onunla riya çirkefini elde etmiş olur. Fakat bunu yaptıktan sonra riyaya yönelir, riyayı ilacıyla ortadan kaldırmaya çalışır. Bu bakımdan isim yapmak hevesi, nefsi maldan kesme anında nefis için teselli gibi olur. Nitekim çocuğun, annesinin sütünden kesildiği anda kuş ve benzeri şeylerle oynamakla teselli olduğu gibi... Çocuğun bunlarla oynaması, çocuğu oyunla başbaşa bırakmak için değildir. Annesinin memesinden ayrılsın diye bu imkân kendisine verilir. Sonra bu imkândan da bir kısmını diğerine musallat kılmak uygundur. Nitekim şehveti öfkeye musallat kılınır. Şehvetin hamakatı onunla kırılır. Ancak bu usûl, kendisinde mertebe ve riya sevgisi, cimrilik sevgisinden daha az olan kimse için faydalıdır. Böylece en kuvvetlisi en zayıf ile değiştirilir. Eğer rütbe onun nezdinde mal kadar sevimli ise o vakit cimriliği bırakıp ona yapışmakta hiçbir fayda yoktur. Çünkü bir hastalıktan yakayı sıyırır ve diğer hastalığa onun bir mislini daha eklemiş olur. Bunun alâmeti, riya için vermenin kendisine ağır gelmemesidir. Böylece bilinir ki riya kendisinde daha galiptir. Eğer vermek, riya ile beraber nefse ağır geliyorsa, bu takdirde vermek uygundur. Bu ağır gelme delâlet eder ki cimrilik hastalığı kalpte riyadan daha ağır basar.

Bu sıfatların birinin diğerini ortadan kaldırmasının misâli, tıpkı şu denilen söze benziyor:

'Ölünün bütün bedeni kurtlanır. Sonra da o kurtlar sayıları azalıncaya kadar birbirini yerler. (Yani iki büyük kurda dönüşünceye kadar birbirlerini yerler). Sonra o iki kurt birbirini yeyinceye kadar dövüşür. Galip mağlubu yer, semizleşir. Sonra tek başına kalır ve ölüme mahkûm olur!'

İşte bu çirkin sıfatlar da böyledir. Bazılarını bazılarına musallat etmek, onun kökünü kazımak, kuvvet bakımından zayıf olanı, kuvvetliye yem yapmak mümkündür. Ta ki bir tanesi kalıncaya kadar... Onu da mücahede ile eritip ortadan kaldırmalıdır. Onunla mücahede etmek, ondan gıdasını menetmek demektir. Sıfatlardan gıdayı menetmek demek, onların isteklerine göre amel etmemek demektir.

