Son İletiler

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
21
Bizden Sizlere / Büyük Mahrumiyet
« Son İleti Gönderen: webtasarim Mayıs 31, 2024, 08:12:41 ÖÖ »


Büyük Mahrumiyet.

Bir insanın yaşayabileceği en büyük mahrumiyetlerden biri Kur’an-ı Kerim’den habersiz ölmektir.

Kur’an’dan habersiz insan;

“Allah’ın, öldükten sonra kemiklerini yeniden bir araya getiremeyeceğini” zannedebilir!

Halbuki Allah Teala; milyarlarcası birbirinden farklı olan parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kadir olduğunu ifade buyurmaktadır. (Kıyame Suresi, 3-4)

Yakın zamanda ancak keşfedilebilen bir hakikati Kur’an’ın yüzyıllar öncesinde söylemesi onun mucizelerindendir.

Gizli saklı ve karanlık işlerden; açığa çıkınca mahcup olup pişmanlık duyulacak davranışlardan sakınmak gerekir.

Çünkü gizlendiği zannedilen, bilinmediği düşünülen her şeyin açığa çıkacağı günün geleceği mutlaktır.

Yoğun koşturmacalarımız, dünyevi iş ve beklentilerimiz çoğu zaman bu hakikati unutmamıza sebep olabilmektedir.

Pek çok unuttuğumuzu telafi etmemiz mümkünken ölümü ve hesap vermek üzere dirilmeyi unutmanın telafisi yoktur.

Ve asıl korkulması gereken ölmek değil; imansız ölmektir.

Telafisi yoktur.

Özür kabul edilmez.

Geri dönüş yapılmaz.

Bir kere yaşanır hayat ve bir kere ölür insan.

Bu tek fırsatın Kur’dan mahrum olarak heba edilmesi büyük bir mahrumiyettir.

Çok büyük bir mahrumiyet!

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
22
Biz Bize / Lezzetin İçinde Helak Olmak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Mayıs 31, 2024, 08:08:51 ÖÖ »


Lezzetin İçinde Helak Olmak

Direncimizi kıran,nefis ve şeytanla mücadele azmimizi zedeleyen temel neden dünyevileşmedir.

Bu yalnızca günümüzün problemi değildir.

Tarih boyunca dünyevileşmeye karşı bazen hafif bazen şiddetli bir mücadele devam etmiştir.

Dünya imtihanının en zor yeri burasıdır.

Uhut’da galibiyetle başlayan savaşın tersine dönmesinin sebebi de aynıdır:

“… Ne var ki, arzu ettiğinizi(zafer ve ganimeti) Allah size göstermişken,gevşekliğe kapıldınız ve emre karşı gelerek isyan ettiniz…”(Al-i İmran,152)

Kur’an -ı Kerîm bu konuyla ilgili uyarılarla doludur.

Geminin tabanındaki küçük bir çatlak bile batmasına sebep olabilir.

Hemen her gün kalbin neyi istediği kontrol edilmelidir.

Birbirimize karşı nasihat ve tavsiyeden vazgeçmemek hayati önemdedir.

Balın üzerine konup batırdığı küçük hortumuyla balı emerken,ayaklarının gömülmesi sonucu lezzetin içinde helak olan kara sineğin akıbetinden ders almak gerekir.

En çok kalbimize emek vermemiz gerekir. Kalp zikrullah ile mutmain olmazsa başka heveslerin peşinde koşar. İnsan huzursuz ve tatminsiz hale gelir.

“Kim benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz ki onun için sıkıntılı bir hayat olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”(Tâhâ,124)

Ayette geçen ve “sıkıntılı hayat” diye çevrilen kelime doyumsuzluğu; varlık içinde yoksulluğu da ifade eder.

Doymaz insan!

Yetinmez!

İnsan madde ile huzur bulmaya çalışsa da bulamaz.

Ruh Rabbini arar.

O’nunla huzur bulur.

O’nunla mutmain olur.

DOÇ. DR. BURHAN İŞLİYEN

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
23
KUR'ANI KERİM / Kur'an-ı Kerim'i Tanımak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Mayıs 31, 2024, 08:04:35 ÖÖ »


Kur'an-ı Kerim'i Tanımak

Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran özellikler nelerdir? Kur’an-ı Kerim vahyedilen son kitap ise neden Tevrat ve İncil’e de inanmak gerekiyor?
Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran özellikler nelerdir?

Kur’an-ı Kerim son kutsal kitaptır. Getirdiği hükümler ve mesajlar tüm zamanlara hitap edecek şekilde evrenseldir ve kıyamete kadar baki kalacaktır. O, ilk hâliyle muhafaza edilmiş, asla bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Allah tarafından ilahi korumaya alınmıştır ve kıyamete kadar orijinal hâliyle varlığını devam ettirecektir. Dolayısıyla hiçbir kişi ve çaba onu bozmaya, değiştirmeye güç yetiremeyecektir.

Kur’an, Peygamber Efendimizin en büyük mucizesidir. Eşi ve benzeri meydana getirilemez ve getirilememiştir. O, bu konuda muarızlarına meydan okuyan bir kitaptır.

Kur’an’ın içerdiği mesajlar hem birey hem de toplumlar için en ideal hayat tarzını ortaya koyar. O, tevhit ile varoluşun anlamını ve özgürlüğü öğretir. Güzel ahlak ilkeleri ile vicdanları eğitir, insanı karakter ve şahsiyet sahibi yapar. Hukuk ve adalet prensipleriyle toplumsal huzuru ve güveni temin eder, geleceğe umutla bakmayı sağlar. O, aklı kullanmayı, bilimi, araştırmayı, sorgulamayı teşvik eden, sosyal ve fizik yasalarına dikkat çeken bir kitaptır.

Kur’an, gönüllere şifa, akıllara kılavuz, muttakilere hidayet rehberidir. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, yeryüzünü güzelleştirecek ilkeleri ortaya koyan, insanlara onurlu bir hayatın yollarını gösteren, hak ile batılı ayıran; hakikati, hikmeti, merhameti, insani değerleri ve ahlaki erdemleri öğreten bir kitaptır.

Kur’an ile; Cahiliye’nin girdabıyla kuşatılmış insanlardan, güzel ahlakın şahikası örnek şahsiyetler çıkarılmıştır. Bir bedevi toplumdan evrensel bir medeniyetin temelleri atılmıştır. Dolayısıyla Kur’an ve Peygamber Efendimizin mesajlarına kayıtsız kalmak veya düşmanca tavırlar içine girmek, acınası bir zavallılık ve vahim bir talihsizliktir. Kendi aydınlığıyla kavga etmek gibi derin bir akıl tutulmasıdır.

