Gönderen Konu: Ahde Vefa  (Okunma sayısı 472 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ahde Vefa
« : Kasım 13, 2020, 06:29:41 ÖÖ »
Ahde Vefa

   “Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Rasûlullah, bir ara olağanüstü vahiy hallerinden birini yaşarken kıbleye dönüp ellerini kaldırarak ‘Allahım! Bize nimetini artır, eksiltme; bizi onurlandır, alçaltma; bize ihsan et, mahrum etme; bizi seçkin kıl (düşmanlarımıza karşı) zayıf duruma düşürme; bizden hoşnut ol ve bizi senden hoşnut kıl!’ diye dua ettikten sonra, ‘Şu anda bana on âyet indi; kim bu âyetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir’ buyurmuş, ardından da bu sûrenin ilk on âyetini okumuştur. (Müsned.I, 34)” (1)

Söz konusu Âyet-i Celileler ve öngördüğü hususlar şunlardır:

“Mü’minler kesinlikle kurtuluşa ermiştir; ki onlar, namazlarında derin bir saygı hali yaşarlar; anlamsız, yararsız şeylerden uzak dururlar; zekâtı verirler; iffetlerini korurlar; sadece eşleriyle veya ellerinin altında olanlarla yetinirler, bundan dolayı da kınanacak değillerdir. Ama her kim bunun ötesine geçmek isterse; işte haddi aşanlar böyleleridir. Yine o Mü’minler emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler; namazlarını titizlikle edâ ederler, işte vâris olacaklar bunlardır; H.Firdevs cennetine vâris olacaklar ve orada onlar ebedî kalacaklardır.” (2)


“..İslâm’ın ibadet ve ahlâk alanlarında vazgeçilmez saydığı ilkelerin yanısıra Mü’min kavramının içeriği özetlenmekte, kadın olsun, erkek olsun ‘Ben Mü’minim, Müslümanım’ diyen her insanın, bu ifadesinin anlamlı hale gelebilmesi için kendisinden beklenen yaşama modeli ortaya konmaktadır...

Ayrıca doğru inanç ve düzgün yaşayışın sadece âhiret için değil, aynı zamanda dünya mutluluğu ve esenliği için de gerekli olduğunu gerek naklî deliller, gerekse insanlığın tecrübesi gösterdiğine göre bu âyetlerin dünyadaki kurtuluşun bir reçetesini verdiği de muhakkaktır.” (3)

Evet, insanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunun ve tüm olumsuzluklardan kurtuluşunun reçetesinin önemli bir maddesi de ahde vefadır.

“Yine o Mü’minler emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler” buyrulmaktadır.

“Müfessirler, buradaki emanet ve ahid kavramlarının hem insanlar tarafından korunması ve esirgenmesi için bırakılan nesneler, riayet edilmesi istenen sözleşmeler gibi maddî ve manevî emanetleri, görevleri, hem de Allah’ın kullarına yönelttiği ve kulun iman ikrarıyla uymayı taahhüt ettiği ilâhî hükümleri kapsadığını belirtirler. Buna göre meselâ birine korunması için bırakılan mal gibi Allah’ın Mü’minden yerine getirmesini istediği namaz, oruç vb. ibadetler de birer emanettir (Râzî, XXIII,81).” (4)

Seyyid Kutub merhum “Yine o Mü’minler emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler” buyruğundan önce bu on âyet-i celîle ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar:

“Peki bu niteliklerin değeri nedir? Bu niteliklerin değeri en yüce ufuklarda, Müslümanın kişiliğini çizmesindedir.

Allah’ın Peygamberi, onun yarattıklarının en hayırlısı, Rabbi tarafından en güzel şekilde terbiye edilen ve yüce Kitabında: ‘Kuşkusuz sen yüce bir ahlâk üzeresin’ (Kalem Sûresi, 4) diye ahlâkının yüceliğine şahitlik edilen Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- yer aldığı ufuktur bu.

