Son İletiler

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10
11


Müslüman’ın Müslüman Üzerinde 5 Hakkı Vardır

Resulü Müctebâ Efendimiz (SAV) buyuruyor:

“Müslüman’ın Müslüman üzerinde 5 hakkı vardır.

Birincisi selam verdiği zaman verilen selamı almak üzere cevap vermek. İkincisi hastalandığı zaman ziyaretine gidip ona moral vermek. Üçüncüsü cenaze namazına katılmak. Dördüncüsü bir organizasyona davet etmek ve o davet edilenin de organizasyona helal ise katılması.

Beşincisi ise bir Müslüman hapşırdığı zaman ‘Elhamdülillah’ demeli, onu duyan başka bir Müslüman ise ‘Yerhamükellah’ demek zorundadır.” Kardeşlerim, hadîs-i şerifte Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından Efendimiz (SAV) bahsetmiştir. Bu hakların ince noktalarını anlatalım.

KÂFİRE SELAM VERİLMEZ

Kardeşlerim, kâfire selam verilmez. Çünkü kâfirin dünyada iyiliği vardır. Ne kadar dünyada iyi işler yapsa bile ahirette bunun bir karşılığı olmayacağından dolayı kâfire selam verilmez. Selam “dünyada da, ahirette de mutlu ol, selamette yaşa” anlamına gelir. Haram işlemekte olan adama selam verilmez. Çünkü selam, aynı zamanda “sen iyi bir iş yapıyorsun, iyi insansın ve iyi işlerle meşgul” oluyorsun anlamına da gelir.

Haram işleyen insan iyi işlerle meşgul değildir. Hutbe okunurken cemaate selam verilmez. Abdest alan Müslüman’a selam verilmez. Kur’an-ı Kerim okuyan Müslüman’a selam verilmez. Namaz kılan Müslüman’a selam verilmez. Bu insanlara selam verilmemesin sebebi, o an bir ibadet ile meşgul oluyor olmalarıdır.

Herhangi bir haramı sürekli fiilen işlediği bilinen bir insana selam verilmez. Verilen selamın ‘Selamün Aleyküm’ şeklinde olması alan kişinin de ‘Ve Aleyküm Selam’ şeklinde alması doğru olandır. Bunu her zaman dile getiriyorum kardeşlerim; selam alınırken ‘Aleyküm selam’ şeklinde alınması doğru değildir. Hasan Basri Çantay Hocamız tefsirinde, ‘Aleyküm Selam’ şeklinde alınan selamın ‘Benim selama ihtiyacım yok, senin olsun selam’ anlamına geldiğini kaynaklı bir şekilde ispat etmiştir. O yüzden selamın doğru şekilde alınışı, ‘Ve Aleyküm Selam’ şeklindedir.

HASTA ZİYARETİ BÜYÜK SEVAPTIR

Kardeşlerim, ikinci hak olan hasta ziyareti aynı zamanda çok büyük sevaplardandır. Bunun sebebi hasta ve rahatsız olan mümine moral verip onun daha çabuk bir şekilde sağlığına kavuşmasını sağlamaktır. Bu hem müminlerin birbirlerine kaynaşmalarına sebeptir hem de hastanın yapılan ziyaretle moral bulması ve onu mutlu etmektir.

CENAZE NAMAZLARINA KATILALIM

Kardeşlerim, üçüncü hak olan cenaze namazlarına katılmak ise müminin başka bir mümin üzerindeki en büyük haklarından biridir. Cenaze namazında çok ve kalabalık cemaat olduğu zaman ölen kişinin lehine olur.

Hadîs-i şerifte bahsedilir. Samimi 40 kişinin bulunduğu cenaze namazında 40 kişi ölen kişi hakkında “iyidir bu insan” dediği vakit, merhumun iyi olduğuna delalettir. Bu yüzden cenaze namazlarına katılım önemlidir.

DAVETE İCABET MÜSLÜMAN’IN GÖREVİDİR

Dördüncüsü, bir Müslüman’ı helal bir organizasyona davet etmek ve o davete icabet etmek.

Örneklendirirsek bir Müslüman evladına düğün yapıyor ve düğün yemeği veriyor. Başka bir Müslüman’ı davet etti. Davet edilen Müslüman müsait ise o davete katılmak zorundadır. Kardeşlerim bu hususta hadîs-i şerif vardır. Müslüman davet edildiği düğüne müsait olup icabet etmezse Allah (CC) ve Resulü’ne (SAV) isyan etmiş sayılır. Bu davet sadece bu tarz organizasyonlarla sınırlı değildir. ‘Gel bugün beraber bizim evde yemek yiyelim’ diyen Müslüman’ın davetine de icabet edilmelidir. Müsaitsen eğer katılmak zorundasın. Bu da Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklardandır.

HAPŞIRMAK, YAŞAM BELİRTİSİ VE ŞÜKÜR SEBEBİDİR

Kardeşlerim, son olarak hapşıran bir Müslüman’ın hapşırması bir yaşam belirtisidir. Ölü insan hapşırmadığı için hapşıranın ‘Elhamdülillah’ demesi, Allah’a (CC) şükürdür. Bunu duyan mümin ise ‘Yerhamükellah’ demek zorundadır. Bu, Efendimiz’in (SAV) bizlere emridir.

‘Yerhamükellah’ demenin Türkçe karşılığı ise ‘Allah sana merhamet etsin’ demektir. Bunun farz olduğunu söyleyen İslam âlimleri vardır. Kardeşlerim, Allah (CC) bizlere cennetine layık kul olabilmeyi ve bu 5 hakkı yerine getirebilmeyi nasip etsin.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
12
Yetenekli Kalemler / Yedi Sınıf İnsan
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:56:38 ÖÖ »


Yedi Sınıf İnsan

Ebu Hureyre (ra)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Yedi sınıf insan vardır ki, başka bir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Allah-u Teâlâ, yedi sınıf insanı arşının gölgesinde barındıracaktır/himaye edecektir. Bunlar:

1- Adaletli devlet başkanı.

2- Rabbine kulluk ederek tertemiz bir hayat sürüp büyüyen genç.

3- Kalbi mescitlere/camilere bağlı Müslüman.

4- Sevmesi de ayrılması da Allah için olan iki insan.

5- Güzel ve güç sahibi bir kadının kendisine zina teklifini “Ben Allah’tan korkarım” diyerek reddeden genç.

6- Sağ elinin verdiğini sol elinin bilmeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse.

7- Tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı döken kimse”.

