Gönderen Konu: İMTİHAN DÜNYASINDA OLDUĞUMUZU UNUTMAYALIM  (Okunma sayısı 327 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İMTİHAN DÜNYASINDA OLDUĞUMUZU UNUTMAYALIM
« : Temmuz 28, 2018, 09:21:48 ÖÖ »
İMTİHAN DÜNYASINDA OLDUĞUMUZU UNUTMAYALIM!

İnanç, akıl, düşünce, ideal! Arada “nefs” var. Nefs bir manasıyla tekâmülün vasıtasıdır.

İnsanın üç temel boyutu olan duygu, düşünce ve eylem dengesini adil/ölçülü/dengeli bir biçimde kurunuz. Bakara sûresinin 143. âyetine baktığımızda “Sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik ki, insanlığa örnek ve model olasınız ve Resul de size örnek ve model olsun!” Denge, Müslümanın tavrı olmalıdır. Korku-ümit dengesi, dünya-ahiret dengesi, zahir-batın dengesi, bölgesellik-evrensellik dengesi, akıl-iman dengesi, bilim-din dengesi, birey-toplum dengesi, sevgi-nefret dengesi bunlardan birkaçı. Kur’an-ı Kerim bu ümmeti “dengeli/vasat” olmakla tavsif etmektedir. Fikri, akidevi, ahlaki, ameli dengeyi bireysel planda dahi kuramamış olanlar, dengenin öbür adı olan İslam’ı insanlığa nasıl taşıyacaklar?

“Canım istiyor” dediğiniz şeyi, nefsinizin mi, imanımızın mı istediğini iyi kontrol ediniz. Beden ülkenizin yürek başkentinde imanı iktidar etmek için ona destek veriniz. Eğer bedenin başkenti kalp düşerse taşrası el-ayak, göz-kulak, dil-dudak hep o iktidarın emrine girer ve artık ona çalışır. Söz geçiremezsiniz. Kalbiniz imanınızın mezarı değil, sarayı olsun. İmanınızı iktidarsız etmeyiniz. Yüreğe hapsedilmiş iktidarsız bir imanın size ne faydası olur? Hz. Ömer’in şu sözü ne kadar etkileyicidir: “Zorlukla ve kıtlıkla denendik, sabredebildik; bolluk ve refahla denendik, sabredemedik.” Bir zamanı görüp mukayeseyle öyle demiş. Ya sonrasını görseydi? İşte hayatın sırlarından biri, bu!

Şunu da hatırlayın ve birlikte mütalaa edin: Onlara mehil var, bize yok. Kaybedilen imtihanın sonuçlarını biz burada yaşamaya başlarız. Ahirete hiçbir şey kalmaz değil! Burada “sosyal plan” ödemeleri başlar, orada ferdi ve asli hesaplar görülür. Yeri gelmişken isar’ın buradaki önemini işaretlemek isterim. Çok yok iken verme alışkanlıkları ve faziletleri yerleşmezse, varken de vermeyi beceremezsin. ‘Varlıkta ve darlıkta infak edin’ âyetini de unutmayalım. Matematik hesapları yapıp mükellefiyetinden kurtulmaya bakarsın, sonra da o iç rahatlığıyla düzene bir güzel uyarsın. O söz, halifeliğin son zamanlarında söylenmiştir. Hz. Ömer elbette bu bahiste münezzehti. Onu dünya hayatının cafcafı hiç etkilememiştir. Hatta sadelikte ifrata kaçtığını düşünenler olmuştur da, bu husustaki ricalarından aldıkları cevap üzerine pişmanlık duymuşlardır. Ama gördükleri ve sezdikleri vardı. O söz bunun ifadesidir. Bolluk ve refahla denenmek ve sabır imtihanını kaybetmek, dünyaya kapılmak, şu veya bu ölçüde.Bu, çok hafif bir başlangıç halinde de olabilir; derin bir yara şekline de dönüşebilir. Bu haller, devir-devir yaşandı. Ferdi hayatlarda safha-safha yaşandı. İmtihan hep vardı, hep var olacak. Resulullah Efendimiz ümmetinin imtihanının mal ile olacağını bildirdi. İmtihan, git gide, medeniyetin ve gafletin beraberce ilerlemesi sebebiyle daha da ağırlaşıyor. Yakın tarihimizde bile nice çarpıcı örnekler var. Sırası gelince “çok çektik” diyoruz. Tespit doğrudur. Fakirlik vardı, zulüm vardı, vs. Daha sonrası o kadar olmasa bile, maddi kıyasa göre, yine zorluklar taşıyordu. Sıkıntılarımız vardı ama şuurumuz ve hassasiyetimiz de vardı. Yaşananları görünce, dine uyma yerine hayat tarzı ‘ din’, haline getirilince “Al bu refahı ver o çileyi!” demesi gerektiğini düşünüyorum.