Maalesef tarihî süreç içerisinde ve hatta Sevgili Peygamberimiz döneminde Kur’an’a ve Peygamberimize saygısızlık yapan, düşmanlık besleyen zavallı kişiler olmuştur.

Günümüzde de Batı ülkeleri başta olmak üzere bazı yerlerde, insanlığın aydınlık geleceğinin en büyük rehberi olan Kur’an’a ve Rahmet Peygamberi Hz. Muhammet Mustafa’ya saygısızca ve düşmanca davranışlar yapılmaktadır. Elbette dünyadaki tüm Müslümanlar hem bireysel haklarını kullanarak hem de örgütsel ve kurumsal yapıları ile meşru, makul, ciddi, güçlü ve kararlı tepkilerini ortaya koyacaklardır. Ancak önemle ifade etmek gerekir ki başta Kur’an olmak üzere Müslümanların kutsallarına yönelik insanlık dışı tavırlara karşı verilmesi gereken en önemli tepki, İslam’ın değerlerini anlamak, yaşamak ve İslam’ı insanlığın her bir ferdine ulaştırmak için daha büyük bir azim, inanç ve çabayla çalışmaktır. Zaten güneşe düşmanlık yapanların en büyük cezası karanlığa mahkûm olmalarıdır.

Kur’an-ı Kerim vahyedilen son kitap ise neden Tevrat ve İncil’e de inanmak gerekiyor?

Tevrat ve İncil’e yaklaşım konusunda Kur’an-ı Kerim çok açık ve net şekilde iki tavır ortaya koymaktadır.

Birincisi, Tevrat Hz. Musa’ya, firavun ve Mısır halkını; İncil Hz. İsa’ya İsrailoğullarını ve Roma halkını Hakk’a davet etmek üzere Allah tarafından, gönderilmiştir. Yani her ikisi de Hz. Âdem ile başlayan İslam vahyinin, kendi dönemlerindeki kitaplarıdır. Bu bağlamda Tevrat ve İncil’in Allah’ın gönderdiği kutsal kitaplar olduğuna inanmak gerekir. Nitekim Kur’an zaman zaman Yahudi ve Hristiyanlardan, “ehl-i kitap” yani kendilerine kitap verilenler olarak bahsetmektedir. Kur’an’da, Tevrat’la ilgili, Allah tarafından vahyedildiği ve İsrailoğulları için hayat rehberi olarak gönderildiği; İncil’in bir nur, hidayet rehberi ve hikmet olduğu beyan edilmektedir.

İkincisi ise her iki kitap da zaman içinde değiştirilmiş, tahrifata maruz kalmış ve bu kutsal kitapların özgünlüğü muhafaza edilememiştir. Tevrat, Musa Peygamber’den asırlar sonra Ezra adında bir Yahudi tarafından oluşturulmuştur. Bu süre içinde Yahudiler ciddi diaspora dönemleri yaşamışlar, dillerini değiştirmişler, ülkelerinden sürülmüşlerdir.

Kur’an, Yahudilerin Tevrat’ı muhafaza etmeyip değiştirdiklerini hem metin hem de mana boyutuyla bozduklarını, yanlışla doğruyu birbirine karıştırdıklarını ifade eder. İncil metinleri ise Hz. İsa’nın vefatının ardından en erken bir asırlık zaman içinde, onun hayat hikâyesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Mevcut Hristiyanlık anlayışını Hz. İsa’nın ardından, hayatta iken ona düşman olan ama bir Şam yolculuğunda yaşadığı vizyon değişimiyle İsa bağlısı hâline gelen Pavlus isimli bir şahıs şekillendirmiştir.

Kur’an’daki bilgilere göre, kendilerine kitap verilenlerden samimi ve vicdan sahibi kimseler olduğu gibi bile bile hakikate düşmanlık yapan, menfaat ve asabiyetine yenik düşenler de vardır. Bu durum, hakikat karşısında psikolojik savrulmalara açık bir örnek olduğu gibi, müminlerin ehl-i kitaba yaklaşımlarını belirleyen önemli bir ölçüyü de ortaya koymaktadır.

Diğer yandan Kur’an’da Yahudi ve Hristiyanlara yönelik “ehl-i kitap” gibi özel hitaplarda bulunulmasının hikmetleri olsa gerektir. Zira onlar, Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğine inanıyorlar, hatta Son Elçi’nin gelmesini bekliyorlardı. Dolayısıyla Kur’an onlara hitaben defaatle, bildikleri hâlde inkâr ettiklerini, ellerindeki Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’ın, Kur’an ile aynı inanç ilkelerini gönderdiğini ve onların inatla hakikate yüz çevirdiklerini hatırlatır. Ehl-i kitabın din bilginlerinin gerçekleri çarpıttıklarını ve kutsal metinleri menfaat ve dünya malı elde etmeye aracı yaptıklarını beyan eder.

Müminler, Allah’ın Hz. Âdem’den beri gönderdiği vahyin tamamına, bu bağlamda Tevrat ve İncil’in de Allah’ın gönderdiği kitaplar olduğuna inanırlar. Ancak söz konusu kitaplar bozulduğu ve son kitap Kur’an geldiği için o kitapların hükümleri geçersiz hâle gelmiştir.

Zira hem Kur’an’ın beyanı hem de tarihî gerçeklikler, bu kitapların tahrifini ortaya koymaktadır. Elbette bugünkü Tevrat ve İncil metinlerinde tahrifatlar olduğu gibi bozulmamış, ilk şekline uygun cümleler de bulunabilir. Ancak buradaki ölçü yine Kur’an olmalıdır. Nitekim; “O sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; Furkan’ı da indirdi. Bilinmeli ki Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır.

Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (Âl-i İmrân, 3/3-4) ayeti Kur’an’ın “Furkan” özelliğiyle hakikatin ölçüsü olduğunu açıkça beyan etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın birçok ayetinde, Tevrat ve İncil’in musaddık yani doğrulayan bir kitap olduğunun ifade edilmesi, onların Allah tarafından gönderildiğine, nübüvvet zincirinin birer halkası olarak özde aynı mesajı taşıdıklarına işaret etmektedir. Böylece Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’ın, onlar tahrif edildiği için son kitabı gönderdiğine dikkat çekilmekte, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya kitap geldiğine inananların, Hz. Peygamber’e de vahiy gelmesini makul bulmaları gerektiğine vurgu yapılmaktadır.

Diğer yandan, inanç bir tercihtir ve herkes özgürce tercihini yapma hakkına sahiptir. Bir inancı dikte etmek ya da kendi inancına mensup olmayanları aşağılamak, onların inançlarına hakaret veya düşmanlık etmek kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir. Diğer yandan inançlar üzerinden anlamsız tartışmalar yapmanın faydasının olmadığı da açıktır.