Buhâri, Müslim, Tirmizî ve Nesâî’de geçen bu hadis-i şerifteki hususlar bir yazıyla değil belki bir kitapla dahi ifade edilemeyecek kadar kapsamlı ve anlamlıdır.

Her Cuma günü, imam efendilerin hutbede okuyup mealini verdiği Nahl Sûresi’nde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. Allah, tutasınız diye size öğüt veriyor” (Nahl, 90).

Başka bir ayet-i kerimede, “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.

Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah, her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir” (Nisa 58) buyurulmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Davûd! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hüküm ver ve keyfe tâbi olma ki, bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah yolundan sapanlar, hesâb gününü unuttuklarından, kendilerine çok şiddetli bir azâb vardır” (Sâd, 26) buyrulmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de başka bir ayet-i kerimede, “Andolsun ki, Biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik; beraberlerinde kitap ve mizan (terazi, ölçü) indirdik ki, insanlar adaletle tutunsunlar. Bir de demiri indirdik ki, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için birçok faydalar vardır. Çünkü Allah, kendisine ve peygamberlerine gıyabında yardım edenleri belli edecektir. Şüphesiz Allah, çok güçlüdür, üstündür” (Hadid, 25) buyurulmaktadır.

Elmalılı Tefsiri’nde, “Biz mizanı indirdik, demiri de indirdik” cümlesinde “mizandan kastın Kur’an-ı Kerim’in hükümleri, demirden kastın da devlet gücünün olduğu” beyan edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’in hükümlerinin uygulanması için “demir” ifadesi kullanılmıştır. Demir, gücü ve otoriteyi yani devleti ifade eder.

Tevhid mücadelesinin temeli, adaletin ayakta tutulabilmesi, adaletten kastın da Allah’ın indirdiği hükümlerle amel edilmesidir. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda, “Bir günlük adalet, altmış yıllık (nafile) ibadetten hayırlıdır” buyurmaktadır.

Gerek Kur’an-ı Kerim’de ve gerekse hadis-i şeriflerde “adalet”in öneminden ve devlet başkanının adil olması gerektiğinden bahsedilir ancak bu, sadece tavsiye değildir. Adaleti ayakta tutmayan, halkına zulmeden devlet başkanları en sert şekilde uyarılır; söz dinlemeyenlerin bertaraf edilmesi için çözüm yolları gösterilir.

Bundan dolayı, “İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir” (Âl-i İmrân, 104) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Eğer bir kavim zalimin zulmünü gördüğü halde onu bu işten menetmezse, Allah, zalimin zulmü sebebiyle azabını umumileştirir (herkesi kapsayacak şekilde genişletir)” (Ebu Davud, Melâhim, 17)

Müslüman’ın tavrı, mazluma kol kanat geren, zalime başkaldıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden, Allah yolunda cihadı şiar edinen, Müslüman kardeşleri arasındaki hukuka riayet ederek önce iç barışı tesis edip sonra dış düşmanlarla mücadeleye koyulan, Allah-u Teâlâ’nın dinini yayma misyonunu üstlenen, bu yoldaki zorluklara sabreden, önüne serilen bütün nimetleri elinin tersiyle itebilen bir tavırdır.

Hadis-i şerifte belirtilen adil devlet başkanının da, Allah-u Teâlâ’ya kullukla büyüyen gencin de, gönlü mescidlerde olan müminin de, Allah (c.c) için sevip, Allah-u Teâlâ’nın emrine muhalefet olduğu zaman ayrılan insanın da, tenhada Allah-u Teâlâ için gözyaşı döken müminin de tek bir hedefi vardır; o da “Allah-u Teâlâ’nın rızası”dır.

Allah-u Teâlâ’nın rızasından daha büyük bir lütuf, daha büyük bir rütbe yoktur!.

Siyami Akyel.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
13


Herkes Kendi Mezhebine Göre Sorguya Çekilecek

Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni'de diyor ki: "Herkes mezhebinin imamıyla çağrılır. Mesela 'Ya Şâfiî' veya 'Ya Hanefî' denir."

 Din gayreti olan bir okuyucumuz diyor ki: "Çevremdeki insanlardan, 'Âhirette hangi mezheptensin diye sorulmaz, Kitap ve Sünnetten sorulur. Onun için bir mezhebe uymak yanlıştır' diyenler var. Âhirette herkes kendi mezhebine göre sorguya çekilmeyecek mi? Mesela bir Hanefî'nin eli kanadıysa onunla namaz kılmışsa o namaz sahih değildir, denmeyecek mi? Bir Şâfiî kadına dokunsa abdestin bozuldu denmeyecek mi?"
 
Elbette o şekilde sorgulanacaktır. Dünyada bile bir öğretmen, imtihanda talebelere okuttuğu derslerden soruyor, okutmadığı kısımlardan sormuyor. Allahü teâlâ da tâbi olduğu mezhebe uyup uymadığını soracaktır.

Karşı cinse dokunarak namaz kılan Şâfiî’nin namazını sahih kabul etmeyecektir. Hanefî de kendi mezhebine göre abdesti bozan bir şey yapıp namaz kılarsa namazı sahih olmayacaktır. Değil avamdan biri, müctehid olan zat bile, bir hükmün doğru olduğunu kesin olarak bilemez. Şâfiî'ye göre karşı cinse dokunmak abdesti bozar diyor. Hanefî'ye göre bozmaz. Hangisinin doğru olduğunu ancak Allahü teala bilir. Onun için herkes kendi mezhebinden sorumludur.
 
(O gün her fırkayı imamlarıyla çağırırız) mealindeki İsra sûresinin 71. âyetini imam-ı Kadı Beydavî hazretleri, (Her ümmeti peygamberleri ve dinde uydukları imamlarıyla çağırırız) diye açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni'de ise, (Herkes mezhebinin imamıyla çağrılır. Mesela "Ya Şâfiî" veya "Ya Hanefî" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalarda, dört hak mezhepten birine uymak gerektiği açıkça bildirilmektedir.
 
İbni Âbidin hazretleri, (Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz) buyuruyor.
 
Mutlak müctehid olmayan âlimin, bir mutlak müctehidi taklit etmesi gerekir. (Müsellem-üs-sübut)
 
Her Müslümanın dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (Mizan, s. 24)
 
İslam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuştur.

Bir kimse, bu dört yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve başka kapıya sarılması, lehv olur, doğru yoldan ayrılmış olur.