Diğer sıfatlar, şüphesiz birtakım ameller isterler. Ne zaman onlara aykırı hareket edilirse, onlar sönerler ve ölürler. Meselâ cimrilik, malı sarfetmemeyi ister. Onun isteğine karşı çıkıp zaman zaman mal verildiği takdirde cimrilik sıfatı ölür. Cömertlik, insana tabiat olur, vermek için çekilen zorluklar ortadan kalkar; zira cimriliğin tedavisi ilim ve amelledir. Burada ilim, cimrilik âfetinin bilinmesine, cömertliğin faydasına dönüşür. Fakat cimrilik bazen gözü kör, kulağı sağır edercesine kuvvetli olur. Dolayısıyla bu husustaki mârifetin tahakkukuna mâni olur. Mârifet tahakkuk etmediği takdirde rağbet ve istek harekete geçmez. Dolayısıyla çalışmak da kolay olmaz, illet müzmin olarak kalır. Tıpkı ilacın bilinmesine ve kullanma imkânına mâni olan hastalık gibi... Zira böyle bir hastalıkta ölünceye kadar sabretmekten başka çare kalmaz. Tasavvuf şeyhlerinin bazılarının âdeti, müridlerdeki cimriliği tedavi etmek hususunda, şuydu: Onlara mahsus olan zaviyelerden onları menederdi. Bir müridin zaviyesiyle ve zaviyenin içerisinde bulunan şeylerle sevindiğini hissettiği zaman, onu başka bir zaviyeye, başka bir zaviyeyi de oraya nakleder ve onun elinden bütün mülk edindiklerim alırdı. Yeni bir elbiseye iltifat ettiğini gördüğü veya bir seccade ile sevindiğini hissettiği zaman derhal onu başkasına vermesini emrederdi. Ona eski bir elbise giydirirdi. Öyle bir elbise ki müridin kalbi o elbiseye meyletmezdi.İşte kalp bu yolla dünya mallarından uzaklaşırdı. Bu bakımdan bu yolda gitmeyen bir kimse dünya ile yakınlık kurup dünyayı sever. Eğer kişinin bin türlü malı varsa bin tane sevgilisi var demektir. Bunun için de onlardan biri çalındığı zaman, onu sevdiği kadar, üzüntüye mâruz kalır. Öldüğü zaman bir defada onun üzerine bin musibet iner. Çünkü hepsini severdi ve hepsi kendisinden alınmıştır! Hayattayken de onları kaybetmek ve onların elinden çıkması tehlikesiyle karşı karşıya idi.

Padişahlardan birine Firuzeç denilen maddeden yapılmış, cevherlerle süslenmiş bir tabak hediye edildi ki onun benzeri görülmemişti. Padişah buna pek sevindi. Yanındaki hükemadan birine şöyle sordu:

-Bunu nasıl görüyorsunuz?

-Onu bir musibet ve fakirlik olarak görüyorum!

-Nasıl olur?

-Eğer kırılırsa reddedilemeyecek bir musibet olur. Eğer çalınırsa ona muhtaç olur ve benzerini de bulamazsın. Oysa bu sana gelmeden önce sen hem musibetten, hem de buna muhtaç olmaktan emindin.

Sonra günün birinde tabak kırıldı veya çalındı. Padişaha bu musibet pek ağır geldi ve dedi ki: 'Hakîm doğru söyledi! Keşke o tabak başta bize hediye edilmeseydi!'

Dünya sebeplerinin hepsinin durumu budur. Çünkü dünya Allah düşmanlarının düşmanıdır. Onları cehenneme sevkeder. Allah dostlarına da düşmandır. Kendisine karşı sabretmekle onları üzer. Allah'ın da düşmanıdır. Çünkü Allah'a giden yolu kullarının yüzüne kapatır. Kendi kendisinin de düşmanıdır. Çünkü nefsini kıtır kıtır yer; zira mallar ancak hazinelerde nöbetçilerle korunur. Hazine vc nöbetçiler ise, ancak mal ile; dirhem ve dinarı vermek suretiyle edinilir. Bu bakımdan mal, nefsini yer, zatına ters düşer.

Sonunda yok olup gider. Malın âfetini ve tehlikesini bilen bir kimse onunla ünsiyet edip sevinmez! Aksine zarurî ihtiyacı kadar ondan alır. İhtiyaç kadarıyla kanaat eden bir kimse cimri olmaz. Çünkü ihtiyacı olanı vermemesi cimrilik değildir. Muhtaç olmadığı miktarı korumakla nefsini yormaz. Bu bakımdan onu sarfeder. Hatta o, nehrin suyu gibidir; zira nehrin suyu hakkında hiç kimse cimrilik etmez. Çünkü halk, ihtiyaçları kadarıyla kanaat eder!