Nitekim Hz. Aişe’ye -Allah ondan razı olsun- ahlâkı sorulmuş, o da ‘O’nun ahlâkı Kur’an’dı’ demiş, sonra da bu sûrenin ‘Mü’minler kurtuluşa, mutluluğa ermişlerdir’ ayetinden ‘Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın kılarlar’ ayetine kadar okumuş ve ‘İşte böyleydi Rasûlullah’ demişti. (Nesai rivayet etmiştir.)

Bir kez daha soruyoruz... Bizzat bu niteliklerin değeri nedir? Fert ve toplum hayatında, insan türünün hayatında ne gibi bir değer vardır bu niteliklerin?” (5)

Dedikten sonra bu vasıfların tek tek yorumunu yapan merhum, “Yine o Mü’minler emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler” âyeti ile ilgili şunları zikreder:

“Fert olarak emanetlerine ve sözlerine bağlı kalırlar. Toplum olarak da öyle. Gerek ferdin, gerekse toplumun boynuna yüklenmiş birçok emanet vardır.

En başta da fıtrat emaneti gelir. Yüce Allah onu varlık bütününe egemen olan yasalar sistemi ile uyumlu ve aynı doğrultuda yaratmıştır. O da bu varlığın bir parçasıdır, birlikte yüce yaratıcının varlığına ve birliğine tanıklık oluşturmaktadırlar. Çünkü fıtrat içten gelen bir sezgi ile hem kendisine, hem de varlık bütününe egemen olan yasalar sisteminin birliğini ayrıca bu sistemi belirleyip bu varlığı yönlendiren iradenin birliğini bilir. Mü’minler bu büyük emaneti gözetirler ve fıtratlarının bu doğrultudan sapmasına izin vermezler.

Yaratıcının varlığına ve birliğine tanıklık eden bu emaneti her zaman korurlar. Bundan sonra bu büyük emaneti izleyen diğer emanetler gelir.

Aynı şekilde bağlı kalınması gereken ilk antlaşma da fıtrat antlaşmasıdır. Bu antlaşmayı yüce Allah, insan fıtratı ile kendi varlığına ve birliğine iman etmesi şartı ile gerçekleştirmiştir. Bütün sözleşme ve antlaşmalar bu ilk antlaşmaya dayanır. Bu yüzden Mü’min yaptığı bütün sözleşmelerde Allah’ı şahit tutar. O’na bağlılık içinde Allah korkusunu göz önünde bulundurur.

Müslüman toplum bütün emanetlerinden sorumludur.

Yüce Allah’la yaptığı sözleşmeden, bu sözleşmenin öngördüğü yükümlülüklerden sorumludur. Ayeti kerime sözü kısa ve tüm emanet ve sözleşmeleri kapsayacak şekilde genel tutuyor. Mü’minleri emanetlerine ve antlaşmalarına bağlı kimseler olarak tanımlıyor. Bu onların her zamanki nitelikleridir. Emanetler yerine getirilmediği, antlaşmalar gözetilmediği toplumda yer alan herkes, bu kuralları sosyal hayatın temeli olarak görmediği sürece toplum hayatı doğru ve sağlıklı bir görünüm arz edemez. Güven ve huzurun yaygınlaşması için bu ilkelere bağlılık bir zorunluluktur.” (6)

Evet, yaşadığımız dünyada ve toplumda her geçen gün bir kez daha görülüyor ki insanlığın kurtuluşu, insanca huzur ve güven içinde onuruyla yaşaması, onun uzayı ele geçiren teknik başarılarında değil, kendisini yaratan Allah’ın koyduğu ilkelere ve ruhlar âleminde verdiği “Sadece Allah’ı Rabb; yani gerçek sahib ve biricik otorite olarak tanıma” ahdine vefa göstermesindedir.

Hutbemizi şu ilâhî ikazla noktalayalım:

“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (7)

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1) Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2008, c.IV, s.8

2) Mü’minun Sûresi, 1-11

3) Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2008, c.IV, s.9

4) Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2008, c.IV, s.12

5) Seyyid Kutub, Fi zılal’il Kur’an, Dünya Yayıncılık, c.7, s.391

6) a.e. c.7, s.394,395

7) İsrâ, 34

Süleyman Önsay.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48