Gönderen Konu: Peygamberimiz Bilinmeden Olmaz  (Okunma sayısı 185 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Peygamberimiz Bilinmeden Olmaz
« : Nisan 19, 2020, 08:42:36 ÖS »
Peygamberimiz Bilinmeden Olmaz

Düşman koronavirüs, hedefi insanımız, savaş alanı bütün vatan sathı ve bütün dünya.

Bu virüsün sebep olduğu hastalık sür’atle yayılıyor ve azımsanmayacak sayıda insanın ölümüne sebep oluyor. En önemli tedbir virüsün bulaştığı kimselerle ve ortamla temas etmemek. Zaruret halinde olanlar dışında aklı başında olanlar yasak olmasa bile dışarı çıkamıyorlar, çıkmak mecburiyetinde olduklarında ise tedbir alıyorlar.

Çok zor bir imtihan döneminden geçiyoruz. Eldeki maddi/manevi nimetlerin farkında olmadan yaşayışımız, bizlere imtihan vesilesiyle ‘mahrumiyet eğitimi’ yaptırttı.

Herkes içinde bulunduğu şartlardan nasıl çıkacağını, kimin çıkaracağını düşünüyor. Tabii asıl düşünmemiz gereken; aidiyet duygumuza, kendi değerlerimize, ‘Mümin Kimliğimiz’e dönmemiz. Vahyin inşasına teslimiyetimiz, Peygamberimizin izini sürmemiz, her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğunu unutmamamız. Bir hayat nizamı, bir hayat tarzı olan dinimizi; hayatın dışına çekip, vicdanlara hapsedilen, yaşayış tarzımıza müdahale etmeyen bir yapının tercih edilmeyişini gerçekleştirmemiz. Eğer Peygamber Efendimiz kabrinden kalkıp gelebilseydi, sanırım günümüzde ‘Ben Müslümanım’ diyen birçoklarını İslam’a davet ederdi.

Bugünün ortalama Müslüman’ın popüler din anlayışı, maalesef Âsiye’ye değil Firavuna özendiren bir din anlayışı. İbrahim’in sancısına değil Nemrud’un kamçısına imrenmekte diyebilirsiniz buna. Karunlaşmış bir mantık elbette başarıyı Allah’tan bağımsız planlamaya kalkacak, O’ndan bağımsız kalacak ve düşünecektir. Tıpkı Karun gibi ‘Bu benim yeteneğim sayesinde bana verildi’ diyen bir anlayış.

Bulanık bir ortam. İnsanların bir parça Müslüman, bir parça gayrimüslim olduğu bir zemin. Yani kırılgan ve kaygan bir zemin. İslam’ın yayılış tarihi, başından beri, dost düşman herkesi kendisine hayran bırakmıştır. Çok kısa bir zaman diliminde üç kıtaya yayılan Muhammedi davetin yayılış hızının sırrını çözmek için, birçok oryantalist ter dökmüştür.

Samimiyetle yapılmış hatalardan çıkarılması gereken ders; samimiyeti mahkûm etmek değil, hataları terk etmektir. Kazanılan doğru bilgiler, doğru düşüncelerle pekiştirilmez ise; bir gün gelir, tesirinde kaldığınız yanlış düşünce, sizi o doğru bilgiden de mahrum eder. Müslümanlara esir düşüp bilahare salıverilen bir Bizans askeri, Kral Heraklius’un sorması üzerine Müslümanları şöyle tarif ediyor:

‘Onlar geceleri zâhid, gündüzleri at sırtında mücahidlerdir’ Kral bunu duyduğunda şöyle der:

‘Eğer bu söylediklerin doğru ise, şu bastığım toprağı dahi alacaklar.’ (feth edecekler) Nitekim o topraklar, mücahitler tarafından feth edilmiştir. Batı dahi dualarımıza, ibadetlerimize, ilticalarımıza, gözyaşlarımıza imrenip katılırken, kiliselerinde bile ilahiler, ezanlar, salevatlar okuturken ya bizim insanımız…

Kur’an’ın hayatın kitabı olabilmesi için, Müslümanların, öncelikle ona yaklaşım tarzlarını gözden geçirmeleri ve durumlarını düzeltmeleri gerekiyor. Onu kültürün kutsal bir nesnesi olmaktan çıkarıp, tekrar hayatın kitabı haline getirmeleri şarttır. Kur’an-ı Kerimi okurken sanki o doğrudan bize vahyolunuyormuş gibi düşünmeliyiz. Kur’an’la doğrudan bize yönelmiş ilahî sesi duymamız gerekiyor. Bilgi ile uygulamayı (iman ile ameli) birbirinden ayırdık. İman-amel bütünlüğü parçalanınca ibadet anlayışı da köklü bir değişikliğe uğradı. Kur’an’ın rehberliğinde yaşanan hayatın, neredeyse bütün gereklerinin ibadet olduğu gerçeği kaybedildi. Muhtevası (içeriği) boşaltılan, kapsamı küçültülen yeni bir ibadet anlayışı yerleştirildi.

İbadet birkaç tutum ve davranışla sınırlandırıldı. Son yaşanan koronavirüs bulaşıcı hastalığında panik, stres, evde yaşayamama, (evi hapis görme) meşguliyetsiz, sorumsuz/mükellefsiz yaşama, insanımızı bunalımlı hayatın içine soktu.

Yaşanmayan, hayata nüfuz etmeyen, sosyal tezahür imkanlarından mahrum bırakılan her inanç zayıflar, solar, küllenir. Dini yaşayışımızda olduğu gibi.

Cenab-ı Hak’ka sonsuz hamdü senalar olsun. Bize iman ve İslam nimetini verdiği için. Bize Peygamber Efendimizi ve Kur’an-ı Kerim’i gönderdiği için hamd-ü senalar olsun. Bize nimete erdiklerinin yolunu nasib eylediği için, Yüce Rabbimize hamd ü senalar olsun.

Hiçbir Müslüman me’yus ve münkesir olmamalıdır. Muzdarip olabilir, mahzun olabilir, mükedder olabilir. Ama me’yus ve münkesir olmak yok! Şükrünü edaya güç yetiremeyeceğimiz nimetlere sahibiz. Onları düşünerek, kadrini-kıymetini bilmeliyiz.

Bu dünyanın gerçek manası imanlı yaşamaktır. Kim olduğumuza, nerede, niçin bulunduğumuza dikkat edelim, içimizdeki ışık önümüzü aydınlatmaya yetecektir.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41