--------------------------------------------------------------

132) İbn Mâce

133) Adı Ebu Hasan Ali b. Ahmed b. Sehl'dir. H. 318'de vefat etmiştir

Yazar    : İmam Gazâli

Çeviren : Ali Arslan
14
RADYONUZ HAC DOLAYSİYLE 2 HAZİRAN 2024  26 HAZİRAN 2024 ARASI KAPALI OLACAKTIR. DAHA SONRA İNŞALLAH KALDIĞIMIZ YERDEN YAYINIMIZ DEVAM EDECEKTİR.  BİR MÜDDET PAYLAŞIM YAPAMAYACAĞIZ.
15
İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE / İyiliğe Yol Ver
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:42:58 ÖÖ »


İyiliğe Yol Ver

Bedir’e katılan ve ensardan olan Ebu Mesud Ukbe b. Amr (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Kim bir hayra ve iyiliğe kılavuzluk ederse ona hayrı işleyenin sevabı kadar sevap vardır (Müslim, İmare 133)."
 
Dünya hayatı her birimize ayrı imkanlar sunar. Kimimiz varlıklı ve rahat bir hayat yaşar, kimimiz varlığa muhtaç, zor bir hayatı yaşarız. Kimimiz, eğitim ve ilim tahsili yönünden varlıklı bir hayatı yaşarız, kimimizin de okuyacak ve ilim elde edecek şartlarımız tahakkuk etmez. Kimimiz, hayat şartları açısından zor bir coğrafyada hayat sürdürürken , kimimizin de yaşadığı coğrafyada hayat daha basit ve güzel devam eder. Fakat, sorumluluk açısından her birimiz aynı imtihana tabiyiz.
 
Tabi olduğumuz bu imtihanın değerlendirilmesi de içinde yaşadığımız şartların durumuna göre yapılacaktır. Varlıklı bir kişi ile fakir bir kişinin imtihanları farklı değerlendirmelere tabi olacaktır. Birisi, kendisine babasından, dedesinden kalan malı dağıtarak sevap işleyebiliyor. Diğeri ise sahip oldukları ile ancak kendisinin ve ailesinin karnını doyurabiliyor. Sadaka olarak dağıtacak hiçbir şeyi yok gibi görünüyor. Zenginin bol olan malından verdiği sadaka ile fakirin az olan imkanlarından ödediği, oran olarak farklılık arz etse de imkan açısından eşittir. Her birisi sahip olduklarının ölçüsünde infakta bulunmuşlardır.
 
Her birimizin hayra ve iyiliğe kılavuzluk edebileceği bir imkanı ve özelliği mutlaka vardır. İyilik sadece maddi imkanlarla yürütülecek bir kavram değildir. Sahip olduğumuz birçok özelliğimiz, hayra açılabilecek bir kapı durumundadır. Düşünce ve fikriyatı ile kültür ve medeniyetlerin kurulmasına katkıda bulunmak, kalemi ile bu kurulan medeniyetlerin ürettiklerini kayda geçirip başka nesillerin istifadesine sunmak bunlardan bazılarıdır. Bu medeniyet yaşadığı sürece, iyilikten payına düşen katkıyı almaya devam edecektir.
 
Kendi imkanları olmadığı halde, imkanı olan insanları bir araya getirip iyilik serüveni başlatan bir insanın örneğini düşünelim. Geride durmayıp, liderlik veya organizasyon kabiliyetini kullanarak hayra ve iyiliğe kılavuzluk yapabiliyor. Servis arabası ile günlük seferlerini yapan bir kardeşimizin, günlük bir seferini de iyiliğe ayırması, okulda öğretmenlik yapan bir öğretmenin ders sonrası bir saatini iyiliğe ayırması, bir din görevlisinin görevi dışındaki bir saatini iyiliğe ayırması gibi örnekler bizlere iyiliğe yol vermenin bir çok örnekliğinin olduğunu göstermektedir. İyiliğe yol veren, hayatında da iyilik ile karşılaşır.
 
