KUR'AN'A DÖNÜŞ!
Yüce Mevla En’âm Suresinin 155. âyet-i celîlesinde şöyle buyurdu:
“İşte bu (Kur’an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin.”
Evet, Kur’an’a uymak yani Ona dönmek; kulluğun gereği, müslümanca yaşamanın, İslamca bir hayatı gerçekleştirmenin biricik yol ve yordamıdır. Zira “İslâm medeniyeti, Kur’an medeniyetidir. Özü, tohumu, anayasası Odur. İslâm toplumu, İslâm insanı, İslâm kenti, O’nun gerçekleşmesi, dışa vurmasıdır.
Çağımızdaki müslümanın yitirilmiş cenneti Kur’an’dır. Onu tekrar bulmadıkça nerede ve hangi şart altında olursa olsun Cehennemde’dir, Cehennem onun için bu dünyadan başlamış demektir.
Kur’an’a ölü bakışı terketmek, ta candan ve yürekten bakmak anlamındadır İslâm’ın dirilişi.
Aslında İslâm dipdiri Kur’an’da durmaktadır. Diriliğin özü ve mayası olarak. İnsanlar, toplumlar Kur’an’a doğru giderek İslâm’ı bulurlar ve dirilişe ererler.
İnsan ve toplum için çöküş, Kur’an’dan uzaklaşmak, kurtuluş, yeniden doğuş, yeniden oluş, dirilişse O’na yeniden yaklaşmak. O’nu aramak ve bulmaya çalışmak demektir…
Bugün, Kur’an-ı Kerim camilerde güzel ahengi için dinlenmektedir adeta. Şüphesiz O’nun ilâhi ahengi ruhları mest edecek güçtedir ve insan ruhunun buna ihtiyacı vardır. Kur’an-ı Kerim’i dinlemek insanı alıp en yüce âlemlere götürmektedir anlamını bilmeden, sadece ahengiyle bile. Ama Kur’an-ı Kerim’le insan bağının en değerli yanı değildir bu. Asgari müslümanlık derecesidir bu…
Kur’an-ı Kerim’i sadece ölüler için okumak veya sadece mesteden ahenkleri için dinlemek, Kur’an’a tam anlamıyla yaklaşmış olmak. O’na olan insan borcunu ödemiş olmak, O’ndan alınacak olanı tam almak demek değildir.” (Sezai Karakoç, Sûr, s.76, 77)
Burada M. Akif merhumu hatırlamamak mümkün değil:
“İbret olmaz bize, her gün okuruz ezbere de!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde?
Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’ân’ın:
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz ma’nânın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
(M.Âkif Ersoy, Safahat, İFAV, İstanbul 2005, s.153)
O halde ne yapılmalıdır?
“Kur’an’ı herkes kendi gücü çerçevesinde öğrenmeye, anlamaya çalışmalıdır. En yetkililerin eser ve derslerinden faydalanmak suretiyle Ona yaklaşmaya çalışmalıdır müslüman. Sonra kendi ruhunu bir nevi Kur’an şehri haline getirmek için bütün gücünü sarf etmeli ve toplumu da Kur’an’la nurlanmış bir toplum haline getirmek için gerekirse hayatını bile ortaya koymalıdır.
Kur’an’a dönüş, ruhlarımızı Kur’an ruhuna ayarlamamız, insan ve toplum ruhunu Kur’an ruhuyla diriltmemiz demektir.
Tabiata, insana, topluma, devlete, eşyaya, dünya ve öte dünyaya bakışımızı Kur’an’a göre ayarlamamız, davranışlarımızı O’nun buyruklarına göre düzenlememiz demektir…
Yeni bir insanlığı inşa için Kur’an’ı prensipler yasası olarak benimsemek, O’nu ruha geçirmek ve ruhlara yaymak, ruhu O’nun diriltici ırmağında yıkamak, insanlara gerçek umut ve korkuyu O’nda tattırmak, puta tapıcılığı yeniden O’nun kılıcıyla yok etmek, insan şeref ve haysiyetini O’ndan alınan yüce duygularla ihya etmek, insanlığı yeni ve büyük bir metamorfozla hayvandan aşağı dereceden kurtarıp tekrar en yüce yaratık seviyesine çıkarmak, İslâm dünyası erlerinin ve aynı şey demek olan Ortadoğu gençlerinin gerçekleştirilecek rüyası olmalıdır.” (Sezai Karakoç, Sûr, s.76,77)
Sözlerimizi şu ilâhî direktifle noktalayalım:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm Suresi, 160, 161)
Süleyman Önsay.