Din ve Dindarlık Anlayış ve Uygulamalarımıza Dikkat Edelim Hangi Dindarlık
Günümüzde müşahede ettiğimiz husus, din ve dindarlık konusunda seküler ve dindar çevrelerde yaşanmakta olan ihmal ve abartıdır. İçi boşaltılmış bir dindarlık kabul edilemez. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak’tır.
Kimileri dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara uymak yerine, birtakım keyfi yorumlar ve abartılı eylemlerle kendi inanç ve duruşlarını dinin sınırları dışına taşımakta seküler çevrelerle birleşmektedir. Bir anlamda din dışı dindarlık iddia ve uygulamasında, esasen birbirine zıt olan bu iki grup adeta ortak paydada buluşur hale gelmişler/getirilmişlerdir.
Dine rağmen kendilerince bir hayat oluşturmak ve yaşamak isterken, kimi dindar kişi ve çevreler de ‘dine uyma’ yerine ‘dini kendi hayat tarzına uydurma’ peşine düşmektedir. Bu çelişki ve birliktelik, netice itibariyle dinin kendi esasları çerçevesinde yaşanma şansını ortadan kaldırmakta, Peygamberimiz tarafından belirlenmiş uygulama biçimleri dışında bir ‘dindarlık’ anlayışı ve gösterisinin paylaşıldığını ortaya koymaktadır. Birileri uydurma dindarlıkta, birileri de dine karşı olmakta aşırı ve abartılı bir anlayış ve yaşantı paylaşmak suretiyle bir hercümerç (kaos/karmakarışıklık) meydana getirilmiştir. Gerçek dindarlık çizgisinden uzaklaşmaktadırlar. Bir nevi ‘algı/idrak operasyonu’ yapılmaktadır. Bunun temelinde dini bilginin ve kültürün iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyenin yeterince dikkate alınmaması ve ilmîlikten uzak değişik gerekçelerle reddedilme eğilimi yatmaktadır. Müslümanların Kitap-sünnet çizgisinde bir dini hayatı yaşaması ve sürdürmesi hem hakkı hem de kimliğinin gereğidir. Kavramlarla oynanmamalı. Şahsiyetleri öldürüp sürü haline getirilmemeli. Âdetler ibadet, ibadetler âdet halini almamalı. Hür iradesini kullanan insanların aklına ve iradesine ipotek koyan, onları kullanamaz hale getiren yapı, sakat bir yapıdır.
Bir müctehid İmamımızın buyurduğu gibi ‘Öyle hata yapın ki, hata yaptı desinler, sapıttı demesinler.’
Din ve dindarlık anlayış ve uygulamaları üzerinde farklı zamanlarda ve değişik vesilelerle vâkıf olduğumuz yanlışlıkların düzeltilmesi ‘Kitap ve Sünnet’ çizgisiyle olmalı. Bu istikamet üzerinde yaşanmalıdır. Maneviyatı inkâr, ruhaniyeti inkâr, tasavvufu inkâr, zühd ve takvayı inkâr! Bu böyle nereye kadar gidecek? İbâdetleri dahi mekanikleştirdiler.
Ağlamayı, üzülmeyi, sevmeyi-sevilmeyi dahi unutturdular. Ölçü koyan mı, ölçüye uyan mıyız? Kulluk şuurunu da unutmamamız lazı. Rabbine kul olmayanların, nelere kul oldukları mukaddes kitabımızda açık, sarih bir şekilde belirtilmiyor mu?
İnanacaksın, istikamet üzere olacaksın, tefekkür edeceksin, kendini geliştirip iki cihanda mutlu olma gayesine göre yaşayacaksın. Değer ölçüleri ve hükümleri bildirilmiş. İslâm budur, hayat bunun içindir. Mü’min, Allah’ın dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilir. Onlar Allah’a düşmanlık yaptıkları müddetçe onlarla muhabbet gösterisi içinde olmaz/olamaz. Çünkü hem Allah’tan yana olmak hem de O’nun düşmanlarıyla hemhal olmak mü’min tavrı değildir. Bu olsa olsa münafıklık hastalığı olur.
Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz.
Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz.
Menfaatle dâvâ çatıştığında menfaati tercih edemez, din aleyhtarlarına yaranmak ve onlar tarafından benimsenmek için müdahanede bulunamaz. Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü’minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslümandan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir.
Ümmetin çıkarları ile cemaatin çıkarları çatıştığında, ümmetin menfaatini tercih eden bir yapıya olan ihtiyacın had safhada olduğu ortaya çıktı. Allah’ın ipine sarılma, Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmekle gerçekleşir. Her türlü ihtilafta, Allah ve Resulünü hakem tayin etmek, nefsimize ağır gelse de ona razı olmak, mucibince amel etmek bizi kendimize, aslımıza döndürecek, âdet haline getirdiğimiz ibadetlerimize yeniden bir ruh kazandırmış olacağız.
Müslümanlar; ekonomik, siyasal ve mensubiyet çıkarlarını dini görevlerine ve din kardeşliğine tercih ediyor. Anormalleri normal karşılama eğilimini giderek daha büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. Oysa her Müslüman, gücü yettiğince İslam esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Çünkü Müslüman; İslâm’ı yaşama, azim, irade ve sorumluluğuna sahiptir. Din ve dindarlık, gösteriye kaçmadan samimiyetle ve dürüstçe yaşanıp örneklendirilse kendisinden beklenen etkiyi gösterir. Buna bugün her kesimde ve her kademede büyük ölçüde ihtiyaç bulunmaktadır.
Giderek dinini yaşamaktan çok tartışan Müslüman olmaya başladık. Din, sadece iman değil, ameldir de. Anlamlı ve sağlıklı bir dindarlık için gayrının anlayış, uygulama ve telkinlerine kapılmadan, hayatı bize bahşeden Rabbimizin emirleri, ikazları ve ‘alemlere rahmet’ olan örnek kul son Resul Peygamber Efendimizin sünneti çerçevesinde yaşamak gerekmektedir. İslam, insanlık dinidir. İnsanlığın olmadığı yerde İslamlıktan bahsedilemez.
Yaşar Değirmenci.