Hayır ve iyilik kervanı ilk insandan itibaren durmadan yoluna devam etmektedir. Geçtiği her dönemde insanlar bu kervana katkı sunmaya çalışmışlardır. Bu kervan, son insan yeryüzünde kalana kadar da yoluna devam edecektir. Devam eden bu sürece bizler de kendi imkanlarımız ölçüsünde katkı sunmalıyız. Bu katkı, bizim kendimizi mutlu edeceği gibi, yardımımızın dokunduğu kişileri de mutlu edecektir. Ayrıca yaşadığımız ve yaşattığımız bu mutluluklardan dolayı sevap da kazanmış olacağız. Hem toplumsal ihtiyaçları karşılamış oluyoruz hem de karşılığında ebedi olan cennete giden yolun taşlarını döşemiş oluyoruz. Bizden sonra da bizlere yapılan dualar ile bu yol tamamına erecektir inşaallah. 
 
Üzgün bir yüzde tebessüme vesile olmak, kırık bir kalbin parçalarını bir araya getirmek, karanlıklarla boğuşan bir insanın yolunu aydınlatmak, düşenin elinden tutmak ve umuda sebep olmak bizden sonra bizi takip edecek amellerimizdir. İyiliğe yol ver, iyilik bul.

İDRİS KALAY.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
16
Bizden Sizlere / Söz ve Eylem Çelişkisi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:32:48 ÖÖ »


Söz ve Eylem Çelişkisi

Ebu Zeyd Üsame b. Harise (r.a) şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyururken işittim: Kıyamet gününde bir kimse getirilip cehenneme atılır.

 Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen çeviren merkep gibi döner durur. Cehennemlikler onun yanında toplanırlar ve derler ki:

Ey falan oğlu filan, sana ne oldu? Sen dünyada bizlere dinin iyi dediklerini emreder yasakladıklarından da sakındırırdın değil mi? O kişi de: “Evet iyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülüklerden sakındırırdım da kendim onu yapardım” der. (Buhari, Bed’ül Halk 10, Müslim, Zühd 51.)

Dilden dökülenlerin hakikat seviyesine ulaşabilmesi için, söylediklerimizin kalpte de yer etmesi gerekir. Dil ve kalp birbirini destekleyecek durumda olursa, bu hakikat iman seviyesine çıkmış olur.  İman ise, inandıklarını hayatında tatbik edecek dereceye ulaşma seviyesidir. Dil, kalbin hissettiğini söyleyecek, iman ise sözün amele yansımasını sağlayacaktır.

Söylemin eyleme dönüşmemesi psikolojik bir vakadır. Kişinin yapmadığı bir ameli insanlara anlatması veya onları o ameli yapmaya teşvik etmesi kendi bütünsel kişiliğinde bir problemin varlığına işaret eder. Bu durum kişinin ya art niyetli olduğunu gösterir ya da gerçekte inanmadığını. Her iki durumda da bu kişinin problemli bir kişiliğe sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunların yanında üşengeçlik, tembellik, ciddiye almama ve önemsememe gibi durumların varlığı da söz konusu olabilir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, bu şekildeki bir mazeret geçerli bir mazeret değildir.

İnsanları hayra çağıracak bir topluluğun içerisinde yer almayı düşünen din bilginlerinin, öncelikle anlatacaklarını özümsemiş ve onları hayatında uygulama kararlılığını göstermiş olmayı başarmış olması gerekmektedir. Hiç tatmadığınız bir yemeği, çok güzel bir yemek olarak istediğiniz kadar anlatın bir gerçekliği olmayacaktır. Seccadenin başında geceleyin iki damla gözyaşı dökmeyen birisinin, bu ibadetten alınacak tadı anlatabilecek kelimeleri olmayacaktır veya o kelimelerin bir etkisi olmayacaktır. Dünya ve ahiret arasında bir tercihte bulunması gerektiğinde kalbi sürekli dünyaya meyl eden birisinin ‘ahireti tercih et’ diye tavsiyede bulunmasının bir karşılığı da olmayacaktır.

