Kendi Fikrimizden Uzaklaşma Buhranı
Güç ve kuvvetin hâkim olduğu dünyamızda haklı da olsalar zayıflara itibar yoktur. Bugün Müslümanların örnek ve güçlü bir tek bile devletleri olsaydı, insanların İslamiyet’e ilgi ve teveccühleri çok farklı olurdu. İnsanlar İslamiyet’in güzelliklerini pratikte görmek istiyorlar. Sırf geçmişin başarılarıyla övünmek bizi inandırıcı kılmıyor. ‘İslam güzel de siz neden güzel değilsiniz’ diyorlar. İslam ülkeleri olarak bilinenlerde yaşanan olumsuzluklar, İslam adına işlenen cinayetler, insan hakkı ihlalleri, terörle İslâm’ı yan yana gösterme plan, hile, sahtekârlıklarının hepsi masa başında alınan bütün şer ittifakının yaptıklarından başka bir şey değildir. Bu planlarının hepsi; İslâm ile insanı buluşturmaya engel olmaktır.
Şeklen dindar kisveli teröristlere ‘Allahüekber!’ dedirterek yaptırdıkları katliamları özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi yutturmalarının adı da ‘Batı Uygarlığı’dır. Bizim İslâm Medeniyeti’mizin yerine koydukları vahşet! Tanzimat’tan beri zihnî sömürgeleştirmeyle İslâmî kimliğimiz, ruh köklerimiz ortadan kaldırıldı. Sonuçta devletten, devletin bütün kurumlarından tasfiye edildi.
Batılılar tarafından dışarıdan fiilen sömürgeleştirilmeyen Türkiye içeriden zihnen kendi kendini sömürgeleştirdi.
Muhataplarımıza: ‘Sizde de aynı olumsuzluklar var, dünyayı sömürüyorsunuz, zayıfları eziyorsunuz, bizdeki olumsuzlukların pek çoğu sizden kaynaklanıyor’ dememiz bizi haklı çıkarmıyor. Zira başkalarının kötü olmaları bizim iyi olduğumuzu göstermez. Hz. Ömer’in söylediği gibi “Allah kötülüğü kötülüklerle değil, iyilikle değiştirir.” Aslolan iyi olmak ve iyiliği iyi temsil etmektir.
Maddi ve manevi sıhhat şartları bakımından insan ve aile ne durumdadır? Ekonomi konuşacaksak da, siyasetten bahsedeceksek de ‘sanayi, çağ, bilgisayar, şu bu’ Maddi-manevi sıhhat şartları bakımından insanımız ve ailemiz ne durumdadır?
Hüzünlenmemek mümkün değil. Çürümüş bir sosyal hayat, ‘varlık içinde yokluk’ demektir. Yokluğun sebebi israftır. Sosyal planda öyledir. Evet, yokluğun sebebi israftır. Bir cemiyette ne kadar israf var ise, o kadar fakirlik ve çaresizlik vardır. Büyümüş ve parlaklaşmış bulunan bir ekonomi, böyle bir cemiyette ancak acıların çoğalmasına sebep olur. Manevi sıhhat seviyesi yüksekse; maddi şartlar, parlak ve güçlü görünmese bile tatmin verir. Sosyal hayat; bir mânâ kaybına uğrayınca, madde çürümeye başlar. Bu tedrici ölümdür.
Mânâdan taviz verdikçe, maddi durumun parlaklaştığı zannedilir. Düşünülmez ki, o dıştaki parlaklık içteki çürümeye mani değildir. Nitekim birçok medeniyetler, büyümeleri ve parlaklıkları artarken çürümeye başlamışlardır. Bizde de ‘vatan kurtarıldı’ derken ruhu öldürülmedi mi?
Mânâ kaybı olmuşsa, maddi sıhhat şartları da bozulur. Çokluk ve parlaklık bunu etkilemez.
Bugün, Batı’nın düşünen kafaları da İslam’a bakmaktadır. Bir türlü çözülemeyen hatta çözülmek istenirken daha da çapraşık hal aldığı görülen bazı meseleler karşısında, herkes yeni bir bakış açısı aramaya koyulmuştur. Çareler aramaktadırlar.