Müminlere düşen, kendi inançlarını ve kutsal değerlerini en güzel şekilde temsil ve tebliğ etmektir.

MUSTAFA IRMAKLI

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
24
İnsan ve Hayat / Gönüllerdeki Mesafeyi Kaldırmak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Mayıs 31, 2024, 07:58:10 ÖÖ »


Gönüllerdeki Mesafeyi Kaldırmak

Rahmet ayının son günlerini ihya eden her müminin niyazı, bağışlanmış bir kul olarak gönül huzuruyla, sevinçle bayrama erişmektir. Allah’a kurbiyetin zirvesi olan Ramazan’da tutulan oruçlar, eda edilen namazlar, okunan Kelâmullah, yapılan infaklar kısacası tüm ibadet ve taatler hem affedilme hem de Cenâb-ı Hakk’a yakın olma vesilesidir. Azimle, sebatla îfâ edilen vazifelerde amellerin boşa çıkmaması ve Allah’ın rızasına nail olma arzusunu taşır her mümin yürek. Oysa amelleri zâyi eden davranışlardandır, bir gönlü incitmek. “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” sözüyle gönül ehli Yunus da bu hakikate işaret eder.

Nazargâh-ı İlâhî olan gönlü yıkmak

Gönül, Rabbini bilme ve sevmenin merkezidir. Nazargâh-ı ilâhî’dir. Cenâb-ı Hakkın âdemoğlunda baktığı yerdir.[ii] Mutasavvıflara göre Beytullah’tır, mukaddestir. Alvarlı Efe, “İncitme hiçbir canı!/Yıkma Arş-ı Rahman’ı” dizesinde ifade ettiği üzere bir gönlü incitmek Allah’ı incitmektir. Zira insan mükerrem bir varlıktır, sevgi ve hürmete layıktır. Mümine yakışan da gönül yıkmak değil, gönüller inşa etmektir. Gönül inşası için gereken ise vefa ve nezakettir. Ve “nezaket öyle bir dildir ki onu sağır olan da duyar, kör olan da görür.” Nezaket kabalığın aksine bağırmaz, gönül yormaz. Sessizce ve derinden gönül kapısını aralar.

Latîf ve Halîm olan Allah da kullarına yumuşaklıkla muamele eder. “Sen onlara sırf Allah’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…”[iii] buyurarak kullarından da halîm davranışlar bekler. Nezaket haddi aşmamaktır, başkasına zarar vermemektir. Gönüller Sultanı Sevgili Peygamberimiz;  “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kimsedir.”[iv] buyurarak nezaketin mümince bir tavır olduğunu hatırlatır bize. Dolayısıyla mümin hayatı boyunca tüm davranışlarını nezaket ve zarafet temelinde inşa edendir. O, güzel koku satan attar gibidir.[v] Sîretinden, suretinden güzellikler sadır olandır. Gönüllerde hoş sadâ bırakandır. Gönül kapısını kapattırmayan diğer bir fazilet de nezaketin ikizi olan vefadır.

Vefa imanın gereğidir

Vefa, ruhlar âleminde Allah’a verilen sözü tutmaktır. Sadakati kaybetmeyerek, istikamet üzere bir ömrü yaşamaktır. İmanın gereği yerine getirilen tüm güzel davranışlar bir vefa örneğidir. Yapılan iyilikleri unutmamak, emeğe teşekkür etmek, hatır gözetmek, menfaatine ters düştüğünde dostuna sırt çevirmemek vefakârlığın tezahürlerindendir. Vefa, zor zamanların insanı olmaktır. Zor günlerin hakkını vermektir. Dostluğu, kardeşliği ayakta tutan en güzel haslettir.  Bir millete çetin günleri aştıran, kalpleri birleştiren erdemdir.

 Bu davranışların aksi ise vefasızlıktır. Vefasızlık insana dost kaybettirir, incittiği gönüllerde kapanmaz mesafeler açtırır. Bir kalbi kıran vefasızın da atalarımızın deyimiyle iki cihanda da sefası olmayacaktır. Peygamber Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde her vefasızın, vefasızlığının göstergesi olarak bir sancağı olacaktır.”[vi]

Vefasızlık gören, kalbi incinen mümin ise buna mukâbil muhatabını incitmeyendir. Zira inancı ona gönül yıkmamayı öğrettiği gibi gönül yıkanı da affetmeyi öğütler. Affetmenin ne yüce bir erdem olduğunu müjdeler.

Affetmek insanın şerefini artırır

Zordur zulmedeni affetmek, gelmeyene gitmek, kötülük edene iyilik etmek. Affetmek için yüce bir gönül gerek. Peygamber Efendimiz “Allah, affeden bir kulunun ancak şerefini artırır.” [vii]  buyurarak bağışlamayı başarabilenlerin aziz kılınacağını muştular. Mümin ki bu muştuya nail olmak için gönlünü kin, nefret, öfke gibi kötülüklerden uzak tutar.

Affedememek ise kalbe ve zihne yüktür. Ancak affedenler, gönül kırgınlığını geride bırakarak şifa bulurlar. Öfke, kin gibi olumsuz duygulardan kalbini azâde ederek ağırlıklarından kurtulurlar. Daralan sadrı genişleyerek huzura vasıl olurlar. Rahman’ın katında affedilmenin yolu, kullarını affetmekten geçer. Dolayısıyla affetmek en çok da kişinin kendisinin kurtuluşuna vesiledir.

Bayram, gönüllerdeki mesafeyi kaldırmaktır

Rahmet mevsiminin tedrisatında yoğrulan, kulluğun zirvesine vasıl olanların, Rablerince tebrik edildiği gündür bayram. Şehr-i Ramazan’ın rahmetiyle arınan, mağfiret müjdesine nail olmanın ümidiyle titreyen gönüllerin, neşe günüdür bayram. Affedilmenin sevinciyle dargın olanların, gönül mesafelerini kaldırdığı,  kalplerini birleştiği, muhabbetle kucaklaştığı gündür bayram. Yüce Rabbimizin “Müminler ancak kardeştir.”[viii] buyruğu gereği sevginin, kardeşliğin pekiştiği gündür bayram.

Belki bu yıl eski günlerdeki gibi bir coşkuyu yaşayamayacağız. Muhabbetle kucaklaşıp gönüllerimizi coşturamayacağız ama dualarımızla, hâl, hatır soran içten niyazlarımızla bayram coşkusunu gönüllerimizde yaşamaya devam edeceğiz. İçimizdeki umutları daima diri tutmak için, bir ramazan müjdesi gibi gireceğiz bayrama.

