* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Millî Birliğin ve Beraberliğin Teminatı Dinimiz İslâm’ın Yaşanmasıdır  (Okunma sayısı 3006 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 9328


Millî Birliğin ve Beraberliğin Teminatı Dinimiz İslâm’ın Yaşanmasıdır

İslam Âlemi’nin manzarasına bir bakmak lazım. Fikri icaplar yerine getirilmiyorsa, kavramların ve realitelerin yorumu yapılmıyor ise, “birleştirici tesir” den faydalanma nasibine erişilemediği görülür.

Çünkü mânevîleşme bağı fonksiyonel olarak kurulamaz ortalığı, nefs taassubundan başlayarak aile, sülale, kabile, aşiret, kavim, şehir, bölge taassupları doldurur. Fert, kendi birliğini (vahdetini) bile sağlayamaz. Millî birliğin ve beraberliğin teminatı dinimiz İslâm’ın yaşanmasıdır.

Kimlik ve şahsiyet bunalımı denilen şey de budur. Batı’nın yanlışları, zaafları, terslikleri çok. Her gün yazıyor anlatıyoruz. Ama Batı’nın doğruları da var.

Biz o doğrulardan doğru dürüst bir ibret dersi çıkarmayı yapmıyoruz. Batı bugün her müspetini, “millilik-manevilik” münasebetiyle yoğrulmuş tarihi terkibine borçludur. Bunu görebilmeliyiz.

Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüyle uğraşan dış mihraklar, böyle bir işi ne kendilerinin ne de başkalarının başaramayacaklarını bilirler. Maksatları Türkiye’nin başını “sancılı-hummalı” tutmaktan ve bu yolla dediklerini yaptırmaya çalışmaktan ibarettir.

Bunu fark edebilmeliyiz. Fikri karışıklık düzelmeden, fiili buhranlar, bitmez. Geniş bir “izahlar manzumesi” halinde hakikatin bütününü kuşatan şümullü bir tefekkür cehdine ve irşadına ihtiyacımız var. Ülkenin bölünmezliği ve birliği, devletin bölünmezliği ve birliği. Bunlar açıkça savunuluyor, aleyhinde de açık bir şey söylenmiyor pek. Peki milletin birliği ve bütünlüğü konusunda söylenenler nedir?

Unutmayalım, diğerleri buna bağlıdır. Milletin birliği ve bütünlüğü güçlü olacaktır ki; ülkenin ve devletin birliği ve bütünlüğü korunabilsin. Temel, milletin birliği ve bütünlüğüdür. Asıl ihmal edilen de orasıdır.

Millet, milleti millet yapan değerler. İnsan hakları, demokrasi, benzeri kavramları, temel olmaz; temele muhtaçtır. Ve temelin gelişmesine hizmet ettikleri için faydalıdırlar.

İç ve dış zenginlik İslam’dır. Söz dağarcığındaki karşılığı irfan, ihsan ve takvadır. “Tarif” edilen her şey gibi bu değerler de zihnimizin dar kalıplarında dondurulup “tahrif” edilmemelidir. Bilgisine sahip olduğumuz bir şeyin kendisine de sahip olduğumuzu zannediyoruz. Bunu bazen cehaletimizden, çoğunlukla da uyanıklığımızdan yapıyoruz. Bir şeyin bilgisini elde etmekle kendisini elde etmek arasında sınırsız fark var. Yaşanmadıkça anlaşılmayacak bir dünyayı tarif etmek, balı kavanozun dışından yalatmaktır. Kavramların ‘bilgisi’ üzerinde değil, amelin ‘salih’ olmasını sağlayan irfan, ihsan ve takvanın kazanılmasında müessir olan dinamikler çok önemlidir. Bu unsurlardan ilki kalb, yani mekân.

Küçük evren olan insanın başkenti. İkincisi, iç zenginliğin elde edilmesinde mekândan sonra gelen zaman, özellikle gece. Üçüncüsü, bu mekânın elverişli hâle getirilmesinde önemli bir unsur olan iklim; hüzün ve gözyaşı. Dördüncüsü ise, söz konusu mekânın uygun iklim ve zamanda ekilince verebileceği en soylu meyve; sevgi. “Vücutta bir et parçası vardır. O bozulursa bütün vücut bozulur. O, kalbdir.” Hadis-i şerif’ den anlaşılacağı gibi yaratılış bakımından paktır kalp. Ancak vücut ülkesinin başkenti olduğundan dolayı iman, ruh gibi dostlar da, şeytan, nefis gibi düşmanlar da orada örgütlenmeye çalışır. Devrimler, ihtilaller orada olur.

