Gönderen Konu: !!!!!!!!! Geçmişten İbret Almalı  (Okunma sayısı 72 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5771
!!!!!!!!! Geçmişten İbret Almalı
« : Aralık 24, 2021, 08:40:25 ÖÖ »
Geçmişten İbret Almalı

Zor, sıkıntılı yaşadığımız şu günlerde; peygamberler tarihini; ders çıkararak okuyalım. Kur’an-ı Kerim’e dikkatle bakılırsa her peygamberin toplumsal bir probleme, sapkınlığa, erozyona ve istismara karşı başkaldırdığını görebilirsiniz. Peygamberler ‘yaygın ahlâksızlığın’ her türlüsüyle mücadele etmişlerdir. Günümüzün aktüalitesi bizi peşinden sürüklememeli. Peygamberlerin daveti, irşadı verdiği mücadeleleri vahyin ışığında değerlendirildiğinde âyetler bugün nazil olmuş gibi tazeliğini koruyup yolumuzu aydınlatıp bizleri ibret almaya, helak olan kavimlerin düştüğü hata, isyan ve tuğyana düşmemeye çağırıyor. Ad ve Semud kavimlerini Hz. Hud ve Hz. Salih Peygamberleri hatırlamamız gerekiyor. Allah’ın bahşettiği zenginliğin kendilerinden kaynaklandığı yanılgısına düşerek, zenginliğin ve kimseye muhtaç olmamanın verdiği duyguyla büyüklük ve kendini beğenmişlik hastalığına tutulanların akıbetleri, hazin sonuçları bizleri kendimize, fıtratımıza döndürmeli. Elimizdeki bütün imkanların bizlere Allah tarafından verildiğini, bizde ‘emanet’ olduğunu, hepsinin üzerimizde bir ‘sorumluluk ve yükümlülük’ olduğunu, mutlaka bir gün hesap vereceğimizi unutmayacağız.

İlgili ayetlere baktığımızda o günün zengini (varlık sahibi) ne yapıyordu? İnananları kendileri kadar zengin olmadıkları için küçümsüyor, onlarla dalga geçiyorlardı.

Sanatlarına, kuvvetlerine, evlerinin ve kalelerinin sağlamlığına güveniyor, kendilerini azap ve yok olmaktan korur zannediyorlardı.

Zorbalıkla, terör ve azgınlıkla geçiniyorlardı.

Refahın verdiği şımarıklık ve dünyevileşmeye karşı kendilerini uyaran Hz. Hud’u yalanlıyor, söylenenlere kulak asmıyorlardı. Âd kavminin hikayesi, Cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesidir. Ad kavmi, refahın verdiği şımarıklık sonucu Hûd peygamberi dinlemedi ve helaka uğradı. Maddi refah ve imkânların şımarttığı bu kavim, dünya nimetlerinden istifade adına her türlü gayreti ortaya koyuyordu. Onlar dünyevi rahatları için her türlü vesileyi meşru görüyorlardı. Her türlü ‘sosyal dengesizlik’ topluma hâkim olmuştu.

Mutlu ve putlu bir azınlık yüksek binalarda, havuzlu evlerde, bağlar-bahçeler içinde yaşarken fakir ve zayıflar eziliyordu. Âdeta yaşadıkları hayat tarzını dinleri haline getirmişlerdi. Allah’ın gönderdiği dine ve Peygamberlerine uyup ona tâbi olmaları gerekirken kendi düşünce, inanç, örf ve âdetlerini dinleri haline getirip tek ölçü olarak bunları aldılar. O lüks, konfor, israf ve dünyevileşme içindeki hayat tarzlarının gerekleri ihtiyaçtan sayılır hâle gelmişti. O hayatlarını kaybetmemek için yapamayacakları şey yoktu. Ölümü yok etmenin, ebedî yaşamanın kaygısına düşmüşlerdi. Bugünkü insanlığın durumu da bundan farklı mı? Meselâ Ad kavminin yaptıklarını bugüne taşıdığınızda sadece zaman ve zeminin yer değiştirdiğini görürsünüz. Bina yapmak maksadıyla dağları oymaları, ki bu alanda o kadar ileri gitmişlerdi ki o kavmin zihinlerinde bu binaların onları ölüme, hava tesirlerine (âfetlere) karşı koruyacağı düşüncesi yerleşmişti. Ölümü hayattan kovmanın, dünyada ebedî kalacakmış gibi yaşamanın getirdiği sonuçtu bu! Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler. Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu. Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları imkânların, muhkem binaların, evlerin, evlatların onlara bir faydası olmamıştı. 

Onlardan arta kalanlar, helak bölgesinden uzaklaşarak yarımadanın kuzeyinde, ihtişamlı kaya kentlerin olduğu Hicr diye anılan bölgeye yerleştiler. Semud adıyla anıldılar. Semud, ‘Ad’ın yaşadığı tecrübeyi yanlış okudu. Ad kavmi, helakini inşaat malzemesinin çürüklüğüne bağladı. Kum tepelerinin (Ahkâf) eteğinde bir medeniyet kurduğu için helak olduğunu düşündü ve gitti kayalardan kendisine muhteşem şehirler inşa etti. Meseleyi böyle çözdüklerini düşünmüşlerdi.

Fakat helak sebebinin yapı malzemesinden değil, insandan kaynaklandığını akıl edemediler. Ve sonunda “kaya gibi sağlam” mekânlarında onlar da helaka uğradılar.

Serveti Allah’a yakınlığın ölçüsü olarak, yoksulluğu da Allah’a uzaklığın ölçüsü olarak gören bir zihniyetle mücadele etti Hz. Salih. Yeryüzünde terör ve aşırılığı, azgınlık ve taşkınlığı yayanlara direndi. O gün yaşananları bugüne taşıyıp yorum yaptığımızda şu soruları sormadan geçemeyiz? Salih (a.s) kavminin aristokratlarıyla kavgalı değil miydi?

Zulümlerine karşı dik durmadı mı? Ömrü, had-hudut tanımayan bu azmışları itidal ve istikamete çekme cehd ve gayretiyle geçmedi mi? Ölçü koyan Rabb’inin âyetlerine çağırmıyor muydu? O Peygamberin dâvetine icabet etmeyip kendilerini ve prensiplerini dinin yerine koyanların onlardan ne farkı vardır? Hz. Ömer “Biz, yoklukla, kıtlıkla imtihan olduk kazandık. Varlıkla imtihan olduk, kaybettik” derken ne kadar haklıymış. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevaziliğin, sade hayatın unutulduğu, hayr u hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Tıpkı halimizi resmeden şu âyet gibi “…Yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkmadı.

Daha önceki ümmetlerden peygamberlerin getirdiğine inanıp tâbi olmayarak kendilerine yazık edenler değişik şekillerde azaba muhatap olmuşlardır.

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de yeryüzünde gezip önceki ümmetlerin akıbetlerinin nice olduğunu araştırmayı, onların hâlinden ibret almayı emreder. Onların güçlü kimseler olmasına rağmen nefislerine zulmettiklerini/kendilerine yazık ettiklerini ifade buyurur. “Onlar yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Artık kendilerinden öncekilerin nasıl feci bir akıbete uğradıklarını görselerdi? Onlar kendilerinden daha güçlüydü ve yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı.

Orayı geçmiştekilerden çok daha fazla mamur ve müreffeh hale getirmişlerdi. Böylelerinin âkıbeti, beterin de beteri oldu.” (30 Rûm, 9)

Dünyada verilen bütün nimetlerin birer emanet ve ‘imtihan vesilesi’ olduğunu unuttu insanlık.

Emanete ‘mutlak mülkiyet’ olarak baktılar ve emanete ihanet ettiler. Emanet, sadece servet değildi. Kendileri de bir emanetti. Allah’ın emaneti. Fıtratın dışındaki hayat tarzlarıyla, kendilerine de ‘nimet emanetleri’ne de ihanete devam ettiler. 

Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlaka davet, makul görülmez. Bunu yapanlar, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. Böylece ‘ahlaka davet’ boğulmaya çalışılır, ahlaksızlar rahat eder. Bu ikazı ve daveti yapanlar, lüks ve israf içinde, konfor ve refaha gömülmüşlerin huzurunu bozar, rahatlarını kaçırırlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle!

Kıyamet hesabı yapıp ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapmalı, ‘Peygamberler Tarihi’ ve ‘Toplumların helak sebebi’ gibi kitaplarla haşir-neşir olmalı, ibret alıp nefs muhasebesini gerçekleştirmeli.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41