Medeniyetler tarihi bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Bir şeylerin yanlış olduğu, sezilmeye başlamıştır. İnsan, medeniyet, kalkınma, demokrasi, millet, devlet, eğitim, siyaset, parti, hürriyet, ilim, tarih, ekonomi, dil, kültür, inanç, hukuk, her sahaya şamil bir fikri yapıyı arar hale getirildik. Batılılaşıyoruz derken; “insanı insan”, “milleti millet”, “hayatı hayat” yapan değerlerin bütünlüğünü unutmuşuz. Biz bu şartlarda düşünce üretemeyiz ki çözüm üretebilelim. Unutmayalım; inandığımız gibi yaşamazsak; yaşadığımız gibi inanmaya başlarız ki bu da bir başka problem oluşturur.
İslam’ın asliyet dairesi değişmez. Asırlar geçse de, binlerce yıl geçse de değişmez. Zaman üstüdür. Her âyet; tazeliğini korur, bugün tarihselciliği savunanlara da ders verir. Dinimizin tartışılan bir din değil; her hal ve şartta, her zaman ve zeminde yaşanan bir tek hak dinimizin İSLÂM olduğunu da bütün ümmete tebliğ eder. Bizi herkesle aynı yapmaya çalışan bir dünyada kendimiz olarak kalabilmeyi başarmak mecburiyetindeyiz.
İslam, temel ölçüleri bildiriyor ve “düşününüz” diyor. Düşüncenin esaslarını da bildiriyor: Tevhidi istikamet, ihlâs, akıl, ilim, itidal, gayret, basiret, fikri-manevi yardımlaşma...
Her müspet değişim, bir müspet değişmeze dayanmak zorundadır. Değişmez ölçülere dayanarak ve düşünce esaslarını uygulayarak tabiat üzerinde, insan üzerinde, cemiyet üzerinde düşüneceğiz. Hayat üzerinde, ahlak üzerinde düşüneceğiz. Faizsizlik üzerinde, servetin belli yerlerde kalıp da urlaşmaması üzerinde düşüneceğiz, meşveret (şura) üzerinde, tarih üzerinde düşüneceğiz, medeniyet üzerinde düşüneceğiz, sanat ve estetik üzerinde düşüneceğiz... Biz bunları yaptık mı? Hangisini ne kadar yaptık? Temel ölçülerin gereğini yapmayanlar, bir gün gelir, yaşadıkları hayat tarzının baskılarıyla o ölçülerin sıhhatinden şüphe etmeye başlarlar.
Hâlimize bakalım. İnsanımızın Dinî inanışı, anlayışı, dinle ilgili olarak dünyayı ve insanı yorumlayışı algılayışı ‘fikir ve düşünce açısı’ndan değişmiş mi, değişmişse ne yönde nasıl değişmiş? Dinin anlaşılması ve yaşanmasıyla ilgili veriler değişmedikçe, pozitif veya negatif bir ciddi ve öz değişimden söz edilemez. Manevî, ruhî, kalbî, zihnî özellikler, aslen kültürel değişimlerin de temel göstergesi ve belirleyicisidir.
Son yaşadığımız bütün güncel olay ve tartışmaları (parti liderlerinin dini ve dini değerleri bilmeyip/öğrenmeyip kafalarındaki düşünceleri din haline getirilmesine kadar…) sıhhatli bir düşünce temeline oturtmadığımız müddetçe hiçbir meselenin çözümünü kendi değer anlayışımızla çözemeyiz. Sadece şu düşünce cümleleriyle başlansın:
Masum ve mahfuz yalnız Peygamberlerdir. Kim olursu olsun; Liderler putlaştırılamaz! Rejimle devlet özdeşleştirilemez. Millete, aidiyeti unutturulamaz!
Mâzi-hal-istikbal köprüsü yıktırılamaz. Tarihi, Batı’nın hazırladıkları yalanlarla öğretilemez. Zihin (dijital, internet, sosyal medya) işgalinden kurtulmadan kendi kültürü öğretilemez.
İslam, hayatın uzağında veya dışında birtakım dar alan alışkanlıklarıyla veya merasimleriyle yaşanabilecek bir din değildir. Benim eğitimimi, sağlığımı, ailemi, vicdanımı geçimimi, gelişmemi, maddi- manevi sıhhat dengemi mahrumiyetlere uğratıcı baskılar ve müdahaleler varsa, rızkımı helal yönden (inancıma göre) sağlamamın önüne engel konuluyorsa, çoluk çocuğumun ihtiyaçlarının karşılaması zorlaştırılıyorsa; bütün bunlar İslâm’ı yaşamamın engellenmesi kapsamına girer. Bu meselelerle uğraşanların öncelikle kendi düşünce yapımızı, insanlığa öğrettiğimiz medeniyeti bilmeleri gerekir. Yoksa, inandığımız gibi yaşamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.
Yaşar Değirmenci.