Bu uçsuz bucaksız ülkenin en çarpıcı özelliği adında gizlidir: Kalb; yani değişken olan hâlden hâle giren özetle, “dönek”. Bir kararda durmaması, gördüğüne akması, bir su gibi içine girdiği şeyin şeklini, bukalemun gibi içine girdiği ortamın rengini yansıtması ona bu ismin verilmesine sebep olmuştur.

Devrim, eskimez tanımıyla ‘inkılab’ da kalble aynı kökten gelmiyor mu zaten? Yeri neresi mi? Ne önemi var bunun? İçimizdeki sonsuzluğu katletmişsek, yerini bilip bilmemek neyi değiştirir? Yok eğer yaşıyorsa, o sizi kendisinden haberdar edecektir.

Dünyanın bu en büyük devletine sahip olabilmek için önce böylesine müthiş bir imkânın farkında olmak gerek. İçimizdeki sınırsız ve sınıfsız coğrafyanın varlığından haberdar olmalıyız. Kur’an’ın iniş biçimi ve yeri konusundaki tartışmalarda kimi alimler “arş”ı kalb olarak kabul ederler.

Bu görüşü kalb konusundaki kimi ayetlerde desteklemiyor değil. ‘Mekânsız’a mekân olabilen kalb, insana şah damarından daha yakın olan Allah’ı konuk edecek kapasitede yaratılmıştır. “And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (50 Kaf 16)

Genel doğrular vardır. Mesela ahlaki alanda şunları sayabiliriz: Dürüst olun, hiç yalan söylemeyin, insanlara zarar vermeyin ve yardımcı olun, hak ettiğiniz kadarını isteyin ve başkalarının haklarına saygı gösterin. Bunları genellikle her din, her ahlak felsefesi kabul eder, her insan bilir.

Öyleyse niçin, gerektiği gibi uygulanmıyor? Demek ki bazı doğruları bilmek, onların uygulanmasına ve benimsenmesine yetmiyor. (Yetseydi, “mufassal tebliğ”e ihtiyaç olmazdı.) Nihai doğruların ardında başka doğrular var. Önemli değer ölçüleriyle ve hükümleriyle ilgili olan o doğruları aklınızla ve yüreğinizle bilip benimsemezseniz, nihai verileri yaşayıp uygulayamazsınız. “Hayat nedir? İnsan nedir? Niçin yaşıyoruz? Nereye gidiyoruz?” konularında boşluğa bakan bir insan, “sev!” demekle sevebilir mi? “Zarar verme, yardımcı ol, dürüstlükten ayrılma” demekle ideal insan haline gelebilir mi? Daha doğrusu o yolda mesafeler alan bir gelişmiş insan olabilir mi? Genel ve ortak doğruların özetini bilmeyen yok. Her vesileyle her yerde hem de tekraren öğretiliyor.

Fakat hayatın gerçek akışında o doğruların uygulandığını ve yaşandığını göremiyorsunuz. Demek ki, ihmal edilen ve eksik bırakılan bir şeyler söz konusu. Bilmek yetmez, uygulamadan hayatımızda göstermeden, pratiğe dönüştürmeden yol alınmaz.

Yolda kalınır. Dünya birincisi aşçı; yemeği güzelce pişirip önümüze koysa, kendisi de diğerleri de açlıktan kurtulamaz. Yemek yendiği zaman karın doyar.

Hayat nizamı dinimiz de hayat tarzımız sünnet de yaşanmadan, hayatımıza sokulmadan kurtuluşa, huzura, saadete kavuşulmaz. Çok bilenler de uygulamadıkları için “içi boşaltılmış dindarlık, şekli dindarlık” görüntüsü verirler. Çare: Önce “nefs muhasebesi” yapmak. Sonra da sahih dini bilgileri öğrenmek ve uygulamaktır. Tek gaye de Allah’a kulluk ve Yaratan/yaşatan Rabbimizin rızasını kazandıracak salih ameller işleyerek öbür âleme gitmektir.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap