Gönderen Konu: Bir Makâmın Hakkını Vermek, Onun Gereğini Yapmakla Mümkündür.  (Okunma sayısı 139 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Bir Makâmın Hakkını Vermek, Onun Gereğini Yapmakla Mümkündür

İnsanların mazhar oldukları maddî ve manevî bir kısım makamlar ve imkânlar vardır. Dünya itibariyle bu makamlar içerisinde en büyük olanı her halde devlet başkanlığı makamıdır. İşte özellikle bu makamın hakkı ve gereği, dâima halkın yanında ve onların içinde olmak ve onlara şefkat etmek ve yardım elini uzatmaktır.

Şayet bir devlet başkanı, halkın yanında ve içinde bulunmayacak ve onlara yardımcı olmayacaksa, onların şikâyetlerini dinlemeyecek ve dertlerini onlarla birlikte paylaşmayacaksa, halkın gerek maddi refahları gerekse manevi saâdetleri adına çalışmayacak ve onların maddî terakkileri ve manevî tekâmülleri adına gayret gösterme-yecekse, halkın maddî ve manevî dertlerine çâre bulmak için değişik vesileleri kullanmayacaksa, o yüce görevi neye üstlendi ki?

Devlet başkanlığı gibi bir makâmın özelliklerinden ve gereklerinden birisi, tevâzu ve şefkattir ve kendini halktan soyutlamadan onlardan bir ferd olarak yaşamaktır. Nitekim halkın her türlü huzuru, Yüce Allah tarafından devletin başında bulunan kimseye emânet edilmiştir. Hem bundan dolayı değil midir ki, Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de,

 “... Ve sizden olan emir sahiplerine de itâat edin” (Nisâ Sûresi: 59) ferman etmektedir. 

Aksi takdirde muhtaçların ve mazlumların feryatları, ihtiyarların ve zayıfların iniltileri, lânet yıldırımları şeklinde o makam sahibinin başına düşer de, onun parlayan ikbâl yıldızı hiç beklenmedik bir anda söner ve her türlü ikbâli artık sonu alınamaz ve asla önlenemez korkunç idbârlara dönüşür.

Bu husulara örnek olacak şekilde, Mevlânâ Şiblî’nin meşhur eseri olan “Asr-ı Saâdet” kitabının tercümesinin 5/447-450. Sayfalarında de özetle şunlar anlatılmaktadır: 

Vatandaşının içinde ve yanında olmakla temsil ettiği yüce makâmın hakkını en iyi bir şekilde veren en parlak şahsiyetlerden birisi şüphesiz ki, Hz. Ömer (r.a.)’dir.

Hz. Ömer (r.a.), halkına karşı gerçekten son derece şefkatli, anlayışlı, nezâketli, iyiliksever ve yardımsever birisi idi. Ve imkânları elverdiği ölçüde halkın içinde ve yanında bulunuyordu.

Hz. Ömer (r.a.), özellikle mücâhidleri, fakirleri, zayıfları ve kimsesiz olanları çok daha fazla kollardı. Meselâ:

Mücâhidleri evlerinde ziyâret eder, onların her hangi bir sıkıntılarının olup olmadığını araştırır, kocalarının hasretini çeken çilekeş hanımlarına çarşıdan bir şeye muhtaç olup olmadıklarını sorar ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Onlar da bunu fırsat bilerek ihtiyaçlarını Halifeye arz ederler; bazan da hizmetçilerini Halife ile birlikte gönderir ve istediklerini ona aldırtırlardı.

Postacılar savaş hâlinde bulunan askerlerin yakınlarına yazdıkları mektupları getirdikleri zaman, Hz. Ömer Medîne’de her evi ziyâret ederek mektupları bizzat teslim eder ve sonra da o mektupların cevaplarını alarak onları ilgili kimselere gönderirdi. Şayet bir evde yazı yazacak bir kimse yoksa, Hz Ömer (r.a.) kapının eşiğine oturur, evde kâğıt ve kalemin olup olmadığını sorar, evde kâğıt ve kalem yoksa bunları temin eder ve o âilenin isteklerini yazardı.

Hz. Ömer’in Sûriye’ye yaptığı son seyâhatinde şöyle bir hâdise cereyan etmişti:

Hz. Ömer (r.a.), Medine’ye dönerken çölde bir çadıra rastladı. Çadıra yaklaşınca çadırın içinde yalnız başına yaşayan bir kadınla karşılaştı.

Hz. Ömer o kadına, “Ömer hakkında ne düşünüyor- sunuz?” diye sordu. Kadın,

-Allah Ömer’in müstahakkını versin. Bütün halîfeliği döneminde hazineden beş para bile alamadım, dedi. Hz. Ömer (r.a.),

-Sen böyle uzak, tenha ve ayrı bir yerde yaşarken Ömer senin bu acıklı hâlini nereden bilsin? deyince, kadın kaşlarını çattı ve şöyle dedi:

-Beni bulamayacaksa, niçin devletin başına geçti? 

