* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: İnsanlığın Gidişatından Her Müslüman Sorumludur! 2  (Okunma sayısı 39 defa)

0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 9039


İnsanlığın Gidişatından Her Müslüman Sorumludur!  2

Her ifrat (aşırılık) bir mahiyet sapmasıdır. Her mahiyet sapması ifratlarla ve tefritlerle birlikte yaşanır. Öyle bir fasit dairenin içinde, sevginin asliyeti yoktur. İtirafı zor da olsa, ağır da gelse, yoktur. İlmin mutluluğa eriştiren sırrı marifetullah’tır; sevginin mutluluğa eriştiren sırrı muhabbetullah’tır. Ve bu sırlar, asliyet ölçülerine bağlı kılınmıştır. “Asliyet ölçülerinden, mutluluk dengesinin icaplarıyla ilgili sonuçlar çıkarmak; o sonuçları kavramların arasındaki münasebetler açısından önümüzdeki meselelere göre yorumlamak”, “tefekkür”ün manevi tarifidir. Ve bu tarif, özüyle evrenseldir. Aynı özü, bin bir çeşit üslupla, farklı ifade ihtiyaçlarını tatmin edici biçimde verebilmek mümkündür. Batı’nın materyalist aklı beş duyu ile sınırlıdır. Sadece teraziyle, mercekle, metreyle (bunların delalet ettiği aletler listesiyle) iş görür. Ne inanca yönelişi vardır ne de inancın ışığına ihtiyacı! O yüzden de kendi tarif ve mahiyet sınırları dışında kalan alanları kavga ederek geliştireceğini vehmeder. Kalbin akletmesi, kalbin aklı ışıklandırması demek. O ışık olmazsa akıl doğruyu düşünemez; nefs’in karaltıcı tesiri altında kalıp yalnızlaşır. Hep “akla önem vermek” ten söz edilir. Kalbe önem vermeden akla önem vermek bir mana ifade etmez ki. “Hakikati arama hasbiliği içinde düşünmek” tir.

İnat için değil, nefsani tutkular ve oyunlar için değil, mükabere (karşılıklı kibirleşme, üstünlük sağlama) için değil. “Hakikat ne ise ben onu arıyorum. Hata ettiğimi görürsem dönerim, hatamı gösteren olursa sevinirim” diyebilirseniz, kalbin ışığı aklı aydınlatıp hürleştirir. O ışık, kaynağı itibariyle ne kadar güçlüyse, sıhhatliyse, size yansıması ne derecedeyse; arayışınız o nispette verimli olur. Bu gerçek, “insan-tarih-medeniyet” görüşlerine mesnet olunması gereken bir temel esastır.

 Yaşananlar; aklın kalp ile, bilginin sevgi ile kavgasıdır. Bizatihi insanın kendi kendisiyle kavgasıdır. Ve bu kavga mutluluk dengesinin inşasını değil, tahribini ifade eder. Böyle bir çarpık dengede, sevgi de bilgide de kalp de akıl da asliyetin mahrum kalış gurbetinin hüzünlü perişanlığını yaşamaktan kurtulamaz.

Hayatın bütünlüğünü sadece İslam’ın bütünlüğü karşılar. Bu dünyadaki en büyük fikri hakikat budur.

Neden böyledir? Çünkü İslam fıtrat dinidir, itidal dinidir, hayatı bütünüyle ihata etme noktasında mükemmelleşen son dindir. İnsancıklar, izah edemediğini inkâr ediyor; tepki aracı olarak kullandıklarını da putlaştırıyor, sonra da “özgürlük” adına “seçenek” icbarı lütfediyorlar. “Hangi taassubu istersin?” Hiçbirini istemem. Müslüman olanın, kimlik belirleme problemi olmaz. Nerede yaşıyorsa yaşasın, olmaz. Problem, kimliğin muhtevasını teşkil eden şahsiyet yapısıyla ilgilidir. Hayatın bütünlüğünü sadece İslam’ın bütünlüğü karşılar. Başka bir manevi kaynağa bağlanmış isen yahut boşluktaysan işte o zaman kimlik problemi ortaya çıkar. Çünkü hayatı kuşatmayan bir çerçevede, bütün melekelerini en iyi biçimde kullansan bile, şahsiyet zaaflarından ve yetersizliklerinden kurtulamazsın. Tezatlardan kurtulamazsın. Tefekkür gücünle meseleleri temelden halledemezsin. Kimlik problemi Batı’nın problemidir. Elindeki malzemeyi en iyi biçimde kullanmıştır. Düşünce gücünü seferber etmiştir, ama dayandığı temel, inşa ettiği medeniyeti taşıyamamış, dik ve sıhhatli tutmamıştır. Bir başka ifadeyle; Batı’nın ana problemi, düşünce faaliyetinden bir noktanın ötesinde netice alamamaya başlamasıdır; bizim ana problemimiz, düşünce faaliyetinin durmasıdır, olmayışıdır. Kur’an-ı Kerim’deki “Ey iman edenler! Tefekkür, teakkul, tezekkür ediniz” hitabını yerine getirmeyişimizdir. Bunu da Gazze’de ölüme, cihada giderken sırf Müslümanlara değil, insanlığını kaybetmeyenlere verdiği “iman dersi” ile kendini göstermiştir.

Fıtratına, bütünlüğünün özüne, kendini aşıp kendi bütünlüğünü koruyarak bir bütünleşmeler teselsülünün/hiyerarşinin ufkuna aykırı düşmüş bir insan, kendine yabancılaşmış demektir. Gelişemez, düşünemez, terkip edemez, sevemez “bilgiyi bilince” mal edemez. Bazen kendimize yabancılaştığımız yahut yabancılaşır gibi sendelediğimiz zamanlar oluyor. Fark edip bir an önce toparlanırsak ne ala; aksi halde yozlaşarak tanınmaz hale gelebiliriz.

“Bu kadarla bir şey olmaz” deyip nefsin mazeretleriyle kendini aldatmayı seçersen, yabancılaşma süreci tıkır tıkır işlemeye başlar.

Sonunda öyle bir noktaya varırsın ki, yabancılaşmayı fark ediş duyargaların da işlemez olur. Ondan sonrası kavgadır. Hayatla, hakikatle, asliyetle itidalle, kendinle kavga! Aşmayı, taşmayı, bulaşmayı, bırakmışsın; toslayarak, çarparak, ifrat-tefrit kıvılcımları çıkararak var olmaya çalışacaksın, tabii nasıl var olmaksa! Temel mesele fikridir; ama onunla beraber, ondan asla ayrılmaksızın ebedidir, insanidir, hayatidir, manevidir, günceldir, pratiktir, tek kelimeyle küllidir, bütünseldir. “İzden ayrılmayan iz bırakmaz” denilmiştir. Aslında “taklit” izciliği, bir noktadan sonra asli izleri görünmez hâle getirir, “parçaların ışığında bütün görülemeyeceği” için yabancılaşmanın gurbeti bizi bizsiz bırakır, bizi sevgisizliğe ve yalnızlığa mahkûm eder. Kendi kendimizin dostu olmayı öylesine unuturuz ki düşmana ihtiyaç kalmaz.

Hâlimiz bu! Hasta ama hasta olduğunu bilmeyen veya kabullenmeyen hasta!

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.

YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap