www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET TARİH, KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT => KÖŞE YAZARLARI - KARMA => Mahmut Ay => Konuyu başlatan: fanidunya NET - Mayıs 18, 2025, 07:46:42 ÖÖ
-
(http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png)
Cahiliyenin dört terkibi
Cahiliye kavramı tarihin bir döneminde ele alınmış konu edinilmiş, sonra ise rafa kaldırılmış türden değildir. Bilakis her dönemde ve her zeminde farklı suretlerde tecelli etmektedir. Bu suretle hak ve batıl arasındaki mücadele kıyamet sabahına kadar devam edecektir.
Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımızda cahiliye kavramının dört hususla beraber zikredildiğini görürüz. Ve bu hususlar tarihin her döneminde -günümüz de dahil olmak üzere- somutlaşıp karşımıza çıkmakta ve beşeriyetin fıtri olarak hak olana yönelmesine ket vurmaktadır. Bu hususlar şu şekildedir:
Cahiliye zannı: Cahiliye kavramı ‘’zan’’ ile beraber şöyle zikredilmiştir: ‘’ Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar;…’’[1]
Peki cahiliye zannı nedir? Mü’minlerin uzak durması gereken bu çeşit zan neyi barındırır? İmâm Fahreddin er-Râzî (r.aleyh) bu hususta çok yerinde bir açıklama yaparak şöyle demektedir: ‘’ Buna göre, bu zan, onların kendi kendileri, "Eğer Muhammed davasında doğru olsaydı, Allah, kâfirleri ona musallat kılmazdı" diye düşünmeleridir. Bu, fâsid bir zandır….Kaffâl şöyle demiştir: "Eğer mü'minin hak üzere olması, bu gibi şeylerin (belaların) yok olmasını gerektirseydi, hakkı kabul etmeye insanlar mecbur edilmiş olurlardı. Bu ise, "teklif" hikmetine ve ‘’sevap ile azabı hak etme’’ manalarına aykırı bir durumdur. Aksine insan, kendisinin haktan yana olduğunu ancak yanındaki deliller ve kanıtlar ile bilebilir. Zorlamaya gelince, bazen batıldan yana olan kimse, haktan yana olan kimseyi zorlar; bazen de haktan yana olan, batıldan yana olan kimseyi zorlar. İşte devleti, gücü ve üstün kuvveti ellerinde bulundurdukları için, o kimselerin hak üzere bulunduklarına istidlal etmenin caiz olamayacağını ortaya koyma hususunda bu açıklamalar kâfidir.’’[2]
O halde ‘’cahiliye zannı’’ terkibi dünyada imtihanda olma hususunu inkara sevk eden bir duruş ve düşünüşü temsil etmektedir. Fert ve toplum hayatında karşılaştığımız hadiselerin imtihan boyutunu asla unutmamamız gerekmektedir. Unutmayalım ki cahiliye zannına kapı aralarsak bu durum kalplerimizi, inancımızı bozacak ve bizi helak olmaya sürükleyecektir.
Cahiliye hükmü: Cahiliye kavramı ‘’hüküm’’ ile beraber şöyle zikredilmiştir: ‘’ Cahiliye hükmünü mü istiyorlar?...’’[3] Cahiliye hükmünden kastedilenin ne olduğu noktasında Ebû Suud Efendi (r.aleyh) şöyle demektedir: ‘’ Cahiliyeden maksat, ya cahiliye din anlayışıdır ki, haktan sapmayı mucip olan nefsanî hevaya uymak ve hükümlerde münafıklık etmektir. Buna göre bu kelâm, Yahudiler için bir ayıplamadır. Çünkü onlar, kitap ve ilim ehli oldukları halde cahiliye hükmünü arıyorlardı. Oysa cahiliye hükmü, nefsanî idi, hiçbir semavî kitapta ve ilâhî vahiyde yeri yoktu. Ya da kasıt cahiliye ehlidir ve cahiliye hükmü de, öldürülenler için uyguladıkları imtiyazlı kısastır. Nitekim rivâyet olunur ki Benî Nadir, kendileri ile Benî Kureyza arasındaki katil davasının halli için Rasûlullah'a (s.a.v) geldikleri zaman, cahiliye ehlinin imtiyazlı kısasını talep etmişlerdi.