Allah’ın kullarını bağışladığı, tebrik ettiği bayram gününde hangi mümin affedilmenin sevinciyle dargın olduğu kardeşini bağışlamaz ki! Sevgili Peygamber Efendimiz, (s.a.s) “Müslüman kardeşine bir sene küs duran kimse, onun kanını dökmüş gibidir.”[ix] hadisinde buyurduğu üzere kim bu vebali üstlenmek ister ki!

Bayram gönüller aldığımız, birbirimize kardeşlik elini uzattığımız, hayata umut ve güvenle baktığımız gün olsun. Gönüllerimiz bir olsun, her gün bayram olsun.

---------------------------------------------------------------------

Bakara, 2/264.

[ii] Müslim, Birr, 33.

[iii] Âl-i İmrân, 3/159.

[iv] Buhâri, Bedu’l-vahy, 4.

[v] Ahmed b. Hanbel, II, 400.

[vi] Müslim, Cihâd ve siyer, 14.

[vii] Müslim, Birr, 69.

[viii] Hucurât Suresi,49/10.

[ix] Ebû Dâvûd, Edeb, 47.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
25
Süleyman Gülek / Cömertlik ve Cimrilik
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 31, 2024, 07:32:57 ÖÖ »


Cömertlik ve Cimrilik

Cömertlik, eli açık olmak demektir. Cömertlik; insanın sahip olduğu imkânlardan, ihtiyaç sahiplerine meşrû ölçüler dâhilinde ve Allah rızâsından başka hiçbir amaç gütmeden yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır. Mü’min kişiler bu üstün ahlâka, cömertliğe sahip olmalı, infaktabulunmalıdır.

Çünkü, Kur’ân ve sünnet bunu emretmektedir:

“Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun, kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyi davranın; Allah iyi davrananları sever.” (Bakara, 2/195); “Sizden birine ölüm gelip ‘ya Rabbi keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ (iyilik yapsam) demeden önce size verdiğim rızıktan veriniz. ” (Münâfikûn, 63/10)

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Cömert kişi Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır. Cennetten uzaktır, cehenneme yakındır.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 40) Allah’ın verdiği nimetleri, imkânları insanın sadece kendine ayırmayıp, ihtiyaç sahiplerini de yararlandırması emredilmektedir.İhtiyacı olanlara ve Gazze’deki kardeşlerimize yardımcı olmalı; zekât, sadaka vermeli, infak etmeli.

İnsanlara yardımcı olmamız gerektiği gibi hayvanlara da yardımcı olmalı ve onların da zor duruma düşmemesi için gereken imkanlar sağlanmalıdır. Ayrıca hem insanların hem de hayvanların zarar görmeyeceği tedbirler alınmalıdır.

 Bir mü’min kendisini düşündüğü gibi, din kardeşini de düşünmeli ve onlara karşı cömert olmalıdır. Cömertliğin zıttı ise cimriliktir.Cimrilik; servet edinme tutkusuyla başkasına bir şey vermekten çekinmek, karşılıksız harcama ve hayır yapmaktan kaçınma eğilimidir.Cimri kişiler hem Allah katında ve hem de insanlar arasında sevimsiz ve kötü kişiler olarak görülür. Mal ve servet insanlar için bir imtihandır. (Zümer, 39/49-52) Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik ve infaktır. (Teğâbün, 64/15-17); “Mallarınızda muhtaç ve yoksulların hakkı vardır.” (Zâriyât, 51/19)

“Parayı, malı ben kazandım; niye başkasına vereyim, ben aptal mıyım?” düşüncesiyle şeytanî bir mantık ileri sürerek cimrilik yapanlar, Allah’ın ihsân ettiği imkânlardan ihtiyaç içerisinde olanları yararlandırmayan cimrilerin vay haline!

Asıl cimrilikleri sebebiyle aptallık yaparak kendilerine zarar vermiş oluyorlar. “Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun (cimrilik yaparak) kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara, 2/195) Cimrilik tehlikeli ve kötü bir iştir. Kişiye fayda değil, zarar getirir. Akıllı insan cimrilik yapan değil, infak edendir.

Başka bir ayette cimriliğin insanın yararına bir davranış olmayıp aksine tam aleyhine bir sonuç doğuracağı belirtilmiştir: “Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir.

Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Âl-i İmrân, 3/180)

Cimri kişi sıkıntı içerisindedir. Parasının, malının hayırını göremez. Parasının gideceğinden, azalacağından çok korkar. Cimrilik çok kötü bir huy ve bulaşıcı bir hastalıktır. Bir kişi cimri ise, eşine ve çocuklarına cimrilik hastalığı bulaşabilir. Cimri kişiler dünya ve ahirette yüzleri gülmez, parasının, malının hayrını göremez, yani mutlu ve huzurlu olmazlar.  Böylelerini Allah sevmez, insanlar da sevmez.

Cimri olanların çoğu cimri olduklarını kabul etmezler, bu sebeple de cimrilikten korunmak için gayret sarf etmezler. Çünkü arada bir yaptıkları ufak iyiliklerden dolayı kendilerini cömert zannederler. Cimri olanların birçoğu zekâktını hakkıyla vermezler. Hatta birtakım bahanelerle hiç zekât vermeyen cimriler de vardır.

Mesela devlete verdikleri vergileri zekât olarak görenler bile var. Cimriler cimriliklerini tutumluluk olarak görürler ve kendilerine cimri denildiğinde bunu kabul etmek istemezler.

Yüce Allah şöyle buyurur: “O kimseler ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, (harcamaları) ikisi arasında dengeli olur.”

(Furkan, 25/67) Mü’min her hususta dengeli davranmalıdır, aşırıya gitmemelidir. Ne israf etmeli ne de cimrilik yapmalı, dengeyi sağlamayı bilmelidir. Bir Müslüman cimri değil, cömert olmalı. Bu nedenle bir Müslümanda cimrilik varsa, bu kötü huydan bir an önce kurtulmak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Zira iyilik yapanı Allah sever, insanlar da sever.

Süleyman Gülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
26
Mahmut Tobtaş / İslam’da Fetih Var İşgal Yok
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 31, 2024, 07:24:37 ÖÖ »


İslam’da Fetih Var İşgal Yok

Çalıp çırptığı paraları banka hesabında saklayan cimri, eskiden kavanozuna koyduğu peyniri, camın dışından yalayarak ekmeğine katık yapan adama benzer.

Zamanın tarihi değişir, adamın huyu değişmez de malzemesi değişir.

 Cimri adamın, deniz dalgası gibi, bulut damlası gibi cömertlik yapan adamı anlaması da mümkin değildir.

Biri topluyor, biri dağıtıyor.

Biri doğuya gidiyor, biri batıya gidiyor.

Bunların birbirini anlama imkânı yoktur.