Âlimlerin söz birliği ve ahir zamanda Müslümanlara en uygun yol, dört mezhepten birini taklit etmektir. Din ve dünyanın düzeni böyle olur. Herkes, önce dilediği mezhebi seçer. O mezhebi taklide başladıktan sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, birinci mezhebe suizan etmek olur. Sonra gelen âlimler, bunu söz birliği ile bildirdiler. (Sıfr-üs-seadet şerhi)

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
14
DUA BAHÇESİ / Dua Ordusu Gazâ Ordusu Askerlerinin Ruhu Gibidir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Eylül 19, 2024, 07:48:08 ÖÖ »


Dua Ordusu Gazâ Ordusu Askerlerinin Ruhu Gibidir

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: "Dua ordusunun askerlerinin kalpleri kırık olduğu için savaş ordusunun askerlerinden daha ileridir."
 
 Bir işte başarılı olmak için hem sebeplere yapışmak hem de dua etmek lazımdır. Allahü teâlâ sebeplere yapışmadan da dilediğine ihsan eder.

Fakat sebeplere yapışmamızı emretmektedir. Âdet-i ilâhiyyesi böyledir. Hem sebeplere yapışmalı hem dua etmeli, hem de dua almalı. Bilhassa Allahü teâlânın evliya kullarının duasını almak çok kıymetlidir.

Allahü teâlâ, evliyasının dualarını kabul edeceğini Kur'ân-ı kerîmde bildirmektedir. Mâide sûresi 27. âyetinde meâlen, “Allahü teâlâ ancak takva sahiplerinin ibadetlerini dualarını kabul eder” buyuruldu.

Hadis-i şerifte de, “Saçları dağınık ve kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki, bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ onları doğrulamak için o şeyi yaratır” buyuruldu.

İmam-ı Rabbânî hazretleri şöyle buyurur:

“Başarılı olmak isteyen, bir dua ehli bulmalı, onun duasını almalı. Dua ordusunun askerlerinin kalpleri kırık olduğu için savaş ordusunun askerlerinden daha ileridir. Dua ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin ruhu gibidir. Gazâ ordusunun askerleri, onların bedenleri gibidir. [İkisi birlikte olursa zafer müyesser olur.]” Osmanlılar, savaşa giderken, evliya zatların dualarını alırlardı... Sultan l. Mahmûd Hân’ın vezîriâzamı Yeğen Mehmet Paşa, 1737 senesinde Nemçe (Avusturya) seferini yapmakla görevlendirildi. Ordu hazırlıklarını yapıp hareket etmek üzere iken, Yeğen Mehmet Paşa, çok sevdiği Mehmet Emin Tokadî hazretlerine uğrayıp zafer ile dönmesi için dua istedi. Mehmet Emin Efendi, gazâ ordusunun zaferi için çok dua etti. Talebesi Seyyid Yahya anlatır:

"Bir sabah huzuruna gittiğimde, kendisini hastalanmış gördüm. Benden ilaç istedi, temin ettim. İlacı kullandı. Sonra beraberce, talebelerinden Kafesdâr Abdülbâkî Efendi'nin evine gittik. Mehmet Emin Efendi neşeli idi. Bu talebesi, Mehmet Emin Efendi’nin neşeli hâlini görünce bana;

-Hamdolsun İslâm askeri mansur ve muzaffer olmuştur. İnşallah birkaç güne kadar fütuhat haberi gelir, dedi. Sonra dostlara ziyafet ve sadakalar verdi.

Dört gün sonra Tatarlar, Ada Kalesinin Osmanlı ordusu tarafından fethedildiği haberini getirdi. Bundan sonra, ordu İstanbul'a döndü. Yeğen Mehmet Paşa, Mehmet Emin Tokadî hazretlerinin ziyaretine geldi ve ağlayarak mübarek ellerine sarıldı... Paşa, Mehmet Emin Efendi'nin âdetini bildiğinden, seferde olanları anlattı. Koynundan iki atlas kese altın çıkarıp, seferde iken fakirlere vermek üzere adadığını söyledi. Mehmet Emin Efendi de onun bu adağını övdü ve adağının netice verdiğini bildirdi. Yeğen Mehmed Paşa geciktirmeden adağını yerine getirdi ve altınları fakirlere dağıttı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
15
Salim Köklü / Allahü Teâlânın Kullarına İyilik Etmek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Eylül 19, 2024, 07:27:46 ÖÖ »


Allahü Teâlânın Kullarına İyilik Etmek

"Kardeşinin sıkıntısını giderenin, Allahü teâlâ kıyamette sıkıntısını giderir. Bir Müslümanı sevindireni, Allahü teâlâ kıyamette sevindirir."
 
İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri, Allahü teâlânın kullarına hizmet etmeyi övmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyâclarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır.

Allahü teâlâ, bu ıyâlinden, kullarından  birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsân etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok tâlihli, pek bahtiyârdır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sâhibinin, Rabbinin ıyâline, kullarına hizmet etmeyi saâdet ve şeref bilmek akıl îcâbıdır. Allahü teâlâya hamd olsun ki, orada bulunanların hepsi, sizin iyiliklerinizi anlatmaktadırlar. İhsânlarınızın, yardımlarınızın söylentileri her yerde dolaşmakdadır.”

İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Masum hazretleri de yine yakınlarından birisine yazdığı mektupta şöyle buyurmaktadır:

"Allahü teâlâ, sizi ve bizi, habibi, sevgilisi ve Peygamberlerin en üstünü Muhammed aleyhisselama tâbi olmakla şereflendirsin! Ey merhametli kardeşim! Dünya hayatı çok kısadır. Ebedî olan âhiret hayatında, dünyada yaptıklarımızın karşılıklarını göreceğiz. Bu dünyada en mesut kimse, kısa ömründe, Âhirete yarayacak işleri yapan, uzun olan âhiret yolculuğuna hazırlanan kimsedir. Allahü teâlâ, size insanların ihtiyaçlarını karşılayacak, onları adalete ve rahata kavuşturacak bir makam, bir vazife ihsan etmiştir. Bu büyük nimete çok şükrediniz! Buna şükretmek, Allahü teâlânın kullarının ihtiyaçlarını karşılamakla olur. Kullara hizmet etmeniz dünya ve Âhiret derecelerine kavuşmanıza sebep olacaktır.

Bunun için, Allahü teâlânın kullarına iyilik etmeye, güler yüz, tatlı dil ve güzel huyla onlara kolaylık göstermeye çalışınız! Bu çalışmanız, Allahü teâlânın rızasını kazanmanıza ve âhirette yüksek derecelere kavuşmanıza sebep olacaktır. Hadis-i şerifte,  (İnsanlar Allahü teâlânın ıyalidir, kullarıdır. Kullarına iyilik edenleri çok sever) buyuruldu. Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamanın ve onları sevindirmenin, güzel huylu, yumuşak ve sabırlı olmanın faziletini ve sevablarını bildiren hadis-i şerifler çoktur. Bunlardan ikisi şöyledir:

(Din kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahü teâlâdır.)