Din öğretilerinin toplum üzerindeki etkisinin azalmasının nedenlerinden birisi de irşat ve tebliğ vazifeleri ile görevli din bilginlerinin, yeterli derecede inandıklarını hayatlarına yansıtamaması ile ilgilidir. Somut örnekler, hayatın her alanında soyut anlatımdan daha etkili bir yöntemdir.

Özünde samimiyeti barındıran bir dinin mensup ve temsilcilerinin uygulama noktasında da gerekli hassasiyeti göstermeleri beklenilen bir davranıştır. Güne ve zamana verecek bir mesajımız varsa, bu mesajın içeriği kadar nasıl uygulandığını da göstermemiz gerekmektedir.

Bir yaşam şekli olan dini, kendi kişisel çıkarlarımıza, dünyalık beklentilerimize, kendimizi yakın hissettiğimiz görüş ve düşüncelere ve heveslerimize feda etmemeliyiz. Gerçek ve samimi bir yaklaşımla, inandığımız gibi yaşamı kendimize rehber edinmeli ve bu rehberlik uygulamasından kelimelere dökülen ifadeleri etrafımıza anlatmalıyız. Aksi takdirde hadiste de ifade edildiği gibi herkesi cennete gitmeye teşvik ederken, kendimizi bulacağımız yer cehennem olabilir.

Rabbim bizlere bildiklerimizle amel edebilmeyi nasip etsin. Amel ettiklerimizi anlatabilmeyi ve insanlığa örneklik olabilmeyi nasip etsin. Sözümüzü amellerimize muvafık, amellerimizi sözlerimize muvafık eylesin. Samimiyet ve adanmışlık ruhu ile bu uğurda görevimizi ifa edebilmeyi nasip etsin.

Amin.

İDRİS KALAY.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
17
Biz Bize / İnandığınız Allah'a Karşı Gelmekten Sakınınız
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:23:12 ÖÖ »


İnandığınız Allah'a Karşı Gelmekten Sakınınız

İnanma ihtiyacı ekmek ve sudan da öte fıtrî bir ihtiyaçtır. İster hak ister batıl olsun insan mutlaka bir şeylere inanır. Ben inanmıyorum diyen biri bile öyle bir an gelir ki fıtratından gelen o sese karşı koyamaz.

Îman belli bir sürede olup biten ve tamamlanan bir şey değil, hayat boyu devam eden bir süreçtir. Allah'a îman şu fâni alemde en hakikatli değerimizidir. Zira Allah'a inanan kişi en sağlam kulpa tutunmuş demektir. Bir yamaçta mahsur kalan yahut bataklığa saplanan biri  kendine atılan halata tatlı canını kurtarmak üzere nasıl sıkıca tutunursa mümin de öyle olmalıdır.

Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle insanlık ateş çukurunun kenarındayken Allah (cc) habl-i metin (sapasağlam ip) olan Kur'an-ı Kerim'i inzal etti, efendimiz (sas) de o ipe nasıl tutunacağımızı öğretti ve biz o ipe tutunarak ipin sahibine iman ettik.

Hal böyleyken o ipin sahibine nasıl hürmetsiz olabiliriz? İnsanlar arası ilişkide bile "insan ihsanın kölesidir" fehvasınca iyiliğe iyilikle mukabele etmek gerekirken bize en büyük ihsanda bulunan, İslâmımızı, imanımızı ikram eden Rabbimize karşı nasıl yanlış yapabiliriz?

Kur'an-ı Kerim'de iki âyet-i kerimede "kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının" (Mâide: 5/88; Mümtehine: 60/11), iki âyet-i kerimede "huzuruna toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının" (Mâide: 5/96; Mücadele: 58/9), bir âyette de "adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlıktan sakının" (Nisa: 4/1) buyrulmaktadır.

