Sınır
Sınır kelimesini duyduğumuzda aklımıza yasaklar gelir. Sınır, geçilmemesi gereken bir noktadır. Böyle söyleyince engellenmişlik duygusuna kapılır, özgürlüğümüzün elimizden alındığını düşünerek rahatsız oluruz. Evet, sınır demek hudut demektir. Bize gidebileceğimiz en uç noktayı gösterir. Ama sınır sanıldığı gibi bizi sınırlandırmaz, aksine özgürleştirir. Nasıl mı? Bir kere bizi çevreleyen beden, ruh, aile, çevre, ülke, gelenek gibi sınırlar içinde kendi doğamızın farkına varabiliriz. Kişiliğimizi, kimliğimizi, yeteneklerimizi, gücümüzü bu dâhili alanda fark eder ve anlarız. Bir engelle karşılaştığımızda onu aşmak için zekâmızı, yeteneklerimiz ve olanaklarımızı en verimli şekilde kullanmak isteriz, böylece potansiyelimiz açığa çıkar. İnsan her zaman sınırı geçmek ister, bu istek onun kendini geliştirmesine vesile olur. Sınır olmadığında kendimizi geliştirmemize de gerek kalmaz. Ayrıca sınırsızlık yorucudur, alan belli olmadığı için doğanızı aşan bir şeyler yapmaya zorlanırsınız ve sonrasında bıkar, vazgeçersiniz. Basit bir örnekle somutlaştıralım: Bir ödev veya bir iş kendisine ayrılan zaman içinde yapılır. Yani, aynı işe bir hafta süre de verseniz bir ay da süre verseniz, teslim tarihi ne ise o vakitte biter. Zaman belirtmez ve uygun olunca yap derseniz, o ödev asla yapılmaz. Bu böyledir. Sınır yoksa iş çıkmaz oradan.
Sınır, aslında yoğunlaştırmayı arttırdığı için hayatımızı daha verimli yaşamamıza imkân tanır. Boşluğu, boş zamanı yönetmek zordur. İnsan çabucak rehavete kapılır, miskinleşir ve bir türlü işine başlayamaz. Oysa en verimli işler, işlerin çok olduğu zamanlarda çıkar.
İnşirah suresinde de öyle demiyor mu? “Bir işi bitirdiğinde diğerine koyul.” Zaman sınırlandırılmadığında onu yönetmek imkânsızlaşır. Oysa mesai saatleriyle sınırlandırılmak veya namaz vakitleriyle günün bölümlere ayrılması, ders saatleri, teneffüs vakitleri… Hepsi zamanı yoğun kullanmayı gerektirir. Bu yoğunlukta kıstırılmışlık değil ayrı bir tat duyarız. Böylece planlı, programlı, düzenli çalışabiliriz.
Sınır kavramını en net fark ettiğim yerlerden biri de fotoğraflardır. Fotoğraflara bakmaktan ayrı bir keyif alırım. Bunun nedenini çok sonra anladım. Evet, sınırlanmış olması. Dikkatini dağıtacak hiçbir uyarıcı yoktur fotoğrafta. Çıplak gözle Süleymaniye Camii’ne baktığınızı farz edin. Belli bir uzaklıkta durmuş seyrediyorsunuz. Sadece camiyi görmüyorsunuz, ufukta bir sınırsızlık var. Her ne kadar bakışınız camiye yönelse dahi gökyüzünün enginliği, yanlardaki boşluklar odaklanmanızı ve o andan haz duymanızı engelleyebiliyor. Hâlbuki fotoğraf sizi çerçeveliyor ve yoğunlaşmanızı sağlıyor. O zaman hem ayrıntılara odaklanabiliyor hem de estetik bir zevk duyuyorsunuz.
Sınır, kişisel alanımızı, yani mahremiyetimizi de güvence altına alan bir kavramdır. Evimizin duvarları bir sınırdır, bahçe duvarı başka bir sınır. Bir de kişisel sınırlarımız var.
Diğerlerine karşı kendimizi koruduğumuz alan. Sınırlarımız olmasa kendimizden söz edebilir miydik.