(Allahü teâlâ, bazı kullarını insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yaratmıştır. Dertli olanlar, bunlara sığınırlar. Bunlar kıyamet gününün azabından emindirler.)

Salim Köklü.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
16
Salim Köklü / Hastalıklardan Kaza ve Belalardan Korunmak İçin
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Eylül 19, 2024, 07:23:04 ÖÖ »


Hastalıklardan Kaza ve Belalardan Korunmak İçin

Hastalıklardan, bela ve musibetlerden korunmak için hem maddi hem de manevi sebeplere ve tıbbın bildirdiği tedbirlere yapışmak lazımdır.
 
İnsan hasta olmamaya  dikkat etmeli, tehlikeli ve zarar verecek şeylerden uzak durmaya çalışmalı. Hasta olan kimse, ilaç almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka adamalı ve sık sık sadaka vermelidir.

Allahü teâlâ her şeyi bir sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Hastalıkların tedavisinde doktora gitmek, ilaç kullanmak, hastalığı önleyici tedbirlere yapışmak, maddi sebeplerdendir. İlaç kullanmak ve perhiz yapmak sünnettir. Vacip ve farz olduğu yerler de vardır.

Her şeyin yaratılmasında müşterek olan manevi sebep ise, sadaka vermek, yetmiş kere “Estagfirullah min külli mâ kerihallah” duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder.

Hastalıklardan, sıkıntılardan kurtulmak için hem maddi hem de manevi sebeplere yapışmalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur.) ve (Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir.) ve (Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurdu.

İslam âlimleri, dertlerden, hastalıklardan, sıkıntılardan korunmak veya kurtulmak için çeşitli duaları tavsiye etmişlerdir.

Hindistan evliyasının büyüklerinden Muhammed Osman Müceddidi’nin “Fevâid-i Osmâniyye” kitabında diyor ki:

“Şifa için, tövbe ediniz ve istiğfar duasını çok okuyunuz. Yani, “Estagfirullâhel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh” deyiniz! Ölümden başka bütün dertlere, hastalıklara karşı faydalıdır. Ölüm hastasının ağrılarını, sancılarını giderir, rahat can vermesini sağlar.

Hûd suresinin 52. âyetinde mealen; (İstiğfar okuyunuz! İmdadınıza yetişirim) buyuruldu. Hadis-i şerifte; (İstiğfara devam edeni Allahü teâlâ dertlerden kurtarır) buyuruldu.”

İmam-ı Rabbanî hazretleri, ikinci cilt 87. mektubunda buyuruyor ki:

"Şunu da söyleyeyim ki, korkulu yerlerde ve zamanlarda emîn ve rahat olmak için (Li îlâfi) sûresini okumalıdır. Tecrübe edilmiştir. Her gün ve her gece, hiç olmazsa, onbirer defa okumalıdır."

İmam-ı Rabbanî “rahmetullahi aleyh”, talebeleri ile, uzak bir yere gidiyordu. Gece, bir handa kaldılar. (Bu gece, bu handa bir bela hâsıl olacak. Şu duayı okuyunuz!) buyurdu: (Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’asmihî şey’ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî’ul’alîm). Gece büyük yangın oldu. Bir odada eşyalar yandı. Bu odaya haber verilmemişti. Duayı okuyanlara bir şey olmadı. Bu dua, hadis-i şeriftir. Dertlerden, belalardan, hastalıklardan korunmak için, sabah ve akşam, İmam'ın bu sözünü hatırlayarak, üç kere okumalıdır.

Salim Köklü.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
17
Sağlık / Namaz ve sağlığımız
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Eylül 19, 2024, 07:17:13 ÖÖ »


Dinimiz, ibadetlerin en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emretmiştir. Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur.
 
Müslüman, namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emirlerinde birçok hikmet, fayda vardır. Yasaklarında da birçok zararların olduğu muhakkaktır. Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün tıp mütehassıslarınca tespit edilmiş durumdadır. İslamiyet’in sağlığa verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dinimiz, ibadetlerin en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emretmiştir. Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur. Namazın sağlık yönünden sağladığı faydalardan bazıları şunlardır:

1-Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan, kalbi yormaz ve günün muhtelif saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.

2-Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta “senil demans” denilen bunama hastalığına uğramazlar.

3-Namaz kılanların gözleri, düzenli olarak eğilip-doğrulmaktan ötürü daha kuvvetli kan dolaşımına sahip olur.

Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü “katarakt” veya “karasu” hastalığından korur.

4-Namaz kılmaktaki izometrik (aynı ölçülü) hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte taş oluşmasının önlenmesine ve mesanenin (idrar torbasının) boşalmasına da yardımcı olmaktadır.

5-Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamayan kas ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve kas tutulmalarını önler.

6-Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lazımdır. Abdest ve gusül, hem maddi hem de manevi bir temizliktir. İşte namaz, temizliğin ta kendisidir.

Zira hem bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namaz olmaz. Abdest ve gusül, bedenî temizliği sağlar. İbadet görevini yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş olur.

7-Koruyucu hekimlikte, muayyen (belirli) zamanlarda yapılan beden hareketleri çok mühimdir. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü (nefesimizi) canlandırmak için en uygun vakitlerdir.

8-Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hattâ vücutta biriken statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur.

Namazın bu faydalarına kavuşmak için, namazı vaktinde kılmalı, temizliğe, çok yememeye ve yenilen gıdaların temiz, helâl olmasına da dikkat etmelidir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
18
Ermeni - Yahudi ve Mescid-i Aksa - Kudüs Konuları / Yahudiler ve Yahudilik 14
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Eylül 19, 2024, 07:04:05 ÖÖ »