Dilimiz Allah'ı anmadan duramaz. "Allah razı olsun, Allah kabul etsin, Allah korusun, Allah için şunu yap" ve benzeri ifadeler günlük hayatımızda oldukça yaygındır. Zira mümin kendine ruh üfleyen Allah'ı anmaktan nasıl mahrum kalabilir ki? Süleyman Çelebi ne güzel ifade etmiş. "Allah âdın zikredelim evvelâ. Vâcib oldur cümle işde her kulâ".  Yolun sonunda O'nun huzurunda toplanacağımızı da biliriz.

Meleklerin âdeta semâya sürgün edildiği, ölüm ve ötesinin hiç akıllara gelmemesi için her türlü enstrümanın devreye sokulduğu, Tanrı tanımazlığın marifet, köklerden kopuşun meziyet olarak lanse edildiği dünyamızda Allah'ın kopmaz ipine tutunmuş ve O'na inanan kul olmak en büyük nasiptir. O halde, inandığımız, her gün sayısız kere adını andığımız ve huzurunda toplanacağımız  Allah'a karşı gelmekten sakınmak ve hayatımızın her karesinde bu bilinçle hareket etmek bir iman görevidir. Dillerimize pelesenk olan Fâtiha'da Allah (cc)'ün  alemlerin Rabbi olduğunu ikrar ederiz. İslâm biz müminlerden alemlerin Rabbi olan Allah'a karşı her alemde hürmetkâr olmamızı ister. Alemlerin Rabbi  insanlık aleminin de hayvanlar aleminin de Rabbidir. Alemlerin Rabbi sanal alemin de reel alemin de Rabbidir. İnsan kaç türlü alemle ilişki ağı içerisindeyse  ve oralarda mümince duruş neyi gerektiriyorsa öyle davranmalı, inandığı Rabbü'l âlemîne yanlış yapmaktan sakınmalıdır.

Efendimiz (sas) bir yolculuk esnasında atının terkisine bindirdiği Abdullah İbn-i Abbas'a şöyle seslenmişti: "Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı daima yanında bulasın." (Ahmed bin Hanbel: I/293). Bu bilinç hali bizi parçalanmış kimliklere sahip olmaktan kurtaracak ve tevhid şuurunu küllî anlamda hissettirecektir.

İnanmak, inandığımız zâta karşı ilkeli olmaya söz vermek demektir. Zira îman kelimesinin anlam dünyası içinde kişinin kendini güvene alması anlamı olduğu gibi karşı tarafa güven vermek anlamı da vardır. Bu anlamda mümin Allah'a güven teminatında bulunan ve O'na karşı yanlış yapmayacağına söz veren kişidir. Bir yandan gündelik hayatta Allah'ın adını anmak, bir yandan da pratikte O'na hürmetsizlik, O'nu ve buyruklarını dikkate almamak mümince bir duruş değildir. Hürmet ettiğimiz kadar hürmet buluruz. Saydığımız kadar saygın oluruz, sevdiğimiz ölçüde seviliriz. Bu insanlar arası ilişkide böyle olduğu gibi inandığımız Allah (cc) ile ilişkimizde de böyledir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
18
Yetenekli Kalemler / Emanete İhanet Etmemek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:09:52 ÖÖ »


Emanete İhanet Etmemek

Emanet kelimesi sözlükte birkaç konuyu içerir.

Birine geçici olarak bırakılan eşya, kimse vb. Bir kimse ile birine gönderilen şey. Eşyanın ücret karşılığı bir süre bırakıldığı yer, insanın canı veya ruhu... Eskiler bu sebeple “nasılsınız?” sorusuna karşılık olarak “emaneti taşıyoruz” diye cevap verirdi. O hâlde öncelikle kendimize emanet edilen öz canımıza ihanet ediyor muyuz etmiyor muyuz?

 İnsan önce kendi canına ihanet etmemelidir. Ona dünyada iken sağlıklı sıhhatli bakmalıdır. Onu gereksiz yorup hırpalamamalıdır. Zararlı şeyleri tüketmemelidir. Ahirette ise ceza almaması için onu nefsin ve şeytanın tuzaklarından korumalıdır.