Aldığı eğitimle yakmak, yıkmak, sokmak, zehirlemek, kanını akıtmak, viraneler çoğaltmak olan Biden gibi, Netanyahu gibi adamlar, bütün  kötülükleri yaparlar.

Ancak yaratılışta getirdiği fıtratın verdiği güzellikleri hatırlamasıyla strese girer, rahatsız olur.

Doktoruna gideceği yerde kendini iyi hissettirecek yağcıları, yalakaları, yardakçıları danışman olarak alırlar.

Onlar da yaktığına “harika”, yıktığına “şahane”, kanını içtiğine “afiyet olsun” derlermiş.

İstanbul’un fethi günü, tanıdık birinin işyerinde, yüksek bürokratlardan biriyle tanıştırdılar.

Benim hoca olduğumu öğrenince, ses tonunu biraz yükselterekten ilk sorduğu, “İslam’da fetih adı altında ülke işgali var mı?” sorusu oldu.

-       Fetih var. Kur’an’da “Fetih süresi” diye de bir süre vardır. İslam’da işgal yoktur.

-    Ne farkı var?

-    Fetihte önce gönül fethi vardır. İnsanların gönlüne kara yılan gibi çöreklenen put insanları, “La ilahe/Allah’tan başka yaratan, yaşatan, yöneten, donatan yoktur” kılıcıyla oradan çıkarıp gönlü, kalbi, kalıbı, canı, teni yaratanın inancını o gönle “İllallah/ Yaratan, yaşatan, yöneten, donatan ancak Allah’tır” inancını gönle yerleştirmek vardır.

Diğer ülke insanlarının gönlüne bu Kelime-i Tevhid girince, ülke fetihleri de vardır.

Sen, aynı apartmanda, kapının karşısındaki evde oturan komşuna, her gün gelip haksız yere musallat olan, onu taciz eden, döven, söven bir başka komşuna “dur” demez misin. Duymazdan gelir misin?

İşte Kur’an’ın ifadesiyle:

“Size ne oluyor ki; Allah yo­lunda, "Ey Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden bizi çıkar. Bize ta­rafından bir dost gönder ve bize ta­rafından bir yardımcı gön­der" diyen zayıf bırakılmış er­kekler, kadın­lar ve çocuklar uğ­runda çarpışmıyorsunuz?” (Nisa süresi, ayet 4/75)

Komşumuz ne ise dünyanın öbür tarafındaki insan da hangi dil, din ve ırktan olursa olsun o, Adem aleyhisselamdan bizim kardeşimizdir.

İstanbul’un fethi sırasında Konstantin’e, Vatikan’dan yardım teklifi geldiğinde Kostantin, “Burada papa külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim” der.

Zulme karşı durmak, bizim en önemli ibadetlerimizdendir.

Rabbimiz, en büyük zulmün Allah’a ortak koşmak olduğunu haber verir:

“Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Oğulcuğum, Al­lah'a ortak koşma, şüphesiz (Allah’a) ortak koşmak, büyük bir zulüm­dür." (Lokman süresi, ayet 31/13)

Zulme dayalı eğitimden geçen insanlar, şu anda dünyayı bir lokmada yutmanın yollarını aramaktalar.

Kendileri için sınırları kaldırdılar. Diledikleri ülkeye girip “Benim güvenliğim senin topraklardan başlar” diyerek çörekleniyorlar.

Ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını soydukları gibi, insan beyniyle ayakta duran Pers imparatoru Dahhak gibi, insan beyni de topluyorlar ve onları mankurt yapıp, kendi anasını bile öldürebilecek hale gelince kendi  ülkelerine gönderiyorlar.

Dünyaya merhametleri olmadığı gibi kendi çocuklarına da merhametli değiller.

Çocuklarını topluca cehenneme postalama eğitimi veriyorlar.

Bir tenha yerde, bir çocuğu yakmaya çalışan birini görseniz, aldırmadan, görmezden gelerek, adamlığınızı orada bırakıp gidebilir misiniz?

Mahmut Toptaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
27


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) “Allah (C.C.)  Kindar İnsanları Affetmez

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “Şaban ayının yarı gecesinde (Berat Gecesi)  Allah (C.C.) yeryüzündeki insanları affeder. Allah’a (C.C.) ortak koşanları, Müslüman olmayanları ve insanlar arasında kin besleyenleri affetmez.” Kardeşlerim hadîs-i şerifte Allah (C.C.) kendine ortak koşanları, kendine ve resulüne inanmayanları yani Müslüman olmayanları ve kindarları affetmeyeceğini söylüyor. Kindarlığın yan yana bahsedildiği günahlara bakınca kindarlığın Rabbimiz katındaki günahını anlayabiliriz. Bir Müslüman’ın diğer bir Müslüman’a 3 günden fazla küs kalması kesinlikle dinimizce yasaktır. 3 günden fazla küs kalınca kindar oluyor. Yarın hesap vereceğimizi unutmadan küs kaldığımız kardeşlerimizle barışıp Rabbimizden af dileyelim. Nitekim o affedendir. Hadîs-i şeriften anlamamız gereken Berat Gecesi’ni büyük bir nimet bilerek o gece camilerimize gidip ibadetlerimizi yapıp Allah’tan (C.C.) af dilemeliyiz. Allah (C.C.) bizleri affettiği kullarından eylesin.

“İMAN EDENLER İÇİN YERYÜZÜNDE İKİ EMAN (GÜVENCE) SEBEBİ VARDIR”

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “İman edenler için yeryüzünde iki eman (güvence) sebebi vardır. Birincisi benim. Ben ümmetim için güvence sebebiyim. Ben aranızda olduğum sürece yeryüzünde Allah (C.C.) sizlere azap etmeyecek, yerin dibine batmayacaksınız ve başlarınıza taş yağmayacak. İkincisi ise Allah’a (C.C.) içinden yalvararak istiğfar etme emniyet sebebinizdir. Ben beşerim bu dünyadan gideceğim. Belirli süre sizlere hizmet etmek için yollandım zamanım dolduğunda gideceğim ama istiğfar sizlerle kalacak. İstiğfarı terk etmeyin.”

Kardeşlerim bu hadîs-i şerifi, Kur’an-ı Kerim’den şu ayet-i kerime ile anlatabiliriz. Enfâl Suresi 33’üncü ayet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor: “Oysa sen onların içinde iken, Allah (C.C.) onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah (C.C.) onlara azap edecek değildir” ayet-i kerimede hadis-i şerifin birinci kısmını ve ikinci kısmını anlattığı üzere Rabbimizin emrettiği üzere yaşayarak istiğfar etmeli ve ondan içten bir şekilde af dilemeliyiz. Bizler insanız, insan beşer, durmaz şaşar, eyler hata üçer beşer kardeşlerim. Hepimizin hataları vardır önemli olan gün bittiğinde günü değerlendirip yaptığımız hataları düşünerek Rabbimize içten bir şekilde istiğfar ederek af dilemektir. Allah bizleri affetsin.