Yahudiler ve Yahudilik  14

3- SİYONİZM

C- 1-SİYONİZMİN KISA TARİHİ GELİŞİMİ

*Romalıların Yahudileri Filistin’den sürmelerinden sonra (MS 1. yüzyıldan itibaren) Yahudilerin çoğunluğu sürgünde yaşamıştır. Millî bir devletleri olmaksızın, Yahudi diasporası yaklaşık ikibin yıl çeşitli ülkelerde varlığını sürdürdükten sonra, ‘Siyonist hareket’19.yy da laik Yahudiler tarafından başlatılmıştır. Dreyfus olayı (1894 Alfred Dreyfus’un Fransa’da yargılanması ve sonraki olaylar) ve Rusya imparatorluğunda Yahudi pogromlarında (Yahudilere uygulanan şiddet hareketleri) görüldüğü gibi Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yükselen Antisemitizme karşı bir reaksiyon olarak Siyonist hareket ortaya çıkmıştır. Hareket, resmi olarak Avusturya-Macaristan imparatorluğu vatandaşı olan Yahudi gazeteci Theodor Herzl tarafından 1897 yılında kurulmuştur. Theodor Herzl 1890’larda Siyonizme yeni bir ideoloji kazandırarak harekete geçmiş ve 1897 tarihinde Dünya Siyonist Örgütü’nün (WZO) ilk kongresini İsviçre’nin Basel şehrinde toplamıştır. Bu tarihten itibaren Siyonist hareket hızlı bir şekilde büyüdü ve Yahudi politikalarında baskın bir güç haline geldi. Lider kadrosunun büyük bölümü Almanca konuşanlardan oluştuğu için, Siyonist hareketin merkezi de Berlin'de bulunuyordu.

*Siyonist hareket ilk kongreden önce 1882’lerde Diasporadan Filistin’e göçü teşvik ederek Filistin’e Yahudi göçünü başlatmıştır. Göçmenlerin çoğunluğu sık sık gerçekleştirilen pogromlar ve baskılar sebebiyle Rusya’dan geliyordu. Göçmenlere, Batı Avrupa’daki Yahudi zenginlerin (Rotschild, Baron Hirsch, vs) mali destekleri ile Filistin’de bazı tarımsal yerleşim alanı oluşturuldu. Daha sonra Rus devrimi ve Nazi rejiminin başlaması ile de yeni ‘Aliyahlar’ (Yahudilerin diasporadan İsrail topraklarına göç etmesi-İsrail’e göç) gerçekleştirilmiştir (1,2).

* Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı.

Herzl'in amacı Filistin’de özerk bir Yahudi devleti kurmaktı. O zamanlar Filistin Osmanlı toprağıydı. Herzl, Osmanlı padişahı II. Abdülhamit Han ile anlaşma yapmak için görüşmüştür. Theodor Herzl, Padişaha şu teklifleri sunar; 1- Osmanlı Devleti’nin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödeyelim. 2- İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın Frank’a mal olacak deniz filosu yaptıralım. 3- Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verelim. Ancak Abdulhamid Han (Osmanlı dış borç cenderesinde olmasına rağmen) bu teklifleri kabul etmez ve şu cevabı verir; ‘...Bu meselede (Theodor Herzl) ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprağı dahi satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsûldar kılmıştır’.

Engin’e göre de, Abdülhamid'in bu talebi tek bir cümleyle reddetmesi gibisinden bir olay yaşanmamıştır.

 Aksine Abdülhamid, "Filistin'e değil de, Mezopotamya'ya yerleşin" demiştir. Herzl, Sultan Abdülhamid'e daha sonra, 16 Şubat 1902'de gönderdiği bir mektupta bu görüşmenin ayrıntılarını hatırlatıyordu.

Herzl, "Majesteleri, memleketinde yaşayan Yahudilere gösterdiği âlicenaplığı mazlum ve mağdur durumda bulunan diğer Yahudilere de göstermekte, onları bir peder gibi himaye altına almakta ama toplu olarak bir yerde yaşamaları yerine, değişik bölgelerde bulunmalarına izin vermektedirler" diye yazmaktaydı (3,4).

*Theodor Herzl, Filistin’i Yahudilere vatan yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükûmetlerin desteğini aradı. Filistin'de küçük ölçekli yerleşimlere destek veren WZO Yahudilik duygusu ve bilincini güçlendirmeye ve dünya çapında bir federasyon kurmaya odaklandı.                                                                     

*I. Dünya Savaşı'nın başlangıcında, Siyonistlerin büyük bölümü, Rusya'ya karşı verdiği savaşta Almanya'nın safında yer aldı. Yahudi Chaim Weizmann'ın Almanya’da yürüttüğü lobicilik çalışmaları ve Amerikan Yahudilerinin de Amerika Birleşik Devletleri'ni Almanya'ya destek vermeye teşvik etmesi, Britanya hükûmetini 1917 yılında Balfour Deklarasyonu'nu hazırlamaya sevk etti. Deklarasyon, Filistin'de bir Yahudi anavatanı kurulmasını onaylıyordu. Ayrıca, Britanya saflarında Filistin'de savaşmak üzere de Siyonistlerden oluşan Jabotinski komutasında bir askeri birlik kuruldu. 1922 yılında, Milletler Cemiyeti, Britanya'ya manda hakkı verdi ve Balfour deklarasyonunu kabul etti.

* Britanya Manda Yönetimi, Filistin'e daha fazla sayıda Yahudinin göç etmesine ve Yahudiler tarafından bölgedeki toprak ağalarından daha fazla arazi satın alınmasına yol açtı. Bunun sonucunda, yerel halkın topraksız kalması bölgedeki huzursuzluğu körükledi.

Zaman içinde Yahudi göçündeki artış sebebiyle Filistin'de 1936-1939 Arap ayaklanması yaşandı.

Britanya durumu araştırmak için Peel Komisyonu'nu kurdu.1937 de kurulan Peel komisyonu çatışmaları önlemek amacıyla ‘İki Devletli çözümü (Peel Planı)’ önerdi.

*Ancak, Britanya bu çözümü reddederek yerine 17 Mayıs 1939 tarihli Beyaz Kitap'ı (Mac Donald-İngiltere’nin Ortadoğu planı) uygulamaya koydu. Beyaz Kitap, Yahudi göçüne 1944 yılı itibarıyla son verilmesini ve Yahudi göçmenlerin sayısının 75.000 ile sınırlandırılmasını planlıyordu. İngilizler, Manda yönetiminin sonuna kadar bu politikayı sürdürdüler. Ancak başta Ben Gurion olmak üzere Siyonistler bu plana karşı çıktılar (5,6)

Prof. Dr. Yusuf Özertürk.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
19
M. Said Arvas / Resulullah'ta Sizin İçin Güzel Örnekler Vardır
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Eylül 19, 2024, 06:47:10 ÖÖ »


Resulullah'ta Sizin İçin Güzel Örnekler Vardır

Resulullahı örnek alanlar, Onun sünnet-i seniyyesine tabi olanlar, insanüstü güzelliklerle melekleşmeye doğru yükselirler.

 Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en şereflisi ve en üstünü Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: "Beni Rabbim terbiye etti; güzel bir şekilde terbiye etti!.."
 
