www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET TARİH, KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT => KÖŞE YAZARLARI - KARMA => Yaşar Değirmenci => Konuyu başlatan: fanidunya NET - Haziran 25, 2025, 08:54:12 ÖÖ
-
(http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png)
İnsanlığın Gidişatından Her Müslüman Sorumludur 1
Bugünkü yazımda notlarımı paylaşmak istiyorum. Genelde davet/çağrı yapılmadığı, yapanlar usulünce yapmadığı, “davet yapma sorumluluğu taşıyanlar” sorumluluktan kaçtığı için notlarımdan “Davet/Çağrı” ile ilgili olanlardan Nasıl Bir Davet? Diyerek başlıyorum.
Davet şart mıdır? Eğer inandığınız değerlerin insanlığın değişmez değerleri olduğunu, bu değerlere bağlılığın insanı iki dünya mutluluğuna götürdüğünü, yeryüzünde hayatın yeniden inşasını sağlayacak insanın ancak vahiy tarafından inşa edileceğini biliyor ve buna inanıyorsanız, davet şarttır. Bunlara inanmıyorsanız, zaten sizin davetçi olmanız söz konusu değildir. Çünkü, kendiniz davete muhtaçsınız.
Ama hem bütün bunlara inanıp hem de davet etmiyorsanız, siz dünyanın en bencil, en kıskanç, en muhtekir ve muhteris insansınız. Çünkü mutlak güzelliği paylaşamıyorsunuz. Ortak doğruları kıskanıyorsunuz.
Mutlak güzellik paylaşıldıkça artar. Ortak doğrular yaygınlaştıkça hayat daha bir güzelleşir. Bu gerçeği bilen biri, onları paylaşmadan nasıl durabilir ki? Üç şeyi sevmeyen gerçek davetçi olamaz:
1) Adına davet ettiği Allah’ı
2) Kendisine davet ettiği hakikati.
3) Mutluluğunu paylaştığı insanı.
Bu üç şeyi seven ise davet etmeden duramaz. Çünkü Allah’ı seven insanı sever, insanı seven ona hakkı ve hakikati tavsiye eder. Eğer bütün peygamberleri ortak bir mesleğe nispet etmek caiz olsaydı, bunun adı “davet mesleği” olurdu. Bu sebeple her davetçi, peygamberlerin oluşturduğu insanlıkla yaşıt zincire eklenmiş mütevazi bir halka olduğunu düşünmelidir.
Bilmek insana, sadece bildiklerini yaşama sorumluluğunu yüklemez. Aynı zamanda bildiklerini taşıma sorumluluğunu da yükler. Vacip olan bir bilgiye ulaşmak da vaciptir. Bazı araçlar olmadan ona ulaşılamıyorsa, bu kez o araçları elde etmek vacip olur. Diyelim ki bilgiyi elde ettiniz, bu sefer o bilgiyi, ondan mahrum olanlara ulaştırmak vacip olur. İlim durdurmaz. Eğer bir bilgi sahibini “Beni muhtaç olanlara ulaştır” diye rahatsız etmiyorsa ya bilenin içi boştur ya da bilinen muhtevadan/içerikten yoksundur.
Davet bir tür tekliftir. Teklif muhataba farklı usullerle iletileceği gibi, davet de muhataba farklı usullerle iletilebilir. Çünkü davet her zaman, mekân ve insan için geçerlidir. Fakat her zamana ve mekâna uygun usuller farklı olabilir.
Zamanla ve mekânla değişmeyen üç unsur davetçinin uyması gereken şu üç talimattır:
1) Temsil et: Davet edenle davet ettiği hakikat arasında bir özdeşlik değilse de bir irtibat bulunmalıdır. Davet eden eğer davet ettiği hakikatle uyumsuzluk arz ediyorsa, davet meşru olsa da etkisi sıfır olur. İşte davetçiyle davet ettiği hakikat arasındaki bu uyuma temsil yeteneği adı verilir. Önce temsil et, sonra davet et. Zaten her temsil kendi başına bir “hal daveti”dir.