“KUR’AN-I KERİM’DE NAZAR DEĞMESİNİ ÖNLEYECEK 8 AYET VARDIR”

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor:

“Allah’ın (C.C.) kitabı Kur’an-ı Kerim’de nazar değmesini önleyecek 8 ayet vardır. Fatiha Suresi ve Ayet-el Kürsi’yi (Bakara Suresi 255’inci ayet) her gün okuyun. Bir kimse bu ayet-i kerimeleri okursa okuyan Müslüman’a nazar değmez. İnsan nazarı da değmez zararlı cinlerin zararı da onlara dokunamaz.” Kardeşlerim nazar haktır. İnsana nazar değebilir. İnsanı tabuta koyup öldürebilir, hasta edebilir. Onun için bir insanı beğeniyorsanız eğer ona maşallah demeyi unutmayın. Maşallah derseniz nazarınız değmez. Bu sizin başka insanlara nazar değdirmemeniz için önlemdir. Sizlere de nazar değmemesi için hadîs-i şerifte anlatıldığı üzere Fatiha Suresi ve Bakara Suresi 255’inci ayet-i kerimesi olan Ayet-el Kursi’yi okursanız hem insanların nazarından hem de zararlı cinlerin zararından korunursunuz.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
28
Siyami Akyel / Zulme Sessiz Kalan liderler ve Destekçileri
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 31, 2024, 07:04:01 ÖÖ »


Zulme Sessiz Kalan liderler ve Destekçileri

Siyonist İsrail’in Gazze’de, Refah’ta yaptığı katliam ve soykırıma ses çıkartmayan halkı Müslüman olan ülkelerin başındaki liderler, yöneticiler ve bunları iktidarda tutan destekçileri Allah-u Teâlâ indinde bunun hesabını veremezler!

İktidarları destekleyen halk kitlelerinin bir kısmı bu liderleri seçimle iş başına getirdikleri için iktidarların yaptığı zulme ortaktır. Bazı ülkelerde ise halkın seçim şansı yoktur. İktidara gelen güç, darbeyle yahut krallık sisteminin bir sonucu olarak iktidara geldiği için buradaki halklar ikinci derecede sorumludur. Bunların da sorumluluktan kurtulmak için her türlü mücadeleyi vermesi gerekir.

Gazze’de yaşanan insanlık dramı karşısında Müslüman ülkelerin başındaki liderlerin aktif rol alarak katliamı durdurması beklenirken, Siyonizm’in emrine girdikleri artık iyice anlaşılan liderler, halkların tepkisine rağmen zulmü ve katliamı desteklemeye, desteklemezse dahi zulme ve katliama sessiz kalmaya devam etmektedir.

Halkı Müslüman ülkelerinin başındaki liderler, ABD’nin icazeti, Yahudi lobilerinin desteğiyle iktidara geldiklerine, iktidarlarını Haçlı-Siyonist ittifakına borçlu olduklarına, onların yardımı olmadan iktidarda kalamayacaklarına inanmış, bu duyguyu içselleştirmiştir. İktidarı kaybetme korkusu, liderleri zulme karşı kayıtsız hale getirmiştir; değilse bu hodgâmlık neden?

Halkı Müslüman olan ülkelerdeki liderler, iktidara gelmelerini Haçlı-Siyonist ittifakına borçlu olduklarını, onlarsız yola devam ederlerse kaybedeceklerine inanmışlar belli ki. Makam kaybetme korkusu onları zulme kayıtsız hale getirmiş. Ancak büyük yanılgı içindeler.

Yeryüzünde insanlara iktidarı veren, iktidarı nasip eden, orada belirli bir süre oturmasına izin veren, adaletle değil zulümle yönetse dahi imtihan gereği bazen mühlet veren Allah-u Teâlâ’dır. Yani herhangi bir makama, güce, iktidara erişen kimse, bunu nefsine, kabiliyetine, üç beş Siyonist-Haçlı lobisiyle görüşmesine hamletmemelidir.

Kur’an-ı Kerim’de insanlara iktidarı verenin Allah-u Teâlâ olduğu, kendisine iktidar nasip olan kişi veya kişilerin ise iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak adaleti tesis etmesi gerektiği şöyle beyan edilmektedir: “Onlar, o müminlerdir ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan da alıkoyarlar. Bütün işlerin sonu (kıyamette) Allah'a dönecektir” (Hac Sûresi, 41).

İktidarları şu ya da bu sebeple destekleyen halklar da şunu bilmelidir ki; mutlak iktidar yoktur, mutlak güç sadece Allah-u Teâlâ’dır. Desteklediğim iktidar giderse daha kötüsü gelir kaygısıyla iktidarları desteklemek, beşeri güçleri mutlak güç gibi görmek yanlıştır. Zira, Allah-u Teâlâ’nın imtihan gereği belirlediği kaderi hiç kimse değiştiremez, hiç kimse iktidardaki ömrünü uzatamaz, hiçbir lobi de sonucu değiştiremez.

Allah-u Teâlâ’nın, muktedirin iktidarını bitirmesine, rızkını kesmesine, takdir ettiği eceli tahakkuk ettirmesine hangi lobi engel olabilir ki!

Unutulmamalıdır ki mutlak ve süresiz iktidar yoktur.

Kur’an-ı Kerim’deki “Doğrusu onlar, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Şüphesiz zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takva sahiplerinin dostudur” (Casiye, 19) ayeti sadece Allah-u Teâlâ’ya güvenilmesi gerektiğini, aciz lobilerin Allah’tan gelecek bir şeyi engellemekten aciz kalacağını belirtir.

Eğer bugün yaşanan Siyonist katliama ABD’deki üniversite öğrencileri, Avrupa’daki duyarlı insanlar kadar tepki koymuyor, Müslüman kardeşlerimizi Siyonistlerin zulmüne terk ediyorsak, bunun hesabını hiçbirimiz veremeyiz.

Müslüman halklar ve başlarına musallat olmuş liderler, zulme ve zalimlere karşı cesaretle karşı çıkmaz ve zilleti izzete tercih ederse, bu zulüm sebebiyle halkların zilleti devam eder; muktedirlerin de iktidarları yerle bir olur.

Kur’an-ı Kerim’deki “Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir” (Tevbe, 39) ayeti alternatifsiz olmadığımızı anlatır. İslâm’ın biz olmadan da zafere ulaşacağını, biz olmadan da yeryüzünde zulmün bertaraf edilebileceğini anlatır.

Kim bilir belki de Gazze’deki zulme sessiz kalmayan Batı’daki duyarlı insanlar eliyle zulüm bertaraf olur, onlar İslâm’ın güneşiyle aydınlanır ve bizleri de aydınlatır.