Haramlardan kaçınıp ibadetlerini yerine getirmeye çalışmalıdır ki can emanetine ihanet etmemiş olsun...
 
Halk arasında bilinen hâliyle geçici bir süre bırakılan mal, eşya, para vb. gibi şeyleri korumaktır, amacının dışında kullanmamaktır.

İnsan, zaten bunları amacına göre kullanmaz korumaz ise kul hakkına gireceği için ahirette canına ceza geleceğinden aslında yine kendi can emanetine ihanet etmiş olacaktır.
 
Bu anlamda çocuklar ana babaya bir emanet değil midir? Eşler birbirine aslında bir emanet değil midir? Arkadaşlar birbirine haklarını hukuklarını korumaları anlamında emanet değil midir? İnsan devlete bir emanet değil midir? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü burada anlam kazanır.

Konuya bu açıdan bakıldığında hayatın tamamı “emanet” denilse yeridir... Emanet geçici demek ise hayat da geçici olduğuna göre bir emanettir.

 Bu anlamda insana ve hayata ihanet eden kendine ihanet etmiş demektir. Bize güvenerek emanet edilenlere zarar ziyan vermeden vakti geldiğinde sahibine teslim etmeye nasıl dikkat ediyorsak bize emanet edilen “insanı” başta çocuklar olmak üzere aynı hassasiyetle dikkat gerekir. Emanete ihanet etmemek budur. Demek ki emanete ihanet aslında kişinin kendisine ihaneti olmaktadır.
 
Muhsin Taha Uğur.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
19
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Resûlullah'ın Çizdiği Hat
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:55:30 ÖÖ »


Resûlullah'ın Çizdiği Hat

"İşte bu, benim sırât-ı müstekîmim (dosdoğru yolumdur), ona uyun. Başka yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın..."

 Peygamber Efendimiz, Medîne-i münevvere’de bir gün, Mescid-i Nebevî’nin avlusunda, kalın bir hat çizip kenarlarına da ince çizgiler çizdikten sonra, bir âyet-i kerîme (En'âm, 153) okumuştur:

Bu âyet-i kerîmede, "İşte bu, benim sırât-ı müstekîmim (dosdoğru yolumdur), ona uyun. Başka yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın. (Allah, azâbından) korkarsınız diye, size böyle tavsiye etmektedir" (En'âm, 153) buyurulmuştur.
 
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı hakîminde buyuruyor ki: “Her kim de, kendisine doğru yol (hüdâ, hidâyet) apaçık belli olduktan sonra, Peygambere aykırı harekette bulunur ve mü’minlerin yolundan başkasına ittibâ ederse (uyar giderse), onu, döndüğü sapıklıkta bırakırız. Âhirette de kendisini Cehenneme koyarız ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir.” (Nisâ, 115)
 
Bu âyet-i kerîmede, müminlerin yolundan sapanların Cehenneme gidecekleri açıkça bildiriliyor.
 
“O gün, yüzleri ateş içinde kaynayıp çevrilirken: “Vâh bize! Keşki (keşke) Allah’a itâat etseydik, Peygambere de itâat etseydik” diyeceklerdir.”
 
“Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Doğrusu bizler, beylerimize ve büyüklerimize itâat ettik de, onlar bizi yanlış yola götürdüler.”
 
“Ey Rabbimiz! Onlara azâbın iki katını ver ve onları büyük bir lanet ile lanetle (rahmetinden uzaklaştır).” (Ahzâb, 66-67-68)
 
Yine Peygamber Efendimiz, “bana İslâm’a dâir bir şey söyle, artık o konuda, sizden başkasına (hiçbir kimseye), hiçbir şey sormayayım” şeklinde nasîhat isteyen bir sahâbîye, “Kul âmentü billah, sümme’stekım”: “Allah’a inandım de, sonra da istikâmette ol” buyurmuştur...
 
