www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET iSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => Tevekkür Tevhid => Konuyu başlatan: fanidunya NET - Mayıs 24, 2025, 06:58:08 ÖÖ
-
(http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png)
Tevhid ve Yeryüzünün İmarı
İnsan, yeryüzünde Allah Teala’nın halifesidir. Yeryüzünü imar etmek, Allah Teala’nın istediği şekilde idaresini yürütmekle sorumlu tutulmuştur.
Âyet-i kerîmede bu durum şöyle anlatılır: ‘’ Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli kıldı.’’[1]
Yani insanoğlu yeryüzünde emanetçi kılınmıştır. Materyalist düşüncenin iddia ettiği gibi yeryüzünün efendisi falan değildir. Bütün mesele yeryüzünün insanın uhdesine tevdi edilmiş bir emanet olmasıdır. Zaten iman etmek ve emanet ehli olmak aynı kökten türeyen kelimelerdir. İmansızlara güven olmayacağı gün gibi aşikardır. 21. Yy’da ‘’bilim üretme’’ adı altında dünyayı getirdikleri yer de herkesin malumudur. Tekrar konuya dönecek olursak, yeryüzünün imar edilmesinin imandan sonra zikredilmesi ziyadesiyle dikkat çekicidir.
İmam Fahreddin Râzi (r.aleyh) bu âyetin tefsîrinde önemli bir noktaya dikkat çeker ve şöyle der: ‘’Bil ki yeryüzünün, insanlar için faydalı olacak bir imârı kabul edecek şekilde hazırlanmasında ve insanların buna kadir olmasında, Halik Teâlâ'nın varlığına büyük bir delil vardır. Bunun neticesi, Hak teâlâ'nın bir başka ayetindeki "O her mahluku ölçüyle yapıp sonra da hayat yolunu gösterendir"(A'lâ /3) buyruğunun ifâde ettiği hususa dayanır. Bu böyledir. Çünkü kendi zâtında uygun tasarruflara götürebilecek bir akıl ve kudret var iken, insanın sonradan yaratılmış olması, hakîm bir yaratıcının varlığına delalet eder. Yeryüzünün kulların menfaatlarına uygun ve maslahatlarına yarar bazı özelliklerle mevsûf oluşu da, Hakîm bir Yaratıcının varlığına delâlet eder.’’[2]
Demek ki yeryüzünü imar etme konusu öncelikle akidevi olarak tevhidi işaretlemekte ardından da diğer alanlara intikal etmektedir. Zaten İslam’ın ilk hedefi yeryüzünün tevhid zeminine kavuşması, ardından bu zemin üzerinde medeniyetin inşa edilmesidir. Tevhid olmadan girişilecek imar işi hüsrandır. Nitekim yine bu bağlamda âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur: ‘’
(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.’’[3]
Evet, ilerlediler. Belki o dönem için refahlarını sağlayıcı birtakım yeniliklere imza attılar. Ama hakka boyun eğmeyen maddenin kesafeti altında ezildiler. Merhum Seyyid Kutub’un dediği gibi ‘’ Onu işlediler, içini deştiler, içerdiği yararlı maddeleri çıkardılar. Onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar ettiler... Uygarlıkları onlardan daha ileriydi ve yeri imar etme konusunda daha da marifetliydiler. Ama dünya hayatının dış görünüşüne takılıp kaldılar. İlerisine geçemediler. Oysa ‘’Peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi…’’ Fakat kavrayışları bu delillere açılmadı.
İman etmediler ki; iç dünyaları, yolu aydınlatacak ışığa ulaşsın. Allah'ın, peygamberlerin getirdiklerini yalanlayanlara ilişkin yasası onlarda da hükmünü yerine getirdi. Ne güçleri yarar sağladı, ne bilgiler, ne de uygarlıkları ihtiyaçlarına çare oldu. Hak ettikleri adil karşılığa kavuştular: ‘’ Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.’’[4]
O halde yeryüzünün imarıyla sorumlu tutulduğumuzu bilerek fert, toplum ve devlet hayatını düzenlemek zorundayız. Bu imarın dikey ve yatay boyutuyla yani dini ve dünyevi boyutta gerçekleşmesi olmazsa olmazdır. Geldiğimiz süreçte müslümanların imardan anladığı betonlaşmadır.
Halbuki imar dediğimiz şey yukarıda da izahı geçtiği üzere tevhidden uzaklaştığı nispette hem dünyevi hem de uhrevi musibetlere yol açmaktadır. Göz önünde bulundurmamız gereken ölçü insanın emanetçi, yeryüzünün emanet; Allah Teala’nın yaratıcı insanın kul; kainatla insanın arasındaki münasebetin ise bir kavga değil birlikte hareket etmek olduğudur. Bu muazzam ölçüyü ortaya koyan ise sadece İslam’dır. Bu noktada kurtuluşun İslam’da olduğunu belirtmek bir slogan değil, hakikatin ta kendisidir.
-----------------------------------------------------------------------------------------
[1] Hûd Sûresi, 11/61.
[2] Tefsîru’r-Râzî, 18/17.
[3] Rûm Sûresi, 30/9.
[4] Fî-Zilâli’l-Kur’ân, 5/2760.
İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR
www.fanidunya.net