Siyami Akyel.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
29
Vehbi Tülek / Allahü Teâlânın Yardımı Herkesin Niyetine Göredir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 31, 2024, 06:49:43 ÖÖ »


Allahü Teâlânın Yardımı Herkesin Niyetine Göredir

"Eğer sen Allahü teâlânın rızâsını gözetirsen, Allahü teâlâ sana yardımcı insanlar gönderir..."

Sâlim bin Abdullah hazretleri Tâbiînin büyük fıkıh âlim ve velîlerinden olup hazret-i Ömer'in “radıyallahü anh” torunudur. Babası Eshâb-ı kirâmdan büyük âlim Abdullah bin Ömer “radıyallahü anh” hazretleridir. Babasının terbiyesinde yetişip, çok büyük derecelere kavuştu. Babasından ve Tâbiînden Saîd bin Müseyyib'den hadîs-i şerîf dinleyip, rivâyet etti. Büyük fıkıh âlimi olup, bir kavle göre Medîne-i münevveredeki yedi büyük fıkıh âliminden biridir. Mezhep sâhibi imâmlarındandı. Fakat mezhebi bütünüyle kitaplara geçirilmeyip, unutulduysa da, bâzı ictihadları temel kitaplarda yazılıdır. 725 (H.106) senesinde vefât etti. Emevî halîfelerinden Ömer bin Abdülazîz ve Hişâm bin Abdülmelik'e devamlı nasîhat ederdi. Ömer bin Abdülazîz'eşu mektubu yazdı:
 
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Sâlim bin Abdullah'tan, müminlerin emîri Ömer bin Abdülazîz'e!..
 
Sana selâm ederim. Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamd ederim. Allahü teâlâ, irâde buyurup (dileyip) dünyâyı yarattı. Dünyâyı çok kısa eyledi. Onun başından sonuna kadar olan zamanı, günün bir saati gibi yaptı. Sonra, dünyâ ve dünyâdakilerin son bulmalarını diledi ve meâlen şöyle buyurdu: (O'nun zâtından başka her şey yokluğa mahkûmdur. [Geçerli] hüküm ancak O'nundur; ve [öldükten sonra] hep O'na döndürüleceksiniz.) (Kasas sûresi: 88)
 
Allahü teâlâ, insanlara Peygamberleri vasıtasıyla kitaplar gönderdi. Bunlarla emirlerini ve yasaklarını, helâl ve haramları, emrine itâat edenlere vereceği mükâfatı, itâat etmiyenlere vereceği azâbı, vs. bildirdi.

Ey Ömer! Sen şimdi, sıradan bir insan değilsin. Büyük bir vazifeyi üzerine aldın. Bu hususta, Allahü teâlâdan başka senin yardımcın yoktur. Kendini ve ehlini muhafaza edip, hak ve hukuku gözetebilirsen, bu büyük bir nîmettir. Çünkü senden önce geçenlerden bir kısmı, yapacaklarını yaptılar. Hakkı öldürüp, bâtıl ve bid'atleri ortaya çıkardılar. Bu bid'atleri sünnet-i seniyye zannettiler. Bid'at ehli kimselerin yetişmesine fırsat verdiler. İlim sâhiplerine rahatlık verdilerse de, çok eziyet de yaptılar. Sen onlara, rahatlık ve genişlik vermekle berâber, eziyet ve sıkıntı kapısını da kapalı tut. Eğer sen Allahü teâlânın rızâsını gözetirsen, Allahü teâlâ sana yardımcı insanlar gönderir. Allahü teâlânın yardımı, herkesin niyetinin derecesine göredir. Eğer niyet tam hâlis olursa, Allahü teâlânın yardımı da tam olur. Eğer niyet noksan olursa, Allahü teâlânın yardımı da ona göre olur."

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
30
İslamda Evlilik / Evliliğin mesuliyeti
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 30, 2024, 06:37:23 ÖS »
img]http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png[/img]

Evliliğin mesuliyeti

Aileyi meydana getiren fertlerin bazı mesuliyetleri vardır: Ailenin reisinin bazı mesuliyetleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Aile efradının iaşesini helal kazanç ile temin etmek.

Bir ailenin, bir toplumun, bir ekibin başı olmak, kıyamet günü çok mesuliyetli bir iştir. Çünkü, yarın kıyamet günü haram rızıkla beslenen çoluk çocuğu, ayaklanarak: "Ya Rab! Hakkımızı bunlardan al, bize sarfettikleri nafakaları nereden kazandıklarını biz bilmiyorduk", diyeceklerdir. Bir hadis-i şerifte: "Hepiniz çobansınız. Her çoban sürüsünden mesul olacaktır" buyuruluyor.

Nasıl ki, bir çoban bütün sürünün muhafızı olması dolayısiyle o sürüden mes'ul tutuluyorsa, bir ailme reisi de, aile efradının nafakaları, dini terbiyeleri hususunda sorumludur. Bunun içindir ki Hz. Ali : "Tuba, (Cennet'te bir ağaç) dünyada çoluk-çocuğu olmayan kimseler içindir" demiştir.

Ayet-i kerimelerde mealen şöyle buyuruluyor: "Evet kişinin kaçacağı gün; kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından, o gün bunlardan herkesin  bir derdi, belası vardır" (Abese 34-37)

Bu sınıf insanların birbirinden kaçmaları:  Ana ve baba oğullarından, "Ne için bize itaat etmedin?" Kadın, kocasından, "Niçin hakkımı ifa etmedin?" Çocuklar, babalarından, "Niye bize dinimizi öğretmedin, irşadda bulunmadın?" diye istemelerinden ötürüdür.

2- Hanımının haklarına riayet etmek. Erkeklerin, kadınların haklarına riayet etmemeleri, ahiret günü için bir mes'uliyettir. Ailesini, çocuklarını yüz üstü bırakıp kaçan kimse, büyük günah işlemiş olur. Cenab-ı Hak onun ne namazını, ne de orucunu ailesine dönmedikçe kabul etmez.

3- Ailesinin hakları yanında Hak teâlânın da haklarını yerine getirmek.

Hanım ve evlad, insanların dünyada sevdiklerinin başında gelir. Onlara muhabbet ve ünsiyet etmekle, ibadetten geri kalacağı tabiidir. Böyle olunca da Cenab-ı Hakk'ı, tefekkürden ve zikirden uzaklaşır. Tefekkürsüz ve zikirsiz geçen ömür ise, zayi olmuş demektir. Bir gün eshab-ı kiramdan Hz. Hanzala, sokağa çıkmış, kendi kendine: "Demek Hanzala münafık oldu ha!" diye, konuşa konuşa giderken Ebu Bekir ile karşılaşır. Ebu Bekir:

- Ey Hanzala! Sen kendini kendine neler konuşuyorsun? 