Gafleti izah etmek, imanı izah etmekten daha zor. İnsan, gevşeyiveriyor. Allah her şeyi bilir. Sinelerdekini de bilir. Her şeyi görür, işitir. Şahdamarımızdan daha yakındır. Her şeye gücü yeter. Mutlak kudret ve adalet sahibidir. Bu hayat geçicidir, ebedi hayat, ahiret hayatıdır. Verdiği nimetlerin ve emanetin hesabını soracaktır. Bunları biliyoruz. Peki nasıl oluyor da gaflete dalıyoruz? Ve yine biliyoruz ki; bizim için en üstün gaye, Allah’ın rızasına nail olmaktır. Cennet, O’nun rızasına kavuşma yeri olduğu için cennettir. Cehennem, O’nun rızasından mahrumiyet yeri olduğu için cehennemdir. Bunları da biliyoruz. Öyleyse nasıl kandırabiliyoruz kendi kendimizi? Neye dayanarak? Akıl, nasıl uyarıcı olmaktan çıkıyor? Nefs, gönül (kalb), akıl ve irade. Fıtratımızda olanlar dengenin asli unsurları. Şahsiyet dengesinin. Nefse hitap eden faktörler arttıkça, denge zorlanıyor. Akıl bir ihmal mazereti veya icazeti üretiyor, iradede ilk zaaf oluşuyor. Bir ‘çatlak’ gibi. Gaflete giden ilk adım bu. Akıl, nefsani baskılar karşısında böyle bir ihmal mazeretini ve gerekçesini nasıl oluşturuyor, bu niçin oluyor? Mukavemet/direnç gücünün azlığından. Mukavemet gücü nasıl azalma ifade ediyor? Gerektiği gibi, devamlı beslenmemekten.

“Düşününüz” ikazı kadar çok tekrarlanan bir emir hatırlamıyorum. Sıkıntı zamanlarında düşünürsünüz. Vaktiniz vardır, kendinizle baş başa kalma fırsatlarını bulursunuz. Çünkü sıkıntılar azalınca, düşünmeyi bırakıp yaşamaya baktık. Asliyeti korumanın şartlarından biri düşünmektir. Bunu kavrayamadık ve uygulayamadık. Gaflet kapıları böyle açıldı. Dengemiz böyle sarsıldı. Şuurumuz böyle donuklaştı. Kalbimiz böyle karardı. Şahsiyetimiz böyle çözüldü. Kimliğimiz böyle kayboldu. Taklit, ezbercilik ve modacılık bir kültürsüzleşme musibeti halinde böyle yerleşti. Yer-yer, zaman-zaman, devir-devir, safha-safha, ferdi ve sosyal kesitler halinde. Yeni başlangıç fırsatlarını kaybede kaybede. Fakat bir yeni başlangıç fırsatı hep vardır.

Dünya İslam’a muhtaç! Çünkü insanlığı buhrana sürükleyen meselelerin çözümü İslam’da. Dünya bizi bekliyor; çünkü o çözümleri gösterebilecek izahları biz yapabiliriz. Bize teveccüh eden, imtiyaz değildir, mesuliyet ihtarıdır. Unutmayalım:

Dinimizi doğru öğrenmezsek, yaşadığımızı dinimiz zannederiz.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41