Daha dünyaya gelmeden ve kâinatı şereflendirmeden birkaç ay önce muhterem babaları Abdullah vefât etmişti. Yetim olarak doğdular. Melekler sordu:
 
"Ey Rabbimiz binlerce senedir beklenen en son ve en büyük Peygamber babasını göremedi. Anneler yufka yürekli olduklarından umumiyetle babalar çocuklarını terbiye ederler. Bu mübarek zatı kim terbiye edecek?" Cevap alamadılar...
 
Altı yaşına geldiklerinde muhterem valideleri de vefat etti. Melekler yine sordular:
 
"Annesinden de ayrıldı, büsbütün sahipsiz kaldı. Hem yetim hem de öksüz. Onun terbiyesi ile ilgilenecek kimsesi kalmadı!.."
 
Bunun üzerine Yüce Rabbimiz şu cevabı verdi:
 
"Onu ben terbiye edeceğim. Onun terbiyesi bana aittir."
 
Bizzat Allahü teâlâ tarafından terbiye edilen birinde hiçbir kusur bulunabilir mi? O bütün insanlara en güzel örnektir.
 
El Ahzab Suresi 21. âyeti kerimede meâlen:
 
"Resulullah'ta sizin için güzel örnekler vardır" buyuruluyor.
 
El-Kâlem Suresi 4. âyeti kerimede ise meâlen:
 
"Muhakkak ki sen ey habibim yüksek bir ahlâk üzeresin" hitab-ı ilâhisi, Onun nasıl terbiye olunduğunu bizlere bildirmektedir.
 
Onu örnek alanlar, Onun gibi yaşamaya çalışanlar, Onun sünnet-i seniyyesine tabi olanlar, insanüstü güzelliklerle melekleşmeye doğru yükselirler.
 
O mübarek zatın ümmetinden olma şerefine kavuştuğumuz için ne kadar sevinsek, ne kadar hamd etsek yine de azdır.
 
Büyük İslâm âlimlerinden Kadı İyad hazretleri buyuruyor ki:
 
"İki şey bana o kadar şeref bahşediyor ki, tarif edemem. Bu iki şeye kavuştuğum için kendimi o kadar yükseklerde hissediyorum, sanki yıldızlar ayağımın altında gibidir.
 
Bunların birincisi; Rabbimin bana hitap etmesidir.

Kur'ân-ı kerimde insanlara hitâp iki türlüdür. Umumu ilgilendiren meselelerde; Ey insanlar veya Ey Âdemoğulları... şeklindedir. Yalnız müminleri ilgilendiren kısımlarda ise; Ey iman edenler...

tarzındadır. İkisinde de Rabbimin muhatabı olma şerefine ben de kavuşuyorum... Beni yücelten ikinci sebep de, o büyük şahsiyetin ümmetinden olmamdır..."
 
Rabbimiz o mübarek zatı çok sevdiği için onun sevdiği ümmetini de çok seviyor. Bunu bilen birçok Peygamber Onun ümmetinden olmayı temenni etmişlerdir.
 
Bugünkü yazımızı Resulullah Efendimizin şu hadis-i şerifi ile bitirelim:
 
"Sizden en çok sevdiğim kişi ve kıyâmet günü bana en yakın olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır."

M. Said Arvas.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
20
Biz Bize / Dünya Tarlasına Hayır Tohumları Ekelim
« Son İleti Gönderen: anadolu Eylül 18, 2024, 10:51:28 ÖS »


Dünya Tarlasına Hayır Tohumları Ekelim

Allah-u Zülcelâl kullarına, dünyada nasıl amel ederlerse razı olacağını, nasıl iş yaparlarsa gazap edeceğini, nasıl yaşarlarsa kıyamet gününde güzel bir hayatlarının olacağını, Peygamberleri vasıtasıyla beyan etmiştir. Allah azze ve celle buyuruyor:

“Erkek olsun, kadın olsun, mümin olarak kim amel-i salih işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.”(Nahl, 97)

Bakın, dikkat edin, Allah buyuruyor ki: “hayaten tayyıbeten” yani “güzel bir hayat vereceğiz.” Şimdi bir insan “Bu şey büyüktür, bu şey güzeldir” dediği zaman, o insanın büyüklüğüne göre, değerine göre sözüne kıymet verilir. Yani büyük bir insan bir şeye büyük dediği zaman onun büyük olduğuna, güzel dediği zaman güzel olduğuna inanılır.

Allah-u Zülcelal’in azametini, büyüklüğünün sonsuzluğunu, hiçbir insan tarif edemez. İşte O Azimüşşan diyor, “Ben güzel bir hayat yaşatacağım onlara” diye…

O hayat nasıl bir hayattır, ancak yine Allah azze ve celle bilir. Cennet-i âlâda Allah'ın nimetleri insanlara verildiği zaman, insan saysa, “Allah bunu verecek, bunu verecek,” diye, ne kadar sayarsa saysın, Allah ondan daha fazlasını verecek. Ta ki insanın kalbinin üzerine hatara olarak gelmeyeceği şeyleri verinceye kadar. Yani ne kadar hatırlatırsan kendine, “Allah şunu verecek, bunu verecek” ne kadar sayarsa say, yine senin kalbine düşünce olarak gelmeyeceği şeyleri verecek. O kadar Allah azze ve cellenin hazineleri doludur, kullarına o kadar nimetler verecek…

İşte böyle, “Kim iman ile salih amel yaparsa ona güzel bir hayat vereceğim” diyor Allah-u Zülcelâl. Demek ki Allah azze ve celle bizden iman istiyor, imandan sonra amel-i salih… Ondan sonra kendi rızasını ve baki olarak ahirette güzel bir hayat vereceğini vaat ediyor bize. Bu kısa hayatımızı değerlendirelim, oradaki nimetler bakidir, ebed’ül-ebeddir, hiç bitmeyecektir.

Elhamdülillah Allah bize bu tevbeyi, bu istiğfarı nasip etmiş, onun değerini bilelim. Sade bize nasip oldu diye durmayalım, bütün mümin kardeşlerimize de anlatalım.

İbrahim bin Edhem rahmetullahi aleyh diyor ki:

“Allah azap edeceği hiçbir kula istiğfar ilham etmemiştir.”

İyice anlayalım, Allah bir kişinin kalbine tevbe istiğfar ilham ettiyse o kişiye azap etmeyi istemiyor demektir. Bu yüzden o kişiye istiğfar etme niyeti ilham etmiştir. “Eğer azap edecek olsaydı ona bu tevbeyi ilham etmezdi,” diyor İbrahim bin Edhem.