- Ey Ebu Bekir! Ben, artık münafıklaştım. Resulullahın huzurunda iken, dünyayı, çoluk çocuğumu unutuyor, manevi bir zevk içerisinde kalıyorum. Evime gelip de bunlara karışınca, zevk-i manevi bende kalmıyor. Bu hal benim münafıklığıma delalet etmez mi? cevabını verince, Ebu Bekir:

- Hele bakalım, Resulullaha  kadar gidip soralım. Ben de öyleyim ey Hanzala!

Aralarında geçen konuşmayı Resulullaha  anlattılar. Peygamber efendimiz:

- Ey Hanzala! İnsan her zaman bir hal üzerinde bulunmaz. Bazan öyle, bazan böyle olur. Allahın Resulünün yanında iken duyduğun o hal sende devam etmiş olsaydı, sokakta gezerken melekler seninle musafaha ederlerdi, buyurur.

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Ümmetimin başına bir zaman gelecek ki, insanın helaki karısının, çocuklarının, anası ve babasının elinden olacak. Çünkü, bunlar onu fakirlikle ayıplarlar. Gücü yetmiyecek şeyleri teklif ederler. Teklif edilen şeyleri helal yoldan elde edemeyince, meşru olmayan kazanç yollarına tevessül eder. Bu yüzden helak olur."

Evlilikte Ölçüler

Nikah hakkındaki ahkam-ı ilahiyyeyi beyan eden Ayetlerde küffar ile yuva kurmak ve günlük hayatta onlarla yakın yaşamak nehyolunmuşdur.

Mü'minler, mü'minlerle evlenirler. Ahlaksız kimseler ahlaksız kimselerle yahud müşriklerle evlenirler. "Habis kadınlar habis erkekler içindir, temiz kadınlar temiz erkekler içindir."

Allah Teala Buyuruyor:

"Ey mü'minler, müşrik kadınlarla, onlar Allah'a iman edinceye kadar evlenmeyin. Mü'mine bir cariye, müşrike bir kadından o müşrike hoşunuza gitse de elbette hayırlıdır. Müşrik erkeklere de onlar iman edinceye kadar mü'min kadınları nikahlamayın. Mü'min bir köle, bir müşrikden o müşrik sizin hoşunuza gitse de elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah ise yaptığı beyanatıyle cennete ve mağfirete çağırır. 0, insanlara Ayetlerini çok güzel açıklar. Umulur ki onlar bu Ayetleri iyice düşünüp öğüt alsınlar. (Bakara; 221)

Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkekler onlar üzerinde bir dereceye kadar maliktirler. Allah mutlak galiptir, gerçek hüküm ve hikmet s4hibidir." (Bakara; 228)

Nikah hakkındaki ahkam-ı ilahiyyeyi beyan eden bu Ayetlerde kuffar ile yuva kurmak ve günlük hayatta onlarla yakın yaşamak nehyolunmuşdur.

Mü'minler, mü'minlerle evlenirler. Ahlaksız kimseler ahlaksız kimselerle yahud müşriklerle evlenirler. "Habis kadınlar habis erkekler içindir, temiz kadınlar temiz erkekler içindir."

Hadis-i şeriflerde de şöyle buyuruluyor:

"Evlenin, çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin (çoğalmanız)la iftihar edeceğim." (Taberani)

"Ademoğlunun bahtiyarlığına medar olan şeyler üçtür; Ademoğlunun bahtsızlığına sebep olanlar da üçtür. Bahtiyarlığına sebep olanlar: iyi, mü'mine ve iffetli (saliha) bir zevce; iyi, sülületli ve sür'atli binek; geniş ve rahat evdir. Bahtsızlığına sebep olanlar da: Kötü, dar ve sıkıntılı ev; fena kadın, kötü binektir." (Ebü Davud)

Binek denilince üzerine binilen her türlü hayvan ve vasıtaya şamildir. Bir evin kötü, dar ve sıkıntılı olmadığı keyfiyeti şahısların halleriyle takdir edilmek lazımdır. Öyle dar evler vardır ki, bazı kimseler için geniş ve diğerleri için sıkıntılı sayılır.

"İnsanların en kötüsü ehli (Ailesi) üzerinde çok baskı yapandır." (Teberani)

Münavi diyor ki, Bu hadisin tamamı mealen şöyledir: Ashab dediler:

Ya Rasülallah! Kişi ehli üzerinde nasıl tazyik yapar?.

Buyurdu ki:

"- Adam evine girince karısı korkusundan titrer, evladı kaçar, evden çıkınca ise karısının yüzü güler; ailesi ferahlığa ve sevgiye kavuşur."

"Kadınların bereketçe en büyüğü yükü diğerlerinden daha hafif olandır." (Ahmed b. Hambel)

Gerek düğünlerde ve gerekse evlendikten sonra türlü türlü fuzuli masraf kapıları açan, bu yüzden hem kendi Ailesini hem de cemiyetini iktisaden yıpratan ve bu sebeple geçimsizliklere, ayrılıklara ve hattA boşanmalara sebep olan kadınlarımız eğer müslümanlıkta sadık iseler sevgili Peygamberimiz - Sallallahu aleyhi ve sellem'in bu mubarek hadisinden ibret almalıdırlar.
"Nikahın (evlenmenin) hayırlısı kolay ve külfetsiz) olanıdır.". (Ebü Davud)

"Allah, bir kimsenin kalbinde bir kızı veya kadını nikah ile istemek temsyülünü uyandırırsa onun o (kızı, yahud kadını) görmesinde bir beis yoktur." (İbni Mace)

Nikah ile istemek kaydı, şehvet şevkiyle bakmaya mani olduğu gibi "küfv"ü (dengi) olmayana bakmayı da men eder. Bu hadisin şerhlerinden anlaşıldığına göre nikah ile istenecek kız veya kadının yalnız yüzüne ve ellerine bakmakla iktifa edilir. Bu bakmayı bir kaç defa tekrarlamak da caizdir. "Sizden biriniz evlenme yemeğine (ziyAfetine) davet edilirse icabet etsin!" (Müslim)

Eğer şartlar mevcut ise icabet vaciptir. Şartlar (kısmen) şunlardır:

1- Davet eden de edilen de müslüman olmalı,

2- Davet yalnız zenginlere, sırf zengin oldukları için tahsis edilmemeli,

3- Eğer ziyafet verenin bütün akrabası, komşuları, kabilesi ve meslektaşları hep zengin insanlar ise icabet vaciptir.

4- Ziyafette haram olan şeyler bulunmamalı (içki v.s.


İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10