Gönderen Konu: Çevreye Rengimizi Verelim  (Okunma sayısı 90 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Çevreye Rengimizi Verelim
« : Ekim 05, 2020, 06:14:20 ÖÖ »
Çevreye Rengimizi Verelim
   
Bir kötülüğe sessiz kalmak o kötülüğe ortak olmak anlamını taşır. Bunun en tipik örneği Salih Peygamber (as)’in kavminin sınav aracı kılınan deveyi kesmesinde görülür. Kur’an “Onu kestiler fakat pişman oldular” diyor. (26;157) Aslında deveyi kesen bir kişidir. Ama ayette suçlanan bu olaya seyirci kalan toplumun tamamıdır. Bela sadece bu işi yapanı değil bu işe sessiz kalan bütün toplumu kuşatmıştır. Kişinin kendisini koruması, başkalarını korumasıyla çok yakından irtibatlıdır. İnsan sosyal bir varlıktır, etkiler ve etkilenir.

İnsanı şekillendiren çevredir, çevreyi şekillendiren de tabii ki insan. Gazali de ‘İnsan muhitin (çevrenin) mahsulüdür’ der. O halde, siz çevreye renginizi vermiyorsanız, günün birinde çevre size rengini dayatacaktır. Bir toplumun en hareketli, en canlı, en gayretli kısmını iyiler değil de kötüler oluşturuyorsa, bu o toplumun yavaş yavaş intiharı anlamına gelir. İyiliği emir kötülükten nehy; bu meseleyi tesadüfe bırakmayan İslam’ın inananların boynuna yüklediği çok önemli bir ibadettir. Küstahlığı zirveye çıkmış refah toplumunda ahlaka çağrı çok zordur. Bunu yapan şahıs, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. Böylece hem ahlak çağrısı boğulmaya çalışılır, hem de ahlaksızlar rahat eder.

İhsan sahibi, devamlı aktif samimi Mü’minler; küçük kusurların dışında, bilerek büyük günah işlemekten ve meşrû olmayan şehevî fiillerden, gayri meşrû ilişkilerden, zinadan, hayâsızlıktan, cimrilikten, haddi aşmaktan ve ahlâksızlıktan kaçınanlardır. Senin Rabbinin koruma kalkanı ve bağışlaması geniştir. O, sizi topraktan yarattığı günler dâhil, annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz dönemleri de içine alacak şekilde her şeyi bilir, sizi iyi tanır. Bu sebeple kendinizi, vicdanlarınızı, birbirinizi temize çıkarmayın. O, kendisine sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan, sağlıklarının bozulmasından, hastalıklardan korunanları, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan, takva esaslarını, takvaya dayalı düzeni benimseyen Mü’minleri de iyi bilir.

Uygarlık bizim evlerimizi geliştirirken, o evlerde yaşayan insanları aynı ölçüde geliştiremedi. Uygarlık (medeniyet değil) saraylar yaptı. Krallar ve asilzadeler doldurdu.

Eğer uygar adamın peşinden koştuğu şeyler vahşi adamınkinden daha değerli değilse, eğer uygar adam hâlâ hayatının büyük kısmını sadece belli başlı ihtiyaçlarını ve refah araçlarını elde etmek için harcamak zorunda kalıyorsa, eskisinden daha iyi meskenlerde oturuyor olmasının anlamı ne? En aşırı keyifler, içinde dayanılmaz acıları doğurur. Ne yaparsan yap hayatını kendin yönlendiremeyeceğini, onu yönlendiren üstün bir İradenin varlığını düşün. O irade önünde acziyetini kabul edip tevekkülle sınırlarını çiz.

Yoksa haddi aşar ve beceremeyeceğin, kontrol edemeyeceğin yüklerin altına girerek ezilir ve devamlı mutsuz olursun.

Parayı; ayakta kalmak ve hayatını devam ettirebilmek için bir araç olarak gör. Araçlar amaç olmasın. Araçlar seni kullanmasın. Sen onu kullan.

Bilgisayar teknolojisinin esir aldığı insanımızı düşünelim. Birisi silah çekip sessiz sakin sizleri karşısına oturttu. Diğeri de; ışıltılı ve pırıltılı âletlerle sizi karşısına kuzu gibi oturttu. İki durumda da esir alınmaktan ne farkınız var? Birisi silahlı câni, diğeri modern araçlar…

Seni çok mutlu eden şeylerin aynı zamanda senin felaketinin de kaynağı olabileceğini aklından çıkarma. Unutmayalım ki huzurlu yaşanırsa kulübe saray olur.

Huzur olmazsa saray kulübe yahut virane…

Etrafınıza gözlerinizi çevirip bakın; sonra insaf nazarlarınızı kendi içinize döndürün. Atom çekirdeğinden hücreye, hücreden o mükemmel insan beynine, tohumdan ağaca, su buharından bulutlara, avucunuza aldığınız kum taneciklerinden kâinatın en uzak köşelerindeki galaksilere kadar aynı kanun, aynı düzen hiç şaşmadan hükmünü sürdürüyor. Bunları görüp de, her şeyin tek ve benzersiz yaratıcısını görmemek mümkün mü?

Kur’an anlaşılmak için indirilmiştir. Tefekkür ve düşünmenin en büyük davetçisidir. Onu her gün anlamak, her yeni hadisede yeniden, ona dönmek zorundayız. Kur’an bizim medeniyetimizin anahtarıdır.

Onu anlamadan kendimizi anlamak mümkün değildir.

Ayrıca kâinatın (evrenin) sırlarını açıklayan bir kitap olarak Kur’an, bütün insanlık için de çok önemlidir. Ve Kur’an-ı Kerim, yerine hiçbir şeyin geçemeyeceği tek kitaptır. Kaybettiğimiz/kaybettirildiğimiz değerleri niçin başka yerlerde arıyoruz. İmanın attığı temeller üzerinde yükselmeyen hiçbir hareket, toplum hayatımızı gerçek anlamda iyileştiremez. Biraz sorular soralım kendimize.

‘Kuşlar uçmayı kimden öğrenmiş? Balını sevdiğimi arıya kim söylemiş? Kim öğretmiş balıklara yüzmeyi? Gök kuşağını kim yazar bir renk şarkısı gibi? Güneş nasıl doğar her gün? Geceyi kim örter üstümüze yorgan gibi? Yıldızları çakan kim gökyüzüne nokta nokta? Gözlerimi takan kim ışıl ışıl? Denizleri dolduran kim yeryüzüne? Tuzunu kim katar içine? Kim çakar şimşekleri kibrit gibi? Bahar halısını kim serip, kim kaldırır ayağımın altından? Yağmurları kim serper damla damla? Çiçekler nereden alır renklerini? Kim öğretir açmasını? Onlar okula gitmez ki?...’  Hayatımızdan düşünceyi ve düşünmeyi çıkarmayalım.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41