Peygamber (s.a.v) ise: "Öldürülenler eşittir." (kabilelerin imtiyazı yoktur; her kabile için aynı kısas hükümleri uygulanır.) diyerek onların isteklerini reddetti. Benî Nadir: "- Biz buna razı olmayız" dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.’’[4]
O halde ‘’cahiliye hükmü’’ terkibi vahiyden egemenlik hakkını esirgeyen, kulları Rablerine değil, nefis ve heva ürünü, beşer zihninin noksanlığı ile bezeli hükümlere sevk etmeyi esas telakki eden duruşu temsil etmektedir. Halbuki düşünen, akleden bir toplum için Allah Teala’dan daha güzel kim hüküm verebilir ki? Unutmayalım ki ümmetin fesadı da hükmün fesadı ile husule gelir. Kulu en iyi yaratan bilir…
Cahiliye açık saçıklığı: Cahiliye kavramı ‘’açık saçıklık’’ ile beraber şöyle zikredilmektedir: ‘’ Cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın…’’[5] Cahiliye dönemi kadınları kadın vakarını ortadan kaldıran bir açıklığa sahiptiler. Bundan ötürü hayvanlar gibi üryan gezen cahiliye kadınlarına benzememek, iman ehli kadınların da sorumluluğu kılınmıştır. Bediüzzaman (r.aleyh) bu hususta şöyle demiştir: ‘’ Kur’ân ise merhameten, kadınların hürmetini muhâfaza için, hayâ perdesini takmasını emir eder. Tâ hevesât-ı rezîlenin (rezil heveslerin) ayağı altında o şefkat ma‘denleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesât, ehemmiyetsiz bir metâ‘ (eşyâ) hükmüne geçmesinler.’’[6]
Unutmayalım ki ümmetin bozguna uğramasının sebeplerinden biri de evlat yetiştiren kadınlarının bozulmuş olmasıdır.
Cahiliye hamiyeti: Cahiliye kavramı ‘’hamiyet’’ ile beraber şöyle zikredilmiştir: ‘’ Hani inkâr edenler kalplerine hamiyeti, cahiliye hamiyetini yerleştirmişlerdi…’’[7]
Allah için olmayan öfke duygusu ‘’cahiliye hamiyeti’’ olup zemmedilirken, Allah için olan öfke ‘’ şecaat, civanmertlik’’ olup övgüye layık görülmüştür. Mü’min bunu temyize en muvaffak kimsedir. Elmalılı Hamdi Efendi (r.aleyh) hamiyeti açıklarken şöyle demiştir: ‘’Ragıb der ki: Öfke kuvveti kabarıp çoğaldığı zaman hamiyet denilir. "Filana karşı hamiyete geldim." kızdım demek, ona öfkelendim demektir... O cahiliye hamiyeti, cahiliye milletinin hamiyeti veya cahiliyet hamiyeti yani cahillik hamiyeti veya cahilane hamiyet ki, yerinde olmayan manasız hamiyet yahut hakkı kabule mani olan hamiyet. Nitekim yazılmasını istememişler. "Allah'ım senin adınla." yazılsın demişlerdir. "Resulullah denilmesini kabul etmemişler, Kâbe'nin ziyaretini bu sene için durdurup gelecek seneye bırakmak istemişlerdi de ona karşı Allah, gerek Resulünün üzerine ve gerekse müminlerin üzerine sekinetini indirdi. Surenin başında açıklandığı üzere hak inancı ile kalplerdeki heyecanı sükûnete erdirip hilim ve vakar verdi. Rivayet olunur ki, Kureyş, Süheyl b. Amr el-Kureyşi'yi ve Huveytıb b. Abdiluzza'yı ve Mükriz b. Hafsı Ahyef'i, gelecek yıl Mekke Kureyş tarafından üç gün boşaltılmak üzere bu senelik geri dönmesini Resulullah'a bildirmek için göndermişlerdi. Resulullah da kabul etti, aralarında bir antlaşma metni yazdılar. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'ye yaz, buyurdu Süheyl’e ve arkadaşları biz onu tanımıyoruz yaz dediler. Sonra yaz: "Bu, Resulullah'ın Mekke'lilere yaptığı antlaşma şartlarıdır." buyurdu buna da: Biz senin Allah'ın elçisi olduğunu bilsek seni Beytullah'tan men etmez, harbe kalkışmazdık fakat "Bu, Muhammed b. Abdullah'ın yaptığı antlaşmadır." yaz dediler, Peygamber Efendimiz: Ben şehadet ederim ki, ben Allah'ın elçisiyim ve ben Muhammed b. Abdulah'ım, yaz arzularını buyurdu. Müslümanlar bundan üzüntü duydular, onların tekliflerini kabul etmek istemediler, herifleri tutuvermeyi kurdular, derken yüce Allah üzerlerine sekinetine indirdi de hilim ve vakar ile yumuşadılar, yatıştılar...’’[8]
Bu hamiyet ki Kureyşlilerin önde gelenlerinin iman etmesine mani olmuştur. Unutmayalım ki bu ümmetin tarumar olmasına sebebiyet veren hususlardan biri de kabileciliğe, ırkçılığa, taassuba dayalı hamiyettir. Bundan kurtulmak ise farz-ı ayn hükmündedir.
--------------------------------------------------------------------------------------
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 3/154.
[2] Tefsîru’r-Râzî, 9/39.
[3] Mâide Sûresi, 5/50.
[4] Tefsîru Ebi’s-Suud, 3/47.
[5] Ahzâb Sûresi, 33/33.
[6] Zülfikâr, 25. Söz, 39.
[7] Fetih Sûresi, 48/26.
[8] Elmalılı Tefsîri, 7/174-175.
Hamza Korkmaz.
İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
www.fanidunya.net