Geldiğiniz şehirlerden Allah sizi seçtiği, tevbe etmeyi sizin kalbinize ilham ettiği, istiğfar etmeyi size nasip ettiği için, O’nun bu nimetine karşı borçluyuz, onun kıymetini bilelim. Biz de elimizden geldiği kadar hayatımızı O’na feda edelim inşaallah.

Çünkü az bir şey değildir, eğer derin olarak düşünürsek, bakı, ebedül ebed bir hayattır bu.

Bazı evliyalar diyorlar ki,

“Bir kişi zerre kadar, yani zerre nedir; güneşin ışığında görünen ufak ufak toz tanecikleri var ya o zerredir işte. Bir kul kalbini o zerre kadar Allah’a karşı çevirirse, kalbi gafil olmaktan azıcık bile kurtarır ve Allah’ı hatırlarsa, ona yönelirse, dünyada bütün maldan, mülkten, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır onun için…”

Allah ile birlikte olmak o kadar kıymetlidir.

Öyleyse biz de Allah’a yönelmeye gayret edelim. Yani huzurlu olalım, mukarabe halinde olalım, Allah ile beraber olalım.

Hayır Yapmaya Niyetli Ol

Bazı evliyalara sorulmuş:

- Bize bir şey söyleyin devamlı olarak onu yapalım, onunla Allah'ın rızasını kazanalım. Şöyle demişler:

- Hayra niyet eyle, velev ki yapamasan da… Hayır, yapmaya niyetli ol, hayır yapmayı iste, imkan olmasa da, yapamasan da… Çünkü yapmaya fırsatın olmadığı, yapamadığın zaman bile yine senin için menfaatli olacak.

Kıyamet gününde Allah-u Zülcelal bazı kullarına amel-i salih için mükafat verirken o bakıyor ki, yapmadığı ameller için de mükafat verilmiş, soruyor:

- Ya Rabbi. Ben bu ameli yapmadım. Böyle bir amel yaptığımı hatırlamıyorum. Allah azze ve celle diyecek ki:

- Evet ya kulum, yapmadın. Ama yapmak için niyet ettin, herhangi bir nedenle yapamadın. Ben sanki yapmışsın gibi onun mükâfatını sana veriyorum.

Onun için biz müminler olarak kalbimizde şöyle bir niyet taşıyalım: “Eğer kıyamet gününe kadar yaşasam bile yine ben namaz kılacağım, oruç tutacağım, İslam hizmetini yapacağım, emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker yapacağım, yani iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındıracağım.

Bu şekilde daima İslam hizmetinde fedakar olacağım, diye kalbimizde niyet taşıdığımız zaman, velev ki yapamasak da dahi, Allah onun mükafatını verir.

Bir zamanlar bir kıtlık olmuştu, insanlar açlık çekiyordu. Bu kıtlık zamanında bir mümin adam çok büyük bir dağın önünden geçerken gönlünden geçiriyor, diyor ki:

- Keşke şu dağın hepsi un olsaydı da, onun hepsini açlara dağıtsaydım.

Bu kadar. Sadece gönlünden geçiriyor. Hararetle, kuvvetli bir niyetle “keşke dağıtsaydım” diyor.

Allah azze ve celle o zamanın Peygamberine vahy ediyor ki,

- O kuluma söyle, sanki o dağın hepsi un olmuş, onun hepsini bu aç insanlara dağıtmış gibi Ben ondan kabul ettim. Kendisine bunun sevabını vereceğim.

İşte niyet böyledir, böyle Allah'ın yanından makbuldür. Allah bizim amelimize muhtaç değildir. Biz amel ediyoruz ki, yeter ki bizi görsün, biz onun taraftarıyız, şeytanın nefsin taraftarından değiliz. Daima bizi böyle görsün, bizim onu razı etmek için gayretli olduğumuzu… Bizim kalbimizde bu niyet bulunursa Allah-u Zülcelâl de istediğimizi verecek, İnşâ Allahu Teâlâ.

Ne Mutlu O Kişiye ki…

Allah-u Zülcelal’in önünde ölü gibi olmamız lazımdır. Kalbimizi bir et parçası gibi onun önüne koyalım,

“Ya Rabbi bu senin mahlûkundur, onu sen yaratmışsın. Bunu kendine karşı düzelt Ya Rabbi. Ona razı olacağın niyetleri koy ya Rabbi.”

Bu şekilde kalbimizi onun önüne açarsak, Allaha yalvarırsak, Allah- u Zülcelâl de bize istediğimizi verecektir.

Bak bu hadis-i kudsîyi dinleyelim iyice anlayalım.

Allah-u Zülcelâl buyuruyor:

“Ben Allah’ım Benden başka ilah yoktur. Ben hayrı halk etmiş, yaratmışım. Şerri de yaratmışım.”

Yani razı olacağı şeyleri de Allah yaratmıştır, razı olmayacağı şeyleri de yine Allah yaratmıştır. Allah devamla buyuruyor:

“Ne mutlu o kimseye ki, onu hayır için yaratmışım.”

Bu ne güzel bir şeydir. Eğer o bir kulunu hayır için yaratmış ise o kul daima hayır yapacak.

Bir mühendis, bir şeker fabrikasını, şeker imal etsin, diye yapıyor. O fabrika daima şeker yapar öyle değil mi?

Biz de Allah azze ve cellenin yaptığı fabrikasıyız. Bizi O yaratmıştır, bizi yarattığı zaman, “Bu kişiden daima hayır gelecek, ben bunu hayır fabrikası olarak yapıyorum” dediyse o zaman biz de hayır yaparız. “Ne mutlu ona” diyor Allah-u Zülcelâl. Ve devamında buyuruyor:

“…Ve daima onun elinin üzerinde hayır icra ederim.”

Yani Allah dilemesiyle o kulun elinden daima hayır gelir. Sonra diyor ki; Neuzubillah,

“Veyl olsun ona…” Veyl nedir biliyor musunuz? Veyl cehennemin bir vadisidir ki, cehennemin bile kendisini ondan muhafaza eder.

“Kahrolsun, yazıklar olsun o kişiye ki, ben onu şer için halk etmişim, ”

Neuzubillah, Allah bir kulu yaratmış ama şer fabrikası olarak, günah fabrikası olarak… Ondan daima günah meydana geliyor.

Hülâsa, bir kul “Acaba ben o birinci kul gibi Allah'ın yanında hayır fabrikası mıyım? Yoksa şer fabrikası mıyım?” diye endişe ediyorsa baksın, Allah'ın rızası onun yanımızda nasıl ise Allah da ona, buna göre muamele yapacaktır.