Sevgili Peygamberimiz, İmâm Şehristânî’nin “El-Milel ve’n-Nihal” isimli kitâbının başında geçen bir hadîs-i şerîfinde: “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir fırka kurtulacak, diğerleri helâk olacaktır” buyurdu. Bunun üzerine, Eshâb-ı kirâm: “Kurtulan fırka hangisidir?” diye sordular. O da, “Ehl-i sünnet vel-cemâattir” cevâbını verdi.
 
Eshâb-ı kirâm bu defâ: “Ehl-i sünnet ve’l-cemâat nedir?” diye sordular. “Benim ve Eshâbımın bulunduğu yolda olanlardır” buyurdu.
 
En büyük âlim ve velîlerden olan İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî Serhendî (kuddise sirruh) buyurmuştur ki:
 
“Ehl-i Sünnet i’tikâdı sana önce lâzım olan,
 
Yetmiş üç fırka var amma, Cehennemlik geri kalan,
 
Müslümânlar hep sünnîdir, cümlenin reîsi Nu'mân,
 
Cennet ile müjdelendi, îmânda bunlara uyan.”
 
İbrâhîm Hakkî Erzurumî (rahmetullahi aleyh) de, bir şiirinde şöyle buyurmuştur:
 
“Hudâ Rabbim, nebim hakkâ Muhammeddir Resûlullah,
 
Hem İslâm dînidir dînim, kitâbımdır Kelâmullah,
 
Akâidde, Ehl-i Sünnet oldu mezhebim, hamdolsun,
 
Amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah.”
 
Peygamber Efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshâb-ı kirâmı da söylemesine lüzûm olmadığı hâlde, onları da söylemesi, “Benim yolum, Eshâbımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshâbımın gittiği yoldur” demektir. Eshâb-ı kirâmın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel-cemâat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır.” (Mektûbât-ı Rabbâniyye, C. 1, m. 80)

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
20
Kurban / Borcu Olan Kişinin Kurban Kesmesi Gerekir mi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 27, 2024, 08:55:56 ÖS »


Borcu Olan Kişinin Kurban Kesmesi Gerekir mi?

Kurban kimlere vaciptir? Kurban ibadetiyle yükümlü olabilmek için gerekli mali imkanlar nelerdir?

Kurban kimlere vaciptir?

Kurban, zorunlu ihtiyaçları ve borçları dışında belirli (nisap) miktarda mala sahip olan kişiye vaciptir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) imkân bulduğu halde kurban kesmeyenlerle ilgili ağır ifadeler taşıyan hadisiyle (İbn Mâce, Edâhî, 2), bir taraftan kurban ibadetinin imkân bulmaya, güç yetirmeye bağlı olduğunu ifade ederken, bir yandan da güç yetirenin kurban kesmesinin gerektiğine işaret etmektedir.

Kurban ibadetiyle yükümlü olabilmek için gerekli mali imkanlar nelerdir?

Kurban ibadetiyle yükümlü olabilmek için belli bir malî imkâna sahip olmak gerekir ki, bunun ölçüsü de kişinin temel ihtiyaçları ve borçlarından başka -nâmî (artıcı) olup olmadığına ve üzerinden bir yıl geçip geçmediğine bakılmaksızın- 80.18 gram altına ya da bunun değerinde para veya mala sahip olmasıdır.

Borcu olan kişinin kurban kesmesi gerekir mi?

Kişinin malı olmakla birlikte borcu da olsa ve borcu ile asli ihtiyaçları çıktıktan sonra nisap miktarı malı kalsa o kişi kurban keser. Fakat temel ihtiyaçları ve borçları için ayıracağı para haricinde bu kadar bir mala sahip olmayan kişinin kurban kesmesi gerekmez.

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10