Bunun üzerine kadından bu sözleri duyan Hz. Ömer (r.a.), bir kenara çekilmiş ve hıçkıra hıçkıra ağlamıştı.

Bir defasında Medine’ye uzaktan bir kervan gelmiş ve şehrin dışında konaklamıştı. Bunu duyan Hz. Ömer gitmiş ve kervanın korunmasını bizzât kendisi üstlenmişti. Hz. Ömer (r.a.), geceleyin bir çocuğun ağladığını ve bir türlü susma- dığını duyunca, sesin geldiği yere doğru gitmiş ve bir yerde annesinin kucağında süt emen bir yavrunun ağladığını görmüştü.

Hz. Ömer (r.a.), kadına çocuğunu eğlendirmesini ve susturmasını söylemiş ve oradan ayrılmıştı. Hz. Ömer biraz sonra ikinci defa dolaşıp da aynı yere geldiğinde, o çocuğun hâlâ ağladığını görmüştü.

Bunun üzerine çocuğun ağlamasından çok müteessir olan  Hz. Ömer (r.a.),

-Çocuğunuza acımıyor musunuz? Onu niçin sustur muyorsunuz? diye az çıkışınca, kadın şöyle cevap verdi:

-İşin içyüzünü bilseniz her hâlde beni kınamazsınız. Hz. Ömer emzikli çocuklara hazineden ödenek ayrılmamasını münasip gördü. O yüzden de çocuğumu doyuramıyorum. İşte çocuğum açlıktan dolayı ağlıyor ve bundan ötürü de ben onu susturamıyorum.

Hz. Ömer bu cevabı duyunca öyle sarsıldı ki, beynin- den vurulmuşa döndü ve kendi kendine şöyle söylendi:

“Ömer! Kim bilir senin bu hareketin yüzünden şimdiye kadar kaç çocuk öldü.”

Sonra da beklemeden gitti ve bir ferman çıkararak, “çocuklara doğdukları günden itibaren tahsisatın bağlanması” emrini verdi.

Hz. Ömer’in kölesi Eslem anlatıyor:

Bir gün Hz. Ömer (r.a.), Medîne’nin dışında bir yer olan Sura’ya gitmiş ve orada bir kadının tencere içinde bir şeyler karıştırmakta olduğunu, yanında bulunan üç çocuğun ise durmadan ağladıklarını görmüştü.

Hz. Ömer (r.a.), kadına yaklaşarak çocukların niçin ağladığını sormuş, kadın da yiyecek bir şeylerinin olmadığını, dolayısıyla çocuklarına iki günden beri yiyecek veremediğini, bundan ötürü de tencereye su koyarak yemek pişiriyor havasını vermekle onları oyaladığını söylemişti.

Gördüğü içler acısı bu manzara karşısında ve aldığı bu cevap ile iyice sarsılan Hz. Ömer (r.a.), derhal Medîne’ye dönerek hazineden un, yağ ve hurma gibi şeyler almış, sonra da bunları arkasına yüklenmiş ve aynı yere götürmüştü.

Kölesi Eslem ondan yükü alıp götürmek için ısrar etmiş ise de, Hz. Ömer (r.a.) bu teklifi kabul etmemiş ve ona şöyle demişti:

“Kıyâmet günü benim yüküme iştirak edecek değilsin. Öyle ise bırak da, yükümü kendim taşıyayım.”

Hz. Ömer (r.a) getirdiği yiyecekleri kadına teslim etmekle kalmamış, ateşi de ter ve duman içerisinde bizzat kendisi yakmıştı. Bir müddet sonra ocak tutuşmuş ve yemek pişmişti.

Kadın hazırlanan gıdayı çocuklara yedirince ve onların da karınları doyunca, çocuklar neşeli bir şekilde kalkmış ve ortalıkta koşturmaya ve oynamaya başlamışlardı. O zamana kadar mahzun ve bitkin bir vaziyette olan anneleri, çocuk- larının bu sevinçli ve neşeli hâllerini görünce, gülen yüzüyle kim olduğunu bilmediği Hz. Ömer’e dönerek ona teşekkür etmiş ve sonra da şöyle demişti:

“Cenâbı Hak sana mükâfâtını ihsan etsin. Gerçekten Ömer’in işgâl ettiği makâma o değil; sen lâyıksın.”

Abdurrahman bin Avf anlatıyor:

Bir gün Hz. Ömer, hiç beklenmedik bir anda evime gel- mişti. Kendisine niçin beni çağırtmayıp da gelme zahmetinde bulunduğunu sorunca, bana şu cevabı verdi:

Medîne’ye uzaktan bir kervan gelmiş olup şu anda şehrin dışında konaklamış bulunmaktadır. Yolcular mutlaka yorgundurlar ve bundan dolayı da istirâhata ihtiyaçları vardır. Haydi gidelim de bu gece birlikte kervanı biz koruyalım. Yolcular da istirâhatlarını yapsınlar.