Eğer o kulun yanında Allah'ın bir şeyden zerre kadar razı olması, dünyalar kadar kıymetliyse, Allah'ın zerre rızasını dünyaya değiştirmiyorsa, Allah da ona göre muamele yapacaktır, yani onu hayır için yaratmış demektir, onun elinde hayırlar yaratacaktır. Eğer Allah'ın rızası, O’nun vereceği ecir ve sevapları o kulun yanında hiç ise, bütün gayreti hep nefsanî olan şeyler için ise, hep günah hep hata ediyorsa, o zaman Allah onu görüyor ve ona göre muamele edecektir.

Dünya Ahiretin Tarlasıdır

Peki, bizim çaremiz nedir?

Allah’a, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e ahiret gününe inanan herkes ister ki, Allah'ın rızasını kazansın, ahirette güzel bir hayatı olsun. Ama bunu istemek orada olmaz, oraya, ahirete kalırsa orada bunun için bir şey yapmak mümkün değildir.

Ne yapacaksak şu anda yapacağız. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “ed-dünya mezaat’ül-ahireti” yani “Dünya ahiret için tohum atılacak bir yerdir, tarladır.” (Aclûnî, Keşfu'l- Hafa, I, 412)

Dünyada hayır tohumu ekersek, yani Allah'ın razı olacağı amelin niyetini ekersek, o zaman ahirette Allah'ın rızasını biçeceğiz. Eğer Allah'ın gazabının, cehennem azabının tohumunu ekersek o zaman da onu biçeceğiz, Allah korusun.

Onun için elimizden geldiği kadar, kendimize çeki düzen vermemiz lazım, “Allah bizden razı mıdır?” diye endişe taşımamız lazım.

Genç bir Allah dostu Sırrî-i Sakatî’ye sormuş:

- Bir kişi Allah'ın onu kulu olarak kabul edip etmediğini bilir mi? Sırrî-i Sakatî:

- Bilemez, Allah bilir, Demiş. Genç:

- Bilir deyince, bu sefer o sormuş:

- Nasıl bilir? Genç:

- Kişi bakar, Allah'ın rızası onun yanında mühimdir, Allah'ın ibadetini, zikrini yapıyor, gazabından çekiniyor, günahları yapmıyor, o zaman bilir ki, Allah onu kulluğuna kabul etmiştir, demiş. Sırrî-i Sakatî de bu cevabı tasdik ediyor:

- Doğru, öyledir, diyor.

Allah kuluna bu ibadetleri, hayırları nasip ettiyse demek ki onu kulluğuna kabul etmiş ki onu yanına çağırıyor.

Saliha bir kadın, geceleyin kalkıp teheccüd ibadetini yaptıktan sonra, ellerini açıp dua etmiş:

- Ya Rabbi bana olan sevgin hürmetine beni affet.

Onu duyanlar demişler ki

- Bu nasıl dua? Allah'ın seni sevdiğini ne biliyorsun? Saliha kadın cevap vermiş:

- Biliyorum, çünkü bu kadar insan yatıyor, Allah beni kaldırdı, kendi huzuruna aldı, onunla münacat yaptım, yalvardım. Eğer sevmeseydi beni çağırmazdı. Sevdiği için beni huzuruna aldı.

Öyleyse Allah kuluna amel-i salih nasip etmişse demek ki, ona cennet-i alaya koymak için bunu nasip etmiştir.

Ne Kadar Kulluk Yapsak Azdır

Dünyada hiç kendimizi beğenmeyelim. Ne kadar amel yaparsak yapalım, kendimizi Allah-u Zülcelal’e karşı kulluk yaptık saymayalım. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:

“Eğer Allah-u Zülcelâl bana ve Meryem oğlu İsa’ya azab edecek olsaydı bunda zulmetmiş olmazdı.”

Bu hadis, “Peygamberler o kadar kulluk yaptıkları halde, Allah'ın kulu üzerindeki hakkı çok büyük olduğu için, kimse O’nun hakkını tam manasıyla eda edemez,” manasına geliyor.

Onlar böyleyse biz ne kadar kulluk yaparsak yapalım “Allah'ın hakkını tam yerine getiremiyoruz” dememiz lazımdır.

Allah her şeyden daha büyüktür. Ne kadar ibadet yaparsan o daha güzeline, daha fazlasına layıktır. Bu yüzden Hz. Aişe annemize sormuşlar:

- Bir insan kendisinin iyilerden olduğunu nasıl bilir? Yani Allah'ın katında iyi kullardan mıyım; yoksa kötü kullardan mıyım? Nasıl bilir? Hz. Aişe Annemiz:

- Kendisinin kötülerden olduğunu bildiği zaman, diye cevap vermiş. Yani amelini az görüp “Ben Allah’n hakkını yerine getiremiyorum” dediği zaman demek ki iyi bir kuldur. Bunun üzerine aynı şahıs:

- Peki, kendisinin kötü insanlardan olduğunu nasıl bilir? diye sormuş. Hz. Aişe Annemiz bu kez de şöyle demiş:

- Kendini iyilerden gördüğü zaman. Yani “Benim gibi ibadet eden kim var!” dediği zaman anlasın ki o kötüdür.

Öyleyse amelimizle bize ucub gelmesin, kendimizi beğenmeyelim, ne yaparsak yapalım Allah’a karşı kulluk olarak azdır.

Eğer Allah’tan korkuyorsak ne Azrail’den, ne Münker Nekir’den ne cehennemden korkmayalım. Çünkü bunların hepsinin sahibi ve âmiri Allah’tır. Onlar memurdur, hepsinin âmiri O’dur.

Nemrut İbrahim aleyhisselamı ateşe attığı zaman, eğer o ateşin kendiliğinden yakma kudreti olsaydı o İbrahim Peygamberi yakacaktı. Ama o ateşin sahibi, âmiri vardı. Allah “Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selametli ol” dedi. (Enbiya, 69) Ateş İbrahim aleyhisselamı yakmadı.

Eğer biz Allah’ı razı edersek, O Azrail’e de emreder, Münker Nekir’e de emreder, her şey bize hizmetkâr olur, güzel muamele eder. Biz mecazi olandan korkuyoruz, hakiki âmir olan sahibinden korkmuyoruz.

Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:

“Melekler Allah'ın emirlerine isyan etmezler, o ne emrederse onu yaparlar.” (Tahrim, 6)

Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı şekilde amel etmeyi nasip etsin.

Amin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10