Kötülükleri Düzeltme Misyonumuz
Allah-u Teâlâ’nın yarattığı arzda yaşadığı halde, isyan eden, her türlü kötülüğü işleyen şeytanlaşmış insanlar, yaptıkları kötülüklerin karşılığının hemen verilmemesini fırsat bilerek isyan edenler; aslında kendilerine bir müddet mühlet verildiğinin farkında bile değildir. Üstelik bu mühletin insan ömrü gibi kısa bir zaman dilimini kapsadığı apaçıkken.
Şeytanın çocukları kâfir, müşrik, münafık ve zâlimler, şeytana verilen mühletin insanı da kapsayacak şekilde genişletilmesini kendilerinin gücüne hamletmekte, bundan dolayı azgınlıkta sınır tanımamaktadır. Şeytanın isyanı karşılığında hemen cezasının verilmeyerek mühlet tanınması şeytanın çocuklarınca “Tanrıya karşı gelebilme gücü” gibi görülmekte ve bundan dolayı da bu gücün insana tevarüs ettiğini, insan isterse yaratıcıyı bile yenebilir, isyan edebilir şeklinde inanca dönüşmüştür. Oysa Allah-u Teâlâ’nın şeytana verdiği mühlet, cezalandırma güç ve kuvveti hâiz olması, bu güç ve kuvvetin zaman ve mekânla mukayyed olmaması, istediği zaman cezalandırabilme kudretini haiz olmasının bir tezahürüdür. Asıl büyüklük, asıl özgüven, asıl ilahlık, asıl güç budur. Mühlet verilmesinin ikinci sebebi de imtihan alanının kurgulanmasıyla alakalıdır.
Allah-u Teâlâ, şeytanın çocukları kâfir, müşrik, münafık ve zâlimlerin cezalarının bir kısmını ahiret gününe ertelemekte, bir kısmının cezasını dünyada vermektedir.
İsyanda, zulümde, kötülükte şeytanı fersah fersah geçmiş insanoğlunun yaptığı bütün bu kötülükler karşısında Allah-u Teâlâ’nın mühlet vermesinin birkaç sebebi vardır. Bunlardan birisi insana verilen özgür iradeye müdahale etmemek, iyi ya da kötüyü tercihine fırsat tanımaktır. İkincisi, mühlet verilerek tövbe kapısı ölünceye kadar açık tutulmuştur. Mühlet verilmesinin başka bir sebebi ise günahlarının artması ve cezalarının daha ağır olması içindir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de: “Bir de kâfirler, kendilerine mühlet verişimizi, sakın kendileri için hayır sanmasınlar. Biz onlara sırf günahlarını artırsınlar diye mühlet veriyoruz. Onlara, aşağılayıcı bir azap vardır” (Al-i İmran, 178) ayetinde belirtilmektedir.
Şeytanın çocuklarının kendilerine verilen mühlet sonunda yakalanıp cezalandırılacağı, başlarına gelecek cezadan kaçamayacakları aşikârdır. Kendi ölümünü durduramayan, hastalığına engel olamayan, malının bitip tükenmesini engelleyemeyen aciz bir insanın elbette kaçınılmaz sona karşı yapacağı hiçbir şey yoktur. Ellerindeki sınırlı ve geçici güçlerine güvenerek Allah’a savaş açan şeytanın çocukları “Tanrıyı kıyamete zorlamak” gibi beylik laflar edebilir, fıtratı bozmak için her türlü yolu deneyebilir ancak cezadan asla kaçamaz. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Yemin olsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi.
Ben de o küfredenlere biraz mühlet verdim. Sonra onları azapla yakaladım. Benim azabım nasıl (dehşetliymiş görsünler!)” (Ra’d, 32)
Akılda tutulması gereken başka bir husus da kötülük işleyenlerin cezası hemen verilmiş olsaydı yeryüzünde yaşayan canlı kalmazdı. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Eğer Allah, insanları, yaptıkları günah yüzünden hemen yakalayıp hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları muayyen bir vakte kadar geciktirir. Nihayet ecelleri gelince muhakkak Allah kullarını amellerine göre cezalandırır.” (Fâtır, 45)
Allah-u Teâlâ’nın insanlara verdiği mühlet mutlak değildir. Bazen kötülüklerin cezası dünyada verilir, bazen ahirete bırakılır. Bunun tasarrufu Allah’a aittir. Âd, Semûd ve Lût kavminin cezası hemen verilmiştir. Ancak bazen daha büyük kötülükleri işleyenlerin cezası ahirete bırakılabilmektedir.
Allah-u Teâlâ’nın kötülükler karşısındaki mühlet verme ya da dünyada cezasını bizzat vermesinin yanında kötülükleri düzeltmek için biz Müslümanlara görev verdiği de görülmektedir. Yani dünyada kötülükleri düzeltme görevi esas itibariyle Müslümanların üzerine farzdır. Bundan dolayı 54 Farz’dan birisi “Emr-i bil ma’ruf nehyil anil münker” yani iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır. Bunun için İslâm’da devlet vardır. Bunun için İslâm hukukunda cezalar vardır.
Allah-u Teâlâ “(Ey Resulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor” (İbrahim, 42) buyurmaktadır. Allah-u Teâlâ istese kötülükleri engeller, zira aciz insanın canı O’nun elindedir ancak zâlimlere mühlet vermekte ve kötülüklerin cezasını ahiret gününe ertelemektedir. Yaşadığımız dünyada kötülüklere dur deme misyonunu Muhammed ümmetine yüklemektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki “(Ey Muhammed ümmeti)! Siz beşeriyet (insanlık) için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah’a imanınızda devam edersiniz…” (Al-i İmran, 110) emri Allah’ın nizamını yeryüzüne hâkim kılmak ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak adaleti tesis için Müslümanlara verilen görevi ifade etmektedir.
Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de kötülükleri Müslümanların eliyle düzeltmek istediğini emrederek, “Onlarla savaşın ki, Allah sizin elinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin; onlara karşı size yardım ve zafer nasip etsin ve (baskı ve zulüm altındaki) mü’min toplulukların gönüllerini ferahlatsın” (Tevbe, 14) buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav), “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz edin (tavır koyun) ki bu durum da imanın asgari gereğidir” (Müslim ve Tirmizi rivayetleri) buyurarak, haksızlıklara karşı Müslümanca tavrı özetlemektedir.
Bizler, Allah-u Teâlâ’nın emrettiği gibi, adalet için çalışmaz, zulme dur demek için sorumluluk almaz, O’na tevekkül etmez, içimizdeki “Mağlubiyet Psikolojisi” ile batıla uşaklık yapmaya devam edersek yani ismimizden başka Müslümanlığımıza şahitlik edecek hiçbir emare kalmazsa, Allah-u Teâlâ’nın bize yüklediği kötülükleri düzeltme misyonunun farkına varmazsak mutlaka kaybedenlerden oluruz.
Siyami Akyel.