Bunun üzerine kalktık, kervanın bulunduğu yere gittik  ve o gece sabaha kadar birlikte kervanı bekledik.

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde, Arabistan’da çok ciddî bir şekilde kıtlık olmuştu.  O kıtlık yıllarında Hz. Ömer et, balık ve yağ cinsinden bir şey yemiyor ve dâima Yüce Allah’a şöyle yalvarış ve yakarışta bulunuyordu:

“Ey Rabbim! Benim kusurlarım yüzünden Ümmet-i Muhammed’i mahvetme.”

Kölesi Eslem, bu kıtlık yıllarında Hz. Ömer’in sergilediği davranışları anlatırken şöyle diyor:

“Şayet kıtlık azalmamış olsaydı, Ömer fakirlerin hâlinden dolayı duyduğu üzüntüden mutlaka ölürdü.”

Ashâb’dan olan Sa’d bin Yerbu’ gözlerini kaybetmişti ve bundan dolayı da câmiye gidemiyordu. Bir gün Hz. Ömer, Sa’d’in niçin Cuma namazına gelmediğini sormuştu. Arkadaşları onun gözleri görmediği için yola çıkamadığını söyleyince, Hz. Ömer (r.a.), onu câmiye götürmek üzere bir memur tayin etmişti.

Hz. Ömer (r.a)’in, bütün bu hizmetlerine ve halkın içinde ve yanında onlardan bir fert olarak yaşamış ve onların dertleriyle en büyük bir fedâkârlıkla ve yakından ilgilenmiş olmasına  rağmen, Abdullah bin Ömer’in, onunla ilgili olarak naklettiği şu sorumluluk duygusuna ve onun nasıl bir muhâsebe ve murâkabe insanı olduğuna bakın.

Son anlarında Hz. Ömer (r.a.)’e, birini tavsiye edip de yerine halife bırakmayacak mısın? denilince, şöyle cevap vermişti:

- Halife bırakmak istesem benden daha hayırlı olan Ebû Bekir (r.a.), yerine halife bıraktı. Halife bırakmasam benden daha hayırlı olan Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, yerine halife bırakmadı.

Orada hazır bulunanlar onu övücü sözler söylemeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Ömer meâlen şöyle dedi:

- Ben üstlendiğim bu halifelik görevi hususunda, bir taraftan Yüce Allah’ın rahmetine ve rahmetinin tecellisi olan lütuf ve ihsanlarına karşı son derece ümitli olduğum gibi, diğer taraftan da O’nun adâletinden ve adâletinin tecellisi olan azap ve ikâbından da o derece korku içindeyim. Doğrusu ne kadar isterdim: Bu halifelik dönemim müdde- tince yaptığım iyilikler ile kötülüklerim denk gelse ve iyilik-lerim kötülüklerimi telafi edecek şekilde olsa, yani şu halifelik dönemim lehimde veya aleyhimde olacak şekilde âhirette karşıma çıkmasa da, kurtulsam. Onun kârından vazgeçtim; yeter ki bana zararı dokunmasın. Ben hayatta iken bizzat kendim bu görevi üstlenmek istemediğim gibi, başkasını yerime halife olarak göstermekle öldükten sonra da onun vebâlini üstlenmek istemem. 

İşte adâletiyle zâlimlere göz açtırmayan, ama rahmetiyle mazlumların ve gariplerin feryatlarını ve göz yaşlarını dindiren Koca Hz. Ömer (r.a.) ve onun sorumluluk duygusu..   

Bir taraftan ciddî bir ‘Hak dostu’ ve ‘Muhammedî aşkın temsilcisi’ olan, diğer taraftan da ‘Yiğitler Kervanının Pîri’ durumunda bulunan Hz. Ali Efendimiz, kendisine dünyayı arz edenlere ve kendisini dünyaya çağıranlara şöyle diyordu: 

“İstesem ben de yağlar ve ballar bulur, buğday ekmeği- nin en hâlisini yer ve ipek elbise giyinirim. Fakat nefsimin arzu ve istekleri bana nasıl üstünlük sağlayabilir ve beni lezzetli yemekler yemeye nasıl çekebilir ki? Hem Hicâz’da yahut Yemâme’de bir kısım yoksullar varken ve onlar belki günlerce tokluğun yüzünü bile görmez ve tokluğun ne demek olduğunu bilmezken, ben nasıl doya doya yemek yiyebilirim ki?”

Hâsılı, temsil edilen makamın ve eldeki yetkinin hakkını vermek demek, tutum ve davranışlarıyla bize örnek olan büyüklerimizin bir taraftan Yüce Mevlâ’ya karşı gösterdikleri ruh yüceliğine, diğer taraftan da halka karşı sergiledikleri şefkat derinliğine ermek demektir.

 


* BENZER KONULAR

Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41