2) Tebliğ et: Temsil ettiğini düşünelim. “Ben temsil ediyorum ya, bu yetmez mi?” deme. Yetmez. Yetseydi, “iyiliği özendirmek kötülükten sakındırmak” ayrı bir vecibe olmazdı. Kur’an-ı Kerim’de bir kötülükten kaçınmak ayrı bir emir, ondan gücü yettiği kadar başkalarını sakındırmak daha başka bir emirdir. Bunun gibi, iman etmek ayrı bir sorumluluk, imanı ondan mahrum olanlara taşımak ayrı bir sorumluluktur. Küfürden uzak durmak, kişiyi başkalarının içine düştüğü küfür bataklığına lakayt kalmanın vebalinden kurtarmaz.
3) Teşvik et: İşte tam bu noktada üçüncü madde gündeme girer. “Tebliğ ettim, benden vebal gitti” deme. Hakka, doğruya, hayra, güzele, yararlıya teşvik et. Hakkın galip gelmesi için var gücünü ortaya koy. İyinin artması için çalış. Hayırda öne geçmek için yarış. Hak, doğru, hayır, güzel, yararlı için bir bedel ödenecekse, bu bedeli onların değerini henüz bilmeyenlere ödetmek yerine sen öde. Onlara ödetmeye kalkmak zulme dönüşebilir.
Tabii bütün bu sorumlulukların idrakinde olmanın en önemli şartı; şahsiyetli mümin olmaktır. Her davetçi de şahsiyetli/kişilikli bir mümin olma şartını taşımalıdır.
Allah’a karşı savaş açanlar, tanrılıklarını ilan etme safhasına gelmişlerse, cami duvarına işemeyi marifet bilmeye başlamışlarsa, ben bundan ecellerine doğru yol aldıkları sonucunu çıkarırım. Allah’ın düşmanlarıyla baş edeceğine imanım tamdır. Çünkü Allah büyüktür; güç ve kudret sahibidir. Ona savaş açanlarsa zavallı birer ölümlüden başkası değildirler.
İnsanın önce şu soruyu kendisine sorması gerekiyor:
“Ben çözümün bir parçası mıyım, yoksa sorunun bir parçası mıyım?” sorduğu bu soruyu dürüstçe cevapladıktan sonra içinde bulunduğu yapıyı sorgulaması gerekiyor. “Benim cemaatim ümmetin sorunlarının çözülmesinde sorunun bir parçası mı, çözümün bir parçası mı?” diye. Bundan sonrası kolay. Bu bilinç meselesidir. Şahsiyet bilinci, önce “ben idraki” yani kendi olabilme, kendi kalabilme, kendini gerçekleştirme, kendi başına var olabilme direnci ile başlar. Kulluk sorumluluğunun farkına varmış, Müslüman şahsiyet olabilmişse, kesinlikle çözümün bir parçası olacaktır. İnsan kumaşının kalitesini artırıp sorumluluğun bilincine varmasını sağlamak. İnsanlara sorun: “Sen kendini ne sanıyorsun?” diye. Bilmem kaç milyardan biri demeye gelen düz, kimliksiz, kişiliksiz bir birey mi, yoksa kimliğini, kişiliğini bulmuş bir şahsiyet mi?
Kendisini ne sandığını hatırlatacaksın, ne sanması gerektiğini öğreteceksin. Bunu yapabildiğimiz oranda başarır, yapamadığımız oranda da kaybederiz ve hatta başkaları tarafından kullanılırız. “Elimi uzatabileceğim halde uzatamadığımdan dolayı ateşe yürüyen her bir insanın manevi katlinde benim de sorumluluğum var.” diye düşünmeli her Müslüman.
Yaşar Değirmenci.
.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
https://www